28 Ağustos 1998 yılında, PKK Genel
Başkanı Abdullah Öcalan’ca ilan edilen “tek taraflı
ateşkes”, geçtiğimiz 1 Eylül itibariyle sona erdirildi.
KADEK’in yaptığı açıklamaya göre; “Kürt sorununa
barışçıl çözüm bulmak” için ilan ettikleri “tek
taraflı ateşkes”in TC. Devleti’nce kabul edilmemesi
ve kendilerine “ tasfiye” dayatılması, ateşkesin
bitirilmesini zorunlu kıldı. Böylece bölgede beş
yıllık bir aradan sonra yeni bir sürece girildi.
Uluslararası bir komployla yakalanarak Türkiye’ye
getirilen A. Öcalan’ın da, “İmralı Barış Elçiliği”
konumu, kendi ifadesiyle sona erdi...
Kuruluş dönemlerinde öne çıkarılan ve programlarında
açıkça ifade edilen “ulusal” nitelikli ve kimi noktalarda
sosyalist içerik taşıyan istemlerin, savaştaki tıkanma
ve yeni kanallar açılamaması nedeniyle oldukça geri
istemlere çekildiği ve “İmralı” süreciyle birlikte
tasfiye edildiği ulusal hareketi, silahlı reformist
hareketin özgün bir örneği olarak önümüzde duruyor.
1 Eylül’de ateşkesin sona erdirildiğinin açıklanması
yarattığı tüm karmaşık beklentilere karşın esas
olarak KADEK’in tutumunda köklü bir değişikliği
değil, silahlı reformizm tutumunun daha da derinleşmesini
ifade ediyor.
KADEK’ce ortaya konulan “yol haritası”da gösteriyor
ki; ne “tek taraflı ateşkes” sona erdirilmiştir
ve ne de devletle “en geri istemleri öne sürerek
uzlaşma” aranmasından vazgeçilmiştir...
“Yol Haritası”nın Düşündürdükleri
Kendi içerisinde üç ayrı aşamayı içeren, “Kürt
Sorununun Çözümü İçin Yol Haritası”nda ortaya
konulan düşünceye baktığımızda görülüyor ki; sömürgecilikle
yeni bir “uzlaşma” zemini aranmakta ve yaşanılan
onca “imha ve tasfiye” politikalarına rağmen,
“düzen içi çözüm”de ısrar edilmektedir. Bu aşamaların
neleri içerdiği ortaya konulduğunda; “uzlaşma”
ve “düzen içi çözüm” saptamasında bulunuyor olmamız,
hiç de yadırganmayacaktır. Peki, nedir bu “yol
haritası” ve neyi amaçlamaktadır? KADEK tarafından
ortaya konulan, “Kürt Sorunun Çözümü İçin Yol
Haritası”; Filistin sorununun çözümü için emperyalist
güçlerce gündeme getirilen ve işgalci siyonist
İsrail’in konumunu meşrulaştırmaya çalışan “Yol
Haritası”yla ismen de benzeşiklik göstermesi,
bir tesadüf müdür? Elbette değil! Böylesi bir
söylem ve “çözüm” politikasıyla ortaya çıkan KADEK,
emperyalist güçlere göz kırpmakta ve Kürt Sorunu’nu,
emperyalistlere dayanarak “çözme” anlayışını dışa
vurmaktadır. Kürt Halkı’nın “umutlarını ve beklentilerini”
boşa çıkaran ve “özgücüne güvenememe”nin güncelleşmiş
somut bir versiyonu olan “Yol Haritası”, üç ayrı
aşamayı içermektedir.
“Demokratik Serhildan”
1. Aşama: 1 Eylül ile 1 Aralık 2003 tarihlerini
kapsamakta ve “çift taraflı ateşkes”i öngörmektedir.
KADEK Genel Başkanlık Konseyi Üyesi Mustafa Karasu;
“3 aylık süreç, bizim açımızdan ateşkesi çift
taraflı hale getirmek için mücadele sürecidir.
Bu açıdan, bir savaş süreci olarak görmüyoruz.
Demokratik serhildanla çift taraflı ateşkesi dayatmak,
temel mücadelemiz olacaktır.” (bkz; Ö. Gündem,
2 Eylül 2003) diyerek, öncelikli amaçlarının “çift
taraflı ateşkesi dayatmak” olduğunu beyan etmektedir.
Bu politikanın bir uzantısı olarak; 20 Eylül 2003’te
“Barış İçin Demokratik Serhıldan” başlatılacak
ve PKK’nin kuruluş yıldönümü olan 27 Kasım’a kadar
devam edecektir.
Böylece, Kürt Halkı’nın “demokratik dinamikleri”ni
harekete geçireceğini ve yeni bir döneme hazırlanacağını
planlayan KADEK; Türk Ordusu’nun Irak’a girmesine
bağlı olarak gündeme getireceği aşikar olan “imha
operasyonları”ndan kurtulmayı amaçlamaktadır.
Bu nedenle de, Güney Kürdistan’daki (Kuzey Irak)
gerilla güçlerinin bir kısmını TC toprakları içinde
bulunan kuzeye aktarılmaktadır. Son dönemde, Bingöl,
Siirt, Botan, Amed, Dersim vb. yerlerdeki gerilla
hareketliliğinin nedeni budur!
Her ne kadar KADEK; bu dönem için “bir savaş süreci
olarak görmüyoruz” diyerek savunma pozisyonunda
kalmaya devam edeceklerini ve ancak “kendilerine
yönelik her türlü saldırıya daha etkili yanıt
vereceklerini” belirtmiş olsa da, devletin bu
“Yol Haritası”nın ilk aşamasına verdiği yanıt,
bildik “inkar ve imha” politikasından başka bir
şey değildir...
Bilindiği üzere sömürgecilik beş yıllık “tek taraflı
ateşkes” süreci boyunca da, Kürt halkı’na yönelik
inkar ve imha operasyonlarını, şiddetini azaltarak
olsa da devam ettirmiştir. HADEP Silopi yöneticilerinden
iki kişinin gözaltında kaybedilmesi, başka gözaltı
kayıpları izlemiş; yoksul Kürt emekçileri/gençleri
yargısız infazlarla katledilmiş ve başta JİTEM
(Jandarma İstihbarat Teşkilatı) olmak üzere, devletin
silahlı güçlerinin işkenceli/tecavüzlü sorgularından
geçirilmiştir. Yine, KADEK gerillaları, görüldükleri
yerlerde imha operasyonlarına maruz kalmışlardır.
Bu beş yıllık süreç boyunca, bazı KADEK Bölge
Komutanları da dahil olmak üzere, yüzlerce gerilla
ve yoksul Kürt emekçileri/gençleri katledilmişlerdir.
Köy/mezra yasağı, gıda ambargosu ve hür türlü
dil-isim ve kültürel yasaklama, Kürt Halkı’nın
kaderi haline getirilmek istenmiştir. İşte, beş
yılın özet bilançosu...
Yine biliniyor ki, ABD ve İngiltere’nin Irak işgal
operasyonuyla birlikte devlet, yeni bir imha,
tasfiye ve teslim alma politikasına yöneldi. ABD’nin
onayıyla tartışmaya açılan “Pişmanlık Yasası”nın
kamuoyunda konuşulduğu dönemde; “KADEK’li 300
yöneticinin üçüncü bir ülkeye sürgüne gönderilmesi”ne
yönelik seslendirmelere, “sürgüne de razıyız”
diyen İmralı çizgisine devletin verdiği yanıt;
kayıtsız şartsız teslimiyet dayatmasıdır. Ve devlet,
“Pişmanlık Yasası”nı çıkartarak, bu teslimiyet
isteğini resmileştirmiştir.
Yasa çıkartıldıktan sonra, devletin gerillaları
imha etme ve/veya alanlarda sıkıştırma operasyonları
hız kazanmıştır. Bir yandan Kürt gerillalarına
ev sahipliği yapan dağlara/ormanlara çeşitli kimyasal
madde ve böcekler atılarak bu alanlar çıplaklaştırılmak
istenirken ve taciz ateşleriyle dağlar/tepeler
bombardımana tutulurken, diğer yandan da, “teslim
ol!” anonsları yapılmakta ve helikopterlerden
bu yönlü bildirler atılmaktadır. İmhadan kurtulunsa
bile, alanda sıkışacağı ve her yönden kuşatılarak
bunaltılacağı hesaplanan gerillaların, Türk Devletinin
“şefkatli kolları”na atılacağı planlanmıştır.
İşte, son dönemde Dersim, Amed ve Bingöl’de hız
kazanan kapsamlı askeri operasyonların nedeni
budur! “Üçüncü bir ülkeye sürgüne gönderme”yi
bile kabul etmeyen sömürgeci faşist devlet, kapsamlı
askeri operasyonlarla Ulusal Hareketin silahlı
güçlerini teslim almak istemekte ve UKM’yi tamamen
tasfiye etmeyi amaçlamaktadır...
Açık olan şudur ki; KADEK’in isteği olan “çift
taraflı ateşkes”, devletçe kabul görmeyecektir!
Yazının kaleme alındığı şu son üç haftalık süreçte
yaşanılanlar da bunun kanıtıdır. Devlet “demokratik
serhildan”ları, silah kullanmakta dahil zor, baskı,
işkence ve zindan politikasıyla bastırmak için,
elinden gelen her şeyi yapacaktır. Beş yıllık
“tek taraflı ateşkes” sürecinde yaptıkları, bugün
ve yarın yapacaklarının göstergesidir!
KADEK, bu süreci “bir savaş süreci olarak görmüyoruz”
dese de, devletin imha ve tasfiye savaşı devam
edecek ve Kürt Halkı’nın inkarı temelindeki politikaları
süreklilik kazanacaktır. Varsın KADEK, hala “pasif
savunma”ya devam etsin; ama bilinmelidir ki devlet,
“aktif saldırı”larına hız verecektir... Evet,
KADEK’in “Yol Haritası”nın ilk aşaması ve devletin
buna verdiği yanıtın özeti budur!
“Güven Artırıcı Tedbirler”
II. Aşama: 1 Aralık 2003-1 Nisan 2004 tarihlerini
kapsayan “Yol Haritası”nın ikinci aşamasında ise;
“güven artırıcı tedbirlerin alınması” öngörülüyor.
KADEK adına açıklama yanan M. Karasu’nun;
“Ateşkesin kabul edilmemesi, yeni bir mücedele
anlamına geliyor.” (bkz. agy) sözlerinin, “güven
artırıcı tedbirler”e işaret ettiği açıktır. Ancak,
bu “tedbirler”in neleri ifade ettiğine dair bir
açıklamak söz konusu değil. Devletin, “çift taraflı
ateşkes”i kabu et-me-ye-ce-ği açıkça bilindiğinde;
KADEK’in “yeni bir mücadele”den neyi kast ettiğini
açıklamaması pek de yadırgatıcı değildir! Bu açıklamayla
KADEK, iyimser bir tanımlamayla söyleyecek olursak;
acaba “aktif savunma”ya mı geçeceğini anlatmak
istemektedir! (Ya da, Medya TV’den yeni tehditler
mi savuracaktır. Belki de, Türk burjuvazisine
açıkça çağrı yaparak, “sorunun çözümünü kayıtsız-şartsız
size bırakıyoruz; her türlü çözümü peşinen kabul
etmeyi taahhüt ederiz” mi demek isemektedir. Kimbilir,
belki de emperyalistlerden çözüm için yardım istenmektedir.
Hangisi olduğunu ya da varsa başka neleri kast
ettiklerini bilemiyoruz. Zira KADEK, her zamanki
göreli, muğlak ve pragmatist söylemini kullanarak,
devletle yeni bir “uzlaşma”nın “güven verici tedbir”ini
alacağını ifade etmektedir.
Özcesi; görelilik ve muğlaklık içeren bu ikinci
aşama da gösteriyor ki, KADEK, bir kez daha “silahlı
güçler”ini kullanacağını söyleyerek, devleti “görüşme/uzlaşma”ya
zorlayacaktır. Bu politikasıyla da; emperyalist
güçlere “uzlaşma yanlısı” bir görünüm vererek,
onların güvenine mazhar olacaktır! Pragmatist
politikaları “reel” hale getiren KADEK tarafından
dile getirilen; “güven artırıcı tedbirlerin alınması”nı
böyle okumak ve anlamak gerekiyor...
“AB’ye Girme Fırsatı”
III. Aşama: “Yol Haritası”nın üçüncü aşaması ise;
1 Nisan-1 Eylül 2004 tarihleri arasını kapsamakta
ve “sorunun tam olarak çözümü öngörülmekte”dir.
Ancak bu “çözüm”ün neyi içerdiği, yine açıkça
ifade edilmemiştir. M. Karasu’nun biraz önce sözünü
ettiğimiz açıklamasındaki;
“Bizim mücadelemiz, adaletsizliği ortadan kaldırma,
gerçek barışı sağlama mücadelesidir. Savaş, Kürt
sorununu çözmeyecektir. Kürt Halkı İradesini ortaya
koyarsa, savaş isteyenler ya çözülecektir ya da
çökecektir.” (bkz. agy) sözleri; “adalet” ve “barışı
sağlama” kavramlarına öznel bir yaklaşımı içermektedir.
“Savaşın, Kürt Sorununu çözemeyeceğini” açıkça
belirterek, “silahlı güçler”inin, düzen içi bir
çözüme yönelik olarak kullanılacağını bir kez
daha yinelemiş olan KADEK’in, “adaletsizliği ortadan
kaldırma” ve “barışı sağlama”dan anladığı; “Kürt
dili önündeki engellerin kaldırılması” ve “birtakım
kültürel/folklorik kırıntıların elde edilerek”
düzen içi bir çözümün sağlanmasıdır. Görülüyor
ki, baştan “taktik” olarak ifade edilen “barış”,
artık “stratejik” bir noktaya ulaşmıştır. Bunları
söylerken, hiç de öznel davranmıyoruz. Zira KADEK’in
gerçekliği budur. “Yol Haritası”na uygun davranıldığında;
“KADEK, bunların yapılması halinde barışın geleceğini
ve Kürt Sorununun çözüleceğini, KADEK’in tüm kadrolarıyla
demokratik yasal sürece katılacağını ve Türkiye’nin
AB’ye girmesi için büyük fırsat doğacağını” (bkz.
agy) açıklamış olması, KADEK’in stratejik yönelimini
açıkça göstermektedir. PKK Genel Başkanı olduğu
dönemlerde, yaptığı konuşmalarında; “Ben Yaser
Arafat olmam!” diyerek, Filistin Devlet Başkanı
Y. Arafat’ın İsrail’le uzlaşma politikalarının
yanlışlığını haklı bir biçimde açıkça dile getiren
ve “Türkiye, benim Diyarbakır Belediye Başkanı
olmakla yetineceğimi sanıyorsa aldanıyor” diyerek,
“federasyon” dışında bir çözümün bile tartışılamayacağına
vurgu yapan A. Öcalan’ın; “Demokratik Cumhuriyet”
projesiyle girmiş olduğu “Yol”un geldiği nokta
tam da budur! Yani, devrimci UKM’nin postmodern
reformist milliyetçilik temelinde tasfiyesi..
“KADEK’in tüm kadrolarıyla demokratik yasal sürece
katılacağı”nın seslendirilmesi, Türk sömürgeciliğinden
icazet dilemekten başka bir anlama geliyor mu?
Ve Kemalizm’in de kutsandığı “İmralı savunması”nda
söylenen, “Kürtlerle işbirliği yapılırsa, Türkiye
Ortadoğu’nun en güçlü devleti olur!” denilerek,
sömürgeciliği güçlü kılmak için işbirliği yapma
arzusu seslendirilmemiş midir? Soruyoruz, Ortadoğu
halklarının canını-kanını almak ve onların alınterlerini
sömürmekten başka bir şey düşünmeyen Türkiye egemenleriyle
nasıl birlikte olunacaktır! Peki, “Türkiye’nin
AB’ye girmesi için fırsat doğması” neyi ifade
etmektedir? Bu açıklamalarıyla KADEK, hem Türkeyi
oligarşisine ve hem de kendisini terör listesine
almayan Avrupa Birliği’ne göz kırpmak ve onlardan
icazet dilemek gibi af edilemez bir Yol’a girmeye
çalışmıyor mu? Kürt sorununun çözümünü, emperyalist
güçlerden beklediğini ve Yeni Dünya Düzeni’ne
eklemlenmeyi amaçladığını hem bu sözlerle ve hem
de Osman Öcalan ağzından yapılan; “ABD ile görüşüyoruz.”
sözleriyle açıklayan KADEK, emperyalist-kapitalist
sisteme eklemlenme isteğini açıkça ortaya koyuyor.
İşte, KADEK’in barış anlayışı ve A. Öcalan’ın
1 Eylül tarihinden itibaren son verdiğini açıkladığı
“barış misyonu”nun özü ve özeti...
KADEK’in, “adalet ve barış”tan anladığı böyle
olsa da; bu kavramların içeriği çok daha farklıdır
ve somut gerçekliği ifade eder. Açık olan odur
ki, gerçek adalet; Türk ve Kürt halklarının kendi
özgür iradeleriyle ve eşitlik temelinde “Halklar
Federasyonu” kurmasıyla sağlanabilir. Ve onurla
taçlandırılmış olan böylesi gerçek bir barış;
ancak bu temelde sağlanır. Çünkü, dünya halklarının
ulusal kurtuluş mücadeleleri tarihine gözatıldığında
net biçimde görülür ki, “onurlu barış, bir ülkenin
toprak bütünlüğüne, bağımsızlığına, kültürüne
ve onuruna dokunmayan” bir içeriğe sahiptir. Böylesi
bir barış da; ancak ve ancak, icazet temelinde
değil, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının
sömürgecilere dayatılması ve kabul ettirilmesi
temelinde olabilir. Bir halkın UKKTH’nı gözardı
eden önderliği ve sömürgeci egemen güçler arasında
yapılan ise, “barış” değil, olsa olsa ulusal demokratik
hakların tasfiyesidir ve bu da sömürge bir ulus
için en büyük yıkım anlamına gelir.
Ne Yapılmalı?
Devletlerarası sömürge statüsünde olan ve toprakları
Türkiye, İran, Irak ve Suriye tarafından dörde
bölünerek parçalanmış olan Mezopotamya’da, Ulusal
Kurtuluş Mücadelesi’nin temel hedefi; sosyalizme
evrilmeyi içeren Bağımsız Birleşik Demokratik
bir ülke kurmak olmak zorundadır. Dinamikleri
sakatlanmamış, demokratik bir uluslaşmanın ancak
bu yoldan mümkündür. Bunun yegane yolu ise; yeni-sömürge
ve sömürge ülkeler için evrensel devrim stratejisi
olan Politikleşmiş Askeri Savaş’ı yükseltmektir!
Yıllardır verilen gerilla savaşıyla büyük deneyim
kazanmış olan Kürt Halkı, doğru bir Ulusal Devrimci
Önderlik’le bu amacına ulaşacak ve Bağımsız Birleşik
Demokratik bir ülke kurulacaktır!..
Türkiye Devrimci Hareketi’ne ve Devrimci Sosyalist
Hareket’e düşen öncelikli görev ise; Demokratik
Halk Devrimi mücadelesini ivmelendirmek ve “Bağımsız
Birleşik Demokratik bir ülke” propagandasını çok
daha güçlü bir biçimde yaparak, UKKTH temelindeki
“ayrılma hakkı”nı seslendirmektir!
Türkiye ve Mezopotamya, “iki ülke iki devrim”
perspektifi unutulmadan, güncelde birbirine daha
sıkıca bağlanmış olduğu göz önüne alınarak, Türkiye
ve Mezopotamya halklarının birleşik mücadele cephesini
bugünden yarına örmek, her iki ülke proletaryası
ve ezilen emekçi halklarının ve devrimci güçlerinin
öncelikli görevidir. “İki ülke-iki devrim” perspektifi,
doğal olarak iki ayrı örgütlenmeyi şart koşar.
Bu bağlamda, Mezopotamya halkının-devrimcilerinin
kendi devrimci sosyalist hareketini-partisini
yaratmaya girişmesi bugünün acil görevlerinden
biri durumundadır. Bunun ete-kemiğe büründüğü
noktada, Ortadoğu’da “devrimci halklar birlikteliği”
yaşamsal kılınmaya başlayacak ve Ortadoğu Devrimci
Çemberi’nin stratejik rotası çizilecektir. Böylece
Ortadoğu’da; Türk, Kürt, Fars ve Arap halklarının
başını çektiği ve diğer ulusların/azınlıkların
da içerisinde yer aldığı, bağımsızlık temelinde
ve eşit, özgür birlikteliğin yolu açılacaktır.
Gelinen noktada KADEK’in “Yol Haritası”, ne tam
olarak “tek taraflı ateşkes”i sona erdirmiş ve
ne de Kürt Halkı’nın onurlu mücadelesinin doğal
bir sonucu olması gereken; Bağımsız Birleşik Demokratik
bir ülke şiarının yeniden yükseltilmesine zemin
hazırlamıştır. KADEK, “pasif savunma” çizgisinde
durarak, “düzen içi çözüm”de ısrarını sürdüredursun;
bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi kendi mecrasında
yol almaya devam edecektir.
PKK’nin ilk programında açıklamış olduğu; “Ulusların
Kendi Kaderini Tayin Hakkı” (bir başka deyişle;
“Ulusların Kendi Geleceğini Belirleme Hakkı”)
isteminden vazgeçerek, düzen içi istemlerle Kürt
Sorununun çözülmesini (!) hak etmeyen Kürt Halkı;
kendi iç dinamikleriyle yeni Ulusal Devrimci Önderlikler
potansiyelini bünyesinde taşımaktadır. Zira Kürt
Halkı, tarihinden bu yana her türden işgalciliğe,
sömürgeciliğe ve yerli gericiliğe karşı başkaldırı
ve silahlı isyanları gündeme getirerek, bu uğurda
her türden bedeli ödemekten çekinmeyen “onurlu”
bir halktır!
Seyit Rıza, Alişer, Mazlum, Haki, Kemal Pir, Mahsun
Korkmaz, Zilan, Güler, Leyla, Sema ve adını anamadığımız
onlarca/yüzlerce şehidin kanlarıyla sulanan bu
topraklar, Bağımsız Birleşik Demokratik bir ülke
şiarının yükseltilmesine paralel olarak, her türden
sömürgeciliğin ve yerli gericiliğin alt edilmesine
tanıklık edecektir. Mezopotamya şehitlerinin “bağımsızlık
ve özgürlük” vasiyeti; Kürt Halkının omuzlarına
yüklenen Ulusal Devrimci bir görevdir. Bu görevden
kaçınılamaz!..
|