İşçi Sınıfının Günümüzdeki
Yapısı ve Devrimci Görevler
M. Seyhan
|
Emperyalist-kapitalist sistemin ezilenlere yönelik
saldırganlığının odağında, çağımızın sonuna değin devrimci
tek sınıf olan işçi sınıfı ve onun öncü güçleri bulunuyor.
Emperyalist saldırganlık, bir yandan işçi sınıfının
devrimci mücadelelerini fiziki zor yoluyla bastırmayı
esas alırken, diğer yandan da sınıfın nesnel devrimci
rolüne ilişkin bilinci karartmayı, sınıf hareketini
çürütmeyi ve böylece sınıfın devrimci rolünü oynamasını,
tüm ezilenleri kendi ekseninde saflaştırmasını engellemeyi
hedefliyor.
Sınıfın devrimci rolüne ilişkin ideolojik ve politik
saldırganlık elbette yeni bir durum değildir. Kapitalizm
tarihinin her döneminde, özellikle de sınıf hareketinin
genel ya da konjonktürel gerilemeler-yenilgiler yaşadığı
süreçlerde, sağ ve ‘sol’ çıkışlı demagojik söylem ve
akımlar zemininde sınıfa ve onun devrimci rolüne ilişkin
değişik düzeylerde bilinç bulanıklığı yaratmaya, işçi
sınıfı örgütlülüklerini zayıflatmaya ve dağıtmaya, ezilenleri
sınıfın ekseninden koparmaya dönük ideolojik, politik,
kültürel, sosyal, kurumsal nitelikte gerici saldırılar
eksik olmamıştır.
Günümüzde bu saldırganlık tarihin hiçbir döneminde görülmeyen
ölçülerdedir. Sınıflar mücadelesinin insanlığın gelişim
seyrinin motor gücü olmadığı, işçi sınıfının özel bir
devrimci dinamik taşımadığı, sosyalizmin işçi sınıfı
eksenli bir kurtuluş projesi olmadığı, işçi sınıfının
üretim sürecindeki rolünün belirleyici olmaktan çıktığı
ve sayıca azaldığı, vb. gibi bir dizi demagoji hiçbir
dönem olmadığı kadar yaygınlaşmış ve etkinliğini artırmıştır.
Bu söylemler ve bunlar ekseninde geliştirilen devasa
gerici/faşist pratik ve kurumsal faaliyetler, geçici
ancak oldukça güçlü nesnel ve öznel zeminlere yaslanmaktadır.
Reel sosyalizmin çöküşü, devrimci güçlerin ve işçi hareketinin
yaşadığı genel ve ağır gerileme, kapitalist dünya sisteminin
yaşadığı restorasyon sürecinin üretim süreçlerinde yarattığı
kapsamlı değişim ve sınıf hareketinin bu koşullara uygun
devrimci bir hat yaratamaması; günümüzde kapitalist
saldırganlığın yaslandığı başlıca zeminleri oluşturmaktadırlar.
Bu zemin ve bu olgular, aynı zamanda 1990’lardan itibaren
başlayan yeni süreçte emperyalist-kapitalist sistemin
kendini üzerinde kurduğu başlıca zeminlerdir. Devrimci
sosyalist hareketimizin buna yanıtı, bu zemini her cepheden
parçalayacak bütünlüklü bir devrimci yenilenme temelinde
devrimci sosyalizmin yeni ve daha ileri bir düzeyini
yaratmak, sınıfın devrimci gücünü açığa çıkaracak yeni
bir devrimler dalgasının öznelerinden biri olmaktır.
Bu noktada, emperyalist-kapitalist sistemin ve onlarla
nesnel olarak birleşen ‘sol’ akımların sınıfa ve sınıfın
devrimci rolüne ilişkin gerici saldırılarının ideolojik,
politik ve pratik açıdan püskürtülmesi devrimci sosyalist
hareketin başlıca görevlerinden biri durumundadır.
Bu noktada, asıl can alıcı meseleyi, işçi sınıfının
güncel durumunu bütünlüklü olarak çözümlemek ve devrimci
rolünün nesnel zeminlerini, sınıf hareketinin devrimci
yükselişinin araç ve kanallarını açığa çıkarmak oluşturuyor.
Oldukça kapsamlı ve çok yönlü olan bu meselelere yanıtlar
oluşturmayı teorik-pratik çalışmalarımızın esaslı görevleri
olarak görüyoruz. Bu çalışma, başlığından anlaşılacağı
üzere, bu doğrultuda genel bir çerçevenin köşe taşlarını
oluşturmaya dönük ön düşüncelerdir, başlangıçtır.
İşçi Sınıfının Yapısı ve
Bileşimindeki Değişimlerin
Nesnel Temelleri
İşçi sınıfının güncel konumunu değerlendirmeye giriştiğimizde
yapılması gereken ilk belirleme; işçi sınıfının yapısı
ve özellikleri itibariyle-kapitalist toplumun tüm sınıfları
gibi, hatta hepsinden daha fazla-dinamik bir sınıf olduğudur.
Yapısı, bileşenleri, örgütlülük biçimleri vb. özellikleri
kapitalizmin ve sınıf mücadelesinin gelişim seyrine
bağlı olarak sürekli bir değişim içindedir. İşçi sınıfının
güncel nesnel duruşunu çözümlemede temel hareket noktası
bu sürekli değişim halidir.
Günümüzde işçi sınıfının yapısına, bileşimine, toplumsal
yaşam içindeki rolüne, devrimci dinamiklerine ilişkin
türetilen demagojilerin önemli bir bölümü emperyalist-
kapitalist sistemin 1970’lerde başlayan ve 1980’lerde
bütünsel bir yapı kazanan restorasyon programıyla doğrudan
bağlantılıdır. Bu restorasyon programının temel bileşenlerinden
biri olan iktisadi politikanın (neo liberalizm) zemininde
geliştirilen yeni sömürü modelinin esaslı bir parçası
olan yeni üretim örgütlenmesi (esnek üretim) ve teknikleri,
işçi sınıfının nesnel yapısı ve bileşiminde önemli değişimleri
beraberinde getirmiştir. Bu noktada, sınıfa ilişkin
çözümlemelerde başlangıç halkasını yeni sömürü modeli
ve onun bir parçası olan yeni üretim örgütlenmesi oluşturmaktadır.
Kısaca Kapitalist Sistemin
Yeni Sömürü Modeli
1970’lerden bu yana, işçi sınıfının bileşiminde ve
yapısında meydana gelen ve pek çok tartışmanın konusu
olan değişimlerin nesnel zeminini, kapitalist sistemin
l970 sonrası içine girdiği kapsamlı değişim süreci oluşturmaktadır.
l945’lerden itibaren egemen olan ve en genel tanımlamayla
Keynesci ekonomi politikalarını esas alan kapitalist
sömürü modeli, l970’lere gelindiğinde genel ve yapısal
bir krize girmiş ve işlevsiz bir hale gelmiştir.
Büyüyen işçi sınıfı hareketinin gücü, ulusal kurtuluş
mücadelelerinin sömürge sistemini parçalaması, kapitalist
sistemden kopuşların artması, emperyalist güçler arasında
yoğunlaşan iktisadi ve siyasal rekabet ve tekelci kapitalizmin
içsel olarak taşıdığı iktisadi kriz öğeleri ve daha
pek çok çelişki birikerek, l970 başlarından itibaren
sermayenin genişletilmiş yeniden üretiminin zeminlerini
ciddi ölçülerde tahrip etmiş ve kar oranları keskin
bir düşüş eğilimine girmiştir. Krizin güçlü biçimde
damgasını vurduğu l970’li yıllar boyunca süren sistemin
arayışları l980’lere gelindiğinde bütünsel bir programa
dönüşmüştür.
Oluşturulan program; sermayenin genişletilmiş yeniden
üretiminin sağlanarak kar oranlarının yükseltilmesinin
önündeki bütün politik, ekonomik, ideolojik, örgütsel,
devletsel, uluslararası vb. (işçi hareketi, ulusal kurtuluş
mücadeleleri, sosyalist ülkeler vb.) engellerin her
yoldan parçalanması ve sömürünün toplumsal ilişki ve
etkinliklerin bütün alanlarına yayılarak derinleştirilmesini
esas almaktaydı. Böylece, sermayenin içinde hareket
edeceği genel koşulların değiştirilmesi hedeflenmiştir.
İktisadi alan özgülünde, bu, mali sermayenin, mal ve
hizmet üretiminin, dolaşımının ve pazarların kar oranlarını
yeniden ve büyük bir hızla yükseltecek tarzda yeniden
örgütlenmesi, yani Keynesci politikaların terk edilerek,
neoliberal politikalar temelinde yeni bir sömürü modelinin
geliştirilmesi anlamına geliyordu.
Bu bağlamda, mali sermayenin dünya çapında dolaşmasının
önündeki tüm engellerin ortadan kaldırılması ve mali
sermaye içinde spekülatif para sermayenin öne çıkması,
mali spekülasyonun, vurgunculuğun sistemin başat dinamiklerinden
biri haline gelmesi, bunun yanı sıra mal ve hizmetlerin
dolaşımının önündeki tüm engellerin (gümrük, kota vb.)
emperyalist ülkelerin çıkarları doğrultusunda hızla
tasfiyesi bu modelin temel bileşenlerinden biridir.
Sürecin temel bileşenlerinden bir başkası da o güne
değin meta üretiminin dışında kalan ya da kar amacı
gütmeyen kamusal hizmetler olarak ele alınıp meta üretiminin
dışında sayılan tüm insan etkinliklerinin ve üretim
alanlarının hızla meta üretimine dahil edilmesidir.
Bunun en önemli araçlarından biri devletin yürüttüğü
kamusal hizmetlerin özelleştirilmesidir. Böylece kendine
yüksek kar oranları ile değerlenme alanları arayan uluslararası
sermayeye yeni ve oldukça büyük sömürü alanları açılmıştır.
Ancak metalaştırma süreci sadece özelleştirme ile sınırlı
değildir, insanın bilgi dahil bütün üretiminin metalaştırılması
hedeflenmiş ve insan etkinliğinin bütün biçimleri birer
endüstri haline getirilmiştir.
Kapitalist sanayinin yeni sektörler temelinde dünya
çapında yeniden yapılandırılması yeni sömürü modelinin
temel bileşenlerinden bir diğeridir. Mikro elektronik,
bilişim ve biyoteknoloji sektörleri yeni ve doğal olarak
yüksek kar oranları ile faaliyet yürütecek sektörler
olarak kapitalist sanayinin temeline otur(tul)muştur.
Bu sektörler kapitalist sanayinin egemen (hegemonik)
sektörleri haline gelmiş ve tüm dünya kapitalist üretimi
bu sektörler ve bunların ürünlerine bağlı olarak yeniden
biçimlenmiştir.
Yeni sömürü modelinin bir diğer temel bileşeni ise yeni
iş (üretim) örgütlenmesi oluşturuyor. Kapitalist endüstriyel
yapı, işletme yapısı bağlamında, metaların üretilmesi
sürecinin parçalanmasına bağlı olarak kapsamlı bir değişime
uğramıştır. 1980’lere değin egemen olan, bir ürünün
üretilmesi sürecinin hemen hemen bütün aşamalarının
tek işletmede ve fordist iş örgütlenmesi ekseninde üretilmesi
süreci önemli ölçüde terkedilmiştir. Yeni sanayi sektörleri
zemininde yeni teknolojilerin, uluslararası işbölümünün
ve yeni iş örgütlenmelerinin (esnek üretim vb.) gelişmesine
bağlı olarak işletmeler yapılandırılmış ve metaların
üretilmesi süreci parçalanmıştır.
Nihai ürünün ortaya çıkarılış sürecinin farklı aşamaları
(tasarım, teknoloji yoğun üretim aşamaları, emek yoğun
üretim aşamaları, montaj vb.) farklı üretim birimlerinde,
işletmelerinde (azımsanamayacak ölçüde uluslararası
nitelik kazanmış olan) belli bir işbölümü sonucu gerçekleşiyor.
Ürünlerin tasarımı ve yüksek teknoloji gerektiren parçaları
ana firmaların (tekellerin) fabrikalarında üretilirken,
emek yoğun parçalar ve işler ana firmaların dışındaki
taşeron firmalar tarafından üretilmektedir. Taşeronlara
aktarılan işler giderek artan ölçüde ucuz işgücüne sahip
olan yeni-sömürgelerde üretilmektedir. Böylece ana firmalar
az sayıda nitelikli işgücü ve yüksek teknolojili makineler
kullanan, talep çeşitliliğine ve dalgalanmalarına ürün
çeşitliliği ve yalın, stoksuz üretimle ile yanıt verebilen,
daha esnek ve küçük üretim birimleri oluşturmuşlardır.
Öte yandan ana firmaların (tekellerin) talep ettiği
emek yoğun parçaları üreten (nihai ürün üretme ve bağımsız
olarak pazara ürün sunma yeteneği ya olmayan ya da çok
sınırlı olan) devasa miktarda bir küçük ve orta boy
sanayi işletmeleri yığını ortaya çıkmıştır.
Büyük fabrika tarzı standart kitle üretimi ve düzenli
istihdamı esas alan fordist iş örgütlenmesinin yerini
alan, ürün çeşitliliğini ve yalın/stoksuz üretimi, işçi
sınıfını daha yoğun sömürmeyi olanaklı kılan esnek üretim,
iş sürecinin ve çalışma koşullarının da farklılaşmasını
beraberinde getirmiştir. Yeni teknolojilerin sunduğu
olanaklarla yeniden yapılandırılan işletmeler zemininde,
işçi sınıfının işletme içindeki birliğini parçalamaya
ve onun sadece kol gücünü değil, beyin gücünü de sömürmeye
dönük sermaye stratejileri esnek üretim, kalite çemberleri
vb. iş örgütlenmeleri ile sistematik hale getirilmiştir.
Esnek üretim politikası çalışma koşullarını bütün yönleriyle
kapsayan bir saldırı politikasıdır. Mevzuat esnekliği,
sosyal ve sendikal hakların yok edilmesini, sayısal
esneklik; işçi sayısını değiştirebilmeyi, yani işten
atma özgürlüğünü, işlevsel esneklik; işçilerin kafa
emeği dahil, bütün birikim yeteneklerini üretime katıp
sömürmeyi, zaman esnekliği; çalışma sürelerinin belirsizleştirmesini,
standartların ortadan kaldırılmasını hedeflemektedir.
Bu temelde, tipik "bir vahşi" kapitalizm uygulaması
geliştirilerek azami sömürü koşulları yaratılırken,
bir yandan da işçi sınıfının kazanılmış hakları gasp
edilmeye, örgütlülük zeminleri de yok edilmeye çalışılmaktadır.
Esnek üretim örgütlenmesi yüksek teknoloji ve nitelikli
işgücü kullanan işletmelerde egemen hale getirilmiştir.
Ancak sadece bunlarla sınırlı değildir. Başta küçük
ve orta sanayi işletmeleri olmak üzere tüm sanayide
ve hizmet işkollarında yaygın biçimde kullanılmaktadır.
Bu gelişmelerin kaçınılmaz bir sonucu olarak, sömürge
ve yeni-sömürgelerin özgül dinamiklerini dikkate almayan
yeni bir uluslararası işbölümü geliştirilmiştir. Bu
yeni işbölümünde; sermaye yoğun olan yeni hegemonik
sektörler emperyalist ülkelerde merkezileştirilirken,
daha geri konuma düşmüş olan, görece emek yoğun ve çevre
sorunları yaratan çelik, çimento, kimya vb. sektörler
yeni-sömürgelere aktarılmıştır. Emperyalist sermayenin
bu ülkelerdeki dolaşımının ve vurgunlarının kolaylaştırılması
için sermayenin, mal ve hizmetlerin serbestçe dolaşımını
sağlayacak hukuki ve ekonomik düzenlemeler gerçekleştirilmiştir.
Bunun yanı sıra, derin bir borç krizi içindeki yeni-sömürge
ekonomileri borçların ödenmesi için bir yandan daha
büyük borçlar verilerek ayakta tutulurken, diğer yandan
borçların ödenmesi için bu ülkelerdeki tarım ve sanayi
üretimi ülkelerin iç dinamiklerini ve ihtiyaçlarını
dikkate almayan, ihracat yapmayı ve elde edilen gelirlerle
emperyalistlere olan borçların ödenmesini esas alan
bir tarzda yeniden yapılandırılmıştır. Bu zeminde emperyalist
ülke ve yeni sömürge ekonomilerinin sistem içindeki
rollerinin ve konumlarının yeniden tanımlandığı yeni
bir uluslararası işbölümü geliştirilmiştir.
Emperyalist-kapitalist sistemin yeni sömürü modelinin
başlıca temel özelliklerini kabaca böyle özetleyebiliriz.
Kapitalist Sömürünün
Yeni Koşulları ve İşçi Sınıfı
Kapitalist sömürünün bu yeni koşulları işçi sınıfının
bileşimi ve yapısında da önemli değişimleri kaçınılmaz
olarak beraberinde getiriyor.
Çok büyük sayılardaki insan topluluklarının faaliyetinin
metalaştırılmasına, yeni sektörlerin oluşumuna ve ayrıca
kapitalist üretim ilişkilerinin yeni sömürgelerde yaygınlaşmasına
bağlı olarak işçi sınıfı sayısal olarak muazzam ölçülerde
büyüyor. Yine bu gelişmelere ve yeni iş (üretim) örgütlenmelerine
bağlı olarak işçi sınıfının yapısı ve bileşimi daha
karmaşık ve parçalı hale geliyor.
Yüksek teknolojilerin kullanıldığı ana işletmelerde
çalışan ve kafa emeği kullanan eğitim düzeyi yüksek
işçiler ve yine bu tür işletmelerde kol emeği ile çalışan
işçiler çekirdek işgücünü oluşturmaktadır. Bu noktada
kafa emekçilerinin işçileşmesi sürecini kısaca açmak
gerekiyor; bilginin metalaştırılması ve kafa emekçilerinin
(doktor, mühendis, mimar, öğretmen vb.) önemli bir bölümünün
çalıştığı kamusal hizmetlerin özelleştirilmesi ve bu
işyerlerinde emek-sermaye ilişkisinin gelişmesiyle birlikte
bu kesimlerin proleterleştirilmesi söz konusudur. Öte
yandan, yeni teknolojilerin ve iş örgütlenmelerinin
kullanımıyla birlikte bu kesimlerin önemli bir bölümünün
üretim sürecinde merkezi karar mekanizmalarının dışında
kalarak vasıfsızlaşması, bu kesimlerin konumunu kol
emeğine yaklaştırıyor.
Çekirdek işgücünü oluşturan bu kesimler işçi sınıfının
geri kalan bölümlerinden daha iyi çalışma koşullarına
sahipler ve daha yüksek ücret alıyorlar. Öte yandan,
yeni esnek, iş örgütlenmeleri en yetkin biçimde bu kesimlerin
çalışma koşullarına egemen kılınıyor ve eskiye nazaran
çok daha yoğun bir sömürüye tabi tutuluyorlar. Yaşam
ve çalışma koşulları (sınıfın diğer kesimlerine göre
daha iyi olmasına karşın) daha da kötüleşiyor. Bütün
bu özellikleriyle bu kesimler (yönetici konumlarda vb.
olanlar hariç) sınıfın bir parçasıdırlar.
Öte yandan, yeni sömürü modelinin doğal bir sonucu olarak,
çekirdek işgücünün yanında çok daha büyük ve karmaşık
bir yapıya sahip olan, çevre işgücü olarak da tanımlanan
yeni bir işçi kesimi ortaya çıkmıştır.
Yeni işçi kesimlerinin yoğunlaştığı alanlardan birincisi,
yukarıda da belirttiğimiz gibi, bir ürünün üretilmesinin
hemen hemen tüm aşamalarının gerçekleştirildiği büyük
fabrika modelinin terk edilerek, bazı üretim birimlerinin
ana işletmenin dışına çıkarılması sonucu oluşan küçük
ve orta boy sanayi işletmelerdir. Ana işletmeler ürünün
tasarımını ve kilit önemdeki yüksek teknoloji gerektiren
bölümlerini üretiyor ve çekirdek işgücünü istihdam ediyor.
Yan sanayi olarak da tanımlanan organize sanayi bölgelerinde
ve emekçi semtlerinde konutlarla iç içe bulunan küçük
ve orta boy işletmeler ve atölyeler ise ana fabrikaya
bağlı olarak üretim yapıyor. Buralarda düşük ücretle,
düzensiz olarak istihdam edilmiş düşük haklara sahip
genellikle az sayıda ve yarı vasıflı işçi çalışıyor..
Yeni işçi kesimlerinin istihdam edilmesindeki ikinci
yöntem, büyük fabrika ve işletmelerde üretim ve hizmetlerin
değişik aşamalarının parçalanarak yeni kurulan firmalara
devredilmesidir; yani fabrika içi taşeronlaştırmadır.
Böylece kilit üretim aşamaları ve birimleri ana firmaya
bağlı kalırken diğer aşamaları gerçekleştirecek birimlerin
işletilmesi taşeron firmalara devrediliyor. Öyle ki,
bir büyük işletmede işçiler 4-5 ve hatta kimi zaman
10 civarında ayrı taşeron firmaya bağlı olarak yan yana
çalışabiliyorlar. İşletme içinde farklı çalışma koşullarına,
haklara, ücretlere sahip olan, farklı firmalara bağlı
olarak çalışan ve hatta farklı işkollarında çalışıyor
konumuna düşebilen her yönden parçalanmış bir işçi kitlesi
ortaya çıkıyor. Kilit üretim aşamalarının ve birimlerinin
dışında kalan işçiler taşeronlaştırma öncesi sahip oldukları
hakların önemli bir bölümünü kaybediyorlar. Hatta çoğunlukla
işlerini kaybediyorlar ve yerlerine oldukça düşük ücret
ve geri haklarla çalışmaya razı olan çoğunlukla genç
yeni işçiler alınıyor.
Yeni işçi kesimlerinin yoğunlaştığı diğer alan hizmet
sektörüdür. İletişim, eğitim, sağlık, ulaşım, nakliyat,
banka, büro, ticaret, turizm, enerji, yerel hizmetler,
lokanta-catering, temizlik vb. hizmet faaliyetleri önemli
ölçüde büyüyor ve çalışanlarının sayısı artıyor. Bu
sektörlerde çalışanların eğitim, çalışma koşulları,
mesleki statüleri, ücretleri vb. büyük bir çeşitlilik
gösteriyor. Bunların eğitimli, nitelikli işgücünü (doktor,
mimar, mühendis vb.) oluşturan küçük bir kısmının dışında
kalan büyük bölümü, küçük ve orta boy işletmelerde düşük
ücretle, geri haklarla ve kötü çalışma koşullarında
çalışıyorlar. İnformel sektör çalışanlarının konumu
da benzerdir.
Yeni işçi kesimlerinin ezici bir çoğunluğu esnek üretim
politikalarının en ağır, en vahşi biçimde uygulandığı
koşullarda çalışıyorlar.
Görüldüğü üzere, kapitalist üretimin yeni örgütlenmesinin
ürünü olan işletmelerde ve yeni sektörlerde çalışan
işçileri tanımlayan yeni işçi kesimleri kavramı, çalışma
biçimleri, hakları, toplumsal (etnik, cinsel ve yan
vb.) özellikleri, mesleki yapı, çalıştıkları sektörler
vb. açılardan oldukça büyük bir çeşitlilik gösteren
işçi kitlelerini kapsayan bir şemsiye kavram durumundadır.
Yeni işçi kesimlerini tanımlamak için "düzensiz
işçiler", "yeni işçi kitlesi", "çevre
işgücü” vb. kavramlar da kullanılmaktadır. Yeni işçi
kesimleri tüm dünyada işçi sınıfının ezici bir çoğunluğunu
kapsıyor ve sınıfın gövdesini oluşturuyor. Bu kesimlerin
ayırt edici belli başlı yanlarını biraz daha derli toplu
olarak ifade edecek olursak;
Yeni işçi kesimleri ağırlıklı olarak taşımacılık, ulaşım,
enerji, haberleşme, sağlık, eğitim, turizm, ticaret,
büro, banka, temizlik ve hizmet sektörlerinde, sanayide
ise daha çok ana firmalara dönük olarak çalışan ve organize
sanayi bölgelerinde yoğunlaşan küçük ve orta boy işletmelerde,
taşeron firmalarda, emekçi semtlerine yayılmış atölyelerde
ve informel sektörde çalışıyorlar.
Geçici, mevsimlik, sözleşmeli, part-time, evde çalışma,
uzaktan çalışma, tek çalışma vb. gibi düzensiz çalışma
biçimleri, yeni işçi kesimlerinin çalışma biçimleri
arasında (düzenli klasik mesai çalışmaının yanı sıra)
önemli bir yer tutuyor. Bu düzensiz çalışma biçimleri
giderek ağırlık kazanıyor.
Öte yandan, bu sektörler, daha ucuz ve geri haklarla
çalışmaya razı olan kadın, çocuk ve göçmen vd. gibi
işgücünün düzensiz olarak çalıştırılmasını olanaklı
kılıyor. Böylece işçi sınıfının bileşiminde kadınların,
çocukların, göçmenlerin ve azınlıkların oranı daha önceki
dönemlere göre ciddi bir sıçrama yapmıştır.
Sosyal haklar bakımından bu işçi kesimlerinin ezici
bir çoğunluğu hiçbir iş güvencesine sahip olmadan, sık
sık işten atılarak, yani işyeri değiştirerek, çoğunlukla
sigortasız/sendikasız, düzensiz çalışma saatleriyle
ve yasal çalışma sürelerinin çok üstünde sürelerle çalıştırılıyor.
Yeni işçi kesimleri bütün bu özellikleriyle oldukça
parçalı, çok katmanlı, dağınık ve karmaşık bir yapıya
sahiptir.
Burada kısaca da olsa değinmeden geçilemeyecek bir nokta
ise, bu süreçte işsiz kitlelerin yapısında ve toplumsal
konumunda meydana gelen değişimdir.
İşsiz kitlelerin sayısının önemli oranda büyümesi ve
işsizliğin kronikleşmesi yeni sömürü modelinin kaçınılmaz
bir sonucu ve parçasıdır. Ancak, geçmiş dönemlerden
farklı olarak günümüzde işsiz kitlelerin azımsanamayacak
bir bölümü yedek işgücü olmaktan çıkmıştır. İşsizlerin
önemli bir bölümünün, oluşturulan sömürü modeli içinde
yeniden iş bulup üretim sürecine katılması mümkün görülmüyor;
varlıkları üretim süreci açısından işlevsiz ve gereksiz
görülüyor. "Marjinal kesimler", "dışlanmışlar"
vb. olarak tanımlanıyorlar ve toplumsal yaşamın doğal
bir öğesi ve öznesi olarak ele alınmıyorlar. Çalışma
ve kendilerini üretim içinde gerçekleştirme ve varlıklarını
asgari insani koşullarda sürdürme olanakları ellerinden
alınıp, çok küçük sosyal yardımlarla (ki çoğu bundan
da yararlanamıyor) insani barınma koşullarından yoksun,
ancak ölmeyecek kadar beslenen ve çürümeye terk edilen
bu işsiz kitlesi sürekli biçimde büyüyor.
İşçi sınıfının bileşimi ve yapısının güncel görünümü
genel hatlarıyla kabaca böyle çizilebilir.
Ve Türkiye...
1970’li yıllarda ABD emperyalizminin öncülüğünde geliştirilen
ve tüm kapitalist sistemi kapsayan restorasyon programının
en kapsamlı uygulamalarının gerçekleştiği ülkelerden
biri de Türkiye’dir. Emperyalist restorasyon programının
temel bir parçası olan yeni sömürü modeli temelinde
Türkiye ekonomisi yeniden yapılanmış ve yukarıda ana
çizgileriyle ifade edilen süreçler Türkiye özgülünde
de yaşanmıştır.
Uluslararası yeni iş bölümünde Türkiye’ye biçilen rollere
bağlı olarak ekonomik yapı yeniden biçimlendirilmiştir.
İşletme yapıları ve iş örgütlenmeleri yeni sömürü modelindeki
yaklaşımlara uygun olarak dönüşüme uğramıştır.
Büyük işletmelerde işletme içi taşeronlaştırma ya da
kimi birimlerin işletme dışına çıkarılarak yan sanayiye
dönüştürülmesi, kar amacı gütmeyen kamusal hizmet alanlarının
özelleştirilerek işgücünün metalaştırılması, hizmet
sektörlerinin büyüyüp çoğalması, esnek üretim biçimlerinin
egemen hale gelmesi vb. gibi gelişmeler; işletme yapıları,
iş örgütlenmesi ve hizmet alanında artık tartışmaya
gerek olmayan ölçüde açık, kesin ve kapsamlı değişimlerdir.
Bu gelişmelerle bağlantılı olarak, Türkiye işçi sınıfı
sayısal olarak büyümüş, çok parçalı ve katmanlı yapısı
daha da karmaşıklaşmıştır. Özellikle yeni işçi kesimlerinin
işçi sınıfı içindeki oranı önemli ölçüde artmıştır.
İşçi sınıfının ana gövdesini yeni işçi kesimleri oluşturmaktadır.
Geleneksel büyük işletmelerin yanı sıra İstanbul, Çorlu,
Çerkezköy, Gebze, İzmit, Bursa, Adana, Manisa, Eskişehir,
Denizli, İzmir, Antep vb. kentlerde oluşan organize
sanayi bölgelerindeki küçük ve orta boy sanayi işletmelerinde,
emekçi semtlerdeki hemen her sokakta rastlanabilen küçük
ve orta boy atölye ve işletmelerde, hizmet sektöründe
çalışan küçük ve orta boy firmalarda ve taşeronlarda;
vahşi çalışma koşullarında, düşük ücret ve sınırlı haklarla,
çoğunlukla sigortasız ve hiçbir iş güvencesine sahip
olmayan, ezici bir bölümü sendikasız, örgütsüz ve sistemle
muazzam ölçülerde derinleşmiş çelişkileri olan devasa
bir işçi kitlesi (ve tabii ki işsiz!) oluşmuştur/oluşmaktadır.
Kolektif Sınıf
ve Sınıf Bilinci
İşçi sınıfının yapısı ve bileşimi her dönem parçalı
ve çok katmanlı olmasına karşın, başta da belirttiğimiz
gibi, hiçbir dönem günümüzdeki kadar karmaşık olmamıştı.
Dolayısıyla, hiçbir dönem işçi sınıfının sınıfsal yapısına,
toplumsal konumuna ve rolüne ilişkin bu denli kafa karışıklığı
ve bu denli çarpıtma söz konusu olmamıştı.
1980’lere değin gelen fordist iş örgütlenmesi temelinde
organize olmuş, devasa işçi kitlelerin çalıştığı büyük
fabrika modelin terk edilerek, esnek üretim zeminindeki
daha küçük işletme modeline geçilmesi ile sınıfın üretim
sürecinde daha küçük kümelere bölünmesi söz konusu olmuştur.
Sınıf meslek, statü, çalışma koşulları cinsel vb. açılardan
parçalı hale gelmiştir. Bu küçük ve parçalı işçi kümelerinin
hem üretim sürecindeki mücadelede, hem de toplumsal
gelişmeler karşısındaki etki gücü (büyük fabrika işçi
kitlesine göre) geriletilmiş, sermayenin ideolojik saldırıları
ve politik şiddeti ile zayıflatılmıştır. Dünya çapında
devrimci güçlerin genel zayıflamalarına paralel olarak
işçi sınıfının devrimci etkinliğinin gerilemesi; büyük
fabrika ve fordist iş örgütlenmesi modeline uygun olarak
örgütlenmiş ve programlarını oluşturmuş olan sendikal
hareketin yeni işletme yapısı ve esnek iş örgütlenmesinin
gerektirdiği program, örgüt ve pratik düzeyini yaratamaması;
sendikal hareketin her alanda yozlaşarak sınıfın güvenini
yitirmesi ve zayıflaması; bu ve benzeri bir dizi nesnel
ve öznel olgunun bileşimi sonucu işçi sınıfının hem
sendikal düzeyde, hem de siyasal alanda gerilemesi,
sınıfa ilişkin kafa karışıklığı ve çarpıtmaların başlıca
dayanaklarını oluşturuyor.
Bir kez daha vurgulayarak geçelim; bu parçalı ve karmaşık
sınıf yapısı, işçi sınıfı tanımının dışında kalan ya
da zorlayan bir olgu değildir. Kolektif işçi tanımlaması
bu parçalı ve karmaşık yapının tümünü kucaklayan bir
tanımlamadır.
Kolektif bir sınıf olarak işçi sınıfının toplumsal kurtuluşun
öznesi olduğu gerçeği, tüm demagojilere rağmen günümüzde
daha da tartışmasızdır. İşçi sınıfının toplumsal kurtuluşun
öznesi olması, onun üretim sürecinde tuttuğu yerden,
toplumsal ilişkilerin maddi temellerin üretilmesi sürecindeki
nesnel konumundan kaynaklanır. İşçi sınıfı günümüzde,
sadece gelişmiş emperyalist ülkelerde değil, dünya çapında
üretim sürecinde başat öğedir, belirleyici sınıftır.
Yeni-sömürgelerde yaşanan büyük işçileşme dalgalarıyla
bu durum artık daha da çarpıcı ve tartışılmaz hale gelmiştir.
Toplumsal kurtuluş mücadelesinin devrimin yapıcısı olacak
öznelerden başlıcası işçi sınıfıdır. Sınıfın bu nesnel
rolüne uygun bir pratik içinde olmaması, onun nesnel
konumundan kaynaklanan özne rolünü yitirdiği anlamına
gelmez. Devrimci sosyalistler, sınıfın özne rolünü ifade
ederken, bu rolü kendiliğinden oynayamayacağının da
altını çizerler. Sınıfın nesnel olarak sahip olduğu
özne rolü, ancak Marksist-Leninist bilinçle donanması,
devrimci partisi etrafında birleşmesi ve devrimci eylemiyle
yaşama müdahale etmesiyle pratik bir olgu haline gelir.
Bu noktada, işçi sınıfının kendiliğinden sınıf olma
bilinci kazanması, kendiliğinden sınıf eylemi ve bunun
örgütlülüklerini (ekonomik mücadele ve sendikal yapılar)
geliştirmesi ve bunların sosyalist politika, eylem ve
örgütle birleştirilmesi oldukça kapsamlı bir sorunlar
yumağını oluşturuyor.
1980’lere değin gelen büyük fabrika düzeni, kitlesel
üretim ve düzenli istihdam sistemi kendiliğinden sınıf
olma bilinci ve bu temelde gelişen ekonomik mücadele
için muazzam bir nesnel zemin sunmaktaydı. Her işçinin
bir arada çalışan büyük bir işçi kitlesinin parçası
olarak ortak çalışma koşulları ve disiplini içinde birbirini
tamamlayarak, eşgüdümlenmiş bir üretim süreci içinde
yer alması işçilerde çıkarları ortak bir sınıfın parçası
olma bilincinin gelişmesi için oldukça uygun bir nesnel
zemin oluşturmaktaydı. Bu fabrika-işletme modeli kapitalist
üretimin gerçekleştiği işletmelerin gövdesini yaratmaktaydı.
Bunlarda yoğunlaşan ve sınıf bilincinin en olgun nesnel
zeminlerine sahip olan ve bu bilinci kısa sürede edinen
büyük işçi kitleleri de işçi sınıfının ve sınıf eylemlerinin
sürükleyici gücüydü.
Günümüzde büyük fabrikalar halen vardır. Kimi sektörlerin
ve ürünlerin niteliği gereği bunlar varlıklarını sürdüreceklerdir.
Fakat, bugün, esas olarak esnek iş örgütlenmesi temelinde
yapılanmışlardır ve çoğunlukla yukarıda belirttiğimiz
ana fabrika-işletme tipini oluşturmaktadırlar. Bu fabrika
ve işletmelerde çalışan işçiler işçi sınıfının kendiliğinden
sınıf bilincinin ve örgütlülüğünün en yüksek olduğu
kesimlerdir. Sendikalı işçilerin önemli bölümünü bu
tip fabrika ve işletmelerde çalışan işçiler oluşturmaktadır.
Ancak bu işçi kesimleri artık işçi sınıfının gövdesini
oluşturmaktan ve öne sürdüğü talepler, geliştirdiği
eylemlerle sınıfın geri kalan bölümlerini peşinden sürüklemekten
uzaktır.
İşçi sınıfının ezici bir bölümünü oluşturan yeni işçi
kesimleri ise kendiliğinden sınıf bilincinin nesnel
zeminlerine düzensiz istihdam ve aşırı parçalı yapıları
nedeniyle oldukça sınırlı ölçüde sahipler. Yeni işçi
kesimlerinin önemli bir bölümü gençtir ve küçük işletme
yapısı, düzensiz çalışma biçimleri, sık sık iş yeri
değiştirme vb. gibi nedenlerle dağınık ve sınıf bağları
zayıf bir yapıya sahiptir. Bu durum, hem fabrika-işletme
düzeyinde hem de sınıfın tümü düzeyinde gündelik ekonomik
mücadelenin zeminlerini daraltmaktadır.
Kendiliğinden bilinç, eylem ve örgütlülüğün zeminlerinin
daralması sadece nesnel olgulardan kaynaklanmıyor. Bu
parçalı ve karmaşık sınıf yapısı gerici, faşist burjuva
ideolojik bombardımanların etkili olması için de uygun
zemin yaratıyor.
Bu noktada esaslı unsurlardan biri de oldukça gelişkin
bir hale gelmiş olan gerici, faşist terördür.
Bilindiği üzere, işçi sınıfının hem kendiliğinden sınıf
bilinci (ekonomik, sendikal bilinç) hem de kendisi için
bilinç (politik bilinç) kazanması, ancak sınıf mücadelesinin
içinde gerçekleşir. Egemen sınıflar bunun bilincindedir
ve özellikle yeni işçi kesimlerinin her örgütlülük ve
eylemi daha girişim aşamasında yok edilmeye çalışılmaktadır.
Bu doğrultuda, burjuvazinin mafyacı, faşist çeteler
vb. eliyle geliştirdiği doğrudan terörle, devlet eliyle
geliştirilen faşist terör iç içe ve yaygın biçimde kullanmaktadır.
Öte yandan, özellikle organize sanayi bölgelerine sendikaların
sokulmaması yönünde kararlar almakta, sendikalarla mücadelede
zarara uğrayan firmaları desteklemek için fonlar oluşturmakta,
sanayi bölgelerinde değişik alanlarda faaliyet yürüten
burjuvalar bölgesel birlikler oluşturmakta, militan
işçiler için kara listeler hazırlamakta, özel güvenlik
birimleri oluşturmakta, bu yollardan sendikal bilinç
ve örgütlülüğün gelişmesinin, hatta varolmasının koşulları
kesin biçimde yok edilmeye çalışılmaktadır.
Bütün bu öğelere, bir de sınıfın geleneksel sendikal
hareketin mevcut yozlaşmış yapısına olan güvensizliğini
eklemek gerekiyor. Artık tümüyle ücret sendikacılığı
yapan, uzlaşmacı, yiyici sarı sendikacılık pratiği geniş
işçi kesimlerinin sendikalara yönelişinin önünü ciddi
biçimde kesmektedir. Sendikaların işe yaramaz olduğu,
sendika ağaları tarafından kendi çıkarları doğrultusunda
kullanıldıkları yönünde haklı bir kanı, işçi sınıfının
geniş kesimlerinde egemen hale gelmiştir. Kendiliğinden
bilinç ve örgütlülüğün gelişmemesinde ya da zayıf kalmasında
bu faktör de önemli bir rol oynamaktadır. Devrimci ve
sol hareketin genel olarak ciddi ölçülerde zayıflaması
ve sendikal hareket içindeki müdahale olanaklarının
daralması, sarı sendikacıların ve sendika bürokrasisinin
daha da fütursuz davranmasını, sınıfın çıkarlarını alenen
satmasını ve böylece sendikal mücadeleyi sınıfın gözünde
değersizleştirmesini beraberinde getirmiştir.
Bütün bu olguların merkezinde olan daha belirleyici
faktör ise, sendikaların büyük fabrika ve fordist iş
örgütlenmesi koşullarında yürütülecek mücadelelere uygun
olarak biçimlenmiş programatik ve örgütsel yapılarını
aşarak, yeni iş örgütlenmesi ve çalışma koşullarında
yürütülecek mücadelenin örgütsel biçimlerini ve programını
yaratamamış olmalarıdır. Sendikal hareket, bugün işçi
sınıfının gövdesini oluşturmakta olan yeni işçi kesimlerinin
üretim içindeki konumlanışına, taleplerine, mücadele
olanaklarına uygun program, örgütlülük ve mücadele biçimlerinin
tamamen uzağındadır. Bu nedenle, özellikle yeni işçi
kesimlerinin ezici bir çoğunluğu söz konusu olduğunda,
sendikaların birer çekim merkezi olmaktan çıkması ve
tersinden de sendikaların bu kesimlere karşı ilgisizliği
oldukça belirgindir. Geleneksel işçi kesimlerinin sendikal
hareketteki çürüme, etkisizleşme ve diğer faktörler
nedeniyle sendikalardan kopuşu bu tabloyu tamamlamaktadır.
Bütün bunların sonucu olarak; şövenizm, bireycilik,
depolitizasyon, örgütsüzleş(tir)me ve faşist terör iç
içe geçerek sınıfı, en başta da yeni işçi kesimlerini
kuşatıyor ve kendiliğinden sınıf bilincinin dahil oluşumunu
ve kökleşmesini ciddi biçimde sakatlıyor.
Hiç kuşkusuz, bütün bu olumsuz koşullara rağmen işçi
sınıfı fabrikalarda-işletmelerde burjuvaziyle sendikal
mücadelelere girişiyor. Yeni işçi kesimlerinde işçilik
bilinci gelişiyor. Fakat işçilik bilinci ve buna bağlı
olarak gelişen mücadeleler kendiliğinden sınıf bilincinin,
örgüt ve eyleminin güçlü biçimde gelişmesini sağlayacak
düzey ve biçimlere ulaşmıyor.
Buradan çıkarılacak sonuç, sınıfın sendikal bilinç,
örgütlülük ve eyleminin bugüne değin izlediği yoldan
gelişemeyeceğidir.
İşçi sınıfı, özelde yeni işçi kesimleri, ekonomik ve
politik mücadelenin iç içe geçtiği bütünsel bir mücadele
süreci içinde sınıf bilincini kazanacaktır. Bu durum,
emperyalizmin tarihsel ve güncel stratejik programlarıyla
doğrudan ilişkilidir. Bilindiği üzere sınıfın ekonomik
mücadelesi (asgari olarak kendiliğinden sınıf bilincini
gerektirir) ile siyasal mücadelesi (kendisi için sınıf
bilincini gerektirir) birbirlerinden görece özerk mücadele
alanlarıdırlar. Bu özerklik kapitalist sistemin kriz
koşullarından geçici olarak çıkıp nispi olarak geliştiği,
sendikal hareketin ekonomik taleplerini görece daha
rahat kabul ettirdiği ve hareketin gelişkin olduğu dönemlerde
özellikle belirgindir. 1945’den 1970’li yıllara değin
olan dönem böyledir. 1970’li yıllardan bu yana gelen
dönem tüm kapitalist sistem açısından krizle karakterize
olmaktadır. Kriz, karşısında 1980 başlarında devreye
sokulan emperyalist bütünsel saldırı programı ekonomik
mücadele alanının zeminini daraltmakta, onu siyasal
mücadeleye yaklaştırmaktadır.
İşçi sınıfının (özellikle yeni işçi kesimlerinin) herhangi
bir ekonomik-sendikal talebini gündeme getirmesi dahi,
hemen hemen her durumda oligarşinin yasal ve yasadışı
faşist terörüyle dişe-diş bir mücadeleyi gerektiriyor.
Ekonomik mücadele ile siyasal mücadele (dar anlamda
iktidar mücadelesi değil, en geniş anlamda siyasal karşı
duruş ve mücadele) hemen hemen her durumda iç içe geçiyor.
Her iki mücadele alanı arasındaki özerklik ilişkisi
siyasal mücadele lehine değişiyor. Bu anlamda, kendisi
için sınıf olma (sendikal) bilinci ile kendinde sınıf
olma (siyasal) bilincinin oluşum süreçleri iç içe gelişiyor.
Sağlam bir siyasal bilinçle beslenmeyen bir sendikal
mücadelenin asgari ölçülerde dahi başarı şansı kalmıyor.
Bu nedenledir ki, işçi sınıfının günümüzdeki aşırı parçalı,
dağınık yapısı ve karşı karşıya olduğu diğer handikaplar,
günümüze değin gelen sendikal hareketin mücadele programları,
mücadele araç ve biçimleriyle aşılamaz. İşçi sınıfı
hareketinin günümüzdeki yükselişi, yeni işçi kesimlerini
de kucaklayacak, bütün mücadele alanlarında iç içe gelişen
savaşımların ve sınıf mücadelesinin yeni koşullarına
uygun sendikal programların, mücadele araç ve biçimlerinin
ürünü olacaktır.
Sınıf Hareketinin
Devrimci Yükselişi İçin
İşçi hareketinin devrimci yükselişi için sınıf mücadelesinin
içinde gerçekleştiği genel koşullarda yaşanan kapsamlı
değişimin devrimci temelde kavranması ilk adımı oluşturmaktadır.
Kısaca özetlersek, işçi sınıfı ve emekçi halklar 1970’lerin
sonlarından bu yana, başını ABD emperyalizminin çektiği
yeni ve bütünsel bir saldırı- restorasyon programıyla
karşı karşıyadır. Emperyalizm, bu saldırı programı temelinde
sermayenin genişletilmiş yeniden üretiminin içinde gerçekleştiği
genel koşulların değiştirilmesini hedeflemiş ve bunu
önemli ölçüde başarmıştır. Reel sosyalist ülkelerin
çöküşü bu tabloyu tamamlamamıştır. Bu gelişmelerin sonucunda
işçi sınıfının yapısı bileşimi ve çalışma koşulları
değişmiş, mücadele ve örgütlülük zeminleri tahrip edilmiştir.
Sınıf hareketinin devrimci yükselişi için emperyalizmin
bütünsel saldırı programına karşı mücadelenin tüm cephelerinde
bütünsel bir devrimci yanıtın oluşturulması (ve geçmiş
sosyalizm deneyimlerinin birikimi üzerinden daha ileri
bir sosyalist toplum anlayışının/projesinin geliştirilmesi)
zorunludur.
Bu noktada işçi sınıfı hareketinin nesnel ve öznel açmazları
ile, devrimci yükselişinin olanakları iç içedir. Yükseliş
olanaklarını-potansiyellerini hem sendikal, hem siyasal
alanda dinamik militan bir güce çevirmek devrimci hareketimizin
temel ve güncel görevlerinden biridir.
Sınıf hareketinin devrimci temelde yapılandırılması
ve yükselişi mücadelesinde temel hareket noktalarımızın
ana başlıklarını (kimi noktaları tekrar toparlayıp özetleyerek)
şöyle ifade edebiliriz.
Gövdesini yeni işçi kesimlerinin
oluşturduğu işçi sınıfı tüm dünyada
büyümekte, daha karmaşık ve
parçalı hale gelmektedir
l İşçi sınıfının
bileşimi; yeni sektörlerin oluşumu ve gelişmesi, hizmet
sektörlerinin muazzam ölçülerde büyümesi, yeni bir iş
örgütlenmesinin gelişmesi; fabrika-işletme yapılarının
ve çalışma biçim ve koşullarının değişmesi vb. gibi
olgularla bağlantılı olarak, geleneksel işçi kesimleri
ve yeni işçi kesimleri ve (çevre ve çekirdek işçiler)
olarak tanımladığımız iki ana parça olarak yeniden biçimlenmiştir.
Sınıfın toplumsal özellikleri ve yapısı da, özellikle
yeni işçi kesimlerinin saflarına kadın, çocuk, göçmen,
ezilen ulus-ırk vb. kesimlerden gelenlerin önemli ölçüde
artmasıyla değişmiş ve karmaşıklaşmıştır.
Böylece sınıfın yapısı ve bileşimi, geçmiş dönemlere
göre çok daha parçalı, karmaşık ve dağınık hale gelmiştir.
Öte yandan büyük fabrikalardaki taşeronlarda çalışanlardan,
evde iş yapanlara, 10 yaşındaki çocuk işçiden, 70 yaşında
çalışmak zorunda kalmış emekli dedeye kadar bütün özellikleriyle
olağanüstü bir çeşitliliğe sahip olan yeni işçi kesimleri
işçi sınıfının gövdesini oluşturmaktadır.
l Büyük kitlelerin
kırlardan koparılarak işçileştirilmesi, yoksullaşan
küçük burjuvazinin işçi sınıfının saflarına itilmesi,
kamu hizmetlerinin ve insan etkinliğinin hemen hemen
tümünün metalaştırılmasıyla bu işlerde çalışanların
işçileşmesi sonucu işçi sınıfı dünyada ve Türkiye’de
sayıca çok büyük bir artış göstermiştir.
Büyüyen işçi sınıfının üretimde tuttuğu belirleyici
rolden kaynaklanan toplumsal kurtuluşun öznesi olma
rolü günümüzde her zamankinden daha net ve tartışmasızdır.
Sınıfın dağınık ve parçalı yapısı, bu rolün ortadan
kalkmasının değil, onun büyümesinin, değişik kesim ve
katmanların işçileşmesinin ifadesidir.
İşçi sınıfının
nesnel devrimci rolü daha da
güçlenmiştir ve sınıfın her düzeydeki
mücadelesinin önü, ancak Birleşik
Devrimci Savaş Stratejisi ekseninde
hayata müdahale edecek devrimci
öncü tarafından açılabilir
l Bu gelişmelere
bağlı olarak, sömürge ve yeni-sömürgelerdeki devrimci
savaşımda temel bir güç olarak işçi sınıfının konumu
nettir. Sınıfın toplandığı kentlerin savaşımın temel
bir alanı olduğu ve öneminin daha da arttığı da kesindir.
Öte yandan, şehirlerde ve kırlarda birleşik devrimci
savaşın teorik-politik ifadesi olan Birleşik Devrimci
Savaş Stratejisi (BDSS) ile nesnel gerçeklik arasındaki
uygunluk daha da gelişmiş ve olgunlaşmıştır.
l İşçi sınıfının
hem geleneksel, hem de yeni kesimlerinde çalışma koşullarının
niteliği, gerici, faşist ideolojik kuşatma ve terörün
güçlü basıncı ve devrimci güçlerin zayıflığı nedeniyle
kendiliğinden/kendisi için sınıfı olma bilinci oldukça
zayıftır. Sınıfın ana kütlesini oluşturan yeni işçi
kesimleri söz konusu olduğunda bu durum daha da belirgindir.
Egemen sınıflar bu doğrultudaki etkinlik ve kurumlaşmalarını
oldukça sistematik ve çok yönlü hale getirmişlerdir.
İşçi sınıfının ekonomik, sendikal mücadeleleri egemen
sınıfların bu yoğun saldırı ve kuşatmalarını parçalayamaz.
Başta yeni işçi kesimleri olmak üzere tüm işçi sınıfının
hem kendiliğinden sınıf bilincini, ekonomik ve sendikal
haklarını, hem de siyasal bilinci kazanması ancak bütün
mücadele cephelerini kapsayan bütünsel bir mücadele
olarak salt işyerlerini değil, her alanı topyekün biçimde
kapsayarak gelişecektir.
l Böyle bir mücadelenin
motor gücü, ancak bu bütünsel mücadele çizgisi ve pratiğini
geliştirebilen devrimci güçler olabilir. Bu tespit sendikal
alan için de geçerlidir. Bugünkü geleneksel sendikacılık,
işbirlikçi yozlaşmış karakteri bir yana programları,
örgütlenme ve mücadele biçimleriyle de sınıfın geniş
kesimleri sendikal mücadeleye katabilecek dinamiklere
sahip değildir.
Sınıfın (özellikle yeni işçi kesimlerinin) siyasal ve
sendikal mücadelesinin gelişip yaygınlaşmasına, egemen
sınıfların özel ve resmi baskı aygıtlarıyla dişe diş
bir mücadeleyi yaşamın her alanında örgütleyebilecek
kapasiteye sahip tek odak olan devrimci güçler öncülük
edebilir.
Genç işçiler devrimci savaşın ve onun
bir parçası olan devrimci sendikal
mücadelenin motor gücüdür
l Öte yandan,
sınıfın mücadelesinde genç işçilerin özel bir yeri bulunuyor,
işçi sınıfının işyerlerinde, mahallelerde, yaşamın her
alanındaki mücadelesine genç militan devrimci işçiler
öncülük yapacaktır. Özellikle yeni işçi kesimleri söz
konusu olduğunda bu çok net ve tartışmasızdır. Sanayi
sitelerindeki işyerlerinde, mahallelerdeki atölyelerde,
her türden hizmet işinde sınıf çelişkilerini en derinden
yaşayan, büyük bir dinamizm ve öfkeyle dolu olan genç
işçiler devrimci savaşa akmaya en hazır konumdaki kesimdir.
Genç işçileri devrimci saflara kazanmak, mücadele içinde
eğitip kadrolaştırmak, oligarşinin kuşatmasını yarıp,
güçlü bir devrimci sınıf hareketi yaratmanın olmazsa
olmazıdır. Mahallelerde, sanayi sitelerinde, fabrika
ve diğer işlerlerinde oluşturulacak militan, genç devrimci
işçi çekirdekleri sınıfın siyasal ve sendikal mücadelesinin
belirleyici gücü olacaktır.
İşçi sınıfının önü yeni bir devrimci
sendikal hareket yaratılarak
düzlenecektir
l Devrimci işçiler
sınıf ve kitle sendikacılığının temel ilkelerini esas
alacaklardır. Ancak başta yeni işçi kesimleri olmak
üzere işçi sınıfının değişen bileşimi, yapısı, talepleri
ve mücadelenin her alanda bütünsel bir karaktere sahip
olacağı vb. gibi gerçeklerin ışığında sınıf ve kitle
sendikacılığı anlayışının program, talep ve örgütlülükler
düzeyinde yenilenmesi bugüne değin yaratılmış her türden
birikimin bu temelde yeniden kalıba dökülmesi zorunludur.
l Devrimci sendikal
hareketin sınıfın kendi içindeki her türden parçalanmışlıkların,
farklılıkların (dil, din, cinsiyet, milliyet, yaş, meslek
vd.) ötesine geçerek sınıfı bir bütün olarak ele alıp,
bağımsız ortak sınıf çıkarları ve örgütlülükleri ekseninde
birleştireceği açıktır. Ancak bu, sınıfın ulus, cinsiyet
yaş vd. açılardan farklı kesimlerinin bu farklılıklardan
kaynaklanan özgün talep ve kimliklerinin genel sınıf
kimliğinden hareketle göz ardı edilmesi sonucuna yol
açmamalıdır. Bütün bu farklılıklar ezilme nedenleri-zeminleridirler.
Sınıfın bu kesimlerinin bu farklılıklarından doğan talepleri,
devrimci sendikal hareketin, yani sınıfın bütününün
talepleri olarak (elbette demokratik içeriğe sahip olanlar)
benimsenmelidir. Böylesi demokratik talepler sınıfın
genel talepleriyle çelişmez, onun birleşik eylemini
bozmaz. Tersine, nesnel olarak zaten oldukça parçalı
konumda olan ve pek çok farklılıktan kaynaklanan alt
kimliklerin sınıf kimliğinin önüne geçtiği günümüz işçi
sınıfı manzarasında, sınıfın değişik kesimlerinin özgül
demokratik taleplerinin sınıfın birleşik mücadelesinin
ve taleplerinin bir parçası haline getirilmesi, bağımsız
sınıf duruşunu ve mücadelesini zenginleştirir ve geliştirir.
Bu bağlamda, Kürt ulusundan ve diğer azınlıklardan işçilerin,
kadın, göçmen ve genç işçilerin, işsizlerin vb. kesimlerin
bu kimliklerinden kaynaklı sorun ve talepleri sınıfın
sendikal mücadelesinin talepleri olmalıdır.
Kısacası, devrimci sendikal hareket, parçalı ve dağınık
bir yapıya sahip olan sınıfın birleşik eylemini yaratmak
için, sınıfın genel ekonomik-demokratik sorun ve taleplerini,
sınıfın farklı özgül kimliklere sahip olan kesimlerinin
özgül ekonomik, sosyal talepleriyle ve daha da ötesinde
diğer ezilen kesimlerin benzer nitelikteki özgül talepleri
ile birleştiren bir mücadele programı yaratmalıdır.
Sınıfın birleşik, bağımsız devrimci sendikal mücadelesi
böylesi kapsayıcı bir programla çerçeve zemininde gelişebilir.
Böylesi bir programsal çerçeve, aynı zamanda tüm ezilenlerin
ekonomik-demokratik vb. mücadelelerinin işçi sınıfını
devrimci sendikal mücadelesi ekseninde saflaşmasının
da zemini olacaktır.
l Büyük fabrika
ve işyerlerinde üretimin değişik aşamalarını ve değişik
nitelikteki işlerin ayrıştırılarak taşeronlaştırılması,
geçmişte işyerindeki üretimin temel konusunun dahil
olduğu işkoluna bağlı olarak gerçekleşen ve her işyerinde
tüm işçilerin tek işkolu ve sendikada örgütlenmesi biçiminde
somutlaşan örgütlenme tarzını giderek olanaksızlaştırmaktadır.
Pek çok taşeron firmaya bağlı olarak aynı fabrikada
işyerinde değişik nitelikte işler yapan işçiler (ana
üretim konusuna bağlı işler, yükleme-nakliye işleri,
temizlik işleri, büro işleri vb.) değişik işkollarına
dahil olmakta ve ayrı ayrı sendikalarda örgütlenme sorunu
çıkmaktadır.
Sadece bu da değil, organize sanayi bölgelerinde çok
sayıda küçük ve orta boy işletmelerde ve farklı işkollarında
çalışan işçiler, bu bölgelerde sermayenin işkolu ayrımı
gözetmeyen ortak iş yönetimi ve birleşik saldırısı ile
karşı karşıya kalmaktadır. Emekçi semtlerinde de, irili-ufaklı
değişik işkollarındaki işçiler benzer sorunlarla yüz
yüzedir.
Günümüzdeki yalın haliyle işkolu sendikacılığı, oligarşinin
işçi sınıfını üretim sürecinde ve mücadelede parçalamaya
dönük stratejilerini bozamaz, sınıfın birliğini sağlayamaz.
Bugünkü biçimde ısrar, tersine, oligarşinin parçalama
stratejisini görmezden gelmek ve gerçekleşmesi için
doğal zemin hazırlamak anlamına gelir.
Yaratılacak devrimci sendikal hareket, egemen sınıfların
işçi sınıfını bölmeye dönük stratejilerini boşa çıkarmak
için başta sanayi bölgeleri, emekçi mahalleleri ve fabrika-işletme
içi taşeronlaştırmanın uygulandığı alanlar olmak üzere
her alanda işkolu sendikacılığını aşan, işçilerin tümünü
birden kucaklayan, tümünün taleplerini birleştiren program
ve örgütlülükler geliştirmeli ve bunları sendikalarda
egemen kılmayı hedeflemelidir.
l Devrimci işçilerin,
sendikaların program, örgütlülük ve eyleminde işyeri
ve mahalle ilişkisini de yeniden ele alması gerekiyor.
Sanayi bölgelerinin etrafında kümelenmiş emekçi mahalleleri
ve emekçi mahallelerini üretim bölgelerine çeviren sayısız
küçük ve orta boy işletme, işçi sınıfının yaşam alanları
ile çalışma alanlarını iç içe geçiriyor. Emekçi mahallerinde
toplanan büyük işsiz kitlesi, hiç bir iş güvencesine
sahip olmayan ve sık sık işten atılan olağanüstü büyük
bir işçi kitlesinin varlığı ve bunları işyerlerinde
sendikal mücadeleye çekmenin güçlükleri...
Bu ve benzeri pek çok olgu, geleneksel işyeri sendikacılığının
program ve örgüt biçimlerini önemli ölçüde etkisiz kılan
önemli faktörlerdir.
Devrimci sendikal hareket işyeri sendikacılığının sınırlarını
aşarak, işçi sınıfını işyerlerinde örgütlenme faaliyetinin
yanı sıra, onları yaşam alanları olan mahallelerde örgütlemeyi,
mahallelerde yaşadıkları sorunları sendikal mücadelenin
ve taleplerin konusu haline getirmeyi, sendikal örgütleri
değişik biçimlerde mahallelerde de yaratmayı hedeflemeli
ve sendikaların bu temelde organize olması için mücadele
yürütmelidir.
Sendikaların mahallelere taşırılması örgütsüz ve dağınık
durumlardaki yeni işçi kesimlerinin örgütlenmesine,
işsizlerin ve diğer ezilenlerin sendikal eksende saflaştırılmasına,
mahallelerdeki mücadelelere işçi sınıfının damgasını
daha güçlü vurmasına, sınıfın diğer halk kesimleriyle
örgütlü ve eylemli olarak buluşmasına büyük bir itilim
ve zemin sağlayacaktır.
l Devrimci sendikal
hareket, ezilen toplumsal sınıf ve katmanların ve toplumsal
hareketlerin talep ve mücadeleleriyle ortaklaşmayı,
dayanışma içinde olmayı, bunun her düzeyde kalıcı örgütlenmelerini
yaratmayı temel görevlerinden biri olarak ele almalıdır.
Kadın, çevre, öğrenci, nükleer karşıtı vb. gibi toplumsal
hareketlerin mücadeleleri ile asgari demokratik zeminlerde
birleşmek, bu mücadelelere öncülük ederek sınıfın damgasını
vurmak devrimci sendikal mücadelenin kendi sınırlarını
aşarak bir halk hareketi örmesi için zorunludur.
Çok yönlü bir devrimci
enternasyonalist sendikal mücadele
devrimci sendikal hareketin temel
görevlerinden biridir
l İşçi sınıfının
tüm dünya çapında hem siyasal hem sendikal alanda devrimci
enternasyonal birliğinin sağlanması tüm mücadelenin
bu perspektifle örülmesi devrimci savaşımın temel ilkelerinden
biridir.
Sendikal alanda enternasyonal mücadele çabaları, günümüze
değin, daha çok değişik ülkelerdeki işçilerin eylemlerine
destek verme, uğradıkları saldırıları protesto etme
vb biçimlerdeki enternasyonal dayanışmalar zemininde
gelişmiştir. Enternasyonal örgütlülükler ise esas olarak
tavanda birliği ifade eden; her ülkedeki sendika federasyon
ve konfederasyonlarının uluslararası birlikler oluşturmaları
biçiminde gerçekleşmiştir.
Bu enternasyonal sendikal mücadele ve birlik düzeyi
geride bıraktığımız süreçte yetersiz ve başarısız olmuştur.
Günümüzde ise bu düzeyin-tarzın hiç bir şansı yoktur.
Emperyalizmin neoliberal sömürü politikaları proletaryanın
enternasyonal sendikal mücadelesinin (ve tabii ki devrimci
politik mücadelesinin de) destek eylemleri ve tek tek
ülkelerdeki baskıları protesto vb biçimleri aşan mücadele
ve örgüt biçimleri geliştirmesini zorunlu kılmaktadır.
Emperyalist sömürü politikalarının tüm dünya işçi sınıfı
ve ezilenleri açısından yıkıma neden olan ortak sonuçları,
enternasyonal devrimci sendikal mücadelenin, dünya işçi
sınıfını emperyalizmin sömürü politikalarının güncel
ve genel bütün biçimlerine karşı ortak mücadeleler içinde
birleştiren, tüm ezilenleri kendi ekseninde toparlayan
bir nitelik kazanması gerektiğini göstermektedir.
Seattle’da, Washington’da, Prag ve Cenova’da gelişen
ezilenlerin enternasyonal mücadeleleri, henüz işçi sınıfı
hareketi bu mücadelelere damgasını vurmuyor olsa da,
sendikal mücadelenin enternasyonal biçimlerinden ve
görevlerinden birini işaret etmektedir.
Üretim sürecinin uluslararasılaşma düzeyinin daha da
derinleşmesi; ürünlerin değişik bölümlerinin farklı
ülkelerde üretilmesi, yani bir ürünün üretilerek pazara
sunulma sürecinin uluslararasılaşması, uluslararası
taşeronlaşma, uluslararası tekellerin mal ve hizmet
üretim birimlerini çok sayıda ülkeye yaymaları vb. gibi
pek çok olgu işkolları düzeyindeki hatta uluslararası
tekellerin dünya çapındaki tüm işyerleri düzeyindeki
mücadelelerin giderek daha sık olarak uluslararası boyutlar
kazanmasını beraberinde getir(iyor)ecektir.
Tek tek ülkelerde firma ve işkolları düzeyinde gelişen
işçi direnişlerini, üretimi başka ülkelere kaydırarak
ve benzer pek çok yoldan kıran uluslararası tekelci
burjuvaziye karşı firma, işkolu ve genel düzeyde uluslararası
direnişler örgütlemek, sınıfın sendikal mücadelesinin
başarısı ve emperyalizmin sömürü modelinin parçalanması
için zorunludur. Bu yönlü mücadeleler henüz embriyon
aşamasında olsa da gelişmektedir.
Emperyalizmin geliştirdiği sömürü modeli ve her alandaki
saldırılarla işçi sınıfını parçalama çabaları, enternasyonal
mücadelenin bu yeni biçimleriyle boşa çıkarılmakta ve
böylece sınıfı parçalamaya dönük uygulamaları sınıfın
saflarında enternasyonal bir sınıf olduğu bilinci ve
sınıf kardeşliği ruhunun gelişmesinin zeminlerine dönüşmektedir.
Devrimci sendikal hareket enternasyonal mücadeleyi açılmış
olan bu yeni kanallar üzerinden daha da geliştirip yaymak,
mücadelenin her alanını, her sorununu enternasyonal
mücadelenin konusu haline getirecek bir çizgi geliştirmek
zorundadır.
l Devrimci sendikal
güçler bu hedeflere ve nitelik düzeyine ulaşmak için,
eski ancak hala sonuç alıcı olan örgüt biçimlerinin
yanı sıra, yeni örgüt biçimleri oluşturarak yeni bir
örgütsel bütünlük ve düzey yaratmayı hedeflemeli ve
sendikaların bu temelde organize olması için mücadele
yürütmelidirler.
Bu örgütlülük düzeyinin ilk ve temel halkası işyerlerinde
devrimci işçilerin ve çeper ilişkilerinin öncülüğünde
yaratılacak taban örgütlülükleri (komiteler, komisyonlar,
cepheler vb)dir. Mahallelerde işyerlerinin yanı sıra,
işsizler, evde çalışanlar, düzensiz çalışanlar vb. işsiz
kesimlerin de yer alacağı karma ya da her kesimin ayrı
ayrı yer alacağı taban örgütleri de yaratılmalıdır.
Taban örgütlenmeleri işçilerin bulundukları işyerindeki
mücadeleyi doğrudan yönetme-müdahale etme araçlarıdır.
Devrimci sendikal mücadelenin işyerindeki mücadeleyi
örmede temel ayakları bu örgütlenmeler olacaktır.
İkinci temel halka, bölge ve mahalle örgütlenmeleridir.
Sanayi bölgelerinde değişik iş kollarında çalışan işçilerin
bölgelerinde birleşik olarak hareket eden sermayeye
karşı ortak savaşımını yürütmek için o bölgedeki tüm
sendikaların ve taban örgütlerinin temsilcilerinin ortaklaşa
belirlenecek bileşimiyle bölge sendika örgütlenmelerinin
oluşturulması ve bölgedeki tüm işçilerin bu örgütlenmeler
aracığıyla birleşik mücadelelerin örgütlenmesi zorunludur.
Fabrika ve işyeri içinde taşeronlaştırma ile sınıfın
parçalandığı büyük işletmelerde her parçadaki işçilerin
kendi taban örgütlerini yaratmalı, bunların üzerinden
tüm bölümlerde işçilerin hangi işkolunda ve hangi taşerona
bağlı olduğuna bakılmaksızın fabrikanın, işyerinin tümünü
kucaklayan fabrika, işyeri örgütlenmeleri oluşturulmalıdır.
Fabrika-işyeri düzeyinde birleşik mücadele bu tür üst
organlar aracılığıyla örgütlenmelidir.
Mahallelerde, mahalle düzeyindeki mücadeleyi örgütleyecek
sendikal yapılar biraz daha çeşitlilik gösterecektir.
Mahallelerdeki işyerinde yaratılacak taban komitelerinin
değişik işkollarındaki sendikaların, işsizlerin, sendikasız
diğer emekçi kesimlerin, kamu emekçileri sendikalarının
ve esnafın temsilcilerinden oluşacak örgütlenmeler,
mahalle (veya ilçe) düzeyindeki birleşik mücadelenin
temel araçları olacaktır.
Bu örgütlenmelere bağlı olarak oluşturulabilecek kadın,
gençlik, göçmen, ezilen ulus ve ulusal azınlıklar eksenli
örgütlülükler (komisyon ve komiteler) devrimci sendikal
mücadelelerin temel bileşenleri olarak ele alınmalıdır.
Sendika şubeleri, değişik işkollarındaki sendikaların
sanayi bölgeleri ve mahallelerde birlikte kuracakları
sendika odaları-evleri, sendikaların ya da taban örgütlerinin
mahallelerde kuracakları kooperatifler, kültürel ve
sosyal örgütlülükler vb. yaratılacak devrimci sendikal
hareketin sınıfın çok yönlü örgütlenmesinin ve yaşamına
derinliğine nüfuz etmesinin diğer önemli araçları olacaklardır.
Mahalle ve bölge örgütlenmelerinin üzerinden, işyerlerini
kent düzeyinde örgütleyecek şehir sendika örgütlenmeleri
ya da platformları yerel örgütlülüklerin üst organları
olarak örgütlenmelidir.
Sınıfın değişik kesimlerini yan yana getirip dayanışmalarını
sağlayacak, kolektif sınıf bilincinin gelişmesine zemin
hazırlayıp hız katacak, sınıfın diğer halk kesimleriyle
dayanışma içinde olmasını ve tüm ezilenlerin işçi sınıfı
ekseninde toplumsal mücadeleye katılmalarını olanaklı
kılacak ve yerel düzeydeki mücadelelere önderlik edecek
yerel örgütlülük biçimlerinin başlıcalarını ilk elde
böyle sıralayabiliriz.
Devrimci sendikal hareket, sendikaların ulusal çaptaki
merkezi örgütlülüğünün de, tabanda ve yerel düzeyde
geliştirilen mücadele ve örgütlülükle uyumlu ve ülke
çapındaki mücadelenin ihtiyaçlarına uygun tarzda örgütlemesi
için mücadele yürütmelidir.
Öte yandan, devrimci sendikal hareketin taban örgütlülüklerinden
merkezi örgütlülüğe değin her düzeydeki örgütlenmeleri,
tüm toplumsal muhalefet-mücadele dinamiklerini asgari
demokratik temellerde emperyalizme ve oligarşiye ortak
mücadele platformlarında birleştirmelidir.
Kadın, gençlik, memur, emekli, köylü, esnaf, çevre,
nükleer karşıtı vb. tüm mücadele dinamiklerini ortak
asgari demokratik mücadele hedefleri temelinde bir araya
getirmek, bu temelde tabandan tavana değin ortak mücadele
platformları yaratmak tüm ezilenlerin işçi sınıfı etrafında
birliğinin sağlanıp örgütlenmesi ve mücadele dinamiklerinin
büyütülmesi için zorunludur.
Enternasyonal mücadele alanında da yukarıda ifade ettiğimiz
perspektif temelinde salt tavandaki örgütlülüklerle
sınırlı kalmayan tabandaki mücadeleleri de birleştiren
örgüt biçimleri yaratmak devrimci sendikal güçlerin
temel görevlerinden biri olmalıdır.
l İşçi sınıfının
her alanda ve her düzeyde birliğinden, tüm halkın birliğine
ve birleşik mücadelesine ulaşmak; işte, emperyalizmin
ve oligarşinin işçi sınıfına ve emekçi halka yönelik
çok boyutlu kuşatmasını kıracak bütünsel, çok yönlü
ve militan bir işçi hareketi ve mücadelesi bu perspektiften
hareketle örülecektir.
Bu bütünlüklü savaşım kendi savaşım kültürünü, tarzını
ve militan kadrolarını da yaratacaktır.
Devrimci hareketimizin sendikal mücadeleye ilişkin geliştirdiği
Emek Cephesi-Emek Komiteleri açılımı, yukarıda ortaya
koyduğumuz perspektifle bütünleşen açılımlardır.
İşçi sınıfı hareketinin devrimci yükselişinin temel
hareket noktalarının ana hatlarını ilk elde kabaca böyle
özetleyebiliriz.
Bize Düşenler
İşçi sınıfının ve halkın mücadelesinin her cephesinde
devrimci yükseliş, esas olarak devrimci sosyalistlerin
omuzlassrı üzerinden olacaktır. Yükseliş doğrultusunda
hızla ilerlemek için saflarımızı genişletmeye, nitelik
ve nicelik olarak daha gelişkin ve geniş bir kadro yapısına
ve örgütlenme düzeyine ihtiyacımız var.
İşçi sınıfı söz konusu olduğunda genç işçilerin saflarımıza
kazanılması kilit önemdedir. Sınıfın geniş kesimleri,
genç devrimci militan işçi yoldaşlarımızın etrafında
saflaştırılması temel hedefimiz olacaktır.
Genç işçilerin kapitalist sisteme karşı taşıdıkları
derin öfkeyi, sınıf bilincine ve devrimci eyleme dönüştürerek
emperyalizmin, oligarşinin ve işbirlikçi sendikaların
kalelerini parçalayacağız.
Bu noktada, gözden kaçırılmaması gereken temel bir gerçeğin
altını bir kez daha çizmek gerekiyor; toplumsal kurtuluş
mücadelesinin merkezinde politik mücadele bulunmaktadır.
Ve tüm sömürge ve yeni-sömürgelerde olduğu gibi, ülkemizde
de devrimci politik mücadele Politikleşmiş Askeri Savaş
Stratejisi (PASS) temelinde bir politik-askeri mücadele
olarak gelişecektir.
Toplumsal politik ve moral atmosfer emekçi sınıflar
lehine değiş(tiril)meden hiç bir alandaki mücadelenin
hızlı bir gelişim göstermesi köklü ve (konjoktürel kabarmalar
haricinde) kitlesel karakter kazanması mümkün değildir.
Bu noktada politik mücadelenin başat rolü oldukça belirgin
biçimde ortaya çıkar. Toplumsal, politik ve moral atmosferi
değiştirecek temel güç devrimci politik-askeri mücadeledir.
Ancak ve ancak devrimci politik-askeri savaş ekseniyle
diğer mücadele alanlarını (ideolojik, ekonomik, demokratik)
iç içe geçirip bütünlüklü bir mücadele hattı geliştirebildiğimiz
ölçüde işçi sınıfını ve emekçi halkı birleştirebilmemiz,
ışık olmamız, puslu havayı dağıtmamız, halkın gücünün
kazanma umut ve iradesinin en net ve kesin ifadesi olmamız
mümkündür.
Bu noktada, devrimci sosyalist hareketin kuracağı yerel
ya da genel siyasal, sosyal, kültürel yapılarda, genel
olarak işçi sınıfının ve emekçilerin devrimci sınıf
mücadelesi eksenine çekilmesini hedeflerken, özelde
ise sınıfın devrimci sendikal hareketinin örgütlenmesine
katkı sunmayı çalışmalarının esaslı bir unsuru olarak
ele alacak, işçi sınıfı eksenli olmayı hedefleyecektir.
Devrimci politik-askeri mücadele ile işçi sınıfı ve
diğer emekçi kesimler içindeki tüm mücadelelerin zeminlerini
iç içe örerek, devrimci yükselişin temellerini yaratmak;
işte bugün bize düşenlerin en özlü anlatımı budur.
Proletarya, emekçi halklar ve öncüleri daha büyük savaşların,
daha büyük devrimci vuruşların, daha büyük zaferlerin
arayışını sürdürüyor, temellerini hazırlıyor. Devrim
ateşi emekle, bilinçle büyütülüyor...
Bu bilinçle, kazanma azmi ve inancıyla zaferin yapı
taşlarını döşüyoruz, yürüyoruz.
|