"İşçi sınıfının en büyük silahı
birliktir" sözü, bugünlerde bir kez daha ama
olumsuz bir yönden kanıtlandı. IMF'nin emirlerini
yerine getirerek ücretleri sefalet düzeyinin üstüne
çıkarmamayı hedefleyen hükümet, Türk-İş'in "tarihsel"
görevini yerine getirmesi sayesinde emekçilerin
cephesini bölmeyi başardı ve kamu toplu sözleşmelerini
ucuza kapattı.
Türk-İş yönetimi ile hükümet arasında yapılan anlaşmayla
ücretlerin birinci altı ay için 55 milyon seyyanen
(herkese eşit olarak ve bir orana bağlı olmaksızın)
artışı kabul edildi. İkinci altı ay için yüzde 9,
üç ve dördüncü altı aylar için yüzde 5'er artışın
yer aldığı protokolde, üçüncü ve dördüncü altı aylar
için enflasyonun yüzde 5'i geçmesi halinde aradaki
farkın yüzde 80'inin ücrete yansıyacağı belirtildi.
Ücretleri düşük olanların maaşları 400 milyona çıkarılacak.
Sosyal yardımlara birinci altı ay için 40 milyon,
ikinci altı ay için 45 milyon, diğer altı aylar
için de zam oranında artış sağlanacak. İşçi ve işveren
sendikalarının karşılıklı olarak yeni maddeler ileri
süremeyecekleri belirtildi.
Gece yarılarında bağlanan sözleşme sonrasında iki
tarafın da yüzleri gülüyordu, doğrusu birbirlerini
ne kadar yağlayıp ballasalar yeriydi. Büyük bir
"bela"dan kurtulmuş olan hükümetin temsilcisi
Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, "anlayışlarından
dolayı" Türk-İş yönetimini överken, Türk-İş
Genel Başkanı Salih Kılıç da Şahin'e "gayretleri
ve hassasiyetleri" nedeniyle teşekkür ediyordu.
Hükümet için, büyük bir eylem dalgasından kurtulmuş
olmak ve neoliberal düzene karşı genel bir cephenin
oluşmaması yeterliydi. Bu arada verdikleri birkaç
tavizi de nasıl olsa geri alacaklarını biliyorlardı.
Örneğin özelleştirme nedeniyle işsiz kalmış olanların
başka işlere yerleştirilmesi bunlardan biriydi.
Tipik bir dar görüşlülükle özelleştirmenin kendisiyle
değil, işçilerin yer değiştirmesi sorunuyla ilgilenen
Türk-İş, böylece Paşabahçe'de fit olunan noktayı
meşrulaştırmış oluyordu: Özelleştirmeye evet ayrıca
işçileri sürgüne de gönderebilirsiniz!
Aynı şekilde "zorunlu emeklilik" uygulaması
yerine "gönüllü emekliliğe" devam edilmesi
doğrultusunda mutabakat yaptıklarını da bir "başarı"ymış
gibi anlatan Kılıç, yine aynı dar bakışı ve teslimiyetçi
anlayışı özetlemiş oluyordu. Üstelik, böylece elde
edildiği söylenen posizyon da çok sağlam görünmemektedir.
Çünkü daha o basın açıklamasında "peki IMF'ye
ne diyeceksiniz?" biçimindeki bir soruya Başbakan
Yardımcısı, "yıl sonuna kadar 17 bin civarında
işçimizin emeklilik veya başka suretlerde iş akitlerinin
sona erdirileceğini" yanıtını vermekten çekinmiyor,
"bu rakamı tutturabileceğimizi zannediyorum"
diyerek IMF'ye net rakam vermiş olduklarını gizlemiyordu.
Heba Edilen Sonbahar
Bütün bunlar belki ayrıntı gibi görülebilir. Üstümüze
yüklenmekte olan "geri çevrilemez" ve
"karşı konulamaz" bir saldırı karşısında
yine de birkaç noktanın korunduğu, tipik sendikacı
tavrıyla söylenebilir. İşçi sınıfının yirmi yıllık
kayıpları bir anda unutulup, unutturulup 55 milyonluk
zammın bugünkü "kötü zamanlar"da yine
de fena olmadığı iddia edilebilir. 55'in 65 ya
da 75 olması da mesele değildir. Ama asıl sorun
daha derindedir. Asıl sorun, bir bütün olarak
emekçilerin ve bütün ezilenlerin üzerine yüklenen
neoliberal düzenin, toplam emekçiler kitlesini
parça parça karşısına alarak tepkiyi çözmesi ve
böylece genel bir muhalefet cephesi tehlikesini
savuşturmasıdır.
Böyle bir genel muhalefet cephesi kurulması ihtimalinin
olup olmadığı ayrı bir tartışma konusudur. Doğrusu,
bütün kârlı kamu alanlarının ve bu arada sağlık
ve eğitimle ilgili olanların da sermaye gruplarına
peşkeş çekilmesine cepheden karşı çıkan bir duruş
yerine, sadece A ya da B fabrikasındaki sorun
üzerinden giden ve oralarda da son tahlilde çalışanların
"işten atılmayıp sürgün edilmesi"ne
razı olan anlayış, bugün en iyi niyetli sendikalarda
bile çok yaygındır. Toplu bir emekçi direnişinin
mümkün olabileceğine olan inançsızlık, çoğu zaman
tek tek parçaları korumak için umutsuz direnişleri
gündeme getirmektedir. Ama burada önemli olan,
mevcut sendika bürokrasisinin üst kesiminin böyle
bir zayıf ihtimali bile baltalaması ve IMF politikalarının
dolaylı desteğini oluşturmasıdır.
Türk-İş yönetiminin yaptığı tam olarak budur.
Ne alınıp ne verildiğinin ötesinde, Türk-İş yönetimi,
KESK'ten ve muhalif sendikalardan gelen çağrıları
kulak arkası ederek, yangından mal kaçırır gibi
masaya oturup "işi bağlamış" ve kenara
çekilmiştir. Böylece, aylardır "iş Yasası"'yla
ve IMF emriyle dayatılan diğer paketlerle geliştirilen
saldırı kampanyasının önündeki pürüzlerden biri
etkisiz kılınmıştır. Ağustos ayı için KESK'in
planladığı genel eylem süreci belki yine etkili
olacaktır ama sınıfın bütününü kapsayan genel
bir tutuma dönüşmeyecektir. Tek Gıda-İş Doğu ve
Güneydoğu Anadolu Şube Başkanı Mecit Amaç'ın dediği
gibi, emekçilerin gücünü birleştirme fırsatı "heba
edilmiş"tir. Önümüzdeki haftalarda "Kamu
Reformu" adı altında dayatılacak olan yeni
bir saldırı dalgasının da önü işte böyle düzlenmektedir.
Yani burada söz konusu olan şey, herhangi bir
zamanda herhangi bir toplu sözleşmenin "bağlanması"
değil, hükümetin ve IMF'nin politikaları üzerinde
hiç olmazsa bir ölçüde baskı oluşturabilecek bir
eylem döneminin defterinin dürülmesidir. Türk-İş
yönetiminin yaptığı şeyi sadece dar görüşlülük
olmaktan çıkarıp düpedüz bir "alan boşaltma"
haline getiren de işte budur.
Sendikal Bürokrasilere Karşı Taban İnisiyatifi
Sonuç olarak, Türk-iş yönetimi, 2003 sonbaharında
hükümetin elini rahatlatma işini görmüş ve emekçilerin
zaten pek sağlam olmayan birlikteliğini bölüp
köşesine çekilmiştir. Şimdi, kamu çalışanları
ve özelleştirilen işletmelerin çalışanları açısından
yine iş başa düşmüştür. KESK'in bu ay içinde düzenleyeceği
eylemlilikler bir yana, geçtiğimiz ay fabrika
kapısına dikilip özelleştime için gelen Güney
Koreli firma yetkililerini içeri sokmayan Malatya
TEKEL işçileri, "kahrolsun hain işbirlikçiler"
sloganıyla aslında bu konuda iyi bir örnek vermiş
bulunuyorlar. Aynı örneği izleyen Adana Sigara
Fabrikası işçileri de Güney Koreli şirket yetkilileri
ve Phillips Morris'in danışmanlığını da yapan
Özelleştirme İdaresi Başkanlığı Başdanışmanı Çağlayan
Çetin'i fabrikalarına sokmadılar. Petkim işçilerinin
aylardır yaptığı hazırlıklar ise biliniyor.
Sonuçta her şeye rağmen işçiler ve kamu çalışanları,
emekçilere karşı girişilen bu büyük saldırıya
direneceklerdir. Ancak, asıl sorun, emekçilerin
toplam kitlesini kucaklayacak büyük bir cephenin
yaratılmasıdır. Bu noktada artık yerel şubeler
platformlarının öne çıkarak inisiyatifi tümüyle
ele almaları kaçınılmazdır.
|