Geçen yılın Mayın ayında Mark
Weisbrot tarafından yapılan ve NACLA.org tarafından
yayınlanan bu röportajı Venezuela'da olup bitenlerin
anlaşılması bakımında önemli buluyoruz.
M: Ben, Caracas'tan ABD gazeteleri için
çalışan tüm gazeteciler adına konuşuyorum ve onlar
ABD'de halkın Venezuela konusunda çarpıtılmış
bir bakış açısı (Venezuela'nın bir çeşit diktatörlük
olduğunu ve baskıcı bir hükümetle yönetildiğini
düşünüyorlar) olduğu konusunda hemfikir.
Bunu yanıtlayarak Venezuela'nın neden demokratik
olduğuna inandığınızı açıklar mısınız?
H: Sizin ısıyı bir termometreyle ya da
basıncı bir barometreyle ölçtüğünüz gibi biz de
demokrasiyi ölçmeye çalışabiliriz. Burada olanlar
ışığında tutuklanmış tek bir gazeteci var mı?
Hükümetin dört yılı boyunca hiçkimse tutuklanmış
ya da zulüm görmüş bir gazeteci gösterebilir mi?
Bir tek saniyeliğine de olsa kapatılmış bir medya
kuruluşu var mı? Evet, darbe süresince muhalefet
yürüten devlet televizyonu Kanal 8 vardı ama biz
medyaya ya da ifade özgürlüğüne gerçek bir baskı
var mı, onu ölçüyoruz....
... Demokrasi, temsiliyetle (partiler aracılığıyla
örneğin) de ilgilidir. Burada kaç tane siyasi
parti olduğunu sorabilirdiniz. Gerçek bir diktatörlükte,
yasama organında, devlet yönetiminde ve yerel
yönetimlerde tek bir partiye sahip olurdunuz.
Ama bugün Venezuela'ya baktığınızda, Ulusal Meclis'te
%52 civarında kesin çoğunluğa sahip bir koalisyon
var. Geri kalan partiler ise -ki bunların tamamı
muhalif partilerdir- koltukların %48 kadarına
sahiptir.
Günler ve aylardır hükümete karşı yapılan protestoların
ve gösterilerin sayısını da ölçtüğünüzde, bunların
hiçbirinin yasaklanmadığını görürdünüz. Objektif
olarak bizim bir demokrasi olduğumuzu kanıtlayacak
bir çok gösterge olduğuna inanıyorum. Mükemmel
değil belki ama demokrasiye sahibiz.
Anayasamızın insan haklarını gözetmek açısından
dünyanın en gelişmiş anayasalarından biri olduğuna
inanıyorum. Anayasamız, insan hakları ilkelerinin
tüm teorik derinliğini gözetiyor ve aynı zamanda
teorideki ifadelerin pratik ve toplumsal olarak
adil ve uygulanabilir bir taslağını da ortaya
koyuyor. Yerli hakları buna bir örnektir; aynı
şekilde daha fazla cinsiyet eşitliğini hedeflediğimiz,
hak edilmemiş tüm ayrıcalıkları (ekonomik, politik,
sosyal) ortadan kaldırmaya çalıştığımız kadın
hakları alanı da bir diğer örnektir.
Sizin de değindiğiniz yerlilerin hakları noktasında
şunu söylemeliyim: Biz, şu anda burada, Puerto
Ayacucho'da seninle konuşurken, yerli temsilcileri
de Anayasa'da belirtilen hakların uygulanmasında
kullanılacak mekanizmaların planını gösteren bir
belge hazırlamak için toplanıyorlar. Bu belge,
yerli topraklarının sınırlarını ve onların Anayasal
haklarının iadesini de içeriyor.
Anayasa'da başka unsurlar da var. Güney Cone'deyken,
Arjantin'de son askeri diktatörlük zamanındaki
30 bin kayıp insanı hatırladım. Buenos Aires'teyken
hâlâ kayıp çocuklarını arayan, yüreklerine ağır
bir duygusal yük taşıyan Plaza de Mayo Anneleri'nin
bir kısmıyla karşılaştık; binlerce kayıp anası!
Venezuela anayasasında işkenceyi, kayıpları ya
da yasal bir emir olmaksızın birini gözaltına
almayı yasaklayarak bu türden kaygıları da yanıtlıyoruz.
Anayasa, aynı zamanda tüm kamu görevlileri ve
askeri personele üstlerinden gelecek herhangi
bir işkence yapma ya da "yok etme" emrine
uymamayı emreder. Yine anayasamız, bilgiye ulaşma
hakkı, ifade özgürlüğü, kişisel itibar hakkı ve
ayrım gözetmeksizin herkese ekonomik haklar tanır.
Sosyal haklar konusunda dünyadaki en geniş ve
en derin anayasa. Üzerinde çok çalıştık. Sayfalarında
bulamayacağınız hiçbir toplumsal ve insani hak
hemen hemen yoktur.
M: Ve iktidara geldiğinizde yargılanmayı
bekleyen pek çok tutsağı serbest bıraktınız?
H: Tabii ki... On binden fazla kişiyi bıraktık.
Oligarşi, "suçluları ayrımsız bir biçimde
halkın üstüne salıyorlar" diyerek medya kampanyasının
startını verdi. Bu politikanın araştırma aşamasında
ben şahsen mahkumlarla görüştüm, kendi tutulduğum
hapishaneye gittim ve mahkumlarla, gardiyanlarla,
avukatlarla ve sosyologlarla konuştum. Venezuela'da
tutuklu olan insanların yarısından fazlası herhangi
bir hüküm olmaksızın içerdedir.
Hatta kimileri on yıldır bu durumdadır! Anayasayı
ve cesa sistemini yürürlüğe koyarken sadece mahkumların
belli adli haklarını değil, aynı zamanda onların
çalışma hakkını, gündüzleri dışarıya çıkıp geceleri
geri dönme hakkını ve bunun gibi bir dizi hakkı
teminat altına almayı planladık. Spor yapma, kültürel
aktivitelere katılma ve kendilerini ifade hakkını
tanıdık.
Politikamızı hâlâ geliştiriyoruz. Cezaevlerimizde
birçok şey değişti... Mahkumlar kendi hikayelerini
dünyanın geri kalanıyla paylaşabilsinler diye
cezaevlerine internet bağlantılı bilgisayar odaları
kurduk. Aynı ulaşım ve haklar hem kadın hem de
erkek mahkumlara sağlandı. Cezaevlerinde mahkumlara
ekmek fırınları kurmaya izin verecek küçük krediler
sunmaya başladık- bu bizi çok mutlu ediyor. Aynı
zamanda cezaevi çalışanlarından ve mahkumlardan
oluşan, cezaevi sistemi için reformlar önerecek
bir temsilcilikle cezaevi sistemi için fon oluşturmayı
hedefliyoruz.
M: Biraz da basından söz edelim. Hem uluslararası
basınla hem de Venezuela basınıyla sorunlarınız
var. Uluslararası basın: New York Times, gerçekten
2002 Nisanı'ndaki darbeyi onayladı. Belki 25 yıldan
fazladır ilk kez demokratik bir hükümete karşı
bir askeri darbeyi desteklediler. Bu, cumartesi
günüydü. Ve sonraki salı günü başyazıda bir geri
adım sözkonusu olsa da asla özür dilemediler.
Daha sonra onlarla görüştünüz mü ya da bir özür
istediniz mi?
H: Hayır; çünkü başımı ağrıtmaya değmeyeceğini
düşündüm. Hükümetteki ilk iki yılım boyunca çeşitli
ABD gazetelerinin editörlerini ziyaret etmeyi
öncelikli görev edinmiştim, hem de genellikle
sabahın üçünde varılan uzun gece yolculukları
yaparak... Bu editörlerle konuşmak için sabah
altıya kadar uyanık kalmalıydım. Bu tür fırsatlara
belki bir fincan kahve eşliğinde iyi ve değiştirici
bir sohbet olur ve karşılıklı saygıyla geçer diye
iyimser yaklaştım. Onlara karşı politikalarımızı
anlatarak, telefon ve faks numaralarını vererek
e-mail adresimi bırakarak oldukça sabırlı davrandım.
Herhangi bir soruları ya da tereddütleri olursa
onları aydınlatabilmemiz için beni arayabileceklerini
söyledim. İstedikleri her zaman gazeteci yollayabileceklerini
belirttim. Tüm bu yaptıklarımın çok önemli olduğunu
düşünüyordum.
Bu ABD'deki yaygın toplumsal bilinçsizliğin bir
parçası gibi görünüyor-bu toplum, günlük medyanın
entelektüel darbelerine karşı bir çeşit tepki
geliştirmek zorundadır. Birgün ABD halkının bir
çeşit eleştirel kitle bilinci geliştirip gözlerindeki
perdeyi kaldırıp atacaklarını ve medya güçlerinin
ne olduğunu göreceklerini içtenlikle umut ediyorum.
İnsanlığın hiçbir parçası, kendi gezegeninde insanlığın
geri kalanını hiçe sayarak yaşayamaz. ABD halkı,
eleştirel olmalı ve gerçeği ortaya çıkarmayı ahlaki
değerlere ve insanlığa karşı bir kişisel sorumluluk
haline getirmelidir.
Eduardo Galeano bir keresinde, global medya şirketlerinden
söz ederken şöyle demişti: "Daha önce hiç
bu kadar az sayıda insan, bu kadar çoğunluğu aldatmamıştı."
M: Peki Venezuela basını ne durumda? Bu
daha büyük bir problem; çünkü gerçekten muhalefetin
bir parçası durumundalar. Şu koşullar altında
adil bir seçim ya da referandum yapmak çok zor
değil mi? ABD'de eğer ABC, NBC, CBS sahibi olsaydınız
tüm kablolu kanallar ve gazeteler sizin safınızda
sıraya girerdi ve biz bunun adil bir seçim olduğunu
düşünmezdik elbette. Fakat sizin de bir probleminiz
var; eğer bu konuda bir şey yapmayı denerseniz
sizi sansürle suçlayacaklar.
H: Bu alandaki stratejimizi belirlemeye
çalışıyoruz. Medyanın bu tür düşmanlığıyla ilk
kez karşılaşmıyoruz. 1998 seçim kampanyalarında
da oligarşinin adaylarıyla bu hakir köle arasındaki
medya destek oranı, onların lehine ona birdi.
Aynı şey anayasa referandumu konusunda da oldu-
tüm medya haberleri, tam sayfa ilanlar ve manşetlerle
projeye karşıydı. Buna rağmen nüfusun %80'i ile
geçti. Darbe günü muhalefete medya destek oranı
yüze sıfırdı. Yüze sıfır! Bizim taraf dışındakiler
tamamen beyaz oydan yanaydı-seçim kampanyasından
bile daha kötü.
Aynı şekilde biz ve bir çok ülke seçim kampanyalarını
ve bunların finansmanını düzenleyen kanunları
çıkardık, adayların satın alabilecekleri tanıtım
olanaklarını ya da onlara verilecek propaganda
süresinin ne kadar olacağını belirlemeliyiz. Bu
konuda politik adaylara verilebilecek propaganda
süresinin ne kadar olacağına bir sınırlama getiren
Ekvador örneğini temel alıyoruz.
M: Evet, Brezilya'da da bunun gibi yasalar
var.
H: Evet, Venezuela'da yasama organı tarafından
onaylanacak bu tip bir düzenleme zaman gereklidir.
M: Hükümetinizin başardıklarından biraz
daha söz eder misiniz?
H: 1500 gündür hükümetteyiz, hemen hemen
dört yıl. Gelin bu sürenin bilançosunu çıkaralım.
Sağlık sektöründe çocuk ölümlerini çarpıcı bir
oranda azalttık. İktidara geldiğimde, çocuk ölümleri
binde 24'tü, ve şimdi binde 17. Bu rakamlar bazen
soğuk görünebilir, bu yüzden onları insan diline
ve ölçüsüne dönüştürmeliyiz. 24'ten 17'ye gitmek
demek; sağlık hizmetine ulaşamadıkları ya da sadece
yoksul oldukları için daha önceleri ölen, gerçek
rakamlara çevrildiklerinde binleri bulan çocuğun
hayatının kurtarıldığı, %30'luk bir düşüş demektir.
Eskiden, birçok anne adayı hastaneye gitmiyordu
ya da doğumdan sonra bebekleri aşılanmıyordu.
Doğum öncesi kontrolü büyük ölçüde geliştirdik
ve hastanelerin donanımlarını artırdık. Ölümlerin
gerçek nedenlerine ulaşmak için başarılı bir bağışıklık
programı uyguluyoruz.
Venezuela tarihinde ilk kez bir başkan Hepatit-B'ye
karşı kitlesel çocuk aşı kampanyaları yürütüyor.
Enfeksiyon oranını %15'e indirdik.
Okul çağına geldiği halde okula kayıt yaptıramayan
çocukların oranını azalttık ve okula kayıt olma
oranını %30'a yükselttik. Bu artışla okula kayıt
yaptıramayan çocukların %90'ını eğitim sistemine
kazandırdık. Bu şahane bir başarı. Her yerde okullar
inşa ettik. Binlerce yeni öğretmen atadık. Öğretmen
maaşlarını şimdiye kadarki en yüksek seviyeye
çıkardık.
Bolivar Okulları programını başlattık. Bolivar
Okulları kapsamındaki liselerimizin ilki bu öğleden
sonra açılıyor. Bu okul 2,5 yıl önce ziyaret ettiğim
Amazonas Eyaletinde. Oradayken okullarının para
sıkıntısından şikayetçi bir grup gençle konuşmuştum.
Kirli tuvaletleri ve akmayan sularıyla pis bir
okuldu. Bugün çok güzel bir okul! Size bugüne
kadarki gelişimimizin son aşamasını anlatacağım.
Tüm ülkede yüzlerce okul yaptık. Okullar kapasitelerinin
üçte birini çalıştırabiliyordu, bu okullara milyonlarca
Bolivar* harcadık. Sadece 3000 çocuğa hizmet veren
okul bölgeleri şimdi binlerce fazlasına hizmet
veriyor. 1998'de %10 olan okullardaki kadro eksikliğini
bugün %3'e indirdik.
Venezuela tarihinde ilk kez herhangi biri atlet
olabilir. Tüm yaşamım boyunca beyzbol ya da diğer
spor araçlarına ulaşamamanın sıkıntısını yaşadım.
Araç yoktu, beyzbol sahası yoktu. Tüm ülkedeki
spor tesislerini yeniledik. Tüm Latin Amerika'daki
en çok ve en iyi spor tesislerine sahibiz. Bu
konudaki yatırımlarımızın odağını okullar oluşturuyor.
Eğitim alanında, ülkedeki tüm okulların %10'una
tekabül eden, yaklaşık 3000 Bolivar okulu açtık.
Buralarda çocuklar önce kahvaltı ediyor, hemen
sonra eğitime geçiliyor. Bu okullar yokken, çocuklar
okula kahvaltı etmeden geliyorlardı. Boş bir mideyle
birşey öğrenemezsiniz! Şimdi önce karınlarını
doyuruyorlar ve sonra sınıflara gidiyorlar. Her
sınıfta mini kütüphaneler var. Eskisi gibi kendi
küçük bireysel sıralarında çalışmak zorunda değiller.
Şimdi daha rahat oturabildikleri ve yayılabildikleri,
kendilerine ait alanlarının da olduğu daha geniş
masalarda çalışıyorlar. Yaratıcılıklarını ortaya
koyabiliyorlar, tıbbi yardım alabiliyorlar ve
internet bağlantılı bilgisayar labratuvarlarına
sahipler. Dans, oyun, müzik, spor aktiviteleri
için salonları var. Günün ilerleyen bölümünde
orada öğle yemeklerini yiyorlar ve çay saatinde
-sadece biraz pasta ve meyve suyu da olsa- tekrar
birşeyler atıştırıyorlar. Benim için eğitim çok
önemli. Elbette mali açık konusunda endişeleniyorum
ama çocuklar konusu daha önemli.
M: Geçenlerde toprak reformunun 40 bin
hektarlık bir alanı kapsayacağı duyuruldu...
H: ... Toprak, çok güzel ve temiz bir toprak.
Birkaç mısır tanesini alıp diktiğinizde birkaç
gün sonra yağmur gelir ve dışarı uzanmaya başlayan
filizleri görebilirsiniz bile. Birkaç ay içinde
de bitki ortaya çıkar, koparıp kabuğunu soyarsınız,
tanelerini ayırırsınız, pişirirsiniz ve "cachapa"
(lezzetli bir mısır yemeği) yaparsınız.
M: Tarım reformundan biraz bahseder misiniz?
Planlarınız neler?
H: Ben buna tarım devrimi demeyi tercih
ederim. 40 yıldır tarım reformundan bahsediyorlar
ama eski sömürü sistemini güçlendirmekten başka
bir şey yapılmıyor. Biz her şeyden önce kırsal
alanlarda gerçek ve köklü bir değişim elde etmek
için anayasal ilkeleri etkili hale getiriyoruz-öncelik
sırası ve ciddi besin güvenliği gibi ilkeler.
M: Şimdiye kadar ne kadar insan toprak
reformundan faydalandı.
H: Bu yıla kadar toprak kullanım hakkı
çerçevesinde 600bin hektar toprak dağıttık.
M: Aşağı yukarı ne kadar insan?
H: 600 bin hektarı bir yana koyarsak, her
bir hektar başına yaklaşık 2 kişi düşüyor, dolayısıyla
120 bin insan eder. Bunlar ya topraksız, ya da
çok az toprağı olan insanlar. Yalnızca toprağı
yeniden dağıtmıyoruz, bununla birlikte bir kısmı
Çin'den bir kısmı da Brezilya'dan bir çeşit kredi
olarak alınan 2000 traktörü de dağıtıyoruz. Yaklaşık
20 yıldır ülkede traktör alanı geliştirilmiyor-işe
yaramayan makineleri ve metal artıkların tutulduğu
traktör mezarlıklarımız var.
Tarım sektöründe yaptığımız bir diğer şey de Ezequiel
Zamora onuruna kurulan Zamora fonları. Eğitim
alanındaki Bolivar okulları gibi bu da adanmış
bir çalışma. Kolombiya sınırındaki Apura Eyaletinde
Santa Rita Fonundan bir kooperatife yaklaşık 2500
hektar toprak verdik. Verdiğimiz kredi miktarı
ise yaklaşık 800 milyon Bolivar.
M: Eskiden toprak devletindi değil mi?
H: Kimi toprak ağalarının hiçbir resmi
belge olmaksızın illegal bir biçimde işgal ettiği
bazı özel mülkler dışında toprağın çoğu devletindi.
Şu süreçte bu toprakları da geri alıyor ve dağıtıyoruz.
M: Peki kentsel toprak reformu hakkında
ne söyleyeceksiniz?
H: Bu, yoksul insanlarımızın güçlendirilmesi
projesi. Proje, yoksul insanların yoksulluğu geride
bırakacak araçlar kendilerine verildiğinde daha
iyi şeyler yapabilecekleri ilkesine dayanıyor.
Kullandığımız araçlardan biri kentteki toprağın
yeniden dağıtımı ve amacımız büyük şehirlerdeki
2 milyondan fazla insanın yararlanacağı 500 bin
kent toprağının tapularını yeniden dağıtmak. Bu
insanların çoğunun daha önce hiç toprağı olmamış.
M: Konuyu değiştirirsek... darbe ve ABD'nin
rolü hakkında konuşmak istiyorum. Olaydan önceki
aylarda cunta liderleriyle ABD yetkilileri arasında
görüşmeler olduğunu ve darbeden önce ABD'nin muhalif
gruplara para yardımını artırdığını biliyoruz.
ABD ile ilgili ikincil bir delil de basında söylenenlerdir.
Bildik bir şaka vardır: "ABD'de neden hiç
askeri darbe olmaz? Çünkü ABD'de Amerikan Elçiliği
yok!"
H: Daha bu sabah biri bana bu şakayı yapıyordu...
M: ABD'nin darbedeki rolünün ne şekilde
olduğunu düşünüyorsunuz?
H: Onca delile ve birçok insanın kafasındaki
şüpheye rağmen ABD hükümeti dünyaya bu konuyla
bir ilgilerinin olmadığını duyurdu.
M: Oysa ilk anda darbeyi desteklemişlerdi.
H: ABD'nin konumunu üç farklı dönem olarak
ele alabiliriz. İlki darbe öncesi. ABD hiç şüphesiz
muhalefeti destekliyordu. Hatta dolaylı olarak
darbecilerle görüşüyordu. Sonra, darbe boyunca,
bazı askeri yetkililer, ABD askeri personelini
operasyonun bazı merkez üsleriyle radyo aracılığıyla
haberleşerek Fort Tiuna'da darbecilerle düzenlemeler
yaparken gördüklerini kanıtladılar. 11-12 Nisanda
Maiquetia'da park etmiş Amerikan uçakları ve bir
Black Hawk helikopteri gördüklerini iddia eden
Venezuelalı askeri yetkililer var.
Darbe günü darbe hükümeti Miraflores'teyken (başkanlık
sarayı), bir ara ABD büyükelçisi de oradaydı.
Yine o sıralarda, Washington'daki Venezuela temsilciliğinden
Guerrera isimli bir adam tarafından yazılmış bir
mektup var. Ayın 12'si öğleden sonra, ben cezaevindeyken
Guerrera, ABD hükümetinden üst düzey bir yetkilinin
Washington'dan Miraflores'e yazdığı mektupta Chavez'in
devrilip yeni hükümetin kurulmasından duydukları
memnuniyeti bildirdiklerini anlatıyor. Yetkili,
bununla birlikte Chavez'in imzalı istifa mektubuna
ihtiyaç duyduklarından bahsediyor. Bu yüzden ayın
13'ünde cumartesi öğleden sonra katolik kilisesinin
kardinalini, darbe sonrası Washington'un beklediği
üzere, tanrı adına istifa mektubunu imzalamamı
rica etmek için yolladılar.
Sizin de söylediğiniz gibi ABD hükümeti darbeye
herhangi bir katılımları olduğunu defalarca inkâr
etti. Onları suçlayamayacağımı söyledim. Çünkü
doğrudan delilim yok. Sadece ikincil deliler ve
kafamda silinmeyen şüpheler var. Sonuçta her insan
kendi kararlarını kendisi verir.
M: Bu olayı daha geniş bir tarihsel süreç
içerisine yerleştirelim çünkü bu başka bir soruya
yol açıyor. 1954'te ABD Guetamala'nın seçilmiş
başkanı Jacoba Arbenz'i devirdi. 1964'te ABD açıkça
Brezilya başkanı Goulart'a karşı darbeye yol açan
olayların içerisindeydi. Bir sonraki yıl. ABD
Deniz Kuvvettleri Dominik Cumhuriyetine saldırdı;
Demokratik bir hükümete bir başka müdahale. 1984'te
Sandinista'lar seçildi ve ABD gelecek 6 yılı ülkeyi
savaş ve sabotajla yok etmeye harcadı ve hatta
1990 seçiminde taraf oldu.
H: Allende'yi atladınız (ABD 1973'te Şili'deki
istikrarsızlık ve başkan Salvador Allende'nin
devrilmesinde de rol oynadı).
M: Evet...
H: Ve Panama, ve Greneda..
M: Evet. Soru şu ki, Birleşik Devletler
hoşlanmadıkları Latin Amerika'daki başkanlardan
çoğunu devirdi. Neden siz farklı olasınız ki?
H: Her bir müdahaleye ayrı ayrı kendi tarihsel
süreçleri içinde bakmalısınız. Her olay farklı
ve tektir. 1954'te Arbenz'in devrilişi bir işgal
biçimindeydi. Ama olay orda bitmedi. 40 yıldan
fazla süren bir savaş başladı. Dominik Cumhuriyeti,
Panama, Grenada bunlar da birer işgaldi.
Venezulela da özel bir tarihsel süreç içinde incelenmeli.
İnkâr edilemez bir dayanıklılığımız, diğerlerinde
olmayan bir bilinç seviyesi ve hareketliliğimiz
var. Eğer 1999'dan beri (bizim tarafımızda) gösterilere
katılan tüm insanları, defalarca katıldıklarını
da hesaplayarak toplarsanız sonuç yüzlerce milyon
eder. Darbe günü 8 milyon insan sokağa döküldü.
Aynı şekilde Venezuela, çok katı, birlik olmuş
ve demokrasiyi tehdit eden herhangi bir grubu
önleyebilecek silahlı kuvvetlere sahiptir.
M: Tekrar ekonomiye dönelim ve bölgeye
bakalım.
H: Yeni bir politik ve ekonomik devirdeyiz.
Eski model yok oldu. Öyle görünüyor ki bu yeni
dönem yarışan iki politik güç arasındaki çatışma
tarafından şekillendirilecek. Eğer sorunuz bu
süreç boyunca alacaklılar ve uluslararası şirketlerle
gerginliğin yükseleceği ise, temelde yoksul ülkeler,
bu ülkelerdeki insanlarca yürütülen politik ve
ekonomik gerilimi kesinlikle hissedecekler. Bizler
de bu baskıları kendi ülkelerimizde aynı şekilde
hissedeceğiz- parlamentoda, köylü hareketlerinde,
işçi hareketlerinde, yerli hareketlerinde, muhalif
hareketlerde, hatta bu ülkelerin askerleri arasında.
Çeşitli baskılar yürürlükte.
Latin Amerika'da iki yıl öncesine kadar bu tür
konularda kimsenin göremeyeceği, şimdi ise herkesin
hissedebileceği güçlü bir toplumsal bilinç var.
Patikanın sonunda ne olduğu henüz bilinmiyor olabilir
ama bu son görülebilir. Arjantin başkanı Kirchner'in
dün söylediği "her şey yolunda giderse Arjantin
dış borçlarını ödeyecek" türünden şeyler
duymak; bu çok büyük bir politik taahhüttür ve
diğer ülkeleri olumsuz yönde etkileyecektir.
Arjantin'in eski başkanı Duhalde'nin Latin Amerika
liderleri için verilen özel bir yemekte beni asıl
konuşmacı olarak tanıtması ise şaşırtıcıdır. Konu
borçlara geldiğinde, bundan 2-3 yıl önce gülün
bir yaprağına bile kıyamayan başkanların tepkilerini
işittiğim Cusco'da (Peru, Cusco'daki Latin Amerika
Başkanları, Rio Zirvesi) da aynı şeyler oldu.
Yerli liderlerin borç sistemine yönelik tepkilerini
ya da halkların düzenlediği bir dizi kongreyi
duymasalardı, başkanlar serbest piyasa modelini
ve IMF, DB vb. kurumların koşullarını kabul etmeye
gerçekten ihtiyaç olup olmadığını hiç sorgulamayacaklardı.
Tüm bunlar gösteriyor ki halkın baskısı hâlâ canlı
ve ayakta. Birileri bu baskıların hissedildiği
yerdeki bütün dinamikleri anlamalı. Savaşı bizim
başlattığımızı söyleyebilirsiniz.
M: Sizce Venezuela'nın rolü ne? Bunu şu
nedenle soruyorum: Çoğunlukla halkın büyük bir
kısmının değişime hazır olduğu görülüyor ama hiçbir
şey kazanma umudunun olmadığını düşünmek onların
harekete geçmesini önleyen şeylerden biri oluyor.
H: Bolivarcı gelişim, bu çatışmanın en
ön safında yer alıyor. Doğrusu bu hamakta düne
göre daha rahat bir adam olarak uzanıyorum. Bir
yıl önce kendimi tamamen yalnız hissediyordum
ama bugün durum değişiyor. Sizinle konuşuyor olmamız
bile bir tür manevi itici güç. Her tarafta bir
yükseliş var. İnsanlar yeniden canlanıyor. Brezilya
bunun başka bir örneğidir. Oradaki durum sadece
Lula ile ilgili değildir. Bu hareket bir olgudur,
milyonlarca Brezilyalı insandır. Topraksız köylüler,
işçiler, ev kadınları, yoksullar-hepsinin umudu
ve inancı var. Ve bilirsiniz bu inanç dağları
hareket ettirebilir. Ekvador yerlileri Luis Gutierrez'i
başkanlığa getirdiler. Bolivya'da da yerliler
hareket halinde.
Hepsi seferber olmuş durumdalar. Orta Amerika'da,
Panama'da da birşeyler oluyor. El Salvador'da
Farabundo Marti yeniden güçlendi. Nikaragua'da
Sandinizm gücünü sürdürüyor. Uruguay'da Frente
Amplio önemli boşlukları dolduruyor. Dağları harekete
geçiren bir inanç var, insan dağlarını. Hangi
taraf kazanacak sonunda? Hayatta kalmak için dağları
harekete geçirmesi gereken insanların baskısı
mı, yoksa ekonomik açıdan güçlü olanın baskısı
mı? Bu halk hareketleri gerçek politik çoğunluk
olmanın avantajına sahip.
Mao Zedung "bir savaşın sonucunu savaşçıların
manevi inançları belirler" derdi. Uluslararası
kredi kurumları ve IMF'nin temsil ettiği değerleri
bir tarafa, halk hareketlerinin ve onların hükümetlerinin
inançlarını, değerlerini diğer tarafa koyarsak;
bizim ahlaki ve doğru olan tarafta durduğumuzu
açıkça söyleyebiliriz.
M: Biraz da burdaki döviz kontrolünden
bahsedelim. Şimdi hem uluslararası basın ve hem
de ulusal basın bu kontrollerin politik nedenlerle
yapıldığını söylüyor. Ama burada bulunduğum süre
boyunca duyduğum kadarıyla vergilerini ödemeyen
şirketlerin parasını tutmak amacıyla yapılıyormuş,
bu doğru mu?
H: İtiraf etmeliyim ki döviz kontrolleri,
politik bir ölçüdür. Birileri böyle bir karar
aldığım için bana tepki gösterebilirler. Ben geç
bile kaldığımı düşünüyorum! İktidara geldiğimden
beri ne kadar sermaye kaçışı olduğundan haberiniz
var mı? Kamu ya da özel borç ödemelerinden, ithalatlardan,
yurt dışı gezilerinden bahsetmiyoruz. Bunların
hepsi mazur görülebilecek şeyler. Hiçbir ekonomik
haklılığı olmayan 30 milyon dolardan bahsediyoruz.
Bu, bu ülke oligarşisinin darbe tezgahlama, istikrarsızlaştırma
gibi politik oyunlarının bir parçasıdır.
Dolayısıyla beni döviz kontrolünü politik bir
ölçü olarak kullanmakla suçlayanlar, kendilerinin
sermaye kaçışını bir istikrarsızlaştırma politikası
olarak kullandıkları gerçeğini kasten örtbas ediyorlar;
(sermaye kaçışı) gayrı ahlaki bir politik ölçüdür
ve bizim buna verdiğimiz yanıt hükümetin bir devlet
politikasıdır. Bu politika güçlü bir etik temel,
anayasa ve ulusal hukuk üzerine kurulmuştur.
M: Bir diğer konu: Burada iki taraftaki
insanların renkleri arasındaki farklılığı görmemek
çok zor. Muhalif kitleler farkedilir bir biçimde
hükümeti destekleyenlerden daha açık tenli ve
daha Avrupalı bir görünüme sahipler. Bu çatışmanın
ırksal bir boyutu var mı sizce?
H: Evet, burda ırkçılık var. Eskiden daha
gizli saklı bir haldeyken şimdi daha açık bir
biçimde var hem de. Fakat ana faktör ırkçılık
değil ve bu diğer ülkelerdeki resmin de bir parçası-Lula'yı
ya da (Bolivya'da) Evo Morales'i destekleyenlere
bakın.
M: Şimdiki politik duruma gelince muhalefetle
bir anlaşmaya varılıyor gibi görünüyor. Doğru
mu?
H: Evet.
* Bolivar: Venezuela Para Birimi
|