Bu
fotoğrafa iyi bakın!
Orada gördüğünüz iki insan, Derviş Ali Kavazoğlu
ve Kostas Michaulis’tir...
Bugünlerde, Kıbrıs görüşmelerinin bıktırıcı turlarından
bilmemkaçıncısı gerçekleşirken, kimileri elde
bayrak “Dayan Denktaş” diye sokağa dökülür, kimileriyse
Türkiye’de bir türlü beceremedikleri AB operasyonunu
adadan başlatmak derdine düşmüşken, bu iki isim
pek bir anlam ifade etmeyebilir.
Derviş Ali Kavazoğlu, Kıbrıs Sosyalist Partisi
AKEL’in merkez komitesinin Türk üyesi bir sendikacıdır.
Kostas Michaulis ise onun sendikacı arkadaşıdır.
Bu iki insan, 11 Nisan 1965 tarihinde, Lefkoşe’deki
bir toplantıdan Larnaka’ya giderlerken Denktaş’ın
kurucuları arasında yer aldığı Türk Mukavemet
Teşkilatı (TMT) tarafından otomatik silahlarla
kısa mesafeden vurularak öldürüldüler. İkisi de
sosyalistti, ikisi de adanın emperyalist çıkarlar
doğrultusunda bölünmesine karşı çıkıyor ve iki
halkın kardeşliğini savunuyorlardı. Ve fotoğrafta
görüldüğü gibi, el ele öldüler.
Yalnızca onlar da değil... 29 Mayıs 1959’da öldürülen
İnkılapçı gazetesinin editörü Fazıl Önder ve 5
Haziran 1958’de öldürülen Kıbrıslı Türk Atletizm
ve Kültür Merkezi yöneticilerinden Ahmet Yahya
da TMT’nin ve Denktaş’ın kirli savaşının kurbanlarıdır.
2 Temmuz 1958’de Rum/Türk Kıbrıs Emek Federasyonu
yöneticisi Ahmet Sadi’ye ve Arif Barudi’ye suikast
girişimleri oldu. Ve sonra, 1962’de, Kıbrıslı
Rum ve Türkler arasında daha yakın işbirliği taraftarı
gazeteciler olan Hikmet ve Ahmet Gurkhan TMT tarafından
öldürüldüler.
En son örnek ise 1996’da da yine Rum ve Türkler
arasında işbirliği öneren gazeteci Kıbrıslı Türk
gazeteci Kutlu Adalı’nın öldürülmesidir.
Ama şüphesiz bunlar içersinde en trajik ve sembolik
olanı Kavazoğlu ve Mişaulis cinayetidir. Böylece
TMT’nin vermek istediği ders, Rum ve Türk işçilerin
birliğini sağlamak isteyenlerin sonunun ölüm olacağıdır.
Adanın emperyalistler ve onların yerli işbirlikçileri
tarafından bölünmesine karşı duran, Türk-Rum dostluğu
ve işbirliği için gerek siyasal, gerekse sendikal
alanda çalışmalarını yürüten Kavazoğlu, sık sık
yayımladığı bildiriler ve diğer yayın faaliyetleriyle,
Kıbrıs Türk liderliğinin adayı bölme politikasını
eleştirmektedir. Bu yüzden yakın dostlarıyla birlikte
faşist yeraltı örgütünün hedefi haline gelmiştir.
Biraz Geriye Gidersek...
Ama hepsi bu kadar değil... Kavazoğlu ve Michaulis’in
şahsında bitirilmek istenen şey, Kıbrıs işçi sınıfının
hiç küçümsenemeyecek ortak mücadele tarihidir.
Bugün kafaları Annan, De Soto, Papadopulos, vb.
gibi doldurulmuş birçok sosyalistin bile bilmediği
gerçek, Kıbrıs adasının aslında belli bir sınıf
mücadelesi tarihine sahip olduğudur.
Bu tarihin ilk halkaları, İngiliz egemenliği günlerine
kadar gider. Kıbrıs’ın kontrolünü 1878’de devraldıktan
sonra 1914’e kadar Osmanlı adına vergi toplayan
İngiltere, Birinci Paylaşım Savaşı’nın başlaması
üzerine adaya tümüyle el koyduğunda ilk kıpırdanmalar
başlar.
İlk ayaklanma 1931’de İngiliz Vali Sir Ronald
Storrs gümrük vergisini artırdığında patlar. Daha
sonraları, 1930 ve 40’lar boyunca Kıbrıslı Türk
ve Rum kökenli işçiler Taşımacılık ve Liman İşçileri
Sendikası’nda ortak mücadele yürütürler. 6 Mart
1939’da Limasol Hamal Sendikası’nın kuruluş toplantısına
40 Kıbrıslı Türk katılır. Magosa Hamal Sendikası
komitesinde ise eşit sayıda Türk ve Rum vardır.
1938-48 döneminde Türk ve Rum işçiler sekiz saatlik
çalışma günü, çalışma koşullarının iyileştirilmesi,
çalışma yasaları, sosyal güvenlik, ücret artışı
vs. için ortak bir mücadele yürütürler. Peş peşe
gelen grevlerde Kıbrıslı Türk ve Rumlar patronlara
ve İngiliz sömürgeciliğine karşı omuz omuza mücadele
ederler. 1948’de iki bin Türk ve Rum işçisinin,
Amerikan Madencilik Şirketi’ne karşı başlattığı
grev, 3 Ocak’tan 16 Mayıs’a kadar dört ay sürer.
Polis 3 ve 8 Mart’ta ateş açarak çok sayıda işçiyi
yaralar ve 76 işçi eşleriyle birlikte iki yıla
varan hapis cezaları alırlar. Ceza alan 76 işçinin
17’si Türktür.
Ermeni, Rum ve Türklerden oluşan demiryolu çalışanları
ise 1941 yılında greve çıkarlar. Grevi durdurmayı
reddeden grev komitesi (ki onların da üçü Türktür)
İngiliz sömürge yönetimi tarafından tutuklanarak
hapse atılır. Ermeni, Rum ve Türk işçilerin yaygın
protestoları sonucu mahkumlar serbest bırakılır.
Grev ise bütün taleplerini kazanır. Kıbrıslı Türk
ve Rum işçiler arasındaki işbirliği, 1944’de ayrı
Türk sendikaları kurulmasına rağmen devam eder.
Kıbrıslı Türk işçilerin yarıdan fazlası ortak
sendikalarda kalmayı tercih ederler.
Şovenizmin Canlandırılması
Ama bu arada, “tehlike” artık farkedilmiştir.
İki tarafta da faşist unsurlar örgütlenmekte,
kin tohumları ekilerek sınıfın birliği bozulmaya
çalışılmaktadır.
Madalyonun bir yanında İngilizlere karşı silahlı
mücadele başlatan faşist Grivas’ın EOKA örgütü
vardır. Yunanistan İç Savaşı sırasında yüzlerce
komünistin işkenceye uğraması ve öldürülmesinden
sorumlu olan Grivas bir yandan İngilizlere karşı
savaşırken diğer yandan da şovenist duyguları
körüklemekte ve bune karşı olan Rumları ve Türkleri
katletmektedir.
İngiliz sömürge yönetiminin karakollar, vb. gibi
bütün riskli alanlarda Kıbrıslı Türkleri kullanması
da bir yandan onların EOKA hedefi olmasını getirmekte,
diğer yandan da şovenizmi güçlendirmektedir. Yine
de bu süreçte EOKA’nın öldürdüğü solcu Rumların
sayısı Türklerden daha fazladır. EOKA 1940’lı
1950’li yıllarda toplam olarak 265 infaz gerçekleştirmiştir.
Bunların 143’ü İngiliz ve Türk iken 131’i Komünist
Partisi AKEL ve hem Türk hem Rum üyeleri olan
PEO (Kıbrıs Emek Federasyonu) sendikası üyeleri
olan Rumlardır.
Bu arada Türk kontra örgütlenmesi boş durmamakta,
bir yandan Ankara’da organize edilen TMT, Denktaş
ve Dr. Fazıl Küçük’ün liderliğinde cinayetlerine
başlarken, diğer yandan da eski bir sömürge polisi
olan Necati Taşkın’ı Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri
Federasyonu başkanlığına komployla getirerek işçi
sınıfını bölmeye ve şovenizmi yaygınlaştırmaya
çalışmaktadır. Kavazoğlu’nun deyimiyle Necati
Taşkın, “1958’e kadar İngiliz sömürgecilere yardımcı
polis olarak çavuş rütbesiyle hizmet etmektedir”
ve daha sonra “Türk köylülere adeta kan kusturan
Celal Hordan’ın faşist örgütünün önde gelenlerinden
biri olmuş ve Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri Federasyonu’nun
liderliğini dağıtan Denktaş tarafından bu federasyonun
genel sekreterliğine tayin edilmiştir!”
Böylece 1963 yılına gelinmiş, Rum polisler ve
Kıbrıslı Türkler arasında çıkan bir olaydan sonra
başlayan çatışmalarda 191 Türk ve 133 Rum ölmüştür.
Ağustos 1964’de Türk jetleri Rum köylerini bombaladığında
ise artık her şey çığırından çıkmıştır. Kanlı
bir süreç böylece başlamış, Ada’nın bölünmesi
için son adımlar da atılmıştı. 1960’lar bitip
1974’e doğru gelindiğinde TC işgali başlayacak,
daha sonra da KKTC isimli “devlet”in kuruluşuyla
birlikte bugüne dek süren bitmez tükenmez “Kıbrıs
Sorunu” gündeme gelecektir. 1960’larda her kentte
Rumlar ve Türkler bir arada yaşarken ve 392 Rum
ve 123 Türk köyüne karşın 114 köy de karma bir
nüfusa sahipken 2000’lerde gelinen nokta, tam
ve kesin bir bölünmedir. Sendikalar ayrılmış,
sınırlar çizilmiş, Kavazoğlu ve Michaulis’in halkların
kardeşliği düşü kan içersinde boğulmuştur.
Kuzey Kıbrıs artık kocaman bir gazinodur; uyuşturucu
dahil her türlü kaçakçılık ve kontra-çete işleri
Ada üzerinden yapılmaktadır.
Ve tabii bu arada Ada’da değişmeyen tek şey, İngiltere’nin
Dhekelia ve Akrortiri adalarındaki iki askeri
üssü idi. Üstelik, İsrail ve Lübnan’a 10 dakikalık
mesafedeki konumuyla her Ortadoğu krizinde önemli
bir rol oynayan bu üsler, İngiliz toprağı sayıldığı
için Kıbrıs yasalarına bile tabi değillerdir.
Bu Fotoğrafa İyi Bakın!
Şimdi, bu kısacık özetten sonra, yeniden dönüp
aynı fotoğrafa, kurşunlarak üst üste yığılmış
bu iki solcu sendikacının cansız yüzlerine bir
kez daha bakın!
Kavazoğlu ve Michaulis...
Bütün bu sürecin örgütlenebilmesi için, Ada’nın
emperyalistlerin oyuncağı yapılması için onların
öldürülmesi gerekiyordu, öldürüldüler...
Katilleri, şimdilerde New York’ta görüşme masalarında
oturup pazarlık üstüne pazarlık yapıyor...
Katillerin utanmaz arlanmaz destekçileri ise gitgide
cılızlaşan sesleriyle sokaklarda haykırıyorlar:
Dayan Denktaş! Yanındayız!
Fotoğraf ise ortada duruyor...
Bir ibret belgesi gibi...
Görmek isteyenlere...
Ada’da
Bir Susurluk: TMT
Kıbrıs’ta bir dizi cinayet
ve provokasyona imza atan Türk Mukavemet Teşkilatı,
Ankara’da Özel Harp Dairesi tarafından kuruldu.
TMT’nin Genel Başkan Yardımcılığı’nı üstlenecek
olan Özel Harpçi İsmail Tansu, 1958’de Türkiye’den
Kıbrıs’a silah aktardıklarını ve özellikle
Alparslan Türkeş’ten yoğun destek gördüklerini
hiç gizlemedi. (Bu konuda geniş bilgi için
bkz. Sosyalist Barikat, sayı: 10) Sanıldığının
aksine TMT’nin başlıca hedefleri Rumlar değildi;
tam tersine bu kontra örgüt esas olarak solcu
Türkleri öldürüyordu ve bu anlamda Rum faşistlerinin
örgütü EOKA’nın ikiz kardeşi gibiydi.
Yine yıllardır yapılan propagandaların tam
tersine, Ada’daki ilk kan da Rumlar tarafından
değil TMT tarafından akıtıldı. 1958’de Türkiye
Konsolosluğu Enformasyon Bürosu bombalama
olayı üzerine İngiliz güvenlik güçleri, 12
Haziran 1958’de Kondemenos köyünden sekiz
Kıbrıslı Rum’u gözaltına aldı ve en yakın
Rum köyüne yaklaşık 10 km ötede Kıbrıslı Türklerin
yaşadığı Güneyli köyüne yakın bir yere götürerek
serbest bıraktı. Bu Kıbrıslı Rumlar TMT’nin
emri üzerine Kıbrıslı Türkler tarafından katledildi.
Bu olay iki toplum arasında akan ilk kandır.
Bu katliam ve provokasyonun ardında Denktaş’ın
“bazı arkadaşlarımız” dedikleri kişiler vardı.
Denktaş, daha sonra İngiliz televizyonundaki
bir söyleşide, bu bombalama olayını da TMT’nin
yaptığını itiraf edecekti.
Daha sonraları TMT, bölünme politikalarına
karşı çıkan demokratlara, Rum işçileriyle
birlikte PEO sendikasında örgütlenen ve mücadele
eden Türk işçilere karşı muazzam bir terör
politikası izledi. İşçiler tam anlamıyla silah
zoruyla PEO’dan ayrılıp milliyetçi Türk sendikalara
üye olmaya zorlandı. TMT iki toplum arasındaki
çatışmaları tırmandırmak için cami kundaklama
dahil her türlü provokasyonlardan da kaçınmıyordu.
TMT, 1958’den başlayarak Kıbrıslı Türkleri,
köylerini terk ederek kuzeye taşınmaya zorladı.
1963’de EOKA dağıldı ama eski EOKA unsurları
polisin içinde mevzilenmişti. TMT ise faaliyetlerini
sürdürüyordu. |
Denktaş:
Sömürge Savcılığından
Cinayet Şebekesi Kuruculuğuna
İşe 1949-57 yılları arasında
İngiliz sömürgeci yönetiminin mahkemelerinde
başlayan bu “mümtaz devlet adamı”, genç EOKA
savaşçılarını yargılayıp idama mahkum eden
bu mahkemelerde İngilizlerin savcılığını yapıyordu.
1958’de TMT’nin kuruluşu Denktaş’ın savcılıktan
istifası sonrasına rastlıyor. KKTC Meclisi’nin
resmi sitesi Denktaş’ı TMT’nin kurucuları
arasında tanıtıyor. (http://www. m.gov.nc.tr/cm/mb/
Rauf.htm)
Dönem boyunca bir dizi cinayete imza atan
TMT’nin perde arkasındaki isim olan Denktaş,
daha sonraları Dr. Fazıl Küçük’ün ölümüyle
birlikte suyun başına geçti ve Kıbrıs’ın ikiye
bölünmesi için bugüne dek yürütülen provokasyonların
resmi yöneticisi haline geldi. İngiliz sömürgeciliğinin
savcısı ve faşist TMT’nin kurucusu Denktaş
o günden bu yana Kıbrıslı Türkler için kurulan
açık hava hapishanesinin müdürlüğünü yürütmektedir.
|
|