Merhaba Canım
Kardeşim Ateş Kızı...
Tam 5 yıl oldu senden ayrılalı, senden ayrılalı
demiyeyim çünkü ayrılmadık hep bizimlesin beynimizde,
yüreğimizde, düşlerimizdesin. O yüzden ayrılık
demiyeyim de sana mektup yazmayalı, konuşup dertleşmeyeli.
Neden dersen bizden fiziki olarak ayrılmanın verdiği
acının, yüreğimdeki sızının zamanla biraz hafifliyeceğini
sanıyordum. O sebeple seni anlatmamı istediklerinde
de bundan kaçınıyordum senin beni anlayacağını
düşünüyordum. Çünkü anlatırken sesimin titremesini,
boğazımın düğümlenmesini, gözlerimin yaşarmasını
istemiyordum. Çünkü güçlü olmalıydık, sende bizim
güçlü olmamızı isterdin.
Evet tam 5 yıl geçti. Şimdi anlıyorum ki zaman
ne onarıcıdır ne de hafifletici, şimdi de sana
seslenirken ilk günkü gibi yüreğimdeki yara kanıyor,
yine boğazım düğümleniyor. Aslında hissettiklerim
yalnızca acı değil, coşku var, sevgi var, gurur
var senin gibi bir kardeşe sahip olduğum için.
Hep gülen kocaman gözlerinle karşımdasın içim
ısınıyor ve gülümsüyorum. Zor gelen yokluğun,
duyduğumuz özlemmiş galiba...
Tam koca 5 yıl geçti, neler yaşanmadı ki bu 5
yılda. Kahramanlıklar, ihanetler, doğrular, yanlışlar,
katliamlar, savaşlar yaşanıyor ve yaşanmaya devam
ediyor. Tarih akıp gidiyor bu süreçte senin ve
senin gibi hayatının her anını devrim işçiliğine
adamış şehitlerimizin yokluğudur eksik olan.
Seninle ilgili anılar geliyor aklıma bir bir.
Çocukluğun, okul yılların, çalışma yılların ve
devrim emekçiliğin, düşünüyorum da bu dönemlerin
hepsinde sende hiç değişmeyen ortak özellikler
büyük bir inatla istediklerini yapman ve en zor
koşullarda bile güçlü bir şekilde her şeyin üstesinden
gelmen, büyük insan sevgisi ve en önemlisi karınca
gibi çalışkan olman diyebilirim. İnatçılığından
çok çektik, bir şeyde tutturdun mu ondan vazgeçirmek
mümkün değildi. İnatçılık hiçte kötü birşey değilmiş,
doğru şeylerde inat etmek mesela...
Ah çalışkan kardeşim, ah; kah fabrikalarda, kah
tezgahtarlık, işsiz kaldığında pazarlarda çocuklara
balon, oyuncak satan, işten gelir gelmez dostlarına,
yoldaşlarına koşan, sonrada gece yarılarına kadar
kitap okuyan zaman bana yetmiyor diyerek bizi
şaşırtan yüreğimin yarası kardeşim. Şaşırırdık,
hayran kalırdık emekçiliğine, bilemezdik kısacık
ömürüne çok şey sığdırmak içinmiş bu hız bu acele.
İnanıyorum ki uzun bir ömürle yaşanacaklardan
daha çok şey, daha çok güzellikleri sığdırdın
yaşamına. Evet hayatın anlamı uzun yaşamak değildir,
önemli olan anlamlı yaşamak, bütün güzellikleri
kısa da olsa yaşamına sığdırmaktır. Sen bunu başardın
gülen gözlüm.
Cezaevindeyken de düzenli yaşamından, emekçiliğinden
hiç taviz vermedin. Arkadaşların rahatsız olmasına
rağmen az uyuyor, hiç dinlenmiyor, kendisine dikkat
etmesi lazım demişlerdi bana. Ben de şaşırarak
sormuştum "cezaevindeyken yeterince zamanın
oluyordur kendine dikkat et" demiştim. Sen
de yine zamanın yetmediğini, günde 5 saat uyuduğunu
bunu daha az zamana indirmek için çalıştığını,
burada daha çok okumam, araştırmam gerekiyor hareketimi
en iyi biçimde temsil etmek en öncelikli görevim
demiştin. Buna karşılık ne diyebilirdim ki...
Aklıma beni gülümseten anılar geliyor. Balon ve
oyuncak sattığın günleri düşünüyorum. Yaratıcıydın
işsiz kaldığında hemen yapacak bir şey bulurdun.
Ben de seninle gelmiştim o gün ama ben böyle bir
işi yapamam diyordum. Sen de bana bir işi yaparken
çekinmeden yapmam gerektiğini anlatıyordun. Kendi
rahatlığını göstermek için üç koca balonu şişirip
saçlarına bağladın, ben gülerken sen büyük bir
ciddiyetle balonlarını satmaya devam ettin. Acaba
İzmir'liler saçlarına rengarenk balonlar takmış,
yüzünde kocaman bir gülüş olan o ufak tefek kızı
hatırlıyorlar mıdır? Bir gün 4 kişi olarak gitmiştik
çalışmaya. O gün iyi kazandık, sana şurdan birşeyler
alalım demiştik, sen itiraz ettin. Bizde senin
itirazına karşı sana cimrilik yapıyorsun demiştik.
Sen o zaman öyle bir cevap verdin ki hiçbirimiz
buna karşılık bir şey söyleyemezdik. Bizde seninle
aynı düşünceleri paylaşıyorduk ama o an biz öyle
bir şey düşünemedik. Şöyle demiştin "biliyor
musunuz belki bu parayla ne yapılabilir ki, harcayalım
diyorsunuz ama sırf bir bilet parası yokluğundan
yakalanan devrimcileri düşünün". Şimdi düşünüyorum
da hani boş zamanlarda ya da hayatın bir bölümünde
değil, hayatın her anı her dakikasını devrimci
olmaya adamak diye konuşulur ya, evet sen bunu
yapıyordun, her anında, her dakikasında daha fazla
ne yapabilirim diye uğraş içerisindeydin. Arkadaşlarla
biraraya geldiğimizde ortamın hoşuna gitmediğini
gördüğünde, ortamı politikleştirmek için binbir
uğraş içine girerdin. Tabi en unutulmazı doğaçlama
oynadığın tiyatro oyunları. Ya gider yaşlı bir
adam olur gelirdin ya da merak eden bir ana. Herkese
sorular sormaya başlardın, herkesi düşüncelerini
paylaşmaya, anlatmaya katardın. Tiyatro oyunları
deyince yine aklıma doğaçlama oynadığın bir oyun
geliyor; oyunu oynarken o kadar etkileyici sözler
buluyordun ki izleyenlerin hepsi çok etkilenmişlerdi
ama mimiklerin ve hareketlerin o kadar iyi değildi.
Etrafıma baktığımda izleyen arkadaşların yarısının
gözlerinin dolduğunu bir kısmınınsa güldüklerini
gördüm. Yarısını güldürüp yarısını ağlatmıştın.
Senin için önemli olan anlatmak istediklerindi
ve bunu başarmıştın.
Herkesle ne çabuk dost oluyordun yaşlı, çocuk
demeden hemen her gittiğin yerin sevgisini kazanıyordun.
Hiç de kolay değildir yeni ilişkiler geliştirmek,
yeni dostluklar kurmak ama sende öyle bir özellik
vardı ki kapısının önünden geçerken su istiyerek
tanıştığın kişiler bile aylar sonra Serpil nerde
kaldı diye yolunu gözleyen, onun gibisini tanımadık
diyerek sevgilerini anlatan sıkı dostlar oluyorlardı.
Gülen yüzünle herkesin yardımına hemen hazırdın.
Tutsak düştüğünde İzmir'de dolaşmak çok zor geldi
bana. Nereye gitsem seni tanıyan birileri çıkıyordu.
Ve seni soruyorlardı neden göremiyoruz o mutlaka
gelirdi bizi ihmal etmezdi diye.
Ve cezaevi günleri, görüş günlerini sabırsızlıkla
bekliyordum, bu süreçte sık sık görüştüğüm için
seninle, kendimi şanslı hissediyordum. Sanki bu
süreçte daha iyi arkadaş olmuştuk, galiba özlemekten
kaynaklı bir şeydi... Son görüşmemiz unutamadığım
günlerden biri. Heyecanlı ve mutluydun, seni böyle
görmek beni de mutlu ediyordu. Uzun süredir beklediğin
birlik süreci sona ermiş ve açıklanmıştı. O gün
görüşme zamanı o kadar hızlı geçti ki... Gelecek
hafta görüşmek üzere sözleştik. Neşeli bir şekilde
ayrıldık. Bu heyecanlı gününü biraz daha güzelleştirmek
için cezaevinden çıkar çıkmaz koşarak çiçekçi
aradım senin çok sevdiğin papatya çiçeklerini
aradım. Cezaevine geldiğimde görüş zamanı bitmişti
ama çiçekleri sana iletmeyi başardım. Sana getirdiğim
son çiçekler olduğunu bilmiyerek.
Ve O sabah, iki gün sonra seninle görüşmeyi sabırsızlıkla
beklerken o sabah o acı haberi aldım. Donup kalmıştım.
Sanki her şey durmuştu. Şaşırmamıştım bir gün
bunu yaşayacaktık ama yine de kabullenmek çok
zordu. Ve sonra mektupların... kısa mektuplarında
kendini ne kadar iyi anlatmışsın. Seni çok iyi
anladık ve vermek istediğin mesajı aldık, rahat
ol canım kardeşim. Mektupların her satırı hiç
unutulmayacak şekilde belleklerimize kazındı.
"Sesim yeterince güçlü değil. Çünkü silahlarımızla
dağ doruklarında, gerilla birliklerindeki yerimi
alacağım zamanı beklemiyorum. Alanlarda düşmanla
göğüs göğüse çarpışmayı, sömürü ve zulüm düzeninin
sahiplerini, parababalarını inlerinde titretecek
eylemlerde olmayı; sınıfla, fabrikalarda, alanlarda
kavga türkülerini çağırmayı, halaya durmayı; Önder
Mahir'le yoldaşlığı büyütecek Politikleşmiş Askeri
Savaş Stratejisi'ni birlikte hayata geçiren çalışmalar
içerisinde olmayı ve daha nice şeyi beklemiyorum.
Kendi içinde çelişik bir durum bu...
Ancak, devrimci önderlere yönelik saldırılara
verilen yanıta baktığımızda, tarihimizde Kızıldere'de
yaratılan ; devrimci önderlerden Deniz, Yusuf
ve Hüseyin yoldaşlara yönelik saldırıya verilen
onurlu bir direniş destanını bulmak örnek oluyor.
Aynılaştırmıyorum, buna hakkım yok... Fakat bulunduğum
koşullarda düşmanı yakmanın, saldırıya karşılık
savaşı kendimde büyütmenin, bir ateşli yolu bu."
"Devrimci önderler yargılanamaz" evet
kardeşim devrimci olmayan önderler yargılanır,
hatta pişmanlık gösterir, af diler bütün bunlar
anlaşılır. Çünkü devrimci değerlere sırtı dönüktür,
ama devrimci önderler "Faşizmin mahkemeleri
beni yargılayamaz" diyerek yumruğunu masaya
vurandır. Ser verip sır vermeyerek işkencelerde
katledilendir, darağacında sloganlarla başı dik
bir şekilde gidenlerdir. Devrimci önder halkına
asla ihanet etmeden yol gösteren, ışık olandır.
Sen halkına zindanda da olunsa bedenin düşmanın
başında patlayan bir bomba olduğunu gösterdin,
bana göre devrimci önder sensin şafağın kızı.
"Yargılanamaz şafakların kızıllığından bir
parça kızıl verin, dağ doruklarından savurun,
yaylaların pınar suyundan bir yudum su, sokaklardan
çocuk gülüşleri, Cumartesi Anaları'nın sevgi dolu
yüreği, yoldaşlığın büyüklüğü, grev çadırlarındaki
sınıfın dost sıcaklığından, layık olduğum oranda
verin." Sen bütün güzelliklere layıksın ateşin
kızı, anaların sevgi dolu yüreği seninle, yoldaşların
dost sıcaklığı seninle, tüm şafaklar, gökyüzü,
dağ dorukları; seni ne çok anlatmak isterdim seni,
buna sayfalar yetmez. Ben seni yüreğime gömdüm
ve oradaki ateşin ve rüzgarın kızıyla konuşmaya
devam edeceğim. Sen hep bizimlesin, hergün yeniden
doğuyor, yüreklerde çoğalıyor, büyüyorsun.
"Alevlerde eriyen bedenin doğumdan gayrı
adı var mıdır? Şafakların kızıllığında görüşmek
üzere hoşça kal. O gün kolkola halaylara duracağız
ve sana kucak dolusu papatya getireceğim. O zamana
kadar küllenmiş yüreğinden öpüyorum, ışıktopu
Serpilimiz.
Ablan...
|