Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

Leninizmde; irade ve ideoloji, bunlarla ilişkili olarak parti önemli bir yer tutar. Marksizmin; nesne-özne, determinizm-volantarizm, altyapı-üstyapı ilişkilerine yönelik temel saptamalar vardır, ama buna rağmen bu alanlar şu veya bu oranda her dönem tartışılmıştır, tartışılacaktır da. Çünkü, bu alanlar yeni açılımlara, “girdi..” lere muhtaçtır, temel saptamalar, sınıf mücadelesinin önündeki sorunlara her zaman bir “reçete” olarak sunulamaz. Elbette bu alanlara ilişkin, sadece marksitler tartışmıyor, dahası “marksizm” adına ileri sürülenlerin tümü de devrimci sosyalizm zemininde değildir. Marx ve Engels; materyalist tarih anlayışının temel köşe taşı olarak, örneğin ekonomi-üstyapı ilişkilerini ele almışlardır ama bu saptamalar, mekanik yorumlanıp çarpıtılmıştır; hatta, bu tip kabalaştırmalara karşı Engels’in uyarıları olduğu biliniyor. Ayrıca, marksizmin bir dönem Rusya’da kaba ele alındığı, ekonomizmin buradan beslendiği, ve Lenin’in “Ne Yapmalı?” adlı eserinde bunlarla hesaplaştığı söylenebilir. Bu konuda, parti-kitle, parti-irade ilişkilerinde Lenin ile Roza arasında ciddi farklar olduğu; Roza’nın “kitle partisi” ve sosyal determinist zeminde durduğu, leninizmle ciddi düzeyde çatıştığı bir sır değildir.
Daha yakına gelelim... TDH’de, bu konularda, 1970’lerden bu yana, şu veya bu ölçüde tartışmalar yaşanmıştır... Bir nakarat olarak, oportunizm, devrimci sosyalizmi “iradeci ve maceracı” olmakla suçlamış, bu eksende akıl almaz iftiralar etrafa saçılmıştır. Elbette devrimci sosyalizm, durduğu ideolojik-politik zeminin farkındadır, oportünizme hakkettiği yanıtı da vermiştir. Ama, bu tartışmalar bile, bu alanda, hesaplaşmaların tamamlanmadığını göstermektedir... devrimci sosyalizm, bu konularda, Lenin’in durduğu zemindedir ve bulunduğu, üzerinde yükseldiği zeminden de memnundur. Net bir duruşa, berrak bir anlayışa sahiptir. Nesnelliğe, kendiliğindenciliğe teslim olmadan, devrimci sosyalizm hep çubuğu, örgütlü mücadeleden-iradeden-partiden yana bükmüştür, doğru olan da budur.
Bir kısa not veya hatırlatma.. Marx ve Engels, “Alman İdeolojisi” ve “Manifesto”da parti-sınıf ilişkisini veya sınıf-ideoloji ilişkisini ele alırken, elbette yaşadığı dönemin gözlemlerine, dönemin nesnelliğine dayanmıştır. 19. yüzyılda kapitalizmin ortaya çıkardığı tablo ve sınıf ilişkileri daha nesneldir, çıplaktır. Tekellerin ortaya çıkması ve egemen oluşu, kapitalizmin üst ve son evrimidir ve daha karmaşık bir tabloyu yaratmıştır. Dahası, emperyalizm çağında, burjuvazinin ideolojik manüplasyon araçları çok daha güçlüdür, sömürü ilişkisini örtme, sınıf mücadelesini çarpıtma çok daha yoğundur. Yani, kapitalizmin evrimi ve gelişmesi, sömürü ve sınıf ilişkilerini, ideolojik araç ve yöntemlerle, 19. yüzyılla kıyaslanınca, 20. yüzyılda daha karmaşık bir hale getirmiştir. Bu durum; Marx ve Engels’in doğal olarak bu süreçte, sosyal determinist bir zeminde durmasını açıklarken, sonraki süreçte Lenin ve bolşeviklerin çubuğu irade ve parti örgütlenmesinden, buna bağlı olarak ideolojiden yana bükmesi de bu nedenledir. Sadece Lenin ve bolşevikler değil, tüm devrim deneylerinde bu var, Mao’dan Che’ye, Che’den Mahir’e kadar çubuk, Lenin’in büktüğü yöne bükülmüştür.
Şu söylenebilir... Marx ve Engels, “Alman İdeolojisi”nde tüm ideolojileri, gerçekliği “başaşağı çevrilmiş” olarak yansıttığı için olumsuzlanmıştır. Bu yanlış değildir, ama eksiktir, her koşulda sorunu çözmekten uzaktır. Gerçekten de, ideoloji, burjuvazinin elinde/veya tüm sömürücü sınıfların elinde bir “gerçekliği ters-yüz etme aracı” olarak sınırlanmaz, daha öte taşınır, proletaryanın elinde önemli bir silaha dönüşür. Buna paralel olarak, yine Marx ve Engels’te parti ile sınıf arasında mesafe, 19. yüzyıl nesnelliğinin de etkisi ile daha kısadır. Buna karşılık, Lenin’de bu mesafe daha nettir, çok daha ayrıntılı ele alınır. “Ne Yapmalı”, “Bir Adım İleri İki Adım Geri”, “Sol Komünizm..” eserleri, bu alanda önemli açılımları içerir. Marx ve Engels’te “komünist bilinç sınıf içinde fışkırır”ken; Lenin’de “bilinç, sınıfın dışında” sınıfa taşınır.
Marksizmin kendisi de özünde sınıf/proletarya içinden çıkmamıştır; sınıfın/proletaryanın dışında, aydın bir çevrede ortaya çıkmış ama proletaryanın kurtuluşunu göstermiştir. Her ülkenin özgün süreçleri olmakla beraber, özünde dünyanın her yerinde, marksizm, aydın hareketi diyebileceğimiz bir zeminde doğmuş, hatta proletarya partisi önce “seçkinler topluluğu” olarak ortaya çıkmıştır; ama bu noktada durmamış, sınıfa yönelmiş, sınıfla ve ezilen halklarla bütünleşme, marksizmin kitlelere ulaşarak maddi bir silaha dönüşmesi sağlanmıştır. Devrimler bu bütünleşmenin ürünü olarak ortaya çıkmıştır.
Ayrıca, sosyalizm ile sınıf hareketi sorunu, bunlar arasındaki ilişki, her dönemde önemli bir alan olmuştur. Demek ki, parti ile sınıf arasındaki ilişki, ilk önce ideolojiktir; parti ile sınıf aynı, özdeş değildir, ikisi arasında bir mesafe vardır, parti sınıfın “dışında”dır; parti sınıfın idelojisini temsil eder ama sınıfla özdeş değildir ve parti ile sınıfın bütünleşmesi bir dizi aşamayı ve bir dizi mücadeleyi zorunlu kılar.
Sınıf, mavcut üretim ilişkileri içinde, üretim araçları karşısındaki konuma göre belirleniyor, büyük kitlesel gücü ifade ediyor. Parti ise, bu sınıfın iradesini temsil iddiası ile ortaya çıkıyor, buna uygun program ve örgütlenmeyi önüne koyuyor, sınıfın ve toplumun en ileri unsurlarını bünyesinde topluyor, giderek parti ile sınıf arasındaki mesafe daralıyor, düşünce kitlelerle buluşuyor, maddi bir güce dönüşüyor. Devrimler bunun sonucudur. Hatta, kapitalizmden komünizme geçiş sürecini ifade eden sosyalizm, proletarya diktatörlüğü, “parti diktatörlüğü” değildir, ama tüm proletaryayı kucakladığı da söylenemez. Bu bir süreç sorunudur, adım adım bu süreç aşılır ve gerçek amacına ancak komünizmde ulaşır. Komünizmde parti işlevlerini görmüş ve sınıfla aynılaşmıştır; o zamana kadar, proletaryanın elinde bir araç olarak parti zorunludur. Böylesi bir araçtan yoksun proletarya hiçtir; ancak böylesi bir araca sahip proletarya tarihsel ve siyasal rolünü oynayabilir.
“İşçi sınıfının öncüsü olarak parti, tüm sınıfla karıştırılamaz...”
“... Birincisi, sosyal-demokrat işçi sınıfı partisinin faal öğeleri, yalnızca devrimci örgütleri değil, aynı zamanda parti örgütleri olarak kabul edilen birçok işçi örgütlerini de içine alacaktır... İkinci olarak, bizim bir sınıf partisi olduğumuz gerçeğinden, partiye bağlı olanlarla kendilerini partiyle işbirliği içinde görenler arasında bir ayrım yapılmasının gereksiz olduğu sonucu nasıl ve hangi mantıkla çıkarılabilir? Bunun tam tersi doğrudur; Bilinç ve eylem derecesi arasında farklılık olduğu için, partiye yakınlık derecesinden de bir ayrım yapılmalıdır. Biz bir sınıf partisiyiz; bu nedenledir ki, hemen hemen tüm sınıf (ve savaş zamanında, iç savaş döneminde tüm sınıf) partimizin önderliği altında hareket etmelidir, partimizi alabildiği ölçüde yakından sarmalıdır. Tüm sınıfın, ya da sınıfın hemen hemen tümünün, kapitalizmde, öncüsünün, sosyal-demokrat partisinin bilinç ve eylem düzeyine yükselebileceğini düşünme maniloyizm ve “halk dalkavukluğu” olur...” ( Lenin, Bir Adım İleri İki Adım Geri sf: 77-78)
Lenin’de parti ile sınıf ayrımı çok net... Özünde, Bolşevik-Menşevik ayrımında, parti tüzüğünün 1. maddesi tartışmaları da bu ayrımla ilişkilidir. Lenin, Martov için “örgütlü olanı örgütsüzden ayırmıyor” derken, her öğrencinin, işçinin, profesörün partiye istediği zaman üye olamayacağını söylerken, bolşeviklerin sınıftan “kopuk” olmasını değil, sınıfa “öncülük” yapmasını ifade ediyor, Menşevikler, parti ile sınıf ayrımını silerken, Lenin ve bolşevikler bu ayrımı ısrarla yapıyorlar. İşte, bundan dolayı “yukarıdan aşağı örgütlenme..” ilkesi Leninizmin ögütsel ilkesi olurken; “aşağıdan yukarı örgütlenme” ilkesi oportünizmin ilkesi oluyor. Leninizm için merkeziyetçilik, oportünizm için özerklik, bu zeminlerden besleniyor.
Bu ayrım, bizi bilinç sorununa, yani siyasal bilincin sınıfa nasıl taşınacağı sorununa götürüyor. Oportünizmin; siyasal bilincin işçi sınıfı içinden çıkacağı savunması, “işçi sınıfına gitmeyi...” kutsaması, kendiliğindenciliğe tapınması, parti ile sınıf arasındaki çizgiyi silikleştirerek partiyi bir sendika derecesine indirgemesi, parti önderliğine karşı anarşist tezlerle düşmanca tavır takınması, Leninizmi iradeci olmakla suçlaması, “Narodnik-Blankist-Maceracı..” demesi boşuna değildir. Devrimci sosyalizm/Leninizmle, oportünizm arasında kalın bir duvar vardır: bu alanda taban tabana zıt noktalarda konumlanmışlardır.
Aslında, kaba bir mantıkla kendiliğinden sınıf/kitle hareketine karşı çıkmak mümkün değildir; tam tersine devrimci sosyalizm/Leninizm bunu bir olgu olarak sınıf mücadelesinde ele alır. Başta Ekim Devrimi olmak üzere, birçok devrim deneyinde, kendiliğinden sınıf/kitle hareketi, önemli bir yer tutmuştur. Ancak, devrimci sosyalizm bunu göz önüne alırken, bunu kutsamaz, hesaplarını buna göre yapmaz, tam tersine en zor koşullara göre ve örgütlü mücadeleden yana kendini programlar. Rus devriminde kendiliğindencilik önemli bir olgudur, bu yüzden Lenin, partinin örgütlenmesini temel aldığı bir dönemde, “Nereden Başlamalı” makalesinde şunları söyler:
“Son olarak, olası bir yanlış anlamayı önlemek için bir kaç söz. Tüm zaman boyunca hep sadece sistematik ve planlı bir hazırlıktan söz ettik, fakat bununla kesinlikle, otokrasinin ancak ve yalnız kurala uygun bir kuşatmayla ya da örgütlü bir taarruzla yıkılabileceğini söylemek istemiyoruz. Böyle bir anlayış saçma bir doktirincilik olurdu. Tam tersine; otokrasinin onun her yandan tehdit eden herhangi bir kendiliğinden patlamanın ya da önceden görülemeyen politik komplikasyonların baskısı altına düşmesi tamamen olanaklı ve tarihsel olarak kesinlikle daha büyük olasılıktır. Fakat hiçbir politik parti, eğer maceracılığa düşmek istemiyorsa, faaliyetlerini bu tür patlamalar ve komplikasyonlar beklentisi üzerine kuramaz. Kendi yolumuzda yürümek, yolumuzdan şaşmadan sistemli çalışmamızı inşa etmek zorundayız ve beklenmedik olaylara ne kadar az güvenirsek, hiçbir “tarihsel dönüm noktası”nın bizi gafil avlamaması o kadar büyük ihtimaldir.” (S. Eserler sf: 34)
Yine de şu böylenebilir... Her kendiğinden sınıf/kitle hareketi “tohum” halinde bir bilinci bünyesinde taşır. Bu “tohum” halindeki bilinç, kendiliğinden bilinç olup siyasal/sosyalist bilinç değildir. Ayrıca, kendiliğinden kitle hareketi farklı koşullarda farklı farklı görülebilir; ve buradan ortaya çıkan “tohum” halindeki bilinç, o tarihsel-somut koşullardan soyut değildir... Lenin, bu gerçeği, Rusya koşullarında 1870’ler ile 1890’ları kıyaslayarak açıklar.
“Ama kendiliğindencilik vardır, kendiliğindencilik vardır. Rusya’da 70’li ve 60’lı yıllarda (hatta 19. yüzyılın ilk yarısında bile) “kendiliğinden” makine tahripciliğinin vs. eşlik ettiği grevler olmuştur. Bu “isyan”larla kıyaslandığında 90’lı yılların grevlerini hatta “bilinçli” olarak tanımlamak bile olanaklıdır-işçi hareketinin bu süre içinde ileriye doğru attığı adım böylesine önemlidir. Bu bize “ kendiliğindenlik unsuru” nun aslında bilinçliliğin tohum halinden başka bir şey olmadığını gösterir...” (N. Yapmalı/ S. Eserler-2, sf: 59-60)
Tohum halindeki bu bilinç, kendiliğinden bilinçtir; bu mevcut düzene, sömürüye, haksızlığa, eşitsizliğe tepkiyi ifade eder; ama mevcut düzenin nasıl yıkılacağını, sömürünün nasıl ortadan kalkacağını bilinçli ele almaktan uzaktır. İşçiler ve ezilen emekçi sınıflar bu bilince tek başlarına kendi çabalarıyla ulaşamazlar; her kendiliğinden bilinç, bir önceki ve bir sonraki toplumsal patlamalarda ortaya çıkan kendiliğinden bilinç ile aritmetik bir toplam içinde de değildir. İşçiler, ancak kendi deneyleri ile sendikal bilince ulaşabilirler; bundan, siyasal bilinç, işçilere “dıştan”, sosyalizmden, proletaryanın partisinden onun yürüttüğü çok yönlü mücadelenin sonucunda ulaşır.
“İşçiler sosyal-demokrat bir bilince henüz sahip olamazlardı dedik. Bu onlara ancak dışarıdan götürülebilirdi. Bütün ülkelerin tarihi, işçi sınıfının kendi gücüyle ancak ve yalnız trade-unionist bilince, yani sendikalarda birleşme, işverenlere karşı mücadele etme, hükümetten işçiler için gerekli şu ya da bu yasayı çıkarmasını talep etme vs. gerekliliği inancına ulaşabileceğini göstermektedir...” ( Lenin, age sf: 60)
Kapitalist toplumun iki ana sınıfı vardır: Proletarya ve burjuvazi. Feodalizme karşı burjuvazi, ezilen tüm sınıfların temsilcisi olarak ortaya çıkmıştı, onların talepleri ile kendi taleplerini birleştirmiştir. Ancak, bu mücadele, burjuvazi egemen sınıf konumuna yükselince, yani iktidarı ele alınca, kendi sistemini kurunca, ezilen sınıfların çıkarlarına taleplerine sırtını dönmüş ona savaş açmıştır. Bu süreçte, egemen ideoloji “[gerçekliği] başaşağı çevirme” aracı olarak kitleleri yanıltır, onların bilincini çarpıtma işlevini görür. Buna karşılık proletarya, kendi kurtuluşunu sosyalizmde bulur, marksizm proletaryanın elinde güçlü bir ideoloji olur. Yani, son sömürücü sınıf olan buıjuvazi ve onun ideolojisi ile tüm sömürücü sistemi toplumsal temelleri ile ortadan kaldırmayı önüne koyan proletarya ve ideolojisi amansız bir mücadele içindedir. Kapitalist toplumda iki ana sınıf ve iki ideoloji vardır, üçüncü bir ideoloji yoktur. Bu amansız mücadelede, işçi sınıfının ideolojik duruşunda, kavgasında her gevşeklik, çok daha örgütlü ve köklü olan burjuva ideolojisinin güçlenmesi anlamına gelir.
“...Ya burjuva ideolojisi ya sosyalist ideoloji. Burada ikisinin ortası bir şey yoktur. (Çünkü, insanlık “üçüncü” bir ideoloji yaratmamıştır ve dahası sınıf karşıtlıklarıyla parçalanmış bir toplumda sınıflar üstü ya da sınıflar dışı bir ideoloji de olamaz.) Bu nedenle, sosyalist ideolojinin her küçümsenişi, ondan her uzaklaşma aynı zamanda burjuva ideolojisinin güçlendirilmesi demektir...” (Lenin, age, sf: 70)
“... Burjuva ideolojisi köken itibari ile sosyalist ideolojisinden çok daha eskidir, daha çok yönlü gelişmiştir, ve sosyalist ideoloji ile karşılaştırılamayacak kadar çok yaygınlaşma olanaklarına sahiptir....” (Lenin, age, sf: 72)
Özellikle emperyalist çağda; tekellerin egemenliği, burjuvazinin yürütme gücü ve deneyi, çok daha karmaşık hale gelen sömürü, proletarya açısından mekansal bütünlüğün parçalanması, işçi sınıfı içindeki katmanlaşmanın hızlanması, bir dizi ideolojik manipülasyon aracı ile sınıf mücadelesinin önünün karartılması, sosyalist ideolojiye yönelik çok yönlü saldırılar vb. bir dizi nedene paralel olarak, ideoloji ve “dıştan bilinç” taşınması, çok daha büyük bir önem kazanmıştır. Şöyle de ifade edilebilir; emperyalist çağda, toplumsal devrim için, nesnel koşullar olgundur. Devrimin öznel-iradeci yönü ön plana çıkmıştır. Ve bu Ekim Devrimi’nde ilk kez somutlaşmış ama tekelleşme hızlandıkça sermayenin yoğunlaşması arttıkça bunun yanı sıra bir dizi “[gerçekliği] başaşağı çevirme” aygıtı devreye girince, bu eğilim, devrimin öznel ve iradeci yönü çok daha güçlü olarak belirginleşmiştir. Proletaryanın sosyalist mücadelesinden her geriye düşüş aynı zamanda burjuva ideolojisinin güçlenmesi anlamına geliyor. Lenin’in sosyalist hareketin genç olduğu durumda, bilinç unsuruna çok daha önem verilmesi yönündeki uyarısı boşuna değildir.
Tarihin motoru sınıf mücadelesidir; nesnel bir gerçekliktir. Kendiliğinden bilincin sosyalist bilince, proletaryanın kendiliğinden sınıf durumundan kendisi için sınıf durumuna yükselmesi, tek tek kapitalist patronlara karşı mücadele veya yerel direnişlere bağlı değildir. Sınıf mücadelesi, tek tek kapitalistlerden öte, kapitalist sınıfa yönelince, yerel direnişler ülke çapında sınıf mücadelesine bağlanırsa kendiliğinden “ tohum” halindeki bilinç siyasal/sosyalist bilince dönüşebilir. Bunun için, sosyalist hareketin işçi sınıfı ve ezilen emekçi sınıflarla güçlü bağlar kurması, sınıf mücadelesinin önünü aydınlatması zorunludur. Ekonomik mücadele politik mücadeleye tabi olursa mevcut kapitalist sisteme ve onun örgütlü gücü burjuva devlete savaş açılırsa, sosyalist bilince ulaşmak mümkündür.
“...Sosyal-demokrasi işçi sınıfının sadece iş gücünü daha uygun koşullarda satma mücadelesini değil, aynı zamanda mülksüzleri, kendilerini zenginlere satmak zorunda bırakan toplumsal düzenin ortadan kaldırılması için mücadeleyi de yönetir. Sosyal-demokrasi, işçi sınıfını sadece belli bir işverenler grubuyla ilişkisinde değil, modern toplumun bütün sınıflarıyla örgütlü politik iktidar olarak devletle ilişkisinde temsil eder. Buradan sadece, sosyal-demokratların kendilerini ekonomik mücadele ile sınırlamayacakları sonucu değil, aynı zamanda ekonomik teşhirin örgütlenmesinin başlıca faaliyetleri olmasına izin vermeyeceği sonucu da çıkar...” ( Lenin, age, sf: 85)
O halde politik mücadele temeldir. Her somut durum, olgu elbet politik mücadelenin/politik teşhirin konusu olur. Ama baskı altındaki tüm ezilen sınıfların sorunlarına sahip çıkarak, çok yönlü politik teşhirle, işçilerin politik bilinci yükselir. Bu noktada partinin rolü önemlidir. Ancak çok yönlü mücadeleyi örgütleyebilen bir parti, işçi sınıfına politik bilinci götürebilir, işçi sınıfını aydınlatabilir. Politik mücadelenin hangi biçiminin temel alınacağı, tamamen ülkenin somut-tarihsel koşullarına bağlıdır; ve, proletarya partisinin bu somut politik mücadele ekseninde bir çalışma ile, parça bütüne, yerel mücadele genel mücadeleye, ekonomik-demokratik mücadele politik mücadeleye bağlanabilir. Böylesi bir bütünlük ile, tarihsel rolü net olan proletarya, aynı zamanda siyasal bir özne haline dönüşebilir. Sosyalist bilince ulaşan, sosyalizmden beslenen proletarya, kendi toplumsal sistemi olan sosyalizme ulaşabilir.
Proletarya partisi, sınıfın öncü rolü oynaması için, sınıfa dıştan bilinç taşır. Ama, proletarya partisi, tek başına “sınıf içinde çalışma” oportünist taktiği ile değil, tüm ezilen sınıf içinde çalışmayı önüne koyar. Devrimci sosyalizm, “hangi sınıflar içinde” ve “kime karşı” sorusuna net yanıt verir ve devrimci sosyalizm, bu sorunu herhangi bir açıdan değil, ekonomizm-oportünizm açısından değil, kendi açısından ele alır. Lenin’den iki alıntı bunun yanıtıdır.
“...Eğer işçiler, hangi sınıfı hedef alıyor olursa olsun, her türlü zorbalık ve baskı, zor ve suistimal olaylarına tepki göstermeyi, hem de herhangi bir açıdan değil de sosyal-demokrat açıdan tepki göstermeyi öğrenmemişlerse, işçi sınıfının bilinci gerçek bir politik bilinç olamaz. Eğer işçiler somut ve ayrıca mutlaka güncel politik olaylar ve olgular temelinde diğer toplumsal sınıfların her birine entelektüel, moral ve politik yaşamlarının bütün tezahürleri içinde gözlemlemeyi öğrenmezlerse; nüfusun bütün sınıf, katman ve gruplarının yaşam ve faaliyetlerinin bütün yönlerinin materyalist tahlil ve materyalist değerlendirmesini pratikte uygulamayı öğrenmezlerse, işçi kitlelerinin bilinci gerçek bir sınıf bilinci olamaz. İşçi sınıfının dikkatini, gözlem yeteneğini ve bilincini yalnızca ve hatta esas itibariyle işçi sınıfı üzerinde yaygınlaştıranlar sosyal-demokrat değillerdir, çünkü işçi sınıfının kendisini tanıması, onun modern toplumun bütün sınıfları arasındaki karşılıklı ilişkilere dair yalnızca teorik düşünceleri değil-daha doğrusu: Teorik olmaktan çok, politik yaşamın deneyleri temelinde edinilmiş düşüncelerle kopmaz biçimde bağlıdır...” (Age. s.95-96)
“İşçilere politik bilinç ancak dışardan, yani ekonomik mücadelenin dışından, işverenlerle işçiler arasındaki alanın dışından götürülebilir. Bu bilginin edinilebileceği biricik alan, bütün sınıf ve katmanların devlet ve hükümetle ilişki alanı, bütün sınıflar arasındaki karşılıklı ilişkiler alanıdır. Bu nedenle, işçilere politik bilinç götürmek için ne yapmalı sorusuna, tek başına ve sadece, çoğu durumda pratisyenlerin -ekonomizme eğimli pratisyenleri tamamen bir yana bırakıyoruz- yetindiği yanıt, yani “işçiler arasına gidilmesi” yanıtı verilmemelidir. İşçilere politik bilinç götürmek için sosyal-demokratlar nüfusun bütün sınıfları arasına gitmeli, ordu birliklerini bütün yönlere göndermelidir.” (age. s.105)
Fazla söze gerek yok... Lenin’den yaptığımız iki alıntıda sorun tam bir açıklıkla ele alınmaktadır. Özetle:
a) Proletarya, herhangi bir açıdan -burjuva reformist, sosyal demokrat, revizyonist, ekonomist vb. değil-, devrimci marksist/sosyalist açısından her türlü baskıya, sömürü ve zorbalığa, haksızlık ve eşitsizliğe, her türlü demokratik hak gasplarına, ulusal ve sınıfsal baskı biçimlerine tepki göstermelidir. Ancak; anti-emperyalist, anti-oligarşik, anti-faşist, anti-sömürgeci, tepki gösterebildikleri ölçüde sosyalist bilince ulaşabilirler.
b) Proletarya bunun için, sadece kendini değil, modern toplumun tüm sınıflarını, onların özelliğini, entellektüel moral değerlerini vb. tanımak zorundadır. Dahası, tüm toplumsal sorunlara sahip çıkmalı onlara önderlik etmelidir. Örneğin; proletarya, Botan’daki Kürt köylüsünü, Ege’nin, Çukurova’nın, Karadeniz’in küçük üreticisini, kent yoksullarını, devrimci gençliği, kadınların sorunlarını tanımalı, onlarla kaderini ortak etmelidir.
c) Proletaryanın, modern toplumun tüm sınıflarını, bu arada oligarşiyi tanıması, ancak ve ancak “tek başına işçi sınıfı içinde çalışma” taktiği ile değil, tüm sınıf mücadelesi alanlarını kapsar.
d) Tüm bunların odaklandığı nokta, politik mücadele alanıdır. İktidar sorunu her devrimin temel sorunudur; mevcut devlet biçimlerine karşı politik mücadele sorunun anahtarıdır. Bu politik mücadele ekseninde, tüm ezilen sınıfların sorunlarına sahip çıkılır, bu devrimci sosyalizm açısından ele alınır, tüm ezilen sınıflara gidilerek bilince ulaşılır. Sadece işçilerin ekonomik sorunlarına değil, politik talebine, iktidarlaşmalarına yönelik bir çalışma yürütmelidir; ve bu temel talebini diğer emekçi sınıfların sorunları ile birleştirmelidir. Demek ki, işçilerin böyle bir mücadeleyi eksen alarak sosyalist bilince ulaşacağı açıktır. Bunun için, proletarya partisinin, “jeneratör” görevi görmesi, üç cephede, politik-ideolojik ve ekonomik-demokratik cephede bütünlüklü mücadele yürütmesi zorunludur.
Kendiliğindencilik vardır, kendiliğindencilik vardır. 15-16 Haziran büyük işçi direnişi, Türkiye devriminde, proletaryanın mücadelesinde önemli bir yer tutar. Bu kendiliğindenci mücadele, kapitalizme karşı proletaryanın kendisi için sınıf olması iradesini açığa çıkarmıştır. Proletaryanın sendikal mücadele ile değil, öz örgütü/partisi ile mücadeleyi yürütmesini işaret etmiştir. Devrimci sosyalizmin, 1970’lerde politik özne olmasında bu mücadelenin rolü vardır. Sonraki süreçte de, örneğin “reel sosyalizmin” çözüldüğü tarihsel dönemde Zonguldak maden işçilerinin direnişi de önemlidir, ama kendiliğindencidir. Hatta Türkiye proletaryası nicel açıdan güçlense de nitel açıdan bu kendiliğindencilik çemberini kıramamıştır. Tek başına kıramaz da... Tüm bunlar, koca bir tarihsel süreç ve birikim, proletaryanın bilincinde aritmatikten bir toplam ifade etmiyor. Emperyalizm ve oligarşi devasa imkanlara sahiptir, baskı-terör politikası temel olmak üzere, her türlü pasifikasyon yöntemini geliştiriyor. Ve dahası kitlelerin tepkisini düzen içinde eritmede, kontrol etmede küçümsenemeyecek başarıya da sahiptir. Devrimci hareket, onca birikimi ve tarihine rağmen gençtir, işçi ve emekçi sınıflarla bağları zayıftır. Sınıf mücadelesinin çeşitli alanlarında ciddi kopukluklar vardır. Ve, özetle tüm bunlar, kendiliğinden bilince işaret ediyor; devrim için, bu bilincin sosyalist karaktere kavuşması zorunludur.
İşte, lenininst öncü örgütün önemi buradadır; böyle bir politik irade, çok yönlü sınıf mücadelesine bütünsel müdahalede bulunabilir.
Bunun için, proletaryaya/kitlelere tapınmanın, her kendiliğindenci mücadeleye bir dizi övgüler düzmenin, popülist ve işçi mantıkla, “proletarya” veya “halkımız” tapınıcılığı yapmanın anlamı yoktur. Proletarya veya emekçi halklarımız, tek başına, burjuva ideolojisi ve egemen kültürden kurtulması mümkün değildir ve de kendini bu kuşatmadan kurtaracak özel bir tılsıma sahip değildir. O halde, çubuğu partiden yana bükmek; devrimci sosyalizm ekseninde, bir dizi mücadele ile sosyalist bilinci kitlelere taşımak zorunludur. Ve, ancak böyle bir mücadele ile “devrim kitlelerin eseri olacaktır...” sözü anlam kazanır.
Bunu bilince çıkaralım... Devrimci yenilenme ile partiyi örelim; proletarya ve tüm emekçi sınıflara devrimci sosyalizmi taşıyalım, sosyalist aydınlanma ışığını büyütelim!
 
 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul