Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

T. Durgun

TEKEL’in haraç mezat satılması için yapılan girişimler geçtiğimiz ay kritik bir noktaya geldi. Aylardır tek tek sigara fabrikalarını gezen (ya da işçiler izin verirse gezen!) yabancı tütün şirketleri, verdikleri son derece düşük fiyatlarla AKP hükümetinde hayal kırıklığı yarattılar.
TEKEL’in sigara bölümü için açılan ihalede en yüksek teklifi veren Japan Tobacco International (JTI) bile1 milyar 200 milyon doları aşmadı. TEKEL’in bir yıllık kârına ya da Türkiye’nin önümüzdeki 13 gün içinde ödeyeceği dış borç faizine denk düşen bu rakam özelleştirme meraklısı TEKEL Genel Müdürü tarafından bile “saygısızlık” olarak yorumlandı.
İşin daha da ilginç yanı, tekliflerin bu kadar düşük olmasının nedeniydi. Financial Times gazetesinin haberine göre, uluslararası tekellerin teklifi düşük tutmasının nedeni “Türkiye’nin, dostane olmayan yatırım ortamı, istikrarsız düzenleyici kurumları ve ahlaksız bürokrasi”ydi. Gazete, Türkiye’nin yabancı sermaye iklimini daha da iyileştirmesi gerektiğini, aksi halde özelleştirmelerin başarısız olacağını belirtiyordu.
“İklim” konusunda Türkiye cephesinden yanıt gecikmedi. Bu kadar kötü fiyatlara rağmen iyimserliğinden bir şey kaybetmeyen Devlet Bakanı Ali Babacan, hemen “Özelleştirmede kararlı bir hükümet var. İhaleler açılıyor, teklifler veriliyor. Rakam tamamen piyasanın belirleyeceği bir şey. Az olur çok olur. Önemli olan özelleştirmenin arkasındaki siyasi iradedir. Bu konuda piyasalar ve dünya finans çevrelerinde endişe yok” diyerek güvence veriyordu.

Önce Yıprat, Sonra Sat...
Sonuçta uluslararası şirketlerin aylardır yaptığı fabrika turlarının neye hizmet ettiği belli oldu. Bir kez daha anlaşılan şey, emperyalist tekellerin Türkiye tütün piyasasını yok pahasına ele geçirmek istediğiydi. Ayrıca bu durum, yine aylardır sokaklarda olan ve fabrikalarına yabancı şirket temsilcilerini sokmamak için direnişler yapan TEKEL işçilerinin haklılığını da ortaya koydu.
Ve şimdi, ekonominin bu en kârlı kurumunu emperyalist finans kurumlarının verdiği akıllar doğrultusunda “zarar ettiği ve devlete yük olduğu” gerekçesiyle satmak isteyenler; teklifin ne kadar düşük olduğundan, oysa TEKEL’in ne kadar “büyük” ve “karlı” olduğundan söz ediyorlar.
Gerçekten de Türkiye’deki 500 büyük kuruluş sıralamasında sekizinci sırada yer alan ve 32 bin civarında işçi ve memur çalıştıran TEKEL, sadece 2002 yılında, 4.3 katrilyondan fazla satış hasılatı yapmış bir kurum. Vergi, fon ve benzeri kesintilerle kamuya 2.6 katrilyondan fazla kaynak aktaran TEKEL’in Türkiye’nin bütçesi içindeki payı yüzde 4.9’dur. Gelir vergisinin yüzde 21.3’ünü, kurumlar vergisinin yüzde 56.6’sını, servetten alınan verginin yüzde 39.2’sini de aynı kurum karşılıyor.
Yani işin başından beri estirilen tam bir yalan rüzgarıdır. Aklı başında herkes TEKEL gibi bir kurumun zarar etmesinin pratik olarak mümkün olmadığını bilmektedir. Burada sorun, ”zarar etme” değil, “zarar ettirilme” sorunudur. Bu ise birçok başka örnekte gördüğümüz gibi, neoliberalizmin “önce yıprat-sonra sat” politikasının tipik uygulamasıdır. Böylece hizmet yapamaz ve üretemez hale sürüklenen ya da borçlarla bunaltılan kamu kurumlarının “enkaz” hali medya yoluyla iyice abartılmakta, sonra da yok pahasına satışların zemini yaratılmaktadır.
Örneğin “TEKEL’in devlete vergi borcu” diye şişirilen rakamların nasıl bir “özelleştirme komplosu” olduğunu geçtiğimiz aylardaki bir röportajda Tek-Gıda İş uzmanı Tülay Özerman şöyle açıklıyordu: “Devletle Tekel’in bir borç-alacak ilişkisi vardır. Çok enteresan bir şekilde bu ilişki Tekel’in aleyhine çalışmaya başladı. Tekel yıllardan beri, Hazine adına destekleme alımı yaptı, Hazine adına ekiciye parayı kendi kasasından ödedi. Bu aslında, Hazine’nin borcuydu. Tekel bu borcu ödediğinde, Hazine’den tahsil etmesi gerekiyordu. Ama Hazine Tekel’i kasası gibi kullandı. Hazine ödemesi gereken parayı ödemeyince, Tekel vergi ödemelerini geciktirdi, ilginç bir şekilde, Hazine, kendi borcu için faiz işletmezken Maliye alacağı için faiz işletti. Her ikisi de devlet kuruluşu, ama Tekel’in alacağı için faiz işlemezken, borcu için faiz işledi. Aslında Tekel’in olmayan borç Tekel’e yüklendi ve bu borç aşırı bir faiz ve gecikme faizi olarak Tekel’e yansıtıldı. Tekel alacaklıyken borçlu konuma düştü. Olayın özü budur.”
Kolayca anlaşılacağı gibi burada bir “önce kötü duruma düşür, sonra sat” operasyonu söz konusudur.
Aynı sahtekarlık tütün alımında da yaşanmaktadır. Örneğin, Philip Morris’ten Virginia ve Burley menşeli 2 milyon 900 kilo tütün alarak yerine Adıyaman ve Yayladağ menşeli 9 milyon 126 bin 896 kilo tütün veren TEKEL, takasta Amerikan tütünleri 5.33 ve 5.86 dolar öderken Türkiye menşeli tütünleri 1.45 ve 1.55 dolardan satmaktadır. Üstelik ortalama fiyatı 5.33 dolardan hesaplanan Amerikan tütününün kilo fiyatı nakliye ve vergi gibi eklemelerle 9.05 dolara ulaşmaktadır.
Aynı şekilde TEKEL’in bir Amerikan tekeli olan Reynolds’tan satın aldığı Zimbabwe ve Malavi menşeli tütünün kilosuna ortalama 7 dolar öderken, köylüden satın aldığı tütünün kilosuna sadece 1 dolar ödemektedir. Bütün bu vurgun ise %49 hissesi TEKEL’e, %51 hissesi Reynolds’a ait olan Reytek firmasının aracılığıyla yapılmaktadır.
Sonuç, her durumda TEKEL’in zarara sokulması ve “devlete yük oluyor” demagojisinin güçlendirilmesidir. “TEKEL Merkez Bankası gibi para basan, kâr eden bir kuruluş” diyor Türkiye Ziraatçılar Derneği Başkanı İbrahim Yetkin, “Bu yapılmak isteniyor, çünkü Türkiye’de sigara ve içki üretiminin yüzde 63’ünü hâlâ Tekel elinde tutuyor. Son derece kârlı bir kuruluş. Şimdi uluslararası sigara tekelleri dünyada ve kendi ülkelerinde satış yapamıyorlar. Ama Türkiye pazarı bir cennet.”
Sorun tam da budur işte. “Cennet” gibi bir pazarın bir an önce paylaşılması...

Özelleştirme Neye Yol Açacak?
Tabii ki eninde sonunda anlaşacaklardır. Bir biçimde devreye girecek olan devlet kredileri halen Türkiye’de iş yapmakta olan Philsa gibi şirketlerin elini rahatlatacak, onlar da fiyatları kısmen yukarı çekerken belli bir uzlaşma noktasına ulaşılacaktır.
Asıl felaket ise bundan sonrasıdır.
Her şeyden önce tamamen kâr amacıyla ve vahşi kapitalizmin yöntemleriyle davranacak olan tütün tekelleri, kendi ölçütlerine göre “düşük verimli” bulacakları bölgelerdeki tütüncülüğü fiilen sona erdireceklerdir. Ki, zaten IMF emirleriyle uzun süredir birçok tarım ürünü alanında destekleme alımları durdurulmuştur. Bu, yaklaşık 250 bin hektarlık bir toprağın çölleşmesi ve üretim dışı kalması anlamına gelecektir; çünkü diğer ürünlerden farklı olarak tütün ekimi yapılan arazilerde yeni bir tarımsal ürüne geçiş ekonomik olarak mümkün değildir. Zaten TEKEL’in tümüyle özelleştirilmesi durumunda halen pazarın %35’ini oluşturan yerli sigara tiplerinin ortadan kalkmasıyla, Türkiye tütününü salt dolgu malzemesi olarak kullanan yabancı harmanlı sigaralar pazara hakim olacak, böylece Türkiye tütüncülüğü fiilen ortadan kalkmış olacaktır.
Diğer yandan da doğal olarak taşradaki birçok fabrika ve işletmenin tasfiyesine ve yüzbinlerce insanın açlığa mahkum edilmesine yol açacaktır. Bu ise işsizler ordusuna hem tarımdan göçlerle hem de kapanan fabrikalarla yeni yığınların eklenmesi anlamına gelecektir.
Öte yandan bağımlılık etkisini artırmak için kullandıkları katkı maddeleri yüzünden metropol ülkelerde ölümlere yol açan (ABD’de yılda 100 bin ölü) ve yoğun şekilde müşteri kaybeden uluslararası sigara tekelleri, bir cennet olarak gördükleri Türkiye’de istedikleri maddeyi kullanarak tüketimi artıracaklar ve toplum sağlığını ciddi şekilde tehlikeye sokacaklardır. Aynı şey ağır alkollü içkiler alanında da geçerlidir.

Akıntıya Karşı Yüzülebilir, Yüzülmelidir...
TEKEL’in satışı konusunda ne yapılabileceği sorusuna verilebilecek ilk yanıt, her şeyden önce bütün diğer alanlarda olduğu gibi TEKEL konusunda da neoliberal “psikolojik harekat”ın kırılması gerekliliğidir. Oligarşinin sözcülerinin bin türlü yalanı üst üste dizerek medyatik yoldan inşa ettiği sahtekarlık piramidi mutlaka yıkılmalıdır. Tütün konusundaki gerçek durum, yalnızca konunun içinde olanlara değil (ki onlar durumun büyük ölçüde farkındadırlar) özellikle toplumun bütün kesimlerine anlatılmalı, yalan perdesi yırtılmalıdır.
Yine kırılması gereken bir başka yalan çemberi de “özelleştirme”nin küresel bir kader olduğu ve artık önünde durulamaz bir güce ve meşruiyete ulaşmış olduğudur. Bolivya ve Arjantin gibi örnekler pekala bunun tersini kanıtlamıştır ve her gün yeniden kanıtlamaktadır. Asıl sorun karşı tarafın gücünde değil, sınıfı yöneten güçlerin baştan kendilerine belirledikleri yenik tutumda ve dar bakış açısındadır. Paşabahçe örneğinde olduğu gibi tehlike yaklaşırken hem sınıfı hem de çevresindeki diğer unsurları (mahalleleri, hatta bazı fabrikalar için kentleri) eğitip hazırlamayanlar, daha sonra yalnızlığın sonuçlarına katlanmak zorunda kalmaktadırlar.
TEKEL işçilerinin (sendikaların gevşekliğine karşın) ekmeklerini korumak için aylardır yürüttükleri mücadele yalnızca başlangıçtır ve satışların gerçekleşmesi durumunda işlerin çok daha sertleşeceği kesindir.
Böyle bir direnişin salt “ulusalcı” bir noktadan hareketle sonuna dek götürülmesi de mümkün değildir. Çünkü burada sorun her şeyden önce dünya kapitalist sisteminin işleyişiyle, bu işleyişin temeliyle ilgilidir. Bu işleyişin bir bölümünü kabullenip diğer bölümünü reddetmek olanaksızdır. Sistem, IMF-DB’sıyla, NATO’suyla, yerli ve yabancı bütün kurumları ve politikalarıyla bir bütündür ve saldırı, ancak bu bütüne cepheden karşı çıkan, emperyalizmi olduğu kadar oligarşiyi ve yeni-sömürge kapitalizmini de hedef tahtasına koyan devrimci sosyalizmin yaklaşımıyla karşılanabilir. Ancak emperyalizmin tümüyle ve bütün unsurlarıyla kovulmasını, ülkenin yeraltı ve yer üstü zenginliklerinin hepsinin kamusal yarar için kullanılmasını içeren bir devrimci program, neoliberalizm karşısında tutarlı bir alternatif olabilir.
Önümüzdeki süreçte TEKEL üzerinde oynanan oyunların başarıya ulaşıp ulaşmaması büyük ölçüde böyle bir perspektifin hayata geçirilip geçirilmemesine bağlı olacaktır. Ancak TEKEL cephesinde mevzilerin yitirilmesi halinde bile, bu genel anti-emperyalist anti-oligarşik mücadelenin bütünsel yenilgisi olmayacaktır.
Aslında uluslararası tekellerin “düşük fiyat” gerekçesinde emekçilerin iyi anlaması gereken bir kavram var: “Dostane olmayan yatırım ortamı...” İşte asıl anahtar kavram budur. Devrimcilerin ve emekçilerin bugünkü görevi de tam olarak budur: Türkiye topraklarının tümünü “dostane olmayan bir yatırım ortamı” haline getirmek...

TÜTÜNÜN SERÜVENİ
Tütünle 17. yüzyıl başlarında Avrupa ticaret gemileriyle tanışan Osmanlı İmparatorluğu, bağımlılık yapması ve keyif verici bir madde olması nedeniyle, başta sakıncalı görüp yasaklasa da, kısa bir süre sonra Osmanlının en önemli tarım ürünleri arasında yerini alır. İkliminin elverişli olmasıyla tütün üretimi gelişir ve 1841 yılında Tekel kurulur.
Avrupa, 19. yüzyıl sonlarında bilimsel ve teknolojik gelişmeler eşliğinde hızla gelişen sanayi devrimi ile hammadde ve pazar arayışına girdiği süreçte; hasta adama gözlerini dikmiştir. Avrupa’daki finans çevrelerine karşı ağır borç yükü altında bulunan hasta adam Osmanlı elinde hiçbir koz olmadan masaya oturmuş ve devletin mali kontrollarını masada bırakmıştır.
Muharrem kararnamesi olarak anılan bu süreçte, alacaklıların alacaklarını geri alması için, 13 Ocak 1882 tarihinden itibaren bazı devlet gelirleri ve özellikle Tekel borç ödemesine ayrılmıştır. Muharrem kararnamesi sonucunda, devletin gelir kaynaklarını denetlemek ve yönetmek amacı ile 1881 yılın da kurulan Duyun-u Umumiye-i Osmaniye-i Meclisi İdaresi kurulur.
Yapılan görüşmeler sonucunda, Duyun-u Umumiye-i İdaresi ve üç banka grubu 27 Mayıs 1883 yılında kısa adı REJI olan bir şirket kurulur. REJI’ye üreticilerin verdiği yanıt kaçakçılık olur. REJI tarafından, kaçakçılığa karşı silahlı kolcular kurulması sonucunda 20 bin insan hayatını kaybeder. 30 yıllık imtiyazla yabancılar tarafından işletilen REJI’nin, 1912 yılında Osmanlı’ya verdiği borç karşılığında süresi uzatılır. Hisse senetlerini Paris borsasında satarak büyük karlar elde eder.
Cumhuriyetin kurulmasından sonra, yapılan İzmir İktisat Kongresi’nde imtiyaz hakkının geri alınması kararı alınır ve 1925 yılında 4 milyon TL’ye sorun çözülür.
1980’e kadar gelişen süreçte TEKEL, devlete gelir sağlayan önemli işletmelerden biri olarak varlığını sürdürür ve gelişir.
1980’lerde emperyalizm saflarında anti-devletçi bir söylem rüzgarı esmeye başladığı süreçte Türkiye için önemli bir gelir kaynağı olan Tekel, emperyalizme peşkeş çekilmesi için yatırımlar kesilerek, gerçekçi olmayan planlara zorlanarak “zarar eden, devlete yük olan” bir kuruluş haline getirilmeye başlanır.
1980 yılında tütün ithal etmeyip, 284,5 milyon dolarlık ihracat geliri olan Türkiye, 1999 yılına gelindiğinde artık 300 milyon dolara yakın tütün ithal etmekte, buna karşın 496,6 milyon dolarlık tütün ihraç etmektedir. 1979’da S. Demirel sigara ve tütün ithalatının serbest bırakılmasını gündeme alır. 12 Eylül sonrası, özellikle T. Özal’dan sonra verilen tavizlerin ardı arkası kesilmez. Tütün ithalatı serbest bırakılır.
Çiller hükümeti de yabancı tütüne teşvik getirirken Türkiye’ de yetişen tütüne kota uygulamaya başlayarak üzerine düşen görevi başarıyla tamamlar. Başladığı işi yarım bırakmak istemeyen aynı Çiller, REFAHYOL hükümeti sürecinde de “Tekel kendisine ait sigara markalarını, fabrikalarını ve diğer varlıklarını tahsis etmek suretiyle ortaklıklar tesis edebilir” yolunda bir Bakanlar Kurulu kararı çıkarır.
REJI’nin hortlayan hayaleti su yüzüne çıkmaya başlamıştır, 55. hükümetin TEKEL’den sorumlu devlet bakanı Eyüp Aşık’ın “altı ayda Tekel’ i özelleştireceğim” diyerek işe başlamasından sonra Yeni Harman ve Samsun sigaralarının isim hakkı 49 yıllığına ve Akhisar tütün işletmesinin yüzde 52’ lik kısmı süresiz olarak British American Tobacco (BAT) isimli şirkete satılır. Eyüp Aşık tarafindan Tütün Kanunu Taslağı hazırlanır. Bakanlar Kurulu’ndan geçen bu tasarı TBMM Tarım Orman ve Köyişleri Komisyonu’nda görüşme aşamasında kalır.57. Hükümetin Tekel’den sorumlu Bakanı Rüştü Kazım Yücelen de aynı tasarıyı 1999 yılı içinde tekrar Bakanlar Kurulu’na sunar. İmzadan geçen tasarı Sanayi, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu’na sevk edilir; Komisyon aynı yıl içinde tasarıyı görüşmeye başlar. 18 Aralık 2000 tarihli IMF niyet mektubunda Tütün Kanunu’nun 2001 Ocak ayı sonuna kadar çıkartılacağı taahhüt edilip Tekel’in 4046 sayılı Özelleştirme Yasası kapsamına alınmasından sonra, komisyondaki bu yasa da geri çekilır.
18 Aralik 2000 Tarihli Ek Niyet mektubu ve 2 Ocak 2001 Tarihli Ek Niyet Mektubu’nda da aynı konularda taahhütler verilir. Tekel’in 5 Şubat 2001’de Özellestirme İdaresi’ne devrinden sonra ilgili Devlet Bakanı Yüksel Yalova ile Kemal Derviş’in uluslararası sigara şirketlerin çıkarları için birbirleriyle tartışmaları Yüksel Yalova’nın istifa etmesi ile sonuçlandı. Yerine atanan Yılmaz Karakoyunlu’nun Bakanlar Kurulu’na sunduğu Tütün Kanunu Tasarısı ilgili komisyonlardan geçerek TBMM Genel Kuruluna geldi.
Ve... 20.6.2001 tarih ve 4685 sayılı Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nün Yeniden Yapılandırılması ile Tütün ve Tütün Mamullerinin Üretimine, İç ve Dış Alım ve Satımına, 4046 Sayılı Kanunda ve 233 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 57. Hükümet tarafından mecliste çıkarıldı. 6 Temmuz 2001’de Cumhurbaşkanı Sezer’in vetosuna karşın yasa tekrar meclis gündemine alındı ve 3 0cak 2002’de yeniden meclisten geçirildi. Böylece tütünün uluslararası tekellere açılması operas-yonu tamamlanmış oluyordu.



 
 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul