Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

Ş. Onursal

İlk elden, öncelikle birkaç temel saptama yapmakta yarar vardır:
Bir: TDH’nin bir önemli kazanım olarak ele alınması gerekli bir tarihsel birikimi (geleneği) vardır; bu birikimin en olumlu ve başlıca öğelerinden biri, elbette önceki dönemlerde de uç veren, ama 71 silahlı devrimci atılımı ile kendi yolunu açan direnişçiliktir. Devrimci direniş geleneği, bir birine eklenen halkalarla, birbirini besleyen devrimci tavırlarla bu güne ulaşmış, tek tek her bir devrimci tavrın toplamından çok daha güçlü bir kazanımı, değerler toplamını ifade etmektedir. Sınıf savaşımının her alanında, devrimci zeminde boy atan yaratılan bu devrimci gelenek, devrim ve sosyalizm kavgasının olmazsa olmaz en temel varlık koşuludur. Reformist-liberal-tasfiyeci sol’un iddialarının tersine, bu gelenek, sosyalist hümanizmle çelişmemektedir. Bu gelenekte tek başına “acı-göz yaşı-ölüm...” yoktur, dahası tek başına “direniş” de değildir, devrimi ileri taşıyan dün ile gelecek arasında güçlü tarihsel bağlar kuran bir işleve sahiptir. Geleneği olmayanın geleceği de olmaz; böyle bir gelenekten beslenmeyenin devrim iddiası da olmaz. Ayrıca, bu devrimci gelenek tek başına devrimci sosyalizm dahil, tek bir çevrenin, akımın, partinin vb. değil, devrimci sosyalizmin de içinde yer aldığı, devrimci hareketin ortak kazanımıdır, ortak bedellerle yaratılmıştır. Bundan dolayı bu devrimci direniş çizgisi “meta” haline dönüştürülemez, politik rantın aracı olamaz, tam devrimci sorumlulukla korunup geliştirilmesi görevdir. Mahir’den bu yana devrimci sosyalizm, bu devrimci geleneğin yaratılmasında önemli katkılar sunmuştur; bunu devrimci yaşamın doğal bir parçası olarak ele almıştır. Dahası bu devrimci geleneği sahiplenirken, kendi dışında tüm devrimci kesimlerin katkılarını önemsemiş, bu devrimci geleneğin bir parçası olarak değerlendirmiş, ortak devrim ve sosyalizm değeri olarak bilince çıkarmıştır.
İki: Ancak bu devrimci gelenek, TDH’ne musallat olan Ortadoğu tipi önderlik tarzıyla, “reel politika”cılık tarzıyla, sınır tanımayan bir pragmatizmle lekelenmiştir. Elbette bu bir sonuçtur; bu sonucun ideolojik-politik-kültürel-örgütsel kaynakları vardır, küçük burjuva devrimciliğinin tezahürleridir. Bu küçük burjuva devrimciliği, konumuzla bağı açısından, teorik ve siyasal darlık olarak da ortaya çıkıyor. Bununla sakatlanmış küçük-burjuva devrimciliği için teori en genel temel yaklaşımların tekrarından ibarettir, “dar politikacılık” kaba bir taklitçilikle kutsanır, teori ile pratik arasında kapaması mümkün olmayan mesafeler yaratılır. Yani özünde “teori” bir yana atılırken, her şeye “ilaç” olacağı iddiasına rağmen, “pratik” tümden sakatlanmış olur. Bu “ufuksuzluk” olarak da tanımlanabilir; bu “ufuksuzluk”, her şeyi kaba ve toptancı bir tasnife tabi tutar, Materyalist tarih anlayışı ve yöntemden uzaktır ve bir kazanım olan devrimci direniş çizgisinin savunma tutumundan öteye taşınmasını engeller. Devrimci sosyalizm, bu küçük burjuva devrimciliği ile, bu alan dahil her alanda, en başta da, programatik platformda temelde farklıdır. Devrimci sosyalizm, devrimci direniş geleneğini kendi ile sınırlı tutmazken, bu kesimlerin katkısını önemserken, direniş birikimlerini ele alışta, dahası da küçük-burjuva tarzın ideolojik- politik-kültürel-örgütsel kaynakları ile arasına kalın bir çizgi çeker.
Üç: emperyalizm, dünyanın 1/3’de zafer kazanan sosyalizmin ülke pratiklerinin önce revizyonizmin elinde yozlaşması, 90’lı yıllarda ise çöküşü ve ulusal/halk kurtuluş mücadelelerindeki gerilemeyle birlikte önemli bir taktik üstünlük elde etmiştir. “Reel Sosyalizm”in çözülmesi, ulusal/halk kurtuluş savaşlarında yaşanan gerileme vb. faktörler, stratejik olarak çöküş-kriz sürecinde olsa da emperyalist saldırganlığı hızlandırmış, bu süreci tamamlayan emperyalist-kapitalist restorasyon ile birlikte yeni bir tarihsel sürecin başlangıcını ifade eden dünya tablosu ortaya çıkmıştır. Ekonomik alanda “özelleştirme”, “esnek üretim”, “devletin ekonomiden elini çekmesi”, “mali sermayenin başatlığı” vb. öğeleri içeren neoliberal politikalar temelinde vahşi bir sömürü ve sosyal yıkım, siyasal alanda yeni-sağ politikalar temelinde her türlü demokratik hakların bir yana atılması ve yeni versiyonları temelinde faşizmin yeni-sömürgelerde güçlendirilmesi, emperyalist işgal ve saldırganlığın olağanlaştırılması, sosyal-kültürel alanda, postmodern kültürün halklar üzerine püskürtülmesi, insanın hiçleştirilmesi ile genel çerçevesi çizilen bu saldırı programı; “yeniden yapılanma”, “küreselleşme” vb. adı altında, emperyalist- kapitalist sistemi yeniden düzenliyor. Örneğin, 11Eylül’de ABD emperyalizminin “ikiz kuleler” ve “Pentagon”a saldırı, hala bir çok karanlık noktalarına rağmen, sadece tarihten bir gün olmaktan çıkıyor, bu yeni tarihsel sürecin bütün çelişkilerinin önünü açıyor, tüm iğrenç “demokrasi”, “insan hakları” söylemlerini paçavraya çeviriyor, ABD emperyalizminin, özellikle Ortadoğu’da yeni hamlelerinin önünü açıyor “ya bizdensiniz ya değilsiniz” söylemi ile halklara savaş açılıyor. Emperyalist güçlerin dünyanın yeniden paylaşımında en temel tezlerinden biri olan, “Avrasya’ya hakim olan dünyaya hakim olur” bu süreçte, önce Afganistan işgali, sonra Irak işgali ile pratik bir olguya dönüşüyor. “Şer ekseni” olarak emperyalizm tarafından tanımlanan İran, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti, hatta Suriye gibi ülkeler, halklar sırasını bekliyor. Emperyalizmin böylesi kapsamlı saldırı programı; “demokrasi”, “özgürlük” vb. değil, ilhak, yeni mandacılık, yeniden sömürgeleştirme vb. gibi, yeni emperyalist egemenlik biçimlerini getiriyor. Ve tüm bunların, zeka özürlü Bush’un “marifet”i değil, stratejik bir bakış açısının, bu yönde bir dizi araştırma-geliştirme projelerinin, stratejiyi emperyalizmin “bilim” haline dönüştürmesinin sonucu olduğu biliniyor.
Dört: TC oligarşisi, emperyalist-kapitalist sistem içinde, bölgesel çapta rol oynayan bir güçtür. Emperyalizmin ve onun işbirlikçisi tekelci sermayenin ana gövdeyi oluşturduğu oligarşi, egemen sınıflar blokudur, dahası bunun siyasal örgütlenmesidir. Yeni-sömürgecilik ilişkileri içinde ortaya çıkan, giderek güçlenen oligarşi, 90’lı yıllarda yeni rol üstlenmiş, emperyalizmin stratejik çıkarları doğrultusunda kendini yeniden kurumlaştırmaktadır. Çoğu kez sanıldığı gibi, 1970’lerin söylemi ile “zayıf ve cılız”değil, “muz cumhuriyeti” hiç değil; Osmanlı İmparatorluğundan almış olduğu yönetim birikimi ve 1920-50’li yılların bonapartist devlet geleneğinin olanaklarını kullanarak-aşarak, yeni-sömürgecilik temelinde güçlü-merkezi iktidarını yaratmıştır. Bir hamlede, bir kaç vuruşla dağılacak değil, ancak uzun süreli bir savaşla, bir çok aşamayı içeren çok yönlü bir savaşla yıkılabilir. “2. İsrail” veya “eksen ülke” tanımlamaları doğrudur. Hiçbir “ulusal” özelliği olmayan, tam tersine “kozmopolitizmi”, “işbirlikçiliği” ve “tam bağımlı”lığı ifade eden oligarşi, emperyalist-kapitalist sistem içinde, bölgesel bir stratejik mevziiyi işgal etmekte, bu konumun yarattığı olanaklar temelinde kendini sistem içinde, tüm ekonomik, siyasal krize rağmen, hatta bu “kriz”le birlikte kendini yeniden üretmektedir. 1980’li yıllardan sonra güncelleşen neoliberal ekonomik politikalar, F tipi saldırılarına kadar uzanan saldırılar, KUKM’ni binbir hile ile tasfiye etme programları, adeta bir yönetim biçimi olan entrika ve komplolar, YÖK, tarımın tasfiyesi, tahkim, İMF reçeteleri, “demokrasi” yalanları, AB tartışmaları vb; tümü bir bütünün parçalarıdır. Çok uzağa değil, günlük gazetelere bile göz atmak; TÜSİAD raporları, M6 belgesi, ASAM, jeopolitik tartışmaları vb. bakmak, oligarşinin stratejik bir analize bağlı, stratejik bir yönelim içinde olduğunu anlamaya yeter. Bunun için elbette kitlelerin bilincini çarpıtma operasyonlarını binbir hile ile güncelleştiriyor; dahası, buna uygun “beyin gücü”nü örgütlemek için, her imkanı kullanıyor; üstün zekalı çocukları devşiriyor, akademik destek programları örgütlüyor, bu temelde kendini kriz içinde üretme olanaklarını yaratmaya çalışıyor.
Bu saptamalara başka ek saptamalar da eklenebilir; ama bunlar stratejik yönelimin önemi açısından bize temel fikirleri vermektedir. Emperyalizm ve oligarşi böylesi bir stratejik yönelim içinde, dönemsel taktik politikalarını güncelleştiriyor. Ancak TDH, yukarıda işaret ettiğimiz gibi, tamda bu alanda, “ufuksuzluk” içindedir; ideolojik-politik-örgütsel vb. açılardan bir dizi zaaf yaşanmaktadır. Devrimci sosyalizm, bu genel zaafiyetten uzak değildir, bu genel zaafiyetler, devrimci sosyalistlerin, bir çok adımında, ilişkisinde karşısına çıkıyor; bunlarla mücadele edilerek ilerleneceği açıktır.
Devrimci sosyalizm, önüne büyük hedefler koyuyor. Bu hedeflere sınırlı bir bakış açısı ve “günü kurtarma” basiretsizliği ile ulaşmak; veya tersinden “büyük hedefler”in hayali ile bugünü kazanmaktan uzak, yaşanılan anı “ıskalamak” pratiği ile ulaşmak mümkün değildir. Tam tersine, büyük hedeflere büyük irade ve örgütlülükle, büyük bedeller ödenerek ulaşılır. Bu gün yarına çıkar, dün bir zincirin halkası olarak bugüne eklenir. Her şey bu ilişki içinde, tarihsel süreklilik içinde yerli yerini bulur. Bu süreç zor ve zahmetlidir; çoğu kez bıktırıcı bir “yeniden” önümüze çıkar, ama insanlık tarihi, sınıflar mücadelesi, bunun dışında da bir başka yöntem keşfetmemiştir. Büyük bir irade gücü ve yüksek bir tempo ile bu zahmetli ve zorlu yoldan yürünür; kişisel kaygı ve beklenti, sınıf mücadelesinin dışında her türlü hesap vb. bir yana atılır, her adım parti-devrim-sosyalizm düzleminde çoğaltılır. Tarih boşluk tanımıyor, bırakılan boşluk mutlaka bir başka güç tarafından dolduruluyor; bundan dolayı atılan hiç bir adım “boşa” gitmiyor, bir biçimde sınıf savaşımında cisimleşiyor, bazen bir “deney” bazen bir “kazanım”, bazen de bir “öğretmen” olarak ortaya çıkıyor. Lenin, “Yenilen ordular iyi öğrenir” derken tam da, sınıf mücadelesinde bir yenilginin bile eğer doğru ele alınırsa, doğru çözümlenip bilince çıkarılırsa, bir kazanıma dönüşeceğine işaret ediyor.
Hedefimiz nettir; yeni-sömürge Türkiye’de, dünya devriminin bir parçası olarak, anti-emperyalist, anti-oligarşik Demokratik Halk Devrimi’ni zafere ulaştırmak, halk iktidarını kurmaktır. Bu keyfi bir tercihin ürünü değildir. Demokratik ve sosyalist görevleri içeren DHD; tüm emperyalist ilişkilere, bağımlılık biçimine son verecek, faşizmi yıkacak, sosyalizme yönelecektir. Bu kesintisiz bir süreçtir; ve ancak, kapitalizmin tümden tasfiyesi ile, tüm demokratik kazanımlar garanti altına alınabilir. Proletarya, DHD’de önder gücüdür; işçi-köylü tüm emekçi sınıflar devrimin temel gücüdür. Ve, böylesi bir stratejik hedefe; yeni-sömürge, kapitalizmin egemen üretim ilişkisi olduğu, faşizmin süreklilik gösterdiği, bu ilişkiler içinde emekçi sınıflar ile oligarşi arasında suni bir dengenin kurulduğu Türkiye’de, ancak ve ancak Uzun Süreli Halk Savaşı ile ulaşılabilir. PASS olarak da tanımlanan Uzun Süreli Halk Savaşı; şehir-kır birleşik gerilla savaşı ile, silahlı propaganda ve diğer kitlesel mücadele biçimlerinin diyalektik bütünlüğünü içerir. Bu politikleşmiş askeri savaşa parti önderlik eder; parti zafere ulaşmada tek örgüt biçimi değildir, cephe ve ordu örgütlenmeleri savaşımın temel yapılarıdır ve zaferin garantisidirler.

Strateji ve Taktik
Bu özet, stratejik bir bakış açısıdır, hedefi ve ana yönelimi ifade ediyor. Elbette, bu stratejik doğrultunun bir dizi başka teorik-siyasal gerekçesi vardır, ama bunlar, bu yazı çerçevesinde konumuz da değildir; fakat, bu temeldeki bir dizi temel tez, programatik platformu ifade eder. Devrimci sosyalizmin, tam da bu açıdan güçlü bir teorik-siyasal zemini olduğu biliniyor. Bu stratejik doğrultu veya programatik temel tezler, bugünden yarına değişmez. Bir tarihsel sürecin sınıfsal analizine dayanan bu stratejik yönelim, ideolojik-politik birliğin ilkeleri olduğu gibi, ancak, bir tarihsel dönem yerini bir başka tarihsel döneme bıraktığı ölçüde, süreklilik ve kopuş diyalektiği ekseninde kısmen veya kapsamlı değişime uğrar veya yeni özelliklerle zenginleşir.
Stalin’in strateji üzerine, özet ve önemli, devrimci sosyalistlere klavuzluk eden sözlerini hatırlayalım;
“Strateji, devrimin verili aşaması temelinde, proletaryanın ana darbesinin doğrultusunu saptamak, devrimci güçlerin mevzilenişi (ana ve ikincil yedek güçlerini) için uygun plan hazırlamak, devrimin verili aşamasının tüm süreci boyunca bu planın gerçekleşmesi için çalışmaktır.” (Leninizmin Sorunları, S.78)
“Strateji, devrimin ana güçleri ve onların yedekleriyle uğraşır. Devrimin bir aşamadan diğerine geçişiyle değişir, fakat verili aşamanın tüm dönemi boyunca esas olarak değişmez.” (Leninizmin Sorunları, s.80)
Hiç şüphesiz, devrimin ana yöneliminin böylesine net ele alınıp, tanımlanması önemlidir, zorunludur. Ancak, devrim ve sosyalizm kavgasında, sınıf mücadelesinin çok yönlü gelişimi ve ihtiyaçları üzerinden, bu çerçeve herşey demek değildir. Adı üzerinde, bu bir “ana yönelim” veya “çerçeve”dir, hatta bir platformdur. Bu “genel” olanı ifade eder, bu doğrultunun ana hatlarını içerir. Sorunu bununla sınırlı ele almak, en hafif ifade ile, kitle mücadelesinden uzaklaşmak, sınıf mücadelesinin sorunları karşısında yetersiz kalmaktır, politik darlıktır. TDH’de, zaman zaman vurguladığımız gibi, en ilerisinden ,böylesi bir çerçevenin tekrarı sık sık görülür; bu, politik mücadelenin önemini kavramamak, teorik yetersizlik, hatta teori ile pratik arasında bir “yarılma” olarak kendini gösterir. Halbuki, ideolojik-politik hattın ana doğrultusunu ifade eden böylesi bir çerçeve, sınıf mücadelesinin zengin deneyi içinde sınanmalı, her vesile ile, politik mücadelenin ihtiyaçları temelinde yeniden üretilmelidir. Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz; devrimci teori ile yolu aydınlanmayan pratik, dar pratiktir, sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaktır. Sınıf mücadelesi, bir dizi zenginlik yaratır; “bütün teoriler gridir, yaşam ağacı ise yeşil” (Goethe). Devrimci teorinin, stratejik yönelimin üretilmesi işi bir kez yapılarak sona eren bir şey değildir. Ancak, devrimci pratik ile zenginleşin teori, sınıf savaşımına kılavuzluk edebilir. O halde, stratejik ana yönelim ile teorik yönelim; strateji ile taktik arasındaki diyalektik ilişkiyi kurmak, devrimci sosyalizm için yaşamsaldır. İşte, proletarya partisinde aranan; olmazsa olmaz koşul olan “eylem ve irade birliği” ancak, bu ilişkinin cisimleşmesi ile mümkündür.
Proletarya partisinin davranış biçimini saptayan, buna uygun şiar ve örgütlenme biçimlerini ön plana çıkaran, somut bir hedefi ve ona ulaşmayı içeren, stratejiyi tamamlayan taktik; tam da bundan, dönemsel ve kısa erimli süreçleri içerdiği için, son derece çeşitli biçimlerde ifadesini bulur. Strateji öyle her gelişme ile değişmez, ancak temel toplumsal ilişki ve dinamiklerin değişimine bağlı olarak değişim yaşanır. Öte yandan, her somut-güncel süreçte, elbette strateji ile ilişkili olarak, taktik politikalar değişir, çeşitlilik gösterir. Sınıf ilişkilerinde, nesnel ve öznel koşullara, devrimin alçalma ve yükselme dönemlerine, kitlelerin yönelimine vb. bakarak, proletarya partisi, farklı dönemlerde farklı taktiklere başvurur.
Yine, Stalin’den okuyalım;
“Taktik, hareketin kabarma ve alçalma, devrimin yükselme ve alçalmasının nispeten kısa dönemi için proletaryanın davranış çizgisini saptamak, eski mücadele ve örgütlenme biçimlerinin ve eski şiarlarının yerine yenilerini geçirmek, bu biçimleri birbiriyle birleştirmek vb. bu çizginin uygulanması için mücadele etmektir. Strateji, diyelim ki, çarlığa ya da burjuvaziye karşı savaşı kazanma, çarlığa ya da burjuvaziye karşı mücadeleyi sonuna kadar götürmeyi hedef edinmişse, taktik daha az önemli hedefleri önüne koyar; çünkü onun hedefi, bütün olarak savaşı kazanmak değil, devrimin verili yükselme ya da alçalma dönemlerindeki somut duruma uygun şu ya da bu muharebeyi, şu ya da bu çarpışmayı, şu ya da bu kampanyayı, şu ya da bu eylemi başarıyla gerçekleştirmektir. Taktik, stratejinin bir parçasıdır, ona bağlıdır ve ona hizmet eder.” (Leninizmin Sorunları, S.80)
“Taktik proletaryanın mücadele ve örgüt biçimleriyle, bu biçimlerin değişmesiyle uğraşır. Devrimin verili bir aşaması temelinde taktik, devrimin kabarma ve alçalma, yükselme ve geri çekilmesine göre birçok kez değişebilir.” (Leninizmin Sorunları. S.81)
Taktik politika veya taktik yönelim/ya da planda; proletarya partisi, ulusal, uluslararası koşulların, sınıfsal ilişkilerin, kitlelerin yönelimi ve ruh hallerinin, kitlelerin taleplerinin, devrimci deney ve öznel koşulların vb. tam bir değerlendirilmesini yapar. Böyle bir değerlendirme; nesnel-öznel koşulların tam bir analizi olmadan, stratejinin bir parçası olarak taktik politika veya plan amacına ulaşamaz. Örneğin “taktik” adına salt öznel örgütsel ihtiyaçlar üzerinden politika belirleme; “kitlenin devrimci ruhu” çoğu kez abartılarak yada küçümsenerek, tek başına bunun üzerinden “taktik” politika inşa etme, genel ve kaba bir söylemle “tutarlı taktik” adına güncel nesnel-öznel koşulları göz önünde bulundurmama; kaba bir “devrimcilik”le taktikle stratejiyi karıştırma TDH’de sık yaşanan olumsuzluklardır.
“Taktik” üzerine tartışmalar, belki de en çok seçim dönemlerinde yaşanır. Kaba bir “boykotculuk” bu ülkede 1970’den bu yana vardır; faşizm tespiti, parlamentonun “ahır” olduğu, demokrasi oyunu vb. sıralanır, elbette çözüm devrimdir, “boykot” politika olarak belirlenir. Bu gerekçelerde doğruluk yanı vardır, ama bunlar genel söylemin kaba bir tekrarıdır; kitlenin yönelimi, devrimci durumun içinde bulunulan koşullardaki düzeyi, öznel-örgütsel çalışmaların durumu vb. hiç dikkate alınmaz. Ve “tutarlılık” adına 30yılı aşkın “boykot” savunulur; bu otuz yılda koşullar ve sınıf ilişkileri hiç mi değişmedi? Bu sorunun yanıtı yoktur; veya kaba bir “yarı-feodal, yarı-sömürge” tesbiti vb. ile geçiştirilir. Hatırlatalım; 1905 Rus devriminde “boykot” doğru bir taktiktir, Lenin’in ifade ettiği üzere, 1906 “boykot”u da yanlıştır; sosyo- ekonomik ciddi bir değişim yoktur; ama devrimin alçalma ve yükselme, kitlenin yöneliminde ve öznel koşullardaki bu değişim temelinde 1905 boykotunu doğru, 1906 boykotunu yanlış olarak tanımlıyor. Aynı eksende, yine seçim sorununda, her dönem, “parlamentodan yararlanma” adı altında, özellikle reformist-legalist solun, klasik taktiği vardır; bunlarda, yukarıda özetlediğimiz nesnel-öznel koşulların tahliline değil, “öznel ihtiyaçlar” üzerinden bu taktiği belirlerler.
Benzer tartışmalar, F tipi saldırılarında da yaşanmıştır. Reformizm, F tipi saldırılarını, buna karışı ölüm orucu eksenli direnişi gündemine bile almaz ve oligarşinin şimşeklerini üzerine çekmemek için direnişten uzak durup, hatta onu mahkum etmeye çalışırken, tüm bunlar “taktik” adına yapılmıştır. 96 Ö. O.-SAG. tartışmaları hala hatırlanmakta, yazan ve okuyanın anlamadığı anlamasının da mümkün olmadığı “ayrım”lar “taktik” adına TDH’de tartışılmıştır. Elbette reformizmin “intihar” iddialarının tersine, Ö.O eylemi savunma zemininde kimi süreçlerde bir zorunluluğun ifadesi olarak kaçınılmazdır. Hapishaneler bağlamında stratejik F tipi saldırısına karşı gelişen direniş bu noktada en önemli örneklerden birini oluşturmaktadır. Öte yandan, her taktik mücadele biçimi gibi bu eylem biçiminin de sınırları söz konusudur. Üç yıllık mücadele bu yönde zengin deneylerle doludur. Bir taktik politika olarak somutlaşan, savunulan ve uygulanan Ö. O; siyasal işlevini yitirdiği, destek güçlerinin devrimci hareketin aleyhine döndüğü, direnişçi tutsak sayısının asgariye indiği, eylemin rolünü tamamladığı, vb. koşullarda aşılmak zorundadır. Direniş (mücadelenin) bir biçiminin direnişin (mücadelenin) kendisinin yerine geçmesi araçların amacın yerine geçmesi anlamına gelir.
Dikkat edilirse, seçmiş olduğumuz bu iki örnekte, “taktik” adına yapılan, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, tek yanlı bir değerlendirme ve/veya öznel/örgütsel ihtiyaçlar üzerine kurulmuştur. Ve bundan dolayı, eksik ve yanlıştır.
“... Kitlelerde devrimci ruh hali olmadan, böyle bir ruh halini gelişimini teşvik eden koşullar olmadan, devrimci bir taktik elbette eyleme dönüşemez, fakat Rusya’da bizler son derece uzun, ağır, kanlı deneyimlerle, devrimci taktiğin sadece devrimci ruh hali üzerine kurulamayacağı gerçeğini öğrendik. Taktik, her verili devletin (ve onu çevreleyen devletlerin ve tüm devletlerin, yani dünyadaki tüm devletlerin) tüm sınıf güçlerinin soğuk kanlı ve sımsıkı nesnel bir değerlendirmesine ve devrimci hareketin deneyimlerinin hesaba katılmasına dayandırılmak zorundadır...” (Lenin/sol komünizm /SE.10, sf:120)
Ayrıca taktik, Lenin’in ifade ettiği gibi, “bütün durumlar için bir reçete yada genel kural”ı rededer; “Her özel durumda doğru yolu bulabilmek için insanın kendi aklını kullanmasını” öngörür. Ve taktiğin amacı, stratejiye bağlı olarak “proleter sınıf bilincinin, devrimci ruhun, savaş ve zafer geleneğinin genel seviyesini düşürmek için değil, yükseltmek içindir” (Lenin). Sınıf savaşımını geliştirmeyen, kitlesini devrime hazırlamayan veya bu hazırlığa hizmet etmeyen, kitlesini bu deneyle eğitmeyen, parti faaliyetlerini çoğaltıp örgütlü savaşımda bir kazanıma dönüştürmeyen, strateji ile bağ kurup yönünü ileriye çevirmeyen bir “ taktik”, belki “taktik” olur ama bunun adı “devrimci taktik” değildir. Taktik politika içinden geçilen süreçte, nispeten kısa dönemde, tüm alan ve çalışmaların yönünü belirler, onları birbirine bağlar, illegal, yarı-legal, legal tüm alanları adeta bir şerit gibi keser. Zaten politika sanatı da budur; zincirin bütününü elde etmek için, o konjonktürde, o taktik evrede, doğru halkayı yakalamaktır. Eğer sadece, “iyi devrimciler” veya “iyi insanlar” değil, doğru çözümleme ve tespitler yapan marksistler değil, sınıf savaşımında ciddi bir özne olmak istiyorsak, ki devrimci sosyalizmin böyle bir hedefi ve iddiası vardır, işte bu ilişkiyi doğru kullanmamız, devrimci politikanın gereğini yapmamız zorunludur.
Devam edelim... Lenin Rus devriminin temel derslerini, örneğin “sol komünizm”de özetlediği, hatta bu derslerin doğrultusunda 3. Enternasyonalin strateji ve taktiğini geliştirdiği biliniyor. Ve, 2. Enternasyonal’e karşı, dünya devrimi perspektifi ile, Zimmervarld solu olarak ilk adımını atıp, Ekim Devrimi sonrası kurulan 3. Enternasyonal, Lenin’in ifadesi ile “burjuvazinin mükemmel stratejisinin gerisindedir”. Ancak, öğrenmeyi önüne koyan Lenin ve 3. Enternasyonal komünistleri, stratejiyi “bilim” olarak tanımlamışlardır. “Alman Komünistlerine Mektup”ta yapılan bu tespit, özünde, strateji-taktik ilişkisinde bir sıçramadır.
Strateji bilimi; insanlığın tüm tarihsel birikimi üzerinden, tüm bilim dallarından (tarih, coğrafya, matematik, biyoloji, fizik, kimya, tıp, felsefe, siyaset, ideoloji, askerlik vb.) beslenir, bunları en üst düzeyde sentezler. Doğal olarak, bu bilim, bir analizi içerir, materyalist bakış açısı ve diyalektik yöntem temel bir rol oynar. Diyalektik ve tarihsel materyalizm bir yana atılarak, stratejik bir analiz yapmak mümkün değildir; burjuvazi bile bu gerçeğin farkındadır, elbette kendi sınıf çıkarı doğrultusunda, bu yöntemi kullanmaktadır. Ancak, bu yöntemle; olgu ve süreçler arasındaki ilişki, parça-bütün ilişkisi doğru ele alınıp, yerli yerine oturtulabilir, çelişki-zıtların birliği, nicel birikim ve nitel dönüşüm vb. ile ana yönelimler saptanabilir. Bu yöntem, proletaryanın felsefesi, strateji ve taktik ilişkilerinde, proletarya partisi için, muazzam bir silahtır. Ve, bunun üzerinden, kararlı bir irade ve öznel gücün seferberliği; devrimin tüm potansiyelini harekete geçirebilir, kazanımların yolunu açar. Bir çok devrim deneyimi, bu arada Türkiye ve Mezopotamya devrim deneyimleri bunun zengin örnekleri ile doludur.

Yolumuz Açıktır
Sınıfın elinde bir silaha dönüşen strateji bilimi, elbette oligarşi için başka, proletarya için başka amaca hizmet eder. Oligarşi; bu bilimi kullanarak, gerici siyasetini “jeopolitik” tartışmaları içinde yaygınlaştırır, tüm karşı-devrimci deneyleri sentezleyip “özel savaş” veya “psikolojik savaş”, “düşük yoğunluklu savaş-düşük yoğunluklu demokrasi” adı altında tezler, projeler, pratikler geliştirir, bin bir hile ve komplo ile sınıfsal-ulusal mücadelenin üstü örtülmeye çalışılır, zor yoluyla ve postmodern kültürün çeşitli versiyonlarıyla kitlelerin bilinci çarpıtılmaya dönük kapsamlı faaliyetler geliştirir.
Bu çemberin kırılması, proletaryanın bu bilimi doğru kullanması ile mümkündür. Proletarya da, ancak bu çemberi kırdığı ölçüde, kendi için sınıf olur, tarihsel ve siyasal rolünü oynayabilir. İçe kapanma, dar cemaat ilişkileri, bölgecilik-hemşericilik, rekabet vb., proletaryanın evrensel bir sınıf olma gerçeği ile çelişir; proletarya evrensel bir sınıftır, ama, kapitalizm kapitalizm olarak kaldığı ölçüde, bu tip içe kapanma, darlaşma, parçalanma, rekabet, vb.’den kurtulamaz. Tüm bunları parçalamanın yolu, proletaryanın kendisi için sınıf olmasıdır; proletarya partisi, sınıfa “yukarı”dan bilinç taşıyarak, ona devrimci eylemin öznesi olma yolunu açarak bu süreç aşılır.
Dikkat edilsin; TDH’ne bir virüs gibi giren “bölgecilik” veya Lenin’in ifadesi ile “çevre ruhu”, parti örgütlenmesi ve parti ruhu ile çelişir. İçe kapanma, kapalı devre bir ilişki ile bir iç dünya, “cemaatleşme eğilimi; buna özgü bir hiyerarşi ve karikatürleşmiş “askeri disiplin” hiç de TDH’den uzak değildir. Mekanik kavrayış, basma kalıp cümleler, herhangi bir devrimci dergiyi okuduğumuzda hemen görebiliriz; cümlenin başı okunursa, sonunun nasıl olacağını biliriz. Atalet/tembellik, çoğu kez, “birşey çıkmaz” söylemi ile kamufle edilip, birçok imkan-olanak bir yana atılıyor; veya tersinden basit bir ilişki ve küçük/yerel bir olumlu örnek üzerine “koca bir dünya”, oldukça abartılı kurulabiliyor. Örnekleri çoğaltabiliriz; tüm bunlar toplumsal bir zeminden kaynaklanıyor, ve yukarıda işaret ettiğimiz gibi, sınıf bilincinin körelmesi/veya gelişmemesi, stratejik bir bakış açısına ulaşamamayı ifade ediyor. Yerel-evrensele; parça-bütüne; olgu-sürece; birey-partiye/veya topluma; nicelik-niteliğe vb. ancak böylesi bir çerçeveye sahip olmakla bağlanabilir.
Demek ki, stratejiyi ve taktik ilişkilerini, “bilim” düzeyine çıkarmak; buradan alışkanlıklara, statülere, dengelere, geri olan herşeye karşı mücadele etmek, bunu bilince çıkarmak zorunludur. Bu çoğu kez, öncelikle, kafalarda oluşturulan, elbette, işaret ettiğimiz gibi, mevcut toplumsal zemin ve ilişkilerden beslenen kalıpların, sınırların parçalanması ile mümkündür. Yaşam öğretiyor; bir çok deney, tam da bu yönde öğreticidir. Bunu bilince çıkarmak, dahası, stratejik bir yönelimle taktik politikaları tespit etmek, ve bunları kararlılıkla uygulamak, zorunludur. Sınıf mücadelesinde, politik özne olmanın, böyle bir politik öznenin bir parçası olarak, devrimci sosyalist olmanın yolu budur.
“Bir kez tutulan rota, hedefe giden yol üzerindeki tüm ve her türden zorluklar ve karışıklıklara rağmen şaşmadan izlenmelidir; bu öncünün, mücadelenin ana hedefini gözden kaybetmemesi

ve hedefe yönelen ve öncünün çevresinde toplanmaya çalışan kitlelerin yoldan sapmaması için zorunludur.” (Stalin/Leninizmin Sorunları, S.84)
Anlaşılacağı gibi, stratejiye bakış açısı, devrimci sosyalizm için bir zorunluluk; ama, bu tek başına yeterli değildir, bu stratejik bakış açısı, somut taktik politika ile anlamlıdır. Dahası, tüm bunlar ancak ve ancak somut örgüt ve mücadele biçimlerine dönüştüğü ölçüde, çizilen ana yönelim ve belirlenen taktik politikaları ısrarla, şaşmadan takip edildiği ölçüde bir kazanıma dönüşeceği açıktır. “Taktik” ve “esneklik” adına, tutarsızlığı, kimliksizliği politika yapmak; atılan her adımın ciddiyetinden uzak tutum ve davranış içinde olmak; ufuk darlığı ve emek cimriliği yapmak; atılan her adımı, ortaya konan her politikayı somut örgütsel biçimlere dönüştürmemek, bizim işimiz olmaz, bu tip örneklere de müsaade edilemez. Devrimci sosyalizm, bütünsel bir politik özneyi inşa etmeyi, bunun için her alanda somut/taktik politikaları adım adım örmeyi hedefliyor. Atılan her adım, örneğin, açık alanda adım adım somutlaşan politik-kültürel odaklar yaratma açılımı, laf olsun diye değil, “bizim de olsun” hiç değil, herhangi bir örneğin kaba bir tekrarı değil, dönemin politik-kültürel kitle hareketini yaratmak için zorunludur.
Devrimin nesnel koşulları birçok imkanı yaratıyor, ama, nesnel koşullar ile öznel koşullar arasındaki mesafe, uzun yılları kapsayan bir zaman diliminde, bir hayli açıktır. Açlık-yoksulluk-yabancılaşma-baskı vb. olgular düzene tepkiyi doğuruyor; ancak, binbir bağla kitleler tekrar baskı ve terör eşliğinde düzene bağlanıyor. Sınıfsal çelişki her zamandan daha yoğun; bu net. Devrimci bir politik özne ihtiyacı her zamankinden daha yakıcı. İşte, yeniden inşa sürecimiz, bu yöndeki stratejik bakış ile taktik politikalarımız son derece anlam kazanıyor. Böylesi bir dönemde, mücadele ve örgütlenmeden bağımsız değil, tam tersine bunları merkeze alarak yeniden inşayı gerçekleştirmek bugünün temel şiarıdır!
Başka biçimde de anlatılabilir. 150 yıllık enternasyonal tarihsel birikime, Mahir’den bu yana 35 yıllık öz tarihsel birikime sahibiz, bunun üzerinden geleceğe yürüyoruz. Politik-ideolojik hattımız, kimliğimiz nettir; devrimin tüm ana sorunlarına yönelik sağlam bakış açısına sahibiz; dahası tüm bunlar, bugün “devrimci yenilenme” ekseninde kendini yeniden üretiyor. Elbette, bu süreç, “tamamlanmış” değildir, problemsiz hiç değildir; zaten marksizm böylesi bir “tamamlamayı” da reddeder. Ayrıca bu süreç, salt bir “teorik çalışma” da değildir, bunu aşan, yaşama ve sürece bütünsel bir biçimde müdahaleyi esas alan bir süreçtir.
Lenin diyor ki;
“Şu anda [1897 sonu, bu tarihe dikkat-B.N.] bizim bakış açımızdan hareketle en yaşamsal sorun, Sosyal-Demokratların pratik faaliyeti sorunudur. Sosyal-Demokrat hareketin pratik yanını vurguluyoruz, çünkü, öyle görünüyor ki, teorik yanı, bir yandan karşıtlarının inatçı bir anlayışla karşı çıktıkları ve yeni akımı hemen başlangıcından ezmek için büyük çaba gösterildiği ve öte yandan sosyal-demokrasi yandaşlarının ilkelerini tutkuyla savundukları en kötü dönemi atlatmıştır. Sosyal-Demokratların teorik görüşleri esas, temel çizgileri içinde şimdi yeterince açıklığa kavuşmuş gibi görünüyor. Fakat sosyal-demokrasinin pratik yanı için, politik programı, eylem yöntemleri, taktiği için aynı şey iddia edilemez...” (Seçme Eserler-1, s.480-481)
Bu sözler, Narodnizmin egemenliği koşullarında, “Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi” ve “Halkın Dostları...” ile devrimci sosyalizmin kendi teorik-politik temellerinin atıldığı devrimci sosyalizmin Rusya’da henüz kuruluş aşamasında olduğu döneme aittir. Lenin kuruluş döneminde bile pratiğe özel vurgu yapıyor. Mahir’lerin atılımı da benzer özellikler göstermiştir. Teori ile pratik içiçe dokunmuştur. l970’lerden bu yana, “Kesintisiz Devrim-1-2-3”, “Şafak Yargılanamaz”, “Mahir ve Devrim”, “Devrimci Yenilenme” yazıları, vb. bir dizi teorik-politik kazanım elde edilmiştir. Bu muazzam bir birikimdir. İşte bu birikim üzerinde, bugün, stratejik bakış açısıyla taktik politikaları geliştirmek-kavramak, bunları pratik mücadele içinde somutlamak; görev budur!
Unutmayalım... Devrimcileştiren pratik, Lenin’in ifadesi ile, “teorinin ikna edemediği birçok devrimcinin Sosyal-Demokratların pratiğiyle ikna olmaya başladıkları” (Lenin) saptaması, bugün içinde yaşamsal önemdedir, kitleleri başka bir yolla ikna etme imkanı da yoktur. Devrimci sosyalizm, zorlu bir yoldan yürüyor, alınacak mesafeler vardır. Devrimci yenilenme sürecimiz teori ile pratiğin arasındaki devrimci bağın stratejik çizgimiz temelinde kuruluşunun zeminlerini örmektedir. Büyük ve sıçramalı gelişme bu zemin üzerinden, bu zemini içinden geçtiğimiz yeniden inşa sürecinde yarattığımız ölçüde gerçekleşecektir. Bunu bilerek, ileri atılmak, her partinin, her cephelinin görevidir.
Son sözümüzü Lenin’le tamamlayalım;
“...Şimdi görevlerimizi dünden çok daha berrak, daha somut, daha açık biliyoruz; hatalarımızı açıkça göstermek ve düzeltmekten korkmuyoruz. Şimdi, daha iyi örgütlenmesi, çalışmaların kalitesini ve içeriğini yükseltmesi, kitlelerle daha sıkı ilişki kurması, işçi sınıfının gittikçe daha doğru ve tam taktiğini ve stratejisini geliştirmesi için tüm gücümüzü pratiğe vereceğiz.” (Seçme Eserler-10, s.329)
 
 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul