Geçtigimiz günlerde Uzan Grubu’na ait ÇEAŞ ve
Kepez Elektrik şirketlerine el konulmasıyla başlayan
süreç, İmar Bankası’ndaki gelişmelerle devam ediyor.
Peki neler oluyor, tüm bu tantananın ardında neler
var? Buna bir göz atmaya çalışalım.
Oluşumundan bu yana oligarşinin kendi içindeki
çelişkiler özünde toplam artı-değerin paylaşım
kavgasından kaynaklanmıştır. Toplam kredilerin
kullanımı, vergilerin dağılımı, sektörlere göre
değişen tercihler vb. emperyalizmin eğilimlerinin
de devreye girmesiyle Türkiye’nin siyasal/ekonomik
atmosferinde önemli rüzgarlar estirmiştir. Her
dönemde birileri parlamıştır. Kimi zaman ticaret
burjuvazisi, kimi zaman yerli sanayici, kimi zaman
ihracatçı, kimi zaman banker, kimi zaman inşaatçı,
turizmci… Elbette bir de her dönemin adamları
vardır. Onlar dönemin gerektirdikleri neyse ona
göre kendilerini uyarlayarak, oligarşi içersinde
dönemlerden bağımsız bir ağırlık oluşturabilmişlerdir.
Gelip geçici isimlere birkaç örnek vermek gerekirse,
12 Eylül sonrasındaki oligarşinin yeni ekonomik
programını uygulayabilmek için ihtiyaç duyduğu
sermaye birikiminin aracı olarak ortaya çıkan
bankerlerden en ünlüsü olan Cevher Özden (Banker
Kastelli), Özal dönemindeki hayali ihracat patlamasının
simge ismi olan Hasbi Menteşoğlu bu isimlerden
sadece ikisidir. Benzer bir programın parçası
olmadan ortaya fırlayan FadılAkgündüz boyunun
ölçüsünü almıştır.
Hırslı ve Hırsız
Yine bir dönemin parlak yıldızı olan, özellikle
de Libya’da iş yapan inşaat şirketlerinden biri
olan Uzan Grubu, gerek banka satın almalarıyla,
gerekse de diğer yatırımlarıyla dönemsel olarak
parlayan şirketlerden farklı bir profil çizerek
daha kalıcı bir konuma yerleştiler. Ancak yine
de parladıkları dönemin karakteri olan talancılığı,
derin bir doğum izi olarak her yerde ortaya koyuyorlardı.
Dönemin özelliklerini çok iyi bilince çıkaran
grup, yükselen sektörlerin kokusunu almakta oldukça
yerinde tespitler yaparak hızla büyüdü. Medya,
enerji, iletişim, finans; bu dört sektörün günümüzde
taşıdığı ağırlığı kimsenin tartışabileceğini sanmıyoruz.
Özellikle ilk özel TV’yi açan ve ilk cep telefonu
operatörlerinden biri olan grup, bu avantajları
oldukça iyi kullanmıştır.
Olayların patlak verdiği ÇEAŞ’ın ise oldukça ilginç
bir başka gelişmenin sonucu olarak ortaya çıktığını
görüyoruz. Dünya Bankası’ndan Seyhan Barajı için
kredi alınırken, barajda üretilen elektriğin özel
bir şirket eliyle işletilmesi şartı konulduğu
için 1952 yılında devlet eliyle kurulan Çukurova
Elektrik, konulan şart gereği çok ortaklı bir
şirketti.
Bu arada işi “bankacılık” olan bir kurumun, bir
ülkenin içişlerine bu denli müdahale etmesi, o
ülkenin yasalarını hiçe sayıp, kendi kurallarını
dayatması, bağımlılığın bir göstergesi olarak
oldukça anlamlıdır. 1993 yılında yapılan özelleştirmeyle
ÇEAŞ’taki Kamu Ortaklığı İdaresi’ne ait %11,25
oranındaki hisseleri satın aldıktan sonra sahip
oldukları Adabank aracılığı ile borsada işlem
gören dağınık durumdaki hisseleri satın alarak
Uzanlar, şirketin en büyük ortağı ve daha doğru
bir deyişle sahibi haline geldiler. Ardından da
kendi soygun çarklarını döndürmeye başladılar.
Soygun, İstanbul’daki Aktaş Elektrik vakasından
çok daha boyutluydu. Çünkü banka sahibi bir grup
olan Uzanlar, sürekli nakit akışının olduğu Çukurova
Elektrik’in paralarını düşük faizle kendi bankalarına
(İmar Bankası, İmar Offshore Bank) yatırıyorlar,
fakat Çukurova Elektrik’e yüksek faizle kredi
veriyorlardı. Sermaye Piyasası Kurulu’nun raporlarına
göre Çukurova Elektrik’in parasını düşük faizle
Uzan’ların bankalarına yatırmasından kaynaklı
olarak 1999 yılında 2.8 milyon dolar, 1998’in
sadece Temmuz-Aralık döneminde ise 2 milyon dolar
bu şekilde Uzan’ların kasasına aktarılmış oluyordu.
Yine aynı raporlara göre ÇEAŞ’ın Uzanlara ait
İmar Bank Offshore Ltd. ve Türkiye İmar Bankası
A.Ş.’den kullandığı hazine bonoları için piyasanın
üzerindeki faiz oranları yoluyla bu bankalara
aktardığı para, 11,8 milyon dolardı.
Sadece bununla sınırlı kalmadı soygun. Çukurova
Elektrik, 3096 sayılı kanunun 1. Maddesi uyarınca
başka bir şirkete ortak olamazdı. Ama kanunlar
sadece baklava çalan çocuklar için şimşek hızıyla
hareket ettiğinden şirketin 1994-95 yılları arasında
Uzanlara ait Ladik, Şanlıurfa, Gaziantep, Bartın
ve Trabzon Çimento’nun 132 milyon dolarlık hissesini
satın almasına birşey diyen çıkmadı bugüne değin.
Daha sonra aynı hisseler yine Uzan Grubu şirketlerine
66 milyon dolara satıldı, böylece ÇEAŞ’ın 66 milyon
doları Uzanlara aktarılmış oldu.
Yine çimento şirketlerinin sermaye arttırımları
sırasında ÇEAŞ’ın bu arttırımlara katılmaması
sağlanarak Uzanlara ait Rumeli Çimento’ya 28 milyon
730 bin dolar aktarılmış oldu. Aynı yöntemle ÇEAŞ’ın
ortak edildiği Telsim’de aktarılan miktar ise
42 milyon dolar.
Elektrik Soygunu
Bu durumda şirketin kısa sürede batması gerekirken,
0,5 cente malolan elektriği devlete 7 cente sattığı
için sadece devletin parasının hortumlandığı oldukça
sağlam bir kanal oluşturulmuş oluyordu. Üretimde
bu denli kâr eden bir kapitalistin normalde bol
bol yatırım yapması gerekir ama hiç yatırım yapmadan
da kâr elde edilebiliyorsa, o kadar parayı bağlamaya
ne gerek var ki? Çünkü Uzanlar hiç yatırım yapmaksızın
devletten kilovat saati 50.934-52.182 liraya aldığı
elektriği yine devlete kilovat saati 71.728 liraya
satabiliyorsa, neden yeni santral yapmak için
uğraşssın ki.
Gariban kondusunda sadece bir ampul yakmış dahi
olsa, elektrik tüketmiş olduğu için bir de -sanki
lüks lokantada yemek yemiş gibi- “özel tüketim
vergisi” veren yoksulların cebinden çıkan paralar,
böylelikle devlet aracılığıyla zenginlerin kasasına
akıp gitmektedir. Uzanların iki firmasına el konulması,
diğer özel ya da özelleştirilmiş santrallerin
faaliyetleri için hiçbir şeyi değiştirmedi; oralardaki
soygun hala tüm hızıyla sürüyor.
Yine aynı grup, kendilerinden önce başlamış olan,
ÇEAŞ’a ait Berke Barajı inşaatının ihalesini alan
İtalyan şirketi şu ya da bu şekilde uzaklaştırıp,
inşaatı da kendi şirketleri olan Yapı Ticaret’e
devrediyor, bu inşaata çimentoyu da yine Uzanların
fabrikası satıyor, tabii bu arada 300 milyon dolarlık
inşaatın faturası 1 milyar dolara çıkmış oluyordu.
Elbette ki Berke Barajı için de Uzanlara ait İmar
Offshore Bank’tan yüksek faizlerle kredi alınması
ihmal edilmiyordu.
Tüm bunlar anlamsız gibi görünüyor, bir insan
kendi sahip olduğu şirketi neden soyar ki? Sorun
da burada zaten, Uzanların sahip olduğu ÇEAŞ’ın
mülkiyeti devlete ait. Uzanlar bu şirketin işletme
hakkını satın alabiliyorlar ancak. Ve böylece
kedi, kendisine emanet edilen ciğere gerekeni
yapıyor… Peki bu soygun çarkına neden çomak sokuldu?
Yıllardan beri dönmekte olan çarktan neden şimdi
rahatsız olundu?
Sabancı Devrede
Tam bir vahşi kapitalizm mantığına sahip olan
Uzanlar, daha Çukurova Elektrik’in ele geçirilmesi
sırasında Sabancılarla karşı karşıya gelmişti.
Ancak bu durum sistemin kaldıramayacağı bir şey
değildi, herkes kendi yoluna devam etti. Fakat
Uzanların para hırsı dünya tekeli konumundaki
şirketlere borç takmaya gelince, artık daha büyük
ve daha farklı bir sistem için sorun olmaya başladılar.
Motorola ve Nokia şirketlerine takılan 3 milyar
dolarlık borcun altından, sadece şirket mantığıyla
çıkamayacaklarının farkında olan Uzanlar çok daha
ciddi bir Jet-Pa olmaya soyunup parti kurdular.
Böylece en aşağılık, sadece çıkar duygusuna dayalı
bir milliyetçiliğin propagandasıyla, ellerinin
altındaki medya olanaklarını da kullanarak son
seçimlerde barajın altında kalsalar da en hızlı
yükselen parti durumuna geldiler.
Dünyada ekonomik ve siyasal iktidarın tek elde
toplandığı yeni-sömürge iktidarları daha önce
de görülmüştü. Nikaragua’da Somoza, Küba’da Batista,
Filipinler’de Marcos bu durumun tipik örneğiydiler.
Ancak Türkiye kapitalizmi böylesi bir iktidar
tipini oluşturamayacak kadar gelişmiştir ve böylesi
bir girişimin yaşama şansı yoktur. Uzanların girişimi
de iktidar almaktan çok dokunulmazlık elde ederek
bunun nimetlerinden faydalanmaktı. Ancak Fadıl
Akgündüz rezaletinden yeterince ders çıkarmış
olan oligarşinin, aynı rezaletin daha kapsamlısını
yaşamaya niyeti yoktu.
Sadece bu da degil. Öte yandan, AKP’nin de şu
anda kendisine karşı en ciddi rakip durumundaki
Uzanların Genç Partisi’nin önünü kesme hesapları
da bu gelişmelerin bir diğer unsurunu oluşturuyor.
Bu denli yolsuzluklar ve gasplarla kirlenmiş bir
grubun önünü daha fazla büyümeden kesmek operasyonun
bir diğer hedefini oluşturuyor.
Bu arada bambaşka boyutlar da devrededir. Çukurova
Elektrik’i Uzanlara kaptıran Sabancı, bölgede
EnerjiSA adlı şirket kapsamında 170 milyon dolara
malolan, 1,4 miyar kilovat saat kapasitede kendi
enerji santralini kurmasına rağmen, ÇEAŞ’ın 200
trilyonluk kaybına yol açacak bu tesisini dağıtım
hatları da Uzanların elinde olduğu için tam kapasite
çalıştıramamaktadır, kendi ürettiği elektriği
kendi fabrikalarına ilettirememektedir. Enerji
Piyasası Kurulu’na Sabancılara ait EnerjiSA, MenSA,
OYSA, BosSA şirketlerinden ve bölgedeki diğer
bazı şirketlerden şikâyetler gelmeye başlar. Ve
elbette ki Sabancıların oligarşi içindeki ağırlığı
Uzanlarla karşılaştırılamayacak bir noktadadır.
“Piyasanın Eli” Gizli mi?
Enerji Piyasası Denetleme Kurulu’nun 28 Kasım
2002’de çıkardığı bir yönetmelikle Uzanlara ait
ÇEAŞ ve Kepez tarafından işletilmekte olan iletim
hatlarının TEDAŞ’a devredilmesi öngörülür. Piyasayı
“düzenleyenler” (yani o hiç de “gizli” olmayan
“el”in sahipleri) 2002 yılı sonuna kadar sektörde
faaliyet gösteren şirketlerin enerji iletim ve
dağıtımından sadece birini yapabileceklerini,
iletimi üstlenen firmaların faaliyet yürüttüğü
bölgedeki toplam tüketimin %20’si kadar üretim
yapabileceklerini hükmetmişti. Bu durumda “yapılan
düzenlemeler gereği” ne kadar üretim kapasitesine
sahip olduğu ortada olan Uzanların iletim ağını
devretmesi gerekiyordu. Tabii ki Uzanlar, biz
70 yıllık sözleşme yapmışız, 3096 sayılı kanun,
üretim, iletim ve dağıtım yetkisini 2058 yılına
değin bize vermektedir deyip dağıtım ağını devretmezler.
Kapitalist mantıkla Uzanların yaptığı doğrudur.
Ancak Sabancı’nın santral yatırımı da boş yere
çürüyemez. Bunun üzerine yıllardır bir soygun
çarkını döndüren gruba müdahale edilir ve yapılan
uyarılara rağmen dağıtım şirketini devretmedikleri
için ÇEAŞ ve Kepez Elektrik şirketlerine el konulur.
Yapılan şeyin halkın çıkarıyla hiçbir ilgisi yoktur.
Çünkü Uzanlar tahkim yasası gereği devletten yine
koparacaklarını koparacaklar; uğradıkları zararı
fazlasıyla geri alacaklardır. Sabancı da kendi
ürettiği elektriği istediği gibi satabilecektir.
Olan yine halka olacaktır. Soygunun sürmesi anlamında
sistemde hiçbir değişiklik yoktur.
Bir yandan elektrik santrallerinin özelleştirilmesi
devam etmektedir. Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun
30 Mayıs 2003 tarihli kararı doğrultusunda 11
termik santral, 16 hidroelektrik santral, 19 dağıtım
bölgesi satılığa çıkarılmıştır. Gerek özelleştirmelerle,
gerekse de yap-işlet-devret vb. yöntemlerle yapılan
sözleşmelerle %100 alım garantisi verilen şirketler,
fiyatlarını da 20 yıllık Amerikan Tüketici Fiyat
Endeksi’ne göre belirlemektedir. Yapılan operasyon
sadece Uzanlaradır, özelleştirmeye ya da soyguna
değil.
Bu arada Uzanları hedef alan operasyon, İmar Bankası’na
doğal olarak sıçrar. Elektrik şirketlerinden sürekli
nakit para akışıyla beslenen bankanın bu kaynak
birden kesilince sarsılmaması olanaksızdır. Böylelikle
ödeme sıkıntısına düşürülen bankaya da BDDK el
koymuştur. İmar Bankası’nı Adabank izlemiştir.
Yine Uzan’a bağlı televizyonların tam da aynı
süreçte bir ay süreyle kapatılması ise bu kadar
şeyin tesadüf olamayacağının en açık ifadesidir.
Seçim yasaklarının çatır çatır çiğnendiği süreçte
bile kanalların sırayla kapatıldığı, Uzan’a öttürecek
bir borazanın her zaman bırakıldığı hafızalardadır.
Hepsinin birden kapatılması operasyonun boyutları
açısından bir göstergedir. Devlet, yolunun üzerindeki
bütün çukurları doldurmaktadır.
Elbette ki tüm bu gelişmeler, Uzanların silinmesi
anlamına gelmiyor. Ancak sınırların keskin hatlarla
belirlenmesi ve herkese rolünün bir kez daha hatırlatılması
gerekiyordu; ve bu da yapıldı. Daha yeni Petkim’i
satın alan Uzan grubunun, yine sistemin önemli
bir parçası olarak kalmaya devam edip edemeyeceği
belli değil...
Sonuçta, Ankara Sincan’da tank yürüterek yapılan
“balans ayarı”nın bir benzeri, ekonomi dünyasında
da yapılmış oldu. Hepsi bu kadar. Oligarşinin
iç çatışmaları elbette sadece bununla sınırlı
değildir. Bu tür paylaşım savaşları sürecektir.
Oligarşi gerektiği zaman balans tutmayan tekerleğini
değiştirmeyi elbette bilir; ancak balans ayarı,
her zaman yeni bir tekerlekten daha ucuzdur.
Yasallık ve Sermaye
Oligarşi bu gelişmeleri yolsuzluklarla, yasadışılıklarla
mücadele olarak sunuyor. Bu aşağılık bir ikiyüzlülüktür.
Yasalar tümüyle hizmetlerinde olmasına karşın
oligarşinin hiç bir unsuru için yasallık, faaliyetlerini
yönlendiren asli unsur olmamıştır, olmayacaktır.
Egemen sınıfların genel çıkarlarını korumayı esas
alan yasalar her zaman tek tek kapitalistler tarafından
çıkarları gerekli kıldığında çiğnenmiştir. Uzanlar
bu noktada tek değildir. Koç’lardan Sabancılara
değin tüm büyük tekel sahipleri işlerini yasaların
doğrudan ya da dolaylı biçimde ihlal edilmesi
temelinde yürütmektedirler. Ancak kapitalizm dünyasında
herşey güçlü olanın lehine işler, yani esas olan
orman kanunlarıdır. Uzan örneğinde görüldügü gibi
güçlü olan tekeller artık Uzanların defterinin
dürülmesi, Uzanlara akan rantların kendilerine
akıtılması için anlaşmışlardır ve şu anda bu karar
uygulanmaktadır.
Emekçiler cephesinde görülmesi gereken vurguncuların,
hortumcuların sadece haklarında işlem yapılanlarla
sınırlı olmadığı, tüm sistemin vurgunlar ve hortumculuk
üzerinden yürüdüğü, bu vakaların sistemin asli
parçaları olduklarıdır. Oligarşiyi rahatsız eden
birkaç vurguncunun tasfiyesinin nedeni, vurgunlarla
elde edilenlere oligarşi içinde yer alan büyük
tekellerin el koyma isteğinden başka bir şey değildir.
Bu nedenle, vurgunculuktan, hortumculuktan kurtulmanın
tek yolu kapitalist sistemin tasfiyesinden başka
bir şey olamaz.
Bunun tek yolu ise devrimdir, kesintisiz olarak
sosyalizme yönelen demokratik halk iktidarıdır.
|