Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

S. Munzur Şafak

İsyan Ve Yozlaştırma
"Dersim dört dağ içinde" denilir ya türkü sözlerinde, tam da öyledir. Orman, koru, maki ve volkanik kayalıklarla dolu dağların orta yerinde ve deniz seviyesinden 914 metre yükseklikte kurulmuştur bu güzelim kent. Munzur ve Harçik akarsularının kardeşçe kaynaşmasına tanıklık eden Dersim; gözeleri, minicik pınarları, toprağı sarmalayan yeşil bitki örtüsü, rengarenk çiçekleri mesken edinen kısa ömürlü kelebekleriyle, zengin bir doğal güzelliğe ev sahipliği yapar. Bu doğal ve zengin güzelliği; ne hoyratça bağrına saplanan betonarme yapılar, ne dağlarına bir hançer gibi saplanmaya çalışılan helikopter bombaları-napalmları, ne de yeşil bitki örtüsüne serpiştirilen kimyasal maddeler, tırtıllar ve çekirge sürüleri bozabilir. Çünkü, kentin güzelliği, yüreğindedir. Yüreği ise; Seyyit Rıza'dan-Zilan'a uzanan isyancılığıdır. Yani, bir isyan kentidir Dersim...
İşte bu güzelim isyan kenti, devlet eliyle yozlaştırılmaya çalışılıyor. "Peki ama neden?" diye sormak pek de anlamlı değil aslında. Tarihinden bu yana isyancıdır ve muhaliftir. Sömürgeci zorba egemenler için, ezilmesi gereken bir isyan odağıdır/kentidir. "Tenkil ve tehcir"in yetmediği yerde, asimilasyon devrededir. O da yetmeyince, her türden ahlaksızlığın, düşkünlüğün ve yozlaşmanın önü açılır. Öylesine yozlaştırılmalıdır ki Dersim; ne isyandan eser kalsın, ne de muhalif kimlikten... Varsın, sokaklarında balici-tinerci çocuklar kendinden geçmişçesine dolansın. Varsın, Munzur kenarları, akşamcılara mesken eylensin ve kent içindeki birahaneleri, etlerini teşhir eden, yüklü bir "bahşiş" karşılığında bir "öpücük" veren kadınları barındırsın ne çıkar. Yeter ki, isyan tükensin, devrimci ve demokratik kimlik son bulsun...

İsyan Kenti
Bugün, 25.100 kişilik nüfusuyla, Türkiye sınırları içerisinde en çok göç veren kentlerin başında gelen Dersim, Kuzey Mezopotamya'nın isyan odağı olmanın haklı gururunu taşıyor. 1938 Dersim İsyanında, sömürgeciliğe karşı başkaldırıda yaşanan kahramanlıklar ve Kürt Halkı'nın verdiği canlar, döktüğü kan ile hafızalara kazınmıştır. Mustafa Kemal'in çizdiği "bastırma harekatı" -ki, bu plan, bugün Trabzon "Atatürk Kültür Müzesi"nin duvarlarını "onurla" süslemeye devam ediyor- ile sonlandırılan Dersim İsyanı, Kürt halkı'nın kahramanlıklarıyla doludur.
"Bastırma harekatı" ile kan kızıla boyanan Dersim, aynı ölçüde direnişlere ve kahramanlıklara da tanıklık eder. Kürt halkı, bu isyanda oldukça başarılı direnişler sergilemiştir. Dersim'in Halboru Köyü (Geyiksuyu Nahiyesi civarı) yakınlarındaki Kırmızı Dağ; bu dağın arkasında ve Dersim merkezine yakın "Laç Deresi"; Pülümür Vadisi'ne yakın "Roj Deresi"; yine Pülümür Vadisi civarındaki "Haydaran Dağı" ve "Ovacık Vadisi" ...vb. yerler, isyanın en şiddetli geçtiği ve bir o kadar da kanla bastırıldığı yerlerdir...
Direnişin dozajı arttıkça, kanlı bastırma harekatının da dozajı aynı oranda artırılmış ve Dersim kan kızıla boyanmıştır.
Mavzerlerindeki son mermilerine kadar çatışıp, mermileri tükenince sömürgeci güçlerin sağlam ele geçirmemesi için tüfeklerini parçalayanların ve mitralyözlerindeki mermiler bitince, onu uçurumlardan yuvarlayanların kahramanlık öyküleri, Dersimlilerin dillerindedir, türkülerindedir. Genç Kürt kızları, sömürgeci güçlere teslim olmamak için, Halboru Gözeleri'nin civarındaki uçurumlardan kayalıklara atlayarak türküleşmişlerdir. Tıpkı, Aişer'in eşi Zarife gibi...
İşte bugün söylenen; "Kürdün gelini/işgalciye vermez elini" türküsü, bizlere isyan günleri kahramanlıklarının bir kesitini anlatır. Kanlıdır, hüzünlüdür ve acı ağıtların sahibidir Dersim. Öyle ya, "süngü uçlarında donakalmış(tır)/bebelerin ilk gülüşleri..."
Ve Dersim isyanı, kanla bastırılmıştır. "Tunç-eli"ni kullanan sömürgecilik Laç Deresi ve Munzur'un kızılca akmasını sağlayacak kadar kan dökmüş, can almıştır. Genç-yaşlı binlerce Kürt, kurşuna dizilmiş; tecavüz edilen yüzlerce kadın/genç kız vahşice katledilmiş; doğmamış bebeler süngü uçlarında can vermiş; aksakallı dedeler ve yaşlı nineler, dipçik darbeleri altında hunharca öldürülmüşlerdir, özcesi, adeta bir soykırıma uğratılmıştır isyancı halk.
Mustafa Kemal'in manevi kızı olan ve bugün adı İstanbul'da bir havaalanına verilen ilk kadın pilot Sabiha Gökçen de, kullandığı uçakla gökyüzünden bomba yağdırmıştır haklı ve meşru bir isyanın sahibi Kürt Halkı'na. İlk kadın pilotun eli, kanlıdır. Enola Gay'i kullanarak Hiroşima'ya atom bombası atan ve yüzbin civarında insanı katleden pilot ne kadar suçluysa, tıpkı onun kadar suçludur Sabiha Gökçen.
Oldukça kanlı bastırılan ve binlerce Kürt'ün canına mal olan Dersim İsyanı sonrasında gerçekleştirilen zorunlu göç ("tehcir") uygulaması sonrasında gündeme getirilen "asimilasyon" politikasının da katkısıyla; tam 35 yıl suskun kalmıştır Dersim. Adı bile değiştirilmiş, sömürgeci devletin katliamını sürekli anımsatırcasına "Tunceli" ismi verilmiştir bu kente.

Uyanış
Adeta, üzerlerine ölü toprağı serpilen Kürt Halkı, çok uzun yıllar sessizce beklemiş ve isyanını içinde biriktirmiştir. Ta ki; 1971 devrimci hareketinin önderlerinden İbrahim Kaypakkaya'nın bölgedeki faaliyetlerine kadar...
İbo'nun önderliğindeki hareketin, bu alanlarda kısa süreli de olsa geliştirdiği faaliyet, Kürt Halkı'nın üzerindeki ölü toprağının atılmasına vesile olmuş ve Vartinik Köyü/Mirik Mezrasında Ali Haydar'ın şehit düştüğü çatışmayla yeniden isyan kenti olmasının önü açılmıştır. Böylece, Kürt Halkının içinde büyüttüğü isyancılık açığa çıkmış ve "muhalif kimlik" yeniden başat kılınmıştır.. .
İbo'nun işkence tezgahlarında katledilmesiyle sonuçlanan devrimci hareketlenme, Dersim' in mücadeleci ruhunun yeniden ivme kazanmasına zemin oluşturmuştur. Özellikle, 1975-76'lardan sonra, Türkiye Devrimci Hareketi'nin, isyan kenti topraklarında da filizlenmesine tanık olunmuştur. Türkiye'nin "Misak-ı Milli" sınırlarını esas alan ve Kuzey Mezopotamya'nın sömürge bir ülke olduğu gerçeğini reddederek, bir anlamda "şoven/sosyal şoven" anlayışla; "tek ülke tek devrim" ilkesiyle hareket eden "Türkiye" kökenli devrimci hareketlerin mesken edindiği Dersim; geçmiş isyancı kimliğine uygun bir ev sahipliği yaparak, sömürgeci güçlere korku salmaya devam etmiştir... (*)
Böylece isyancı emekçi kitlesi ile devrimci savaş için muazzam olanaklar sunan coğrafyası ile Dersim yine ayağa kalkmış ve devrimci hareketlere büyük bir yönelim yaşanmıştır. Ancak bu dönemlerde Dersim'de etkinlik kazanan devrimci ve sol hareketlerin izlediği kimi yanlış politik çizgiler bu dinamiklerin kalıcı ve güçlü mevzilere dönüşmesini engellemiştir.
Bunun yanı sıra, devrimci ve ulusal kimlikli hareketlerin "iç çatışmaları", sömürgeci egemenlerce çok iyi bir biçimde kullanılmış ve mücadele "iç"ten sekteye uğratılmıştır. Böylece, "ulusal" kimlikli hareketlerin çeşitli yanlışlıklarının yanı sıra; Türkiye Devrimci Hareketi'nce, "ezilen bağımlı ulus" ve/veya "ilhak" tespitlerinin başat kılındığı bir çözümlemeyle baştan itibaren yanlış bir ilişkilenme kurulan Kürt Coğrafyasının isyan kenti Dersim, 12 Eylül'le birlikte bir kez daha "tenkil ve tehcir" politikalarına maruz kalmıştır. Bu politikanın bir uzantısı olarak gündeme getirilen asimilasyon ile Dersim, yeniden "Tunceli" kimliğine büründürülmeye çalışılmıştır.
Dönemin valisi Kenan Güven'in, alevi köylerine bile cami yaptırması, futbolun yaygınlaştırılması için aşırı çaba sarf etmesi ve kendi adında bir takım kurarak futbol ve çeşitli spor müsabakaları düzenlediği belleklerdedir.
"Kürt dili"nin yasaklanması ve ulusun kendini inkara zorlayacağı bir eğitim sisteminin gündemleştirilmesi, baskı ve zulümlerle birlikte yürütülen asimilasyoncu politikaların başında gelmektedir.
Kendini inkarın, yozlaşmanın ve çürümenin temelleri; sömürgeci faşist güçlerce bir kez daha devreye sokulmuş ve Kürt Halkı, kimliksizleştirme/kişiliksizleştirme politikalarının ivmelendirildiği bir süreç yaşamıştır.


"Topyekün Savaş" ve "Özgürlük Rüzgarı" Zilan

Sömürgeci faşist egemenlerin 12 Eylül politikaları, uzun yıllar etkin kılındı. 1980'li yılların başında, Türkiye kimlikli bazı devrimci hareketlerin bölgede varlığını sürdürmüş olmasına rağmen etkin bir mücadele hattı geliştirememesi, 12 Eylül politikalarının boşa çıkartılmasını sağlayamadı.
PKK'nin, 1984 Atılımı'ndan bir kaç yıl sonra Dersim'de faaliyetini geliştirmesi, bir kez daha Kürt Halkı'nın isyan damarının kabarmasına zemin oluşturdu. Ancak; "dinsel", "dar ulusal" söylemin ve pragmatist politikaların PKK çizgisine başat kılınmasının yanı sıra, yine "devrimci" ve "ulusal" kimlikli hareketlerin kendi aralarındaki "iç çatışmaları" ve "iç'e yönelimleri", isyan kentinin ileri bir noktaya sıçramasının ve Mezopotamya'nın "isyan odağı" olarak anılmasının önüne geçti...
Sömürgeci faşist devletin, "topyekün savaş" ilan ettiği 1990'lı yıllarda, Dersim'de gerillayı sahiplenen Kürt Halkı, yeni kahramanlıkların yaratıldığı bir direniş sergiledi. Geçmişte yaşanan "iç" olumsuzlukları bir yana bırakan halk, gerillanın kahramanlıklarına uygun yanıt vererek, tüm gücüyle mücadeleyi sahipleniyordu.
Gözaltında kayıpların, yargısız/yerinde infazların, yerleşim yerlerinin yakılıp/yıkılmasının, gıda ambargosunun, gidilmesi yasaklanan yerleşim yerleri ve mezraların, mayınlanan köylerin ve dipçik/süngü zulümlerinin hiçbiri, isyan kentinin onurlu direnişini sekteye uğratamadı...
Bu ölüm-kalım mücadelesinde, gerillanın kahramanlıkları bir kez daha Dersim'in her yanını sarıyor ve dillerde efsanelere, türkülere dönüşüyordu. İşte Zilan (Zeynep Kınacı), gerillanın bu kahramanlığını en ileri noktaya taşımak için, bedeniyle korku saldı sömürgeci faşist egemenlere. Zilan, "Palavra Meydanı"nı "Özgürlük Meydanı"na çeviren bu onurlu eylemiyle; sömürgeci faşist güçlere korku salarken, sadece Dersimlilerin değil, tüm Kürt Coğrafyasının "Özgürlük Rüzgarı" olarak, Ulusal Kurtuluş Mücadelesi tarihindeki yerini aldı...

Yozlaştırma Politikaları
"Topyekün Savaş" ilanıyla birlikte, sömürgeci faşist egemenler; bir yandan zulüm ve asimilasyon politikalarıyla Kürt Halkı'nı sindirmeye çalışırken, diğer yandan yozlaştırma politikasını daha da ivmelendirerek, Dersim'in "çürütülme"sini amaçlamaktaydı!
Yozlaştırma politikası; bizzat devlet eliyle gerçekleştiriliyordu. Bu konuda, esas olarak üçlü bir çalışma yürütülmekteydi. Fuhuş, uyuşturucu ve işbirlikçilik...

Fuhuş:
Kapitalizmin parçalayıcı ve çürütücü etkisine rağmen, ahlaki değerlerini korumaya çalışan Kürt Halkı'nın "çürütülmesi"ni hedefleyip bunun yolunun "fuhuşu yaygınlaştırmak" olduğu tespitini yapan sömürgecilik bu konuya öncelik verdi. "Cinsel güdülerin" kışkırtılarak değerlerin bozulması için, bizzat harekete geçti.
Gençliğin en fazla bulunduğu okullarda ve esnaf içerisinde yaygınlaştırılacak olan fuhuşun, bütün Dersim'i kapsayacağını hesaplayan sömürgeciler, "iş"e öncelikle bu alanlardan başladılar. 1996-97 yıllarında, asimilasyonist eğitim kurumları olan okullara atanan bayan öğretmenlerin seçiminde; "fuhuşun yaygınlaştırılması politikası"na uygun "kişiliksizler"in kente getirilmesine öncelik verildi. "Ağ"a düşürülen, gencecik kız öğrenciler, bu "sektörün "kurbanı" olarak, çürümeyi hızlandıran "araç" oldular. Kent esnafı, fuhuşun "müşteri" ve yaygınlaştırıcısı olmakta gecikmedi, özellikle zengin esnaf kesimi, fuhuşun yaygınlaştırılmasına maddi katkı yaptı ve değerlerin bozulmasına olanak sağladı.
Böylece kent merkezinde başlayan fuhuş, çevre ilçelere kadar yayıldı.
Polisin, yaygınlaşan fuhuşu daha da kışkırttığı, yaydığı ve hatta bunun tüm Dersim'i kapsaması için ön ayak olduğu biliniyor. Zaten kentte; polis ve diğer baskı güçleri, halk arasında oynadıkları bu role uygun sıfatlarla anılıyorlar. Bu nedenledir ki; fuhuş, devletin baskı güçlerince fiilen "suç" olmaktan çıkartılmış ve bu konuda kovuşturma yapılma gereği bile duyulmamıştır...
Fuhuşun ne kadar yaygınlaştırıldığını anlamak için; kent içindeki parklara, kafelere, birahanelere ve kent merkezine yakın yerlerdeki mesire yerlerine şöyle genel bir bakış, yeterli olacaktır.
Birahanelerde, ellerindeki bira şişeleri/içki kadehleriyle sokak ortalarında yarı-çıplak vaziyette "müşteri" toplayan kadın garsonlar ve başka fotoğraf karelerine yansıyan değişik görüntülü genç kızlar/kadınlar... Belki unutulmuştur ama, tüm bunlar "isyan kenti"nin insanlarıdır. Dışarıdan getirilen kadınlardan çok daha fazlası, fuhuşun "iç"teki uzantılarıdır. Evet, tam da böyledir'. Tıpkı, Munzur Festivali'nde "müşteri" avına çıkan sarhoş genç kızların, Dersim ve çevre ilçelerinden olduğu gerçeği gibi...

Uyuşturucu:
Sömürgeciliğin "çürüme" yaratmayı amaçlayan politikasının bir diğer ayağını, "uyuşturucu" oluşturuyor. Bu alanda da, oldukça "verimli" çalışma yapılmış ve uyuşturucu bağımlılığı, üç ayrı kategoride konumlandırılmıştır.
a) Balici-tinerci kesim: Ağırlığını UKM'nde yakınlarını/ailelerini yitirmiş olan kimsesiz çocukların/gençlerin ve ayrıca "sosyopat" kişiliklerin oluşturduğu bu grup; bizzat polis tarafından yönlendirilmektedir. Parkları, Munzur kenarlarını ve boş mekanları kendine mesken edinen bu kişiler; yaptıkları taşkınlıklar ve çevreye verdikleri zararlar nedeniyle, hiç bir biçimde kovuşturmaya uğramıyor ve zorunlu olarak karakola yansıyan olaylarda da, polis tarafından "arka kapı"dan salıveriliyorlar.
Kentte, devrimci, ilerici ve/veya yurtsever olarak tanınan bazı kişiler; polisin bizzat kışkırttığı bu "madde bağımlısı" kişilerin saldırılarına maruz kalmaktadır.
Böylece güvenlik güçleri; gelişen/gelişecek olan "demokratik muhalefeti" bastırma ve yıldırma görevini bu "taşeronlar"a havale ederek, kendini "AB'ye uygun gösterecek" bir tavır sergilemenin keyfini çıkarmaya çalışıyor. Aldıkları maddenin "uçuran" etkisi kendini gösterince, en yakınlarına bile zarar verebilen; hatta kendi kollarını/göğüslerini jiletle doğrayabilen bu insanların "zararsız yaratıklar" haline gelmesi, onlar için başarıdır. Yeter ki, devrimci/demokratik çevrelerden uzak kalsınlar; kesilen kolların, doğranan bedenlerin ne önemi var. Zaten onlar, "kendi çocukları" değil; "kırolar'ın piçleri"dir İşte, onurlu Kürt Halkı'nın çocuklarına/gençlerine reva görülen, sömürgeciliğin "çürütme" politikalarının bir yansısı...
b) Esrarcı kesim: Yine polis eliyle, esrar satımı ve içimi çoğaltılmaktadır. Satışını bizzat polisin yaptı(rdı)ğı esrarın, en fazla tüketildiği yerler; gençlik kesiminin bulunduğu alanlardır. Bunların başında da; okullar, kahvehaneler, esnaflar ve birahaneler gelmektedir. Susurluk Çetesi'nin elebaşlarından Urfa eski milletvekili Sedat Bucak'ın ürettiği esrarlar ve eroin türü uyuşturucular, Dersim gençliğini ve insanını zehirlemektedir. "Bol kazanç" sağladığı da düşünülürse; baskı güçlerinin bu türdeki uyuşturucu pazarlamadan sağladığı "kazanç"ın ikili yönü daha iyi anlaşılır. Hem para kazanılıyor hem de Dersim kitlesi uyuşturuluyor... Bu nedenledir ki; uyuşturucu kullanıcılarının mahpuslarda süründürülmediği ya da kendinden geçip sağa-sola saldıranların suçlanmadığı Kürt kentlerinin başında Dersim gelmektedir...
c) Alkol bağımlılığı: Kürt Coğrafyasında kişi başına en fazla alkol tüketilen kent, Dersim'dir. 25 bin nüfuslu kentte, 12-13 tanesinde kadın çalıştırılan yirmiden fazla birahane mevcuttur. Kent merkezinde ve mesire yerlerindeki içkili restoranları da sayarsak, içki satışı yapan mekanların sayısı artmaktadır. Elbette, yoksul akşamcıların mesken eylediği Munzur kıyıları ve pikniklerde tüketilen alkol miktarına bir de evlerde tüketilen alkol miktarını eklersek, bu kentin "alkolik" sayısının yükseklerde seyrettiğini anlamış oluruz. Öyle ki, neredeyse kent nüfusunun onda biri alkolle yakın temastadır ve bu sayı, eski isyan kenti için hiç de azımsanmayacak miktardadır...
Munzur kıyılarında; "Grup Munzur" veya "Ahmet Kaya"nın türküleri eşliğinde bira/içki tüketilen yerler ve bazı birahanelerin isimlerinin; "Vietnam Birahanesi", "Mavi Umut Birahanesi" olduğu düşünüldüğünde, çürütülmenin boyutu anlaşılıyor.
Doğal olarak birahaneler, alkolün en fazla tüketildiği mekanların başında gelir. Buralarda, beyinlerin uyuşturulmasının yanı sıra; yarı çıplak "hizmet" yapan genç bayan garsonlar aracılığıyla fuhuş da yaygınlaştırılmaktadır. Bu bayan garsonlar, tüm maharetlerini(!) kullanarak sokaklardan müşteri toplayıp, onları buraların müdavimleri haline getirirken, diğer yandan da, fuhuşun yayılmasına katkıda bulunmaktadırlar. Kadın çalıştırılan birahanelerin üst katlarında, buralarda çalışan kadınlar barınmaktadır ve aynı zamanda bu evler(!) fuhuş yuvası olarak da kullanılmaktadır.
Aşırı alkol tüketimi yapılması nedeniyle, taşkınlık yapan ve kavgalar çıkaran insanlar; her gece Devlet Hastanesi'nin acil servisini doldurmakta ve diğer uyuşturucu olaylarında olduğu gibi, kovuşturmaya uğrayacaklarına, polis tarafından serbest bırakılmaktadırlar. Zaten polis ve yerel mülki erkan, bu tür mekanların ruhsatsız açılmasına bilinçli olarak göz yummakta ya da ruhsat işlemlerinde her türden kolaylık sağlamaktadırlar.
Onlar için önemli olan, fazla miktarlarda alkol tüketilerek, beyinlerin uyuşturulması ve kimliksizleşme/kişiliksizleşme politikalarının başarılı olmasını sağlamaktır.
Sömürgeci memurlarca önemsenen; gencecik insanların, daha o yaşlarda alkolik olması veya gün boyu çalışan aile erkeklerinin eve para götüreceği yerde, kazançlarını buralarda tüketmeleridir. Eve para getirilmeyince de, fuhuşun yaygınlaşacağı hesap edilmekte ve çürümenin boyutlanacağı göz önüne alınmaktadır!
Üç ayrı kategoride ele aldığımız bu uyuşturucu grupları; polisin ve diğer baskı güçlerinin kontrolü altındadır ve bunları, istedikleri biçimde yönlendirmektedirler.
Polisler, beyinleri uyuşturulan bu gençlerin bir çoğunu; istediği kişilere saldırtarak ve gözaltına alınanları da "arka kapı"dan serbest bırakarak, kovuşturmadan uzak tutmaktadır. Mağdur edilen devrimci, yurtsever kişilerin ise; yıldırılarak siyasal kimliklerinden vazgeçmeleri beklenmektedir. İşte, yerleşim yerlerinde "vatandaş"ın can ve mal güvenliğini korumakla yükümlü güvenlik güçlerinin (!), Dersim'deki uygulamalarının uyuşturucu ile ilgili yaptıklarının özeti...

İşbirlikçilik:
Tarihinden bu yana, sömürgecilere karşı mücadele ve ihaneti, birlikte yaşayan Kürtler; İdris-i Bitlis'ten-Rehber'e direnişcilerin sömürgecilere teslim edildiği nice ihanetlere tanık oldu. Ulusal Hareketin gelişimiyle birlikte; mücadelenin yanı sıra, ihanetin ve işbirlikçiliğin de ivmelendiği bir süreç yaşandı. Özellikle, "tek taraflı ateşkes" dönemleri; işbirlikçiliğin, Dersim'de kendini yakıcı biçimde göstermesinin zemini oldu.
Polis ve JİT ("Jandarma İstihbarat Teşkilatı", JİTEM'in yeni adı) başta gençler olmak üzere, Dersim kitlesinin "işbirlikçi" konuma düşürülmesi için yoğun bir çaba gösteriyor. Kent içerisinde ve çevre ilçelerde, kırsal alanlarda geniş bir "istihbarat ağı" uygulayan güvenlik güçleri; değişik taktikler uygulayarak, bu yöndeki çalışmalarını sürdürüyor...
Evlerinden, köylerinden gözaltına alınan insanlar; baskı ve tehditle yıldırılarak ya da para ve çeşitli çıkarlar sağlanarak, işbirlikçilik tuzağına düşürülüyor. Böylece, "kişiliksizleştirme" politikası, tamamlanmış(!) oluyor. Baskı ve zulümden yılan; değişik menfaat ve para karşılığı "ruhunu satan" kişilerin bir kısmı "örgütlere ve yasal çalışma kurumlarına" sızdırılıyor. Bunlar, mücadeleye oldukça büyük zararlar veriyor. Gerillalar pusuya düşürülüyor, devrimci/yurtsever kişiler, işbirlikçilerin alçakça ihanetiyle yüz yüze kalarak, canlarından oluyor veya zindanlara atılıyorlar.
Güvenlik güçleri, baskıyla korkutamadığı ya da parayla/menfaatla satın alamadığı kişileri "düşürmek" için, her yöntemi uygulamaktan geri durmuyor. Kurumlara sızdırdığı kişileri kullanarak, devrimci/yurtsever kişiler hakkında çeşitli "şaibeler" yaratmaya çalışıyor.
Böylece, ya bu kişilerin "düşürülmesi" sağlanıyor ya da hakkında "şaibe" yaratıldıkları için, kitle içinde faaliyet gösteremeyecek duruma getiriliyorlar. "İşbirlikçi, genç kız/kadın düşkünü, ayyaş, hırsız ...vb." suçlamaları ile haklarında şaibe yaratılan kişiler yıpratılarak, devlete daha yakın duran ya da "sorun yaratmayacak" kişilerin kurumlarda etkin kılınması sağlanıyor. Böylece, yasal kurumlar içerisinde demokratik çalışmalar yürüten devrimci/yurtsever kişiler, bilinçli biçimde tasfiye edilmiş oluyor.
Ayrıca baskı güçleri, örgütlere sızdırdığı kişileri kullanarak; kamuoyunda "devrimci" olarak bilinen ve/veya "devrimci/yurtsever" çevrelerle belirli bir ilişkilenme içerisinde olan insanlar hakkında asılsız suçlamalar gündeme getirilmesi gibi bir başarı(!) elde ediyor, içerisinde, bazen bir ya da bir kaç ismin yeraldığı ve bazen de onlarca kişinin "işbirlikçi" suçlamasına maruz bırakıldığı listelerin yayınlanması, bu politikanın bir sonucudur. "Çamur at, bulaşmazsa bile izi kalır!" anlayışıyla hareket eden sömürgeci baskı güçleri, bu konuda oldukça başarılı sayılır. Zira, Dersim'de, sık sık "işbirlikçilerin isim listelerinin yazılı olduğu imzalı ya da imzasız bildiriler ortalıkta dolaşıyor. Böylece, kimin gerçekten işbirlikçi olduğu ya da olmadığı "bulanıklaştırılarak", kitlede "güvensizlik" yaratılıyor. Herkes, birbirinden kuşku duyuyor ve "korku imparatorluğu", amacına ulaşıyor. Gerçekten de devrimci faaliyet içerisinde olan ya da devrimci değerleri sahiplenen kişilerin, kitle bağı kopartılıyor veya zayıflatılıyor. At iziyle it izinin birbirine karışmasından da, elbette sömürgecilik yararlanıyor...
Görüldüğü üzere, sömürgecilik; fuhuş, uyuşturucu ve işbirlikçiliği yayarak, yozlaştırmada oldukça yoğun bir çaba harcamış ve isyan kenti Dersim'in yozlaştırılmasında önemli gelişim kaydetmiştir.
Böylece, Dersim'in alevi, sol kimlikli ve düzen muhalifi dokusu bozularak; yozlaşmış ve çürümüş bir yapı egemen olmaya başlamış ve de "kimliksizleştirme/kişiliksizleştirme" politikası güçlendirilmiştir..

Yozlaşmaya Katkılar...
Devletin "yozlaştırma" politikalarına, ne yazık ki, niyetten bağımsız da olsa "sol" katkılar mevcuttur! Ve yapılan bu katkılar; bilinçlerin bulanıklaştırılması"na ve devrimci adaletten/inandırıcılıktan kuşku duyulmasına neden olarak, güvensizlik tohumlarının yeşermesine zemin oluşturmuştur...
Bu "katkılar"ı, satır başlarıyla ele alalım.

l Yapılan en önemli katkı; "adalet" kavramının içinin boşaltılmasına yönelik olanıdır. Bu konu, iki biçimde gündeme gelmektedir.
1- "İç adalet"teki yanlış uygulamalar, oldukça önemli bir sorun olarak, başta Dersim kitlesinin ve tüm emekçi kitlelerin "çözüm" aradığı konudur. Yapılan hatalar, öylesine önemli boyutlara ulaşmıştır ki; "adalet adına adaletsizlik" yapıldığı kanaati başat kılınmaya başlamış ve adalet kavramı dumura uğratılmıştır.
Bir süre önce, "işbirlikçi, hain" diye öldürülenlerin; daha sonra suçlamaların asılsız olduğu belirtilerek, itibarları iade edilmiştir. Haksız yere suçlamalarda öne çıkan nokta ise; kişisel husumetler, aşiret çelişkileri, mevki düşkünlüğü ve pragmatist yaklaşımların bileşkesinin oluşturduğu dar köylü zihniyeti ve çeteci anlayıştır. Öldürmeler, işkenceli sorgu olayları, demokrat insanlara dönük "vergilendirme" adı altında zorla para alma olayları devrimci adalet duygusunu ciddi ölçülerde tahrip etmiş, emekçilerin devrimci adalet olgusuna kuşkuyla yaklaşmasına ve hatta çoğu durumda bu noktada inanç yitimine yol açmıştır.
2- Devrimci faaliyetin bulunulan alanda egemen kılınması ve otorite geliştirilmesi için; kentteki esnafa, gençlere ve kırsal alandaki köylülere baskı ve meşru olmayan şiddet uygulaması, Dersim'de oldukça yoğun yaşanmış ve tüm bunlar, kitle tarafından hoşnutsuzlukla karşılanmıştır. Elbette bu uygulamalar; tipik çürüme işaretleridir ve devrimcilikle/yurtseverlikle uzak yakın hiçbir ilişkisi yoktur!

l 12 Eylül'den önce başlamış olan "sol içi çatışmalar"; özellikle 1990'lı yılların başlarında artmış ve bir çok ölümlü olayın gündeme gelmesine tanık olunmuştur. Bu "sol içi çatışmalar"; bir yandan kitlede "güvensizlik" yaratırken, diğer yandan da "aşiret" ilişkilerinin güçlenmesine zemin hazırlamıştır. Çatışan taraflardan birini tutarak, kendi aşiret ilişkilerinin güçlenmesini sağlayanlar, Dersim kitlesinin bilgisi dahilindedir.

l"Devrimci inandırıcılığın yitirilmesi"ne neden olan faktörler kendini ayrıca iki başka biçimde de ortaya koymaktadır.
1- "Abartılı yaklaşım"; kitlede devrimci inandırıcılığın yitirilmesine neden olan en önemli faktörlerden biridir. Küçük ve orta çapta silahlı çarpışmalar bile; devrimci/yurtsever kesimlerce "büyük muharebe" olarak verilmekte ve "düşman güçleri onlarca kayıp verdi" denilerek, kitlelerin devrimcilere inancı zedelenmektedir. Sömürgeciliğin psikolojik harekatının da etkisiyle, kitlenin neye inanıp-inanmayacağı bulanıklaştırılmaktadır. Bu abartılı yaklaşımların, halkın dilinde devrimcilerle dalga geçilme malzemesi haline gelmesine izin vermektense gerçekleri yalın bir biçimde ortaya koymak ve her türden abartılı yaklaşımdan kaçınmak evladır ve doğru devrimci tavır da budur...
2- Yine, devrimci/yurtsever çevrenin bol "ceğiz-cağız"lı ve kısa sürede büyük işler yapılacağı beklentisi yaratan ajitasyonlarının, pratikte karşılık bulmaması, "inandırıcılık"ın yitirilmesinin bir diğer nedenidir. Bu tür kuru ve boş ajitasyonların sık sık tekrarlanması ise, kitlede umutsuzluk da yaratmaktadır.

l Bölgede bulunan devrimci ve yurtsever hareketlerin bazıları, kendilerini etkin kılmak amacıyla yürüttükleri taraftar sayısını çoğaltma faaliyetlerinde, devrimci olmayan yöntemlere de başvurmaktalar.
Bu pragmatist yaklaşımlar ise, devrimci/yurtsever kesime duyulan güveni tamamen sarsıyor ve devletin bilinçleri bulanıklaştırmasına da neden olabiliyor...
Tüm bu saydıklarımıza bağlı olarak, devrimci/yurtsever yapılar, inandırıcılığını kaybediyor, bilinçler bulanıklaştırılıyor ve kitlelerde güvensizlik yayılıyor. Böylece kitleler; "umut" olarak görebileceği, kendi öz örgütlülüğü olması gereken devrimci/yurtsever yapılardan yoksun olarak, devletle baş başa kalıyor. En temel konuların öne çıkarıldığı "basın açıklamaları"na 15-20 kişilik kitlenin katılması ve kitlenin, çocuklarının devrimci mücadeleye katılması konusundaki isteksizliğinin temel nedenlerinden bazıları da bu tür uygulamalardır.
Doğal olarak bu yaşanılanlar da; devletin bilinçli "yozlaştırma" politikasını ivmelendiren bir zemin oluşturuyor.
Bir bütün olarak ifade edecek olursak, işte isyan kenti Dersim'in, "yozlaştırılma" ve "çürütülme" politikalarının özeti budur…

Demokratik Hareket
Sömürgeciliğin bilinçli politikalar uygulayarak, "yozlaştırma" ve "çürütme"ye çalıştığı ve de bunda oldukça ileri adımlar attığı Dersim'i, yeniden "isyan kenti" yapmak için, bazıları ivedilik arz eden çeşitli görevler mevcuttur. Bunların bir bölümünü (legal-açık alandaki devrimci, demokratik çalışma boyutunu) satırbaşlarıyla verelim.
Sömürgeciliğin "yozlaştırma/çürütme" politikaları, sözlü ve yazılı biçimlerde teşhir edilmeli. Dersim kitlesinin bulunduğu her alanda, bu teşhir politikası ısrarla yürütülmeli. Esnaflarla, gençlerle ve ailelerle yapılacak bireysel ya da toplu söyleşilerde, bu konu anlatılmalı ve Dersim kitlesinin yeniden isyancı kimliğine bürünerek, öncelikle "devrimci ve demokratik kimlik" kazanılmasının yolları bulunmalı ve buna bağlı olarak da, Seyit Rıza'nın başkaldırı ruhunu kuşanarak sömürgeciliğe karşı mücadele etmenin kanalları yaratılmalı...
Fuhuş ve uyuşturucu şebekeleri teşhir edilerek, bu "pislik yayıcıları"na karşı her türden tavır alınmalı ve bu kişiler tamamen tecrit edilerek yalnızlaştırılmalı.
"İşbirlikçi" olduğu kesin olarak kanıtlanmış kişilerle, her türden ilişki kesilmeli ve öncelikle bunlar uyarılarak, halka ihanet etmekten vazgeçmeye çağrılmalı. işbirliğine ısrarla devam edenlere, gereği yapılmalı.
Bu üç noktada; Dersim'de bulunan ve devrimci/yurtsever nitelikteki çeşitli parti, kurum ve tüm DKÖ biraraya gelerek, bir "Demokratik Hareket" odağı kurmalı ve yozlaştırma politikalarına karşı ortak tavır almanın yollarını bulmalıdır. Yozlaştırma politikalarının teşhirine yönelik çok yönlü bir aydınlatma çalışması yapılmalıdır. Ayrıca, fuhuş ve uyuşturucu mekanlarının kapatılması için, toplu gösteriler düzenlenmeli ve bu pislik yuvaları; kitlesel eylemliliklerle dağıtılmalıdır!
On yıllardır Dersim kırlarında, kent ve ilçe merkezlerinde devrimci güçlerin ayak basmadığı tek bir karış toprak, girilmedik tek bir ev, tek bir işyeri olmamasına karşın, sağlam bir köylü kooperatifi hareketinin, devrimci, demokratik kültür hareketinin ve kurumlarının yaratılmamış olması acıdır. Kitle edebiyatı çokça kullanılsa da, Coğrafyamızın devrimci gelişmeye en açık bölgesinde devrimcilerle emekçi kitleler arasındaki ilişki bir bütünleşme ilişkisine oldukça sınırlı ölçülerde (ki bu da daha çok Ulusal Hareket tarafından gerçekleştirilmiştir) dönüşmüştür.
İlerici tarihsel geleneklerle yoğrulmuş emekçi Dersimli seçim günü sabah gidip gece gündüz topraklarını bombalatan Tansu Çiller'in, Mehmet Ağar'ın DYP'sine oy verip, akşam gerillaya yardım götürebiliyor. Kurumsallaşmış kitle mücadeleleri içinde örgütlü mücadeleye çekilmeyen emekçi insanın politik kimliği böylesine parçalanabiliyor. Sömürgeciliğin geliştirdiği yozlaştırma, çürütme hareketinin başarısının arkasındaki temel faktörlerden biri de budur. Bu bağlamda, özellikle gençlerin ve duyarlı kesimlerin bir araya gelerek, kendi geleceklerine ve kültürlerine sahip çıkabileceği bir eğitim olanağı sağlayacak nitelikteki, Halk Kültür kurumları yaratılmalı ve böylesi mekanların sayısı çoğaltılmalıdır... Bu tür politik-kültürel kurumların yanı sıra köylere dönük kooperatifler, köy halk kütüphaneleri vb. girişimler geliştirilmelidir. Bu ve başkaca kanallar yoluyla kitlesel ve kalıcı öz örgütlerini-kurumlarını yaratmaları ve bunlar yoluyla mücadelenin öznesi olmaları sağlanmalıdır.
Devrimci/yurtsever çevreler; adaletli, açık ve dürüst, abartıdan kaçınan ve dediğini yapan nitelikleri kuşanarak, yeniden halkın güvenini kazanmalı ve "umut" olabilme yolunda yeni başlangıçlar yapmalıdırlar.
Bunlar, öncelikli görevlerdir ve bir an önce gerçekleştirilmesinin önünde hiç bir engel yoktur.
Unutmayalım ki; geçen her dakika, onurlu halkın bir ferdinin daha yozlaştırılmasına/çürütülmesine neden olmaktadır. Gençleri sokaklardan, birahanelerden ve fuhuş/uyuşturucu bataklıklarından kurtararak, dağlarda umut elçileri olmasını sağlamak, öncelikli görevin yerine getirilmesiyle örtüşür. Öyleyse, bu görevleri yerine getirmek için, bir araya gelmekten başka seçeneğimiz yoktur!..
Bu öncelikli görevleri yerine getirirken; Ulusal Kurtuluş Mücadelesi'ni geliştirmenin ve doğru biçimde yürütülmesinin tüm kanalları da açılmaya çalışılmalıdır. UKKTH ilkesi temelinde, "Bağımsız Birleşik Demokratik" bir ülke kurma şiarı, yeniden yükseltilmeli ve bu yönlü propaganda, her koşulda yapılmalıdır...
Dersim'i, bu yoz ve çürütme politikalarından kurtarmak; yeniden eski ve şanına yakışır bir isyan kenti yapmak için, Dersim'in emekçilerinin ve gençlerinin birlikte hareket etme zamanı gelmiştir! Öyleyse, haydi hep birlikte Demokratik Hareket odağı oluşturmaya...

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul