Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

Z. Kader

Son zamanlarda dünyada ve Türkiye’de garip şeyler oluyor. Durmadan yeni keşifler yapılıyor.
Küba’da cezaevlerinin olduğu (!) ve oralarda bazı şahısların ikamet ettiği (!) birdenbire keşfediliyor örneğin... Kırk yıllık kontralar birdenbire “gazeteci” sıfatıyla onurlandırılıyor, Küba’nın “iyi-hoş ama baskıcı” bir rejimle yönetildiği yeni zaman Soljenitzinleri tarafından yüksek sesle tekrarlanıyor, burnunun ucunu görmekten aciz yazarlar üç gün gezip tozdukları bu ülke hakkında ukalalıklarını tekel medyasında bir bir sıralıyorlar, vb. vb.

Ajanlar ve Destekçileri
Bütün bu yaygara, Küba Cumhuriyeti’nin, ABD’nin paralı ajanlığını yapan 75 ‘rejim muhalifi’ni tutuklayarak hapis cezalarına çarptırması ve üç gemi korsanını idam etmesiyle başladı ve sürüyor.
Önce ABD devlet sözcüsü Phillip Reecker’in açıklaması geldi: “ABD, uluslararası kamuoyunu kendisiyle birlikte bu tutuklamaları kınamaya ve Kübalı masum tutukluların serbest bırakılmasını talep etmeye davet eder” diyordu Büyük Ağabey’in temsilcisi. Sonra, “demokrasi” konusunda çok “hassas”(!) olan AB, bizdeki Avrupa hayranlarına da hem Küba’yı hem emperyalizmi sevmenin mümkün olmadığını hatırlatırcasına Küba’ya diplomatik baskı uygulama ve ilişkileri sınırlama kararı aldı. Buna göre hükümetler arasındaki karşılıklı üst düzey görüşmeler kısıtlanacak, AB ülkelerinin kültürel etkinliklere katılımı azaltılacaktı. Ayrıca AB kodomanları, Küba’lı “muhalif”leri ulusal bayram kutlamalarına da resmen çağırma kararı almışlardı.
Ve nihayet sonunda koroya liberal solun uluslararası çaptaki ağır topları da katıldılar. “Savaş karşıtları, sosyal adalet ve insan hakları savunucuları Küba’da baskıya karşı çıkıyor” başlığıyla gazetelere ilanlar veren Noam Chomsky, Howard Zinn, Edward Said, Michael Löwy ve başkaları ABD emperyalizmi dünyayı kana bularken kendilerine çok önemli bir meşgale bulmuşlardı: Küba’yı kınamak!
Gerekçeleri ise belliydi: Yıllardır ülkelerine karşı acımasız bir ambargo uygulayan ve binlerce karşı devrimciyi eğiten ABD emperyalizmi ile işbirliği yapabilecek kadar onursuzlaşmış olan bir avuç ajanı korumak ve kollamak... Buna karşılık aralarında James Petras’ın da bulunduğu bir grup aydın ise bu kınama harekâtını kınıyor ve Küba’yı sahipleni ordu. ”Muhalifler”in Marifetleri
Birdenbire “muhalif” kavramıyla kutsanan bu kişilerin yaptıkları ise pek yenilir yutulur gibi değil. Küba Dışişleri Bakanı Felipe Gonzales’in yaptığı açıklamaya göre, bu “muhalefet” hareketinin macerası şöyle: 24 Şubat 2003’te Havana’daki ABD İlişkiler Bürosu başkanı Mr. Cason, bu ABD güdümlü “sivil örgüt” yöneticileriyle bir toplantı düzenliyor... Daha sonra 12 Mart ve 14 Mart’ta, iki toplantı daha yapılıyor. Bu toplantı trafiğini pek hayra alamet görmeyen Küba ise 18 ve 19 Mart’ta, toplantılara katılan bir grup işbirlikçiyi tutukluyor.
Gonzales’e göre her şey masum toplantılardan ibaret değil. ABD, Kalkınma Ajansı’nın (USAID) 1997’den bu yana Kübalı işbirlikçilere aktardığı paranın 8.5 milyon dolar olduğunu belirten Gonzales, paranın amaçlarını da şöyle özetliyor: “Küba’da bağımsız sivil toplum örgütleri kurmak için” 1 milyon 602 bin dolar; “bağımsız gazetecilerin sesini yükseltmek için” 2 milyon 27 bin dolar; “Küba’da sistem değişikliği planlaması için” 2 milyon 132 bin dolar; “bu programın desteklenmesi için” 335 bin dolar.
Dahası var. Miami’de çöreklenmiş olan “Özgür Küba Merkezi” (2 milyon 300 bin dolar) “Muhalif İşçi Grubu” da (250 bin dolar) bu yağmurdan nasiplerini alıyorlar. “Küba Demokrasi Enstitüsü’nün payına düşense 1 milyon 322 bin 500 dolar. Cubanet adlı Miami’de üslenmiş internet haber ajansı, 2001’de ABD’den 343 bin dolar; 2002’de de 800 bin dolar almıştır. Tutuklananlardan bazılarının Cubanet’e istihbarat yollayan “gazeteci”ler(!) olması son derece çarpıcıdır. Resmen işsiz görünen bu insanların çoğunun üzerinden binlerce dolar çıkması bu koşullarda kimseyi şaşırtmıyor.
Aynı kişilerin Havana’daki Kübalıların zor bela girebildikleri ABD İlişkileri Bürosu’na serbest giriş kartlarının olduğu, Gonzales’in ortaya koyduğu bir başka gerçek. Aynı şekilde Revista de Cuba, El Disidente gibi ‘muhalif’ yayınlar da, aynı büroda basılıyor. İşbirlikçi gruplardan Küba Liberal Partisi’nin gençlik kolunun, Cason tarafından kurulduğu da bilinen bir başka gerçek.
İşin Miami’deki kolu ise çoktandır bilinen bir rezilliktir. AB demokratlarının hevesle sarıldıkları bu “muhalif”lerin çoğunun uzun süredir uyuşturucu trafiğini yönettikleri, bu yüzden kendi aralarında da sık sık “temizlikler” yaptıkları bilinmeyen şey değil.

Açık Yargılama-Açık Hüküm
Gonzales’in açıklamasına göre sanıkların 3-7 Nisan arasında gerçekleşen davaları, halka açık yapılmış ve 3 bine yakın insan tarafından izlenmiştir. Sanıkların avukat hakkı kısıtlanmamış ve hiçbir biçimde işkence veya kötü muamele yapılmamıştır. Ayrıca sanıklar “düşüncelerini ifade ettikleri için” değil, “başka bir devletin çıkarları için Küba devletinin bağımsızlığına karşı zararlı eylemlerde bulundukları” için yargılanmışlardır. Davada verilen üç idam cezası ise gemi kaçırma suçundan ötürü verilmiştir.

İHD Bilgilerini Kimden Alıyor?
Bütün bu tartışma sürerken işin içine İHD İstanbul Şubesi’nin girmesi ise doğrusu pek anlaşılır gibi değildi. “Medyada yer alan ve yalanlanmayan haberlere göre; Küba’da rejim muhalifi olan üç kişi, alelacele yapılan bir yargılamanın ardından kurşuna dizilerek idam edilmişlerdir. Ayrıca, sistem muhalifi yazar, sendikacı ve gazeteci 75 kişi de ağır cezalara çarptırılmışlardır” diyerek kınayıcılar kervanına katılan İHD’nin bütün bu pek “sağlam” bilgileri nereden aldığı meçhuldü. Açıklamanın bir bölümünü genel olarak “idam cezası karşıtlığı” çerçevesinde düşünmek belki mümkündü ama İHD yöneticileri, “muhalif”lerin ne türden insanlar olduklarını nereden biliyorlardı? “Gazeteci”den ne anlamalıydık örneğin, Irak savaşında işgalci tanklara binerek türlü ahlaksızlıkları haber diye ortalığa yayan ve bununla da yetinmeyip müze soygunculuğuna da bulaşan yaratıklara “gazeteci” diyebiliyor muyuz bugün? Daha da önemlisi, İHD, “medyada yer alan” bu bilgilerin “yalanlanmadığı” konusundaki eşsiz bilgiyi nasıl elde etmişti? Granma ya da herhangi bir Küba gazetesinin sitesine bakıldığında pekala görülebilecek olan açıklamalar İHD tarafından niçin görülemiyordu?
Ve nihayet en önemlisi, İHD yöneticileri, 1990’lar sonrasında Batı’daki marksist yazında artık “insan hakları emperyalizmi” diye bir kavramın tartışıldığını, dezenformasyon yoluyla aykırı ülkeleri yıpratarak halkların kurtarıcısı pozuna bürünmenin ABD stratejileri içinde çok önemli bir yer tuttuğunu hiç mi duymamışlardır? Didar Abla’nın ve ilk kurucuların çizgisini çoktandır terk ederek “demokratik cumhuriyet” tezlerine eklemlenen İHD yöneticileri, bu kampanyaların ABD’nin saldırgan müdahalelerinin ilk adımlarını oluşturduğunu nasıl unutabilmişlerdir?

Devrim Kendini Savunma Hakkına Sahiptir
“İnsan hakları” konusunda koparılan yaygaraya karşı Dışişleri Bakanı Felipe Gonzales’in sorduğu soru ise yeterince açık ve basittir: “Küba’da, ABD hükümetinin propagandasını yapmak, iç ayaklanmayı kışkırtıcı metinler, ambargoyu destekleyen yayınlar dağıtmak neden suç olmasın? Neden kendimizi tarihin en uzun süreli ambargosuna karşı korumayalım? Halkımız da bizden Devrim’i korumamızı istiyor; halkımız, uçakların kaçırıldığını, Florida’da ülkemize saldırmak üzere ağır silahlarla eğitim yapıldığını görüyor. Neden kendimizi savunmayalım?”
“İnsan hakları savunucuları”nın ve liberal aydınların bu basit soruya verebilecekleri açık ve anlaşılır bir yanıtları var mı? Gerçekten, bir devrimin kendisini savunma hakkı yok mu?
Yani, Latin Amerika’da ikinci bir Nikaragua trajedisi yaşanırsa ve Radikal’in “Küba uzmanı”(!) Gündüz Vassaf’ın açıkça arzuladığı gibi devrim gerçekten yenilgiye uğrarsa, bölgede kurulacak olan sınırsız ABD egemenliğinde daha mı az “insan hakları ihlali” yaşanacaktır? Reel sosyalizmin çöküntüye uğradığı alanlarda yaşayan insanlar bugün dün olduğundan daha mutlu ve güvenli bir hayat mı yaşıyorlar?
“Emperyalizme karşı gelmek, Bin Ladin gibi yıkıcılıkla yetinen ya da Castro gibi iktidarlarını mutlaklaştıran liderlerle yüzleşmekten de geçmeli” gibi inciler yumurtlayan Gündüz Vassaf, devrimin çöküntüye uğradığı bir Küba’da bugün olduğundan daha özgürce gezebileceğini mi umuyor? Vassaf, “totalitarizmle yüzleşerek özgürleşmiş” olan herhangi bir Doğu Avrupa ülkesinde geceleri canını ya da cüzdanını tehlikeye sokmadan gezebilir mi örneğin? Ve yine Vassaf, şu özgürlük şampiyonlarının Miami’deki mahallelerinde Havana’daki gibi güvenle yürüyebilir mi?
Tam bir cahil cesaretiyle “Castro sonrası Kübalıların yarısı yas tutarken diğer yarısı dans edecek” diye kehanetlerde bulunan Vassaf, “kimse konuşmaktan çekinmedi, kimse istediğim yerde dolaşmamı engellemedi. Üstelik Bodrum’da Gümüşlük sahilinde tam techizatlı dolanan jandarma bile, Havana’daki polis varlığından daha belirgin” diye gerçekleri itiraf etmek zorunda kalırken, Sarıgazi’ye, Şırnak’a, Tokat’a hiç uğramadığını da itiraf etmiş olmuyor mu?
Bütün bunların ötesinde asıl sorun şudur: Bir devrim, kendisini koruma hakkına sahip midir değil midir? 50 yılı aşkın süredir yüzlerce suikast girişimine imza atmış, askeri çıkarma dahil her yolu denemiş olan bir uyuşturucu tacirleri çetesine karşı Küba’nın önlem alma hakkı yok mudur? Küba’nın yarın ya da herhangi bir gelecek tarihte nasıl bir yönelim izleyeceği konusunda spekülasyon yapmak, şu anda son derece anlamsızdır. Şüphesiz Küba, Kübalılar neyi istiyorsa o yoldan yürüyecektir ve Kübalılar, Miami’nin hırsız çetesine teslim olmak istemiyorlarsa eğer, gereğini yapacaklar ve ülkelerini savunacaklardır.
Bütün bunlara rağmen Miami korsanlarını “sistem muhalifi” saymakta ısrar edenler varsa, onlar için artık yapılabilecek bir şey yok. Ama eğer istiyorlarsa, 12 Eylül’ün İstanbul Emniyet Müdürü olan işkencecibaşı Şükrü Balcı’nın, “emekli maaşından artırdığı parayla”(!) nerede yaşadığını ve öldüğünü kendilerine bir bilgi yarışması sorusu olarak sorsunlar ve yanıtlasınlar. Sorunun doğru yanıtı, Miami’nin kimlerin mekanı olduğunu da ele verecektir!
Sonuç olarak, hiç demogojiye başvurmaksızın yapılması gereken şey çok açıktır: Küba devrimi’ni savunmak ve bütün güçlerle Küba’nın yanında sağlam bir set oluşturmak. Bugünün enternasyonalist görevi budur ve bunun dışındaki bütün gevezelikler bir kenara bırakılmalıdır.

 
 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul