Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

Sevim Polat

Merhaba Canım
Kardeşim Ateş Kızı...

Tam 5 yıl oldu senden ayrılalı, senden ayrılalı demiyeyim çünkü ayrılmadık hep bizimlesin beynimizde, yüreğimizde, düşlerimizdesin. O yüzden ayrılık demiyeyim de sana mektup yazmayalı, konuşup dertleşmeyeli. Neden dersen bizden fiziki olarak ayrılmanın verdiği acının, yüreğimdeki sızının zamanla biraz hafifliyeceğini sanıyordum. O sebeple seni anlatmamı istediklerinde de bundan kaçınıyordum senin beni anlayacağını düşünüyordum. Çünkü anlatırken sesimin titremesini, boğazımın düğümlenmesini, gözlerimin yaşarmasını istemiyordum. Çünkü güçlü olmalıydık, sende bizim güçlü olmamızı isterdin.
Evet tam 5 yıl geçti. Şimdi anlıyorum ki zaman ne onarıcıdır ne de hafifletici, şimdi de sana seslenirken ilk günkü gibi yüreğimdeki yara kanıyor, yine boğazım düğümleniyor. Aslında hissettiklerim yalnızca acı değil, coşku var, sevgi var, gurur var senin gibi bir kardeşe sahip olduğum için. Hep gülen kocaman gözlerinle karşımdasın içim ısınıyor ve gülümsüyorum. Zor gelen yokluğun, duyduğumuz özlemmiş galiba...
Tam koca 5 yıl geçti, neler yaşanmadı ki bu 5 yılda. Kahramanlıklar, ihanetler, doğrular, yanlışlar, katliamlar, savaşlar yaşanıyor ve yaşanmaya devam ediyor. Tarih akıp gidiyor bu süreçte senin ve senin gibi hayatının her anını devrim işçiliğine adamış şehitlerimizin yokluğudur eksik olan.
Seninle ilgili anılar geliyor aklıma bir bir. Çocukluğun, okul yılların, çalışma yılların ve devrim emekçiliğin, düşünüyorum da bu dönemlerin hepsinde sende hiç değişmeyen ortak özellikler büyük bir inatla istediklerini yapman ve en zor koşullarda bile güçlü bir şekilde her şeyin üstesinden gelmen, büyük insan sevgisi ve en önemlisi karınca gibi çalışkan olman diyebilirim. İnatçılığından çok çektik, bir şeyde tutturdun mu ondan vazgeçirmek mümkün değildi. İnatçılık hiçte kötü birşey değilmiş, doğru şeylerde inat etmek mesela...
Ah çalışkan kardeşim, ah; kah fabrikalarda, kah tezgahtarlık, işsiz kaldığında pazarlarda çocuklara balon, oyuncak satan, işten gelir gelmez dostlarına, yoldaşlarına koşan, sonrada gece yarılarına kadar kitap okuyan zaman bana yetmiyor diyerek bizi şaşırtan yüreğimin yarası kardeşim. Şaşırırdık, hayran kalırdık emekçiliğine, bilemezdik kısacık ömürüne çok şey sığdırmak içinmiş bu hız bu acele. İnanıyorum ki uzun bir ömürle yaşanacaklardan daha çok şey, daha çok güzellikleri sığdırdın yaşamına. Evet hayatın anlamı uzun yaşamak değildir, önemli olan anlamlı yaşamak, bütün güzellikleri kısa da olsa yaşamına sığdırmaktır. Sen bunu başardın gülen gözlüm.
Cezaevindeyken de düzenli yaşamından, emekçiliğinden hiç taviz vermedin. Arkadaşların rahatsız olmasına rağmen az uyuyor, hiç dinlenmiyor, kendisine dikkat etmesi lazım demişlerdi bana. Ben de şaşırarak sormuştum "cezaevindeyken yeterince zamanın oluyordur kendine dikkat et" demiştim. Sen de yine zamanın yetmediğini, günde 5 saat uyuduğunu bunu daha az zamana indirmek için çalıştığını, burada daha çok okumam, araştırmam gerekiyor hareketimi en iyi biçimde temsil etmek en öncelikli görevim demiştin. Buna karşılık ne diyebilirdim ki...
Aklıma beni gülümseten anılar geliyor. Balon ve oyuncak sattığın günleri düşünüyorum. Yaratıcıydın işsiz kaldığında hemen yapacak bir şey bulurdun. Ben de seninle gelmiştim o gün ama ben böyle bir işi yapamam diyordum. Sen de bana bir işi yaparken çekinmeden yapmam gerektiğini anlatıyordun. Kendi rahatlığını göstermek için üç koca balonu şişirip saçlarına bağladın, ben gülerken sen büyük bir ciddiyetle balonlarını satmaya devam ettin. Acaba İzmir'liler saçlarına rengarenk balonlar takmış, yüzünde kocaman bir gülüş olan o ufak tefek kızı hatırlıyorlar mıdır? Bir gün 4 kişi olarak gitmiştik çalışmaya. O gün iyi kazandık, sana şurdan birşeyler alalım demiştik, sen itiraz ettin. Bizde senin itirazına karşı sana cimrilik yapıyorsun demiştik. Sen o zaman öyle bir cevap verdin ki hiçbirimiz buna karşılık bir şey söyleyemezdik. Bizde seninle aynı düşünceleri paylaşıyorduk ama o an biz öyle bir şey düşünemedik. Şöyle demiştin "biliyor musunuz belki bu parayla ne yapılabilir ki, harcayalım diyorsunuz ama sırf bir bilet parası yokluğundan yakalanan devrimcileri düşünün". Şimdi düşünüyorum da hani boş zamanlarda ya da hayatın bir bölümünde değil, hayatın her anı her dakikasını devrimci olmaya adamak diye konuşulur ya, evet sen bunu yapıyordun, her anında, her dakikasında daha fazla ne yapabilirim diye uğraş içerisindeydin. Arkadaşlarla biraraya geldiğimizde ortamın hoşuna gitmediğini gördüğünde, ortamı politikleştirmek için binbir uğraş içine girerdin. Tabi en unutulmazı doğaçlama oynadığın tiyatro oyunları. Ya gider yaşlı bir adam olur gelirdin ya da merak eden bir ana. Herkese sorular sormaya başlardın, herkesi düşüncelerini paylaşmaya, anlatmaya katardın. Tiyatro oyunları deyince yine aklıma doğaçlama oynadığın bir oyun geliyor; oyunu oynarken o kadar etkileyici sözler buluyordun ki izleyenlerin hepsi çok etkilenmişlerdi ama mimiklerin ve hareketlerin o kadar iyi değildi. Etrafıma baktığımda izleyen arkadaşların yarısının gözlerinin dolduğunu bir kısmınınsa güldüklerini gördüm. Yarısını güldürüp yarısını ağlatmıştın. Senin için önemli olan anlatmak istediklerindi ve bunu başarmıştın.
Herkesle ne çabuk dost oluyordun yaşlı, çocuk demeden hemen her gittiğin yerin sevgisini kazanıyordun. Hiç de kolay değildir yeni ilişkiler geliştirmek, yeni dostluklar kurmak ama sende öyle bir özellik vardı ki kapısının önünden geçerken su istiyerek tanıştığın kişiler bile aylar sonra Serpil nerde kaldı diye yolunu gözleyen, onun gibisini tanımadık diyerek sevgilerini anlatan sıkı dostlar oluyorlardı. Gülen yüzünle herkesin yardımına hemen hazırdın. Tutsak düştüğünde İzmir'de dolaşmak çok zor geldi bana. Nereye gitsem seni tanıyan birileri çıkıyordu. Ve seni soruyorlardı neden göremiyoruz o mutlaka gelirdi bizi ihmal etmezdi diye.
Ve cezaevi günleri, görüş günlerini sabırsızlıkla bekliyordum, bu süreçte sık sık görüştüğüm için seninle, kendimi şanslı hissediyordum. Sanki bu süreçte daha iyi arkadaş olmuştuk, galiba özlemekten kaynaklı bir şeydi... Son görüşmemiz unutamadığım günlerden biri. Heyecanlı ve mutluydun, seni böyle görmek beni de mutlu ediyordu. Uzun süredir beklediğin birlik süreci sona ermiş ve açıklanmıştı. O gün görüşme zamanı o kadar hızlı geçti ki... Gelecek hafta görüşmek üzere sözleştik. Neşeli bir şekilde ayrıldık. Bu heyecanlı gününü biraz daha güzelleştirmek için cezaevinden çıkar çıkmaz koşarak çiçekçi aradım senin çok sevdiğin papatya çiçeklerini aradım. Cezaevine geldiğimde görüş zamanı bitmişti ama çiçekleri sana iletmeyi başardım. Sana getirdiğim son çiçekler olduğunu bilmiyerek.
Ve O sabah, iki gün sonra seninle görüşmeyi sabırsızlıkla beklerken o sabah o acı haberi aldım. Donup kalmıştım. Sanki her şey durmuştu. Şaşırmamıştım bir gün bunu yaşayacaktık ama yine de kabullenmek çok zordu. Ve sonra mektupların... kısa mektuplarında kendini ne kadar iyi anlatmışsın. Seni çok iyi anladık ve vermek istediğin mesajı aldık, rahat ol canım kardeşim. Mektupların her satırı hiç unutulmayacak şekilde belleklerimize kazındı.
"Sesim yeterince güçlü değil. Çünkü silahlarımızla dağ doruklarında, gerilla birliklerindeki yerimi alacağım zamanı beklemiyorum. Alanlarda düşmanla göğüs göğüse çarpışmayı, sömürü ve zulüm düzeninin sahiplerini, parababalarını inlerinde titretecek eylemlerde olmayı; sınıfla, fabrikalarda, alanlarda kavga türkülerini çağırmayı, halaya durmayı; Önder Mahir'le yoldaşlığı büyütecek Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'ni birlikte hayata geçiren çalışmalar içerisinde olmayı ve daha nice şeyi beklemiyorum.
Kendi içinde çelişik bir durum bu...
Ancak, devrimci önderlere yönelik saldırılara verilen yanıta baktığımızda, tarihimizde Kızıldere'de yaratılan ; devrimci önderlerden Deniz, Yusuf ve Hüseyin yoldaşlara yönelik saldırıya verilen onurlu bir direniş destanını bulmak örnek oluyor.
Aynılaştırmıyorum, buna hakkım yok... Fakat bulunduğum koşullarda düşmanı yakmanın, saldırıya karşılık savaşı kendimde büyütmenin, bir ateşli yolu bu."
"Devrimci önderler yargılanamaz" evet kardeşim devrimci olmayan önderler yargılanır, hatta pişmanlık gösterir, af diler bütün bunlar anlaşılır. Çünkü devrimci değerlere sırtı dönüktür, ama devrimci önderler "Faşizmin mahkemeleri beni yargılayamaz" diyerek yumruğunu masaya vurandır. Ser verip sır vermeyerek işkencelerde katledilendir, darağacında sloganlarla başı dik bir şekilde gidenlerdir. Devrimci önder halkına asla ihanet etmeden yol gösteren, ışık olandır. Sen halkına zindanda da olunsa bedenin düşmanın başında patlayan bir bomba olduğunu gösterdin, bana göre devrimci önder sensin şafağın kızı.
"Yargılanamaz şafakların kızıllığından bir parça kızıl verin, dağ doruklarından savurun, yaylaların pınar suyundan bir yudum su, sokaklardan çocuk gülüşleri, Cumartesi Anaları'nın sevgi dolu yüreği, yoldaşlığın büyüklüğü, grev çadırlarındaki sınıfın dost sıcaklığından, layık olduğum oranda verin." Sen bütün güzelliklere layıksın ateşin kızı, anaların sevgi dolu yüreği seninle, yoldaşların dost sıcaklığı seninle, tüm şafaklar, gökyüzü, dağ dorukları; seni ne çok anlatmak isterdim seni, buna sayfalar yetmez. Ben seni yüreğime gömdüm ve oradaki ateşin ve rüzgarın kızıyla konuşmaya devam edeceğim. Sen hep bizimlesin, hergün yeniden doğuyor, yüreklerde çoğalıyor, büyüyorsun.
"Alevlerde eriyen bedenin doğumdan gayrı adı var mıdır? Şafakların kızıllığında görüşmek üzere hoşça kal. O gün kolkola halaylara duracağız ve sana kucak dolusu papatya getireceğim. O zamana kadar küllenmiş yüreğinden öpüyorum, ışıktopu Serpilimiz.


Ablan...

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul