Bu
sayfalarımızda 12 Eylül cuntasının işkencecileri
tarafından 1 Mart 1981'de katledilen İbrahim
Özalp yoldaşın kardeşi Metin Özalp'ın anılarına
yer veriyoruz...
Devrimci sosyalist hareketin Türkiye siyasal
gündemine ağırlığını koyduğu yıllarda sıcak
mücadele içerisinde yetişen genç kuşak devrimcilerinden
İbrahim Özalp, lise yıllarından başlayarak,
azmi, hiçbir görevden kaçmaması, örgütcülüğü
ile kısa sürede saflarımızda önder ve sorumlu
bir insan örneği oluşturdu.
Lise yıllarında, orta öğrenim gençliğinin
sorunlarına sahip çıkmak için yürüttüğü
mücadelede "Demokratik Lise Mücadelesinde
YOLUMUZ" Gazetesi'nin çıkarılmasında
önemli rol oynadı. Mücadelenin zor koşullarında
her zaman mücadeleden ve yoldaşlarından
yana tavır koyan, düşmana karşı uzlaşmaz,
dostlarına ve yoldaşlarına karşı müşfik,
bir o kadar da acımasız bir eleştirmen ve
eleştirileriyle, yaşamıyla öğretici yanı
olan bir yoldaştı İbrahim. 12 Eylül'ün yıldırma
ve pasifikasyonlarına boyun eğmeyen, mücadelesiyle
örgütüne güç veren, her koşulda mücadeleyi
savunan ve ihanetin karanlık pusularında
şehit oluncaya kadar yaşamıyla olduğu gibi,
ölümüyle de düşmana taviz vermeyen bir yoldaş...
Esenler'de, işkenceciler tarafından, sağ
yakalandıktan sonra kurşuna dizilerek katledildi.
Azmi, kararlılığı ve coşkusuyla mücadelemizde
yaşıyor, yaşıyacak...
|
İlkokulu bitirdikten sonra yazları işe gitmeye
başladım. Annem her ne kadar bir meslek (altın
bilezik) öğrenmem için gönderdiğini söylese de
aslında ailemin benim getireceğim o paraya ihtiyacı
vardı. Ben Topkapı mevkiinde oto tamir işinde
çırak olarak çalışıyordum.
Sabah bir gürültü ile uyandım. Darbe olmuş. Okula,
işe gitmek yasak, sokağa çıkmak yasak!
Yasaklarla tanıştığım ve ilk olmayacak, çok acı
dönem ailem için başlıyordu. Ağabeyim darbeden
kısa bir süre önce eve gelmeyi kesmişti. İhtiyaçlarını
arkadaşları vasıtasıyla karşılıyordu. Sıkıyönetim
ilan edildi. Ağabeyimin arkadaşları geldi. Ağabeyimden
haber getirdiler; kendisine ait ne varsa (fotoğraf
vb.) sobada yakmamızı istemiş. Biz de elimiz varmasa
bile onun isteğini yerine getirdik. Ağabeyimden
bize böylece hiçbir şey kalmamıştı. O günlerde
yollar kesiliyor aramalar yapılıyordu. Semt girişlerinde
araç kuyrukları oluşuyordu. Gece belli bir saatten
sonra sokağa çıkmak yasaktı. Her gece sivil giyimli
kişiler gelir ağabeyimi sorar, evi arardı. Büyük
ağabeyim eve biraz geç gelse ardından hemen eve
farklı sivil giyimli kişiler gelir. Aynı sorulara
aynı cevaplar verilirdi. Yine büyük ağabeyim eve
biraz geç geldi. Ardından her zamanki aynı kişiler
ağabeyimi sordular. Annemin dili sürçtü, "İbrahim
oğlum kalk" dedi. Düzeltmesine fırsat vermeden
kalk giyin gidiyoruz, dediler. Her ne kadar yanlışla
dilin sürçmesinden ağabeyim adının İsmail olduğunu
söylediğini söylese de annem onları ikna edemedi.
İbrahim ağabeyimin küçüğü olan İsmail ağabeyimi
aldılar. Sonradan İsmail ağabeyimden öğrendiğimiz,
o gece semtte evlere gidip bir çok insanı almışlar.
Karakol karakol İsmail ağabeyimi gezdirmişler,
sürekli İbrahim ağabeyimi soruyorlar, nerede olabilir
diye. Ailemizde sadece ablam evlenmişti. Bunu
öğrendiklerinde o zaman ablana gidelim demişler.
Ablam kayınvalidesi ile kaldığı için ağabeyim
rahatsız etmemek için evine hiç gitmemişti. Onun
için onları gezdirmiş, fakat ablamın evini bulamamışlar,
ağabeyimi şubeye götürmüşler. Gördüklerini anlattı,
bu olayları tekrar anlamanın anlamı yok. Bunu
hepimiz biliyoruz. İşyerim evimize çok uzak değildi.
O yüzden işe yürüyerek giderdim. Yolda ağabeyimle
karşılaşır, ona çevirmenin olduğunu, eve gece
polislerin (asker) geldiği söyledim. Dikkatli
olmasını isterdim. Çünkü o semte yürüyerek girerdi.
Eve gelmiyordu. Onu görmemiz neredeyse imkânsız
hale gelmişti. Ağabeyim buna da bir çözüm bulmuştu.
Bizim balkonun altında tavuk ve hindi beslediğimiz
derme çatma bir kümesimiz vardı. Bir gün ağabeyimin
her zaman gelen arkadaşı yine geldi ve de yanında
bir kuzu getirdi. Ağabeyim bunu bize gönderdiğini
söyledi. İlk işimizin bu kuzunun adının ne olacağı
idi. Yeni doğmuş olduğu her halinden belli olan
kuzunun bir gözünün etrafında halka şeklinde kara
leke vardı. O yüzden adını Karagöz koyduk. Karagöz
evimizin ferdi olmuştu. Annemin özlemi kabardığında
hem Karagözü besliyor hem dertleşiyordu.
Yukarıda anlattığım gibi günler geçerken sivil
giyimli kişiler gelmez oldu. Ağabeyimin arkadaşları
büyük ağabeyime öldüğünden şüphelendikleri söylüyorlar.
Adli Tıp'a gidip teşhis edilmesi gerektiğini ifade
ediyorlar. Ağabeyim aile büyükleri ile Adli Tıp'a
gidiyorlar. Adli Tıp'ta bulunan kişinin ağabeyim
olduğunu teşhisinde bulunuyorlar. Bunu anneme
nasıl anlatacaklarını düşünüyorlar. Çünkü babamı
da kaybedeli iki sene geçmişti. Ardarda gelen
acıları nasıl göğüs gereceğini kestiremiyorlardı.
Bir akşam annemi aile büyükleri apar topar teyzemin
evine götürdüler ve orada ağabeyimin ölüm haberini
verdiler. Annem babamın da acısını gördü ama ağabeyiminki
kadar sarsılmadı. Cenazesi Vefa'dan teyzemin evinden
kaldırıldı. Ağabeyim sık sık gezdiği yerlerdendir.
Bu sefer omuzlarda Fatih Camii'ne kadar taşımışlar.
Polis cenazesinde karakol kurmuş. Semtten gelen
arkadaşlarından birini de cenazeden almışlar.
En acı olanı da, ağabeyimden geriye kalan tek
şey vardı: Karagöz... Karagözün yeri çok farklıydı.
Annemin yitirdiği oğlunun yerini almış, dert yoldaşı
olmuştu. Günler geçiyor Karagöz de büyüyor ona
olan sevgimiz daha artıyor. Kümesimizin derme
çatma olduğunu söylemiştim. Bir gün kapısı açık
karagöz yok aradık her yere baktık yok. Akşam
ev de matem var, ev halkı üzgün, ağabeyimi ikinci
kaybedişimizdi bu. Annem için de bir dert yoldaşı,
oğlunu... İsteği Karagöz'ün ölene kadar bizimle
kalması idi. Böylece Ağabeyim bir kez daha zekâsını
kullanmış ve bir canlının evladın, kardeşin, ağabeyin
yerini nasıl tutacağını, özlemini nasıl dindireceğini
bize göstermişti. Ben size mücadele içindeki ağabeyimi
anlatmak isterdim, fakat yaşım küçük olduğu için
ağabeyimle ilgili bende iz bırakan bunlar oldu.
Yaşarken ölmektense,
Onurlu ölmek
Geleceğe bırakılan mirastır.
|