Geçtiğimiz haftalarda oligarşi Irak’ta
yeni bir bataklığa saplandı. Savaş sırasında “stratejik
konum pazarlama” adı altında “soygundan daha fazla
pay kapma” hesapları yanlış çıkan ve aylardır bin
türlü yeminlerle, güvencelerle ABD ile arasını düzeltmeye
çalışan Türkiye oligarşisi, “üsleri kullanıma açarak”
tam işleri biraz yoluna koymuş gibiyken, yeni bir
yanlış hesap ortalığı karıştırdı.
Gerçi “burun sürtme” operasyonu zaten bitmemişti.
New York Times’ın deyimiyle ABD yönetimi “affet
ama unutma” taktiğini benimsiyor, bir yandan birkaç
“olumlu” sinyal verirken diğer taraftan da üst düzeylerden
ağır hakaretler ve aşağılamaları birbiri ardına
yağdırıyor ve Türkiye oligarşisine “yaptığı bu hatayı”
pahalıya ödeteceğini açıkça ifade ediyordu. “Türkiye
ABD ordusuna transit geçiş için turnike bileti keseceğini
sandı” diyordu New York Times ve işlerin elbette
düzeleceğini ama bunun için çok çaba harcanması
gerekeceğini söylüyordu.
Tam bu noktada ABD ordusunun Süleymaniye’deki tutuklamalarıyla
Türkiye’nin bölgede çevirmek istediği kontra oyunlar
açığa çıktı. Özel timlerin karargah kurduğu ve bazı
Türkmenlenle birlikte faaliyet yürüttüğü üsse baskın
yapan ABD ordusu, hepsini kelepçeleyip, çuvallayıp
Bağdat’a götürdü. Baskının gerekçesi ise bu timlerin
Kerkük Valisi’ne suikast planladıkları istihbaratıydı.
İlk anda koparılan gürültü biraz hafifleyince bunun
öyle boş bir istihbarat olmadığı da ortaya çıkmaya
başladı. C-4 patlayıcılar, onbinlerce dolar, vb.
işin rengi hakkında bir fikir veriyordu. Aslında
Genelkurmay’ın ve hükümetin tepkilerinin zayıflığı
ve hatta Orgeneral Özkök’ün “bir istihbarat alınmış
olabilir ama böyle de halledilmez ki” gibi lafları
başından beri olayın tamamen asılsız olmadığını
ortaya koyuyordu.
Daha sonra da bir dezenformasyon kampanyası başlatıldı.
“İtirafçılık yasasından yararlanmak isteyen KADEK’liler”den,
onların iç çatışmalarından ve “Amerika’nın KADEK’i
kolladığından” bahsedildiğine tanık olduk.
“Ulusal Onurumuz” mu Zedelendi?
Öte yandan olay, bir turnusol kağıdı gibi herkesin
tutumunu da ortaya çıkarmış oldu. 50 yıldır her
Amerikan karşıtı gösteriye saldırmayı “görev”
bellemiş olan faşistler birden ayaklandılar örneğin
ve ABD’nin “Türk Milletinin onuruyla oynadığı”nı
öne sürerek gösteriler yaptılar.
Şovenist İP ve benzeri çevrelerde ise öfkenin
haddi hesabı yoktu. Nasıl olur da ABD, kahraman
ordumuzun mensuplarını Talibanlar gibi kelepçeleyip
kafasına çuval geçirerek tutuklardı? Küstah Amerikalılara
haddini bildirmeyen Ankara uyuyor muydu?
Öte yanda emperyalistlerin dayattığı “İş Yasası”
ve diğer neoliberal adımlar karşısında kuru gürültüden
başka bir tepki veremeyen DİSK’in Genel Başkanı
Süleyman Çelebi ise “ordumuza geçmiş olsun” dileklerini
iletiyordu. Tuhaf değil mi? 90’larda kontgerilla
çetesine karşı ışık yakıp söndürme eylemi yapanlar,
şimdi aynı ekibin üyeleri yeni icraatlar için
Güney’de açığa çıktığında avukatlığa soyunuyorlar.
Ama asıl ilginç olan, daha Wolfowitz’in ilk hakaretleri
zamanında “ABD’nin ordudaki aykırı-ulusalcı eğilimleri
hükümet sopasıyla sindirmek istediği”nden bahseden
Evrensel’in “ulusal onur” meselesinde bu kez ipin
ucunu iyice kaçırmış olmasıydı. Kontr-gerillanın
yıllardır bu ükede yaptıklarının tümünü bilen
insanların böyle bir durumda ilk soracağı soru
“bu adamlar orada ne arıyor?” olması gerekirken,
genel şovenist histeriye kapılan Evrensel de “ulusal
onur”dan bahsediyor ve hükümeti “onurumuzu nasıl
koruyacağı” konusunda sorguya çekiyordu.
Bu arada kurulu siyasal düzenin sol parçası olmayı
kafasına koyarak devrim gibi sorunlardan zaten
uzaklaşmış olan TKP de aynı yoldan gidiyor, “memleket”
söylemini biraz daha genişleterek “ulusal onur”a
varıyordu. Böylece herkes “anti-emperyalist ajitasyon”
yapmanın bir yolunu bulmuştu! Bu arada unutulan
ise her Türkiyeli sosyalistin ilk sorması gereken
soruydu: Bu adamlar orada niçin var ve ne yapıyorlar?
Neymiş Bu “Ulusal Onur?”
Gerçekten, neymiş bu ulusal onur? Olay son derece
açık. Türkiye oligarşisi, kendi hesabınca Güney
Kürdistan’daki duruma müdahale etmek, orada düştüğü
elverişsiz konumu düzetmek istiyor. Bu, yeni bir
şey değil; daha önce de Çatlı’lar ve Ferman Demirkol’larla
Azerbaycan’da darbe örgütlenmek istendiğini biliyoruz,
yani şaşırtıcı bir durumla karşı karşıya değiliz.
Daha dün Bingöl halkının üzerine ateş açan, daha
öncesinde yüzlerce “faili meçhul” cinayeti organize
edenler, şimdi de Güney’de C-4’lerle faaliyet
gösteriyorlar.
ABD’nin yaptığı da açık. İstendiğinde bir telefon
trafiğiyle, kamuoyuna sızmadan da çözülebilecek
bir sorunu, kasıtlı olarak gürültülü bir tutuklama
ile çözüyor ve böylece “burun sürtme” operasyonuna
devam ediyor. Ayrıca daha da önemlisi, işgali
altında tutarak sömürgeleştirdiği Irak coğrafyasında
“kimin patron olduğunu” net olarak ortaya koymak
istiyor. Bunun için de tipik bir ABD küstahlığıyla,
aşağılayıcı bir tavırla davranıyor. Peki böylece
Türkiye halklarının onuru mu kırılmış oluyor?
Onyıllardır Amerikan emperyalizminin işgali altındaki
Türkiye’de “ulusal onur” denilen şeyden bir zerrecik
kalmış mı ki kırılsın?
Halk kitlelerindeki tepkileri politik olarak kullanmak
gibi bir pragmatik kurnazlıkla hareket ederek
sonunda şovenizme dek varanlar, böylece nasıl
bir yanılsamayı yeniden ürettiklerinin farkındalar
mı? “İşte emperyalizm böyledir, bizim onurumuzla
şöyle oynuyor” diyerek halkın sempatisini toplayacaklarını
umarken kışkırttıkları damarın hangi damar olduğu
bilmiyorlar mı?
Ve en önemlisi, bütün bunlar olurken asıl sorulması
gereken sorular şunlar değil mi:
Türk Özel Tim Bürosu nedir, nasıl bir şeydir?
Bu “birim” Süleymaniye’de ne arıyor, görevi nedir?
Kaç kişiden oluşuyor, komutanları kim ve Türkiye’deki
hangi birime bağlı olarak çalışıyor? Ve ayrıca
bu birim, Türkmen Cephesi binasında ne arıyor?
Kerkük Valisine suikast işinin aslı nedir? Aynı
binada bulunan, kara gözlüklü “iş adamları” kimlerdir
ve gerçekten iş adamları mıdırlar? Binada bulunduğu
iddia edilen 15 kilo patlayıcı, keskin nişancı
tüfekleri ve onbinlerce dolar ne işe yarıyor?
Bunlar kime karşı kullanılmak üzere bulunduruluyor?
Kontraların “Onuru” ve Halkların Onuru
Yani, ABD emperyalizminin Irak topraklarında işgali
var. Bu, 2000’li yılların en iğrenç gerçekliği
olarak Ortadoğu’nun ortasında kanayan bir yara
gibi duruyor. ABD emperyalizminin bu haydutluğuna
karşı mücadele etmek, işgalci orduların Ortadoğu’dan
defedilmesi için savaşım vermek ve artık bu mücadeleyi
toplumsal kurtuluş perspektifiyle bir arada düşünmek,
bugün bütün devrimcilerin, sosyalistlerin görevi.
Ama öte yandan, Türkiye oligarşisinin “Özel Harp
Dairesi”, vb. gibi adlar altında onlarca yıldır
örgütlediği ve asıl görevi ülkede ve bölgedeki
devrimci gelişmeleri kanla boğmak olan bir organizasyon,
günün birinde bir fiyaskoya uğradığında ve “Büyük
Ağabey” tarafından “burası benim kümesim” diye
horlanıp azarlandığında, devrimcilerin bundan
“ulusal onur”la ilgili bir söylem çıkarmaları
nasıl bağışlanabilir?
1 Mayıs 77’den Maraş’a, yakılan köylerden katledilen
gazetecilere dek “binlerce operasyon”dan sorumlu
olanlar, bir kez baltayı taşa vurduklarında ve
onları eğitip yetiştiren abileri tarafından kulakları
çekildiğinde, kendi içlerindeki bu “aile ilişkisi”ne
biz devrimciler dahil olmak zorunda mıyız? Bu,
milliyetçiliğin sınırlarını aşamamaktan başka
nedir?
Gerçekten bir “onur”dan söz edeceksek eğer, bu,
Anadolu ve Mezopotamya proletaryasının ve halklarının
onurudur. Bu onur ise salt ulusalcı bir bakış
açısıyla “Amerikan karşıtlığı”nın sınırlarına
hapsedilemez. Emperyalizm ve bütün yerli işbirlikçilerin
bu topraklardan ve bütün Ortadoğu’dan defedilmesi,
halkların özgür ve eşit koşullarda yeniden kucaklaşması...
İşte bölgede yaşayan herkesin onuru bu temelde
ele alınabilir ve alınmalıdır.
Başka yerlerde bir “onur savunması” arandığında
ise düşülecek çukur derin ve karanlıktır...
İKİNCİ ÇUVAL VAKASI!
Birinci vakanın üstü yavaş yavaş kapanırken
ABD’nin son günlerde düzenlediği ikinci bir
“çuval olayı” konusunda ise gürültü koparılmadı.
Oysa bu olay da Türkiye oligarşisinin “onuru”
ile ilgiliydi. ABD askerleri, Kerkük'te Türkmenlerle
ittifak halinde olan Irak Hür Subaylar ve
Siviller Hareketi Merkezi'ne baskın düzenledi.
Süleymaniye operasyonuna benzer sahnelerin
yaşandığı baskında hareketin “lideri” ve 30
taraftarı gözaltına alındı, bazılarının başına
da çuval geçirildi. Kerkük Kent Meclisi üyesi
olan ABD vatandaşı Ali Namık Salih'in lideri
olduğu hareketin merkezi, dört tank desteğindeki
60 ABD askeri tarafından basıldı. Hareket
üyeleri "Kerkük'ün Kurtuluşu" adlı
örgüt kurdukları iddiasıyla sorguya alındı.
ABD'lileri Kerkük'ten kovmak için "Kerkük
Kurtuluş Ordusu" adlı örgüt kurmakla
suçlanan Salih şunları söyledi: "Büroyu
basan 60 askerin başında bulunan komutan bana
kim olduğumu sorunca, kendisine Hür Subaylar
ve Siviller Hareketi Başkanı olduğumu, yasal
faaliyet sürdürdüğümüzü anlattım. Bunun üzerine
'şebekenin başını yakaladık' diyerek elime
kelepçe taktı. Bazı adamlarımın başına da
çuval geçirdiler." Salih, sorgu aşamasını
da şöyle anlattı: "Sorguyu ABD'li askeri
yet-kililer yaptı. ABD askerlerini kovmak
için eylem hazırlığı yaptığımızı, Kerkük'ün
Kurtuluşu Örgütü'nü kurduğumu söylediler.
Tikrit'ten kendilerine gelen istihbarat doğrultusunda
eyleme geçmek için çok sayıda silah temin
ettiğimizi, Kerkük'teki ABD yönetiminin dağıttığı
kimlik kartlarını çoğalttığımızı, ABD yönetiminden
para alabilmek için Irak subayları adına düzenlenmiş
sahte kimlik çıkardığımızı iddia ettiler.
Bir gün sonra yanlış istihbarat aldıklarını
açıklayıp özür dilediler ve serbest kaldık." |
|