Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

F. Hançer

Bütün kentlerin bembeyaz kara büründüğü günlerde 19. sayımızı çıkarıyoruz. Kar bütün nesnelerin üstün örterek sanki bir genel hareketsizlik görüntüsü yaratsa da aslında 2004 baharı yoğun bir gündemle birlikte geliyor. Yerel seçimlerden şu bitmez tükenmez Kıbrıs meselesine, üniversitelerdeki bol dayaklı restorasyon programından IMF patentli "Kamu Reformu Yasası"na dek bir dizi sorun kendini dayatırken Ortadoğu ve Kuzeyiyle Güneyiyle Kürt dinamiği dönemeç noktalarından geçiyor. Bütün bunların hepsi, aynı zamanda solun da sınav alanları oluyor; hangi pratik sorunda kimin ne düşünüp nasıl davrandığı sorunların kendisi kadar önem kazanıyor ve giderek bu düşünce ve davranışlar üzerinden cepheler ve birliktelikler oluşuyor.

***
Geçtiğimiz ay, tam da yerel seçimlerin öncesinde yerel yönetimleri de yakından ilgilendiren bir katliamla anılacak. Türkiye'nin derme çatma şehirciliği gözünü kâr bürümüş müteahhitlerin de katkısıyla Konya'da bir apartmandan yüze yakın ölü çıkarmayı becerdi. Herhangi bir deprem olmaksızın gerçekleşen bu kıyım, deprem kuşağı üzerinde yaşayan bu ülkede durumun ne kadar vahim olduğunu bir kez daha göstermiş oldu. Ve yine bir kez daha, bütün suçu hırsız müteahhitlerin üzerine yıkan düzen, kendisini bu işten sıyırmayı çalıştı. Sanki daha birkaç yıl önce Marmara'yı kocaman bir mezarlığa dönüştüren müteahhitler bugün de aynı bölgede işbaşında değilmiş gibi; sanki daha dün Bingöl'ü yıkan afet yalnızca depremden ibaretmiş gibi...

***
Öte yandan, erteleme kararını aşarak 30 Ocak günü grevi başlatan Şişecam işçilerinin halayları geçtiğimiz ayın bir başka önemli gelişmesiydi. Hatırlanacağı gibi Kristal-İş Sendikası ile Cam İşverenleri Sendikası arasında 18 Temmuz 2003 tarihinden itibaren yürütülen toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin uzlaşmazlıkla sonuçlanmasından sonra sendika Aralık ayında grev kararı almış, ancak Bakanlar Kurulu, grevin, "milli güvenliği bozucu nitelikte görüldüğünden" 60 gün süreyle ertelemişti. Daha sonra sendika kararın iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle Danıştay'da açtığı davada, 12 Ocak'ta kararın yürütmesinin durdurulma kararı verilmişti. Böylece son yılların en büyük grevlerinden biri başladı. Grev, Şişecam'a ait 6 şirkete bağlı 13 İşyerini ve 5000'den fazla işçiyi kapsıyor. Ama belki de bundan daha önemlisi, grevin taleplerinin birinin Kristal-İş'e üye oldukları gerekçesiyle geçen aylarda Paşabahçe Eskişehir Fabrikası'nda işten çıkarılan 367 Paşabahçe Eskişehir işçisi ile yine sendikal nedenle işten çıkarılan Cam Elyaf sendika temsilcisinin işe iadesi olarak belirlenmesiydi. Grevin nasıl sonuçlanacağı kuşkusuz önümüzdeki süreçte belli olacak; ancak her şeye karşın, bütün toplumun üzerine bireycilik ideolojisinin püskürtüldüğü bu dönemde böyle bir madde, sınıf dayanışması adına umut verici bir gelişmeydi.

***
Ve bütün bunların arasında yerel seçimler geliyor...
Yeni sömürge Türkiye'deki her seçim İtalyan yazar İgnesio Silena'nın çok bilinen romanı "Fontamara"yı hatırlatıyor. Romanın bir yerinde "tehlikeli unsurları saptamak" için köye gelen faşist görevlilerle "ifadesi alınan" bir köylünün diyalogu çok ilginçtir. İşi hafiften deliliğe vurmuş olan köylü kendisini anlatmaya şöyle başlar: "Önce yüce tanrı gelir efendim..." Ve devam eder: "Sonra, onun oğlu İsa gelir; sonra Papa gelir. Daha sonra ise Kardinaller ve papazlar gelir... Daha sonra toprak beyimiz gelir. Ve sonra bir şey gelmez. Ve sonra yine bir şey gelmez. Daha sonra da bir şey gelmez ve sonra, sonra yine bir şey gelmez. Ve sonra, sonun en sonunda, nihayet biz köylüler geliriz..." Kafası karışmış faşist görevli, katibe dönüp şöyle der: "Yaz, anarşist!"
Yerel seçimler geliyor ve Başbakan önce Washington'a gidiyor. "Önce oras^ geliyor" çünkü; gidip önce oradaki oy oranlarını kontrol ediyorlar ve binbir takla atıp orada beğenilmek istiyorlar. "Bizi kullanın" diyorlar, son tezkeredeki cansiperane çalışmalarını anlatıyorlar. İş o kadarla bitmiyor ama. Daha bunun IMF'si, Dünya Bankası ve bütün diğer "önce gelenler" var. Onlara zaten neredeyse haftada bir kez esas duruşta tekmil veriyorlar. Ve tabii bu arada yerli işbirlikçi tekellere de "tehlikesiz" olduğunu kanıtlamaları gerekiyor. Programdan ayrılınmayacağı konusunda bin tane güvence vermeleri, yemin billahlar etmeleri de bunun içindir.
Ve sonra, bilge İtalyan köylüsünün dediği gibi, "sonunda, en sonunda" sandıklara gidip oy kullanacaklar geliyor. Yani şu bildiğimiz halk, emekçiler... Şimdi onlara gitme ve yeni yalanlar söyleme, onları yeniden ikna etme zamanı. En sonda, sonun en sonunda geliyorlar ama şimdilik (güzel cunta zamanları azıcık geride kaldığı için) onlarsız da yapılamıyor. Şimdi onlara gidiliyor ve AKP iktidarı süreç içersinde yaptığı bütün halk düşmanı icraatlardan sonra Kasım 2002'deki düzeyi ne kadar koruyacağını görmek istiyor.
Aynı "öncelikli"lere kendini beğendirmeden adım atamayacağını iyi bilen burjuva muhalefet de bu seçimlerde kendini deneyecek. Halkın gündemiyle hiç ilgisi olmayan söylemlerine bakılırsa pek umutları varmış gibi görünmüyor ama bu seçim onlar için de önemli.
Ve bir de yerel seçimlerin doğasından kaynaklanan daha umutlu havasıyla biraz genişlemiş olan "sol ittifak" var... Her zaman olduğu gibi DEHAP'ın sürüklediği ittifakta bu kez ÖDP, YTP (kimi yerlerde) ve SHP de yerlerini almış bulunuyor. Hatta SHP açısından bu basit bir katılım gibi de değil; Çiller'in eski yamağı Karayalçın, bu aralar ittifakın sözcüsü gibi davranıyor.
Devrimci sosyalizm açısından Kasım 2002 genel seçimlerinden bu yana bir şey değişmiş değildir. Sosyalist Barikat'ın 6 sayısında "... devrimci sosyalistler, hiçbir partiye oy vermeyeceklerdir, destek ya da ittifak ilişkisi içinde olmayacaklardır. Legal sol parti ve ittifaklara karşı duruşunda onları hedef tahtasına çakan bir tutumdan da uzak duracak, onlara oy verilmemesi yönünde özel bir etkinlik geliştirmeyeceklerdir, düzeni ve düzen partilerinin teşhiri ve devrimci şiarların gündemleşmesini esas alan bir pratik hat izleyeceklerdir" demiştik ve o günden bugüne bu tavrın değişmesi için özel bir neden çıkmış değildir. Aksine "sol ittifak" fikri süreç içinde daha olumsuz hale gelmiş, kapsadığı yeni unsurlarla devrimci çizgiden daha da uzak bir noktaya savrulmuştur. Kuşkusuz yine devrimci sosyalizm, esas politikasını düzen partilerine karşıtlık üzerine kuracak ve hem bu ittifakı hem de başka sol yapıların seçimlere katılma girişimlerini özel olarak hedef almayacaktır. Ancak kendi yolunu "bütünlüklü bir devrimci yenilenme zemininde gelişecek devrimci savaşçı bir çıkış" olarak çizen devrimci sosyalizm, 2004'ün Mart seçimlerinde bu çıkışın gereğini yerine getirmeyi öncelikli hedef olarak önüne koymaktadır ve bu aşamadaki tutumu "Düzen Partilerine Oy Yok! Tek Yol Devrim" sloganında ifadesini bulmaktadır.
Devrimci sosyalizm, elbette seçimler dahil hiçbir siyasal aracın toptan ve ebedi olarak reddini savunmadı ve savunmuyor. Devrimci savaşımızın hangi aşamasında hangi aracı kullanacağımız, kuşkusuz o aşamanın somut koşullarının çözümlenmesine bağlı olacaktır. Ancak durum ne olursa olsun, politikleşmiş askeri savaş süresince bütün politik araçların kullanımı devrim ekseninden ayrı bir boşlukta düşünülemez, düşünülmeyecektir.
Öte yandan devrimci sosyalistler, yerel seçimlerin genel seçimlerden kısmen farklı olduğunu da bilmektedirler. Halkın günlük yaşantısının birçok parçasını doğrudan ilgilendiren yerel yönetimlerle ilgili seçimler, elbette doğrudan oligarşinin siyasal kadrolaşmasının düzenlendiği genel seçimlerden farklıdır ve ayrıca baraj gibi engellerin yokluğundan ötürü çeşitli yerelliklerde sola başarı imkânları da tanımaktadır. Devletin yerel mekanizmalarının en alt düzeyini oluşturan muhtarlıklarla ilgili seçimlerde devrimcilere yakın duran insanların öne çıkarılması ve desteklenmesi böyledir örneğin. Devrimci güçler ötedenberi yerel seçimlerin bu düzeyini az çok önemsemişler ve olanakların olduğu her yerde sadece A kişisinin seçilmesinin ötesinde bunu zaten yürütmekte oldukları mahalli devrimci çalışmanın bir parçası olarak görmüşlerdir. Başka bir deyişle bu, seçim sorununun da ötesinde çalışılan alanın her köşesinde etkinlik sağlamak gibi basit bir amaçla ilgilidir.
Yerel seçimlerin asıl unsuru olan belediyelerde ise konu daha karmaşıktır. Devrimci mücadelenin yükseliş dönemlerinde bazı taşra il ve ilçelerinde ve metropollerin işçi havzaları olan bazı semtlerde ciddi bir devrimci etkinliğin ortaya çıktığı ve zaman zaman bu etkinliğin yerel yönetimlerin "ele geçirilmesi"ne yol açtığı biliniyor. Kuşkusuz hiçbir devrimci, çalıştığı ve büyük ölçüde etkin olduğu bir yerleşim biriminde bu imkânı atlama lüksüne sahip değildir ve üstelik böyle bir yerel yönetim aracılığıyla devrimci etkinliğin kitlelerle bütünleştirilmesi de mümkündür. Hatta daha zayıf dönemlerde de şu ya da bu yerellikte devrimci çalışmanın önünü açabilecek adayların tercih edilmesi düşünülebilir. Ancak burada sorun, her aşamada, genel ya da yerel her politik adımın devrim ve iktidar perspektifinden kopmaması, daha da önemlisi bu olanakların "yerelcilik" ve "belediye sosyalizmi" gibi sağcı-reformist anlayışlara yol açmamasıdır.
Bu ise, bugünkü ittifaklarda ve legal sol girişimlerde izi bile görülmeyen devrimci sosyalist eksenle ilgilidir. Bir devrimci programa değil, ilkesiz bir "başarı umudu"na dayanan bugünkü "sol ittifak" bir yandan içine bu "başarı"ya katkısı olacağı düşünülen herkesi almakta, diğer yandan da böylece emekçiler açısından bütün kavramların içinin boşalması sonucu ortaya çıkmaktadır.
Oligarşinin büyük umutlar bağlayarak gerçekleştirdiği bir siyasi komplo olan YTP, faili meçhuller döneminin aktörlerinden Karayalçın'ın başını çektiği SHP, emekçi kitlelerin önüne "sol" sıfatıyla çıkarılmakta ve üstelik bu projeye (artık müttefik listesini iyiden iyiye genişletmiş olan DEHAP bir yana) sosyalist olduğunu iddia eden partiler de imza atmaktadırlar.
Bu ise son zamanlarda pek moda olan ölçüsüz-ilkesiz birliktelikler zincirinin yeni bir halkasını emekçilerin önüne koymaktadır. İstanbul'daki son patlamaların daha ertesi günü büyük bir coşkuyla "teröre karşı cephe"ye dahil olanlar, salt adı büyük güçlerle görünsün diye nerede bir birlik toplantısı olsa koşuşturup gidenler, bugün böyle bir sonuca yol açmışlardır.

***
İşin doğrusu, -ki bu yazı boyunca gelmek istediğimiz asıl nokta da buydu- bugünün en ciddi sorunu böylece yaratılan karışıklıktır. Gerçekten de bugün emekçi kitlelerin zihninde bir dizi kavram bulanık hale gelmiş ve anlam kaybına uğramıştır. "Sol" ve "sağ" kavramlarının neyi tanımlamak için kullanıldığı, "demokrat" olmanın-olmamanın neye işaret ettiği, "çağdaş" ile "çağdışı"nın neye göre birbirinden ayrıldığı, vb. anlaşılamaz olmuş ve bütün bu kavramsal düğümlerin keskin bir kılıç darbesiyle yeniden "düzenlenmesi" bir zorunluluk haline gelmiştir.
Aynı restorasyon programının uygulandığı bir çok ülkede olduğu gibi Türkiye'de de son yirmi yılda neoliberal programların (Özal gibi) en vahşi uygulayıcılarının "devrimci" olarak tanımlandığı, emperyalizmin dayattığı programların "büyük reformlar" olarak sunulduğu, emperyalizme uşaklığın "çağdaşlık" sıfatıyla onurlandırıldığı, Eczacıbaşı ülkenin en büyük tekelcilerinden birinin "solu birleştirme" toplantıları yaptığı koşullarda işçi sınıfının belleğinin yenilenmesi kesin olarak gereklidir. Devrimci sosyalizmin önüne koyduğu devrimci atılım programının asli hedeflerinden biri de budur. Bu, bütün seçim tartışmalarının ötesinde, esasa ilişkin bir sorundur. Bugün Türkiye'nin ihtiyacı, gerçekten de bütün toplumsal yapıyı, bütün kurumları ortadan ikiye kesen ve herkesi sahte gündem maddelerinin sahte ölçütlerine, sahte kavramlarına göre değil gerçek ölçütlere göre yeniden konumlandıran bir devrimci atılımdır. Emekçilerin gerçek yaşamlarından, onların gerçek sorunlarından hareket eden bir politik askeri müdahale, bugünkü kümelenişleri dağıtacak ve ortaya çizdiği kırmızı çizginin bir yanında halk düşmanları, yiyiciler, Amerikancılar, vb. kalırken, diğer yanında ise medyanın biçip diktiği "çağdaş-çağdışı", "ilerici-gerici" gibi kostümlerden kurtulmuş emekçi yığınları ve halktan yana aydınlar ve diğerleri kalacaktır. Yeniden Fontamara köylüsünün diline dönersek, bu, "en son gelenler"le bütün önceliklilerin ve onların uşaklarının nihai ayrışması anlamına gelecektir.
Ancak o zaman ittifaklar kavramı da gerçek bir anlam ifade edecek, doğru bir zemin üzerine oturacaktır.

***
Sonuç olarak toparlarsak, devrimci sosyalistler, önümüzdeki yerel seçimlerde "düzen partilerine oy yok!" sloganı çerçevesinde hareket edeceklerdir. Özel olarak herhangi bir "sol" ittifak ya da legal sol girişim aleyhinde propaganda yürütmeyecek olan devrimci sosyalizm, diğer yandan mevcut ittifak girişimlerini de benimsememektedir.
Bu seçim dönemini de devrimci düşüncelerin kitlelere açıklanmasının bir platformu olarak gören devrimci sosyalizm, mümkün olan her yerde her olanağı kullanarak emekçi kitlelere düşüncelerini açıklayacak ve baskıdan, zulümden, sömürüden kurtuluşun tek yolunun devrim olduğunu bıkmadan, usanmadan vurgulayacaktır.


 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul