Gazeteci Ergin Konuksever’in üstteki
fotoğrafı, aslında bir dönemin panaroması gibidir.
Gericiler tarafından bıçaklanan, dövülen bir devrimci
genç ve olayı büyük bir keyifli izleyen toplum
polisi...
16 Şubat 1969... Yer Beyazıt... 30 binin üzerinde
işçi ve öğrenci, 6. Filo’yu protesto mitingi yapıyor...
6. Filonun protesto edilmesi, Amerikalılar dışında
kimi, neden rahatsız etsin? Ama onlar, ABD ve
işbirlikçi oligarşinin kanlı maşaları bu işler
için vardır. Daha iki gün önceden, Milli Türk
Talebe Birliği’nin Cağaloğlu’ndaki salonunda yapılan
hazırlık toplantılarında ABD uğruna “şehadet”
yeminleri edilmeye başlanmıştır bile.
14 Şubat’ta yapılan “Bayrağa Saygı”(!) mitingi,
olacakları haber vermektedir. Bir yıl önce yine
6. Filo protestolarına set çekmek isteyen polisçe
öldürülen Vedat Demircioğlu anısına devrimcilerin
yaptığı anma gösterileri ilk bahanedir. ABD elçiliğinin
organize ettiği Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin
Başkanı İlhan Darendelioğlu, mitingte “Memlekete
ihanet eden bu hainleri toprağa gömme zamanı gelmiştir”
diye bas bas bağırmaktadır.
“Din elden gidiyor”du yine! Komünistlerin kökü
kazınmalıydı. Endonezya’da yarım milyon komünistin
bir haftada nasıl “temizlendiği” gerici yayın
organlarında ballandıra ballandıra anlatılıyordu.
15 Şubat 1969 günü hazırlıklar tamamlanıyor, Adapazarı’ndan,
Bolu’dan otobüslerle adam taşınıyor, sopalar yaptırılıyor,
bıçaklar bileniyordu.
Şimdilerde
“gönül adamı” pozlarında ortalıklarda gezen Nur
cemaati
liderlerinden Mehmet Şevki Eygi, 15 Şubat’ta Bugün
gazetesinde, “cihada hazır olunuz” diye emrediyor
ve devam ediyordu: “Büyük fırtına patlamak üzeredir,
Müslümanlar ile kızıl kafirler arasında topyekün
savaş kaçınılmaz hale gelmiştir... Müslüman kardeşim,
sen bu savaşta bitaraf kalamazsın. Ben namazımı
kılar, tespihimi çekerim... Etliye, sütlüye karışmam
deyip de kendine zulüm edenlerden olma, gözünü
aç, bak!.. Onlarda taş, sopa, demir, molotof kokteyli
mi var? Biz de aynı silahları kullanmaktan aciz
değiliz... Cihat eden zelil olmaz. Sağ kalırsa
gazi olur, canını verirse şehitlik şerefini kazanır.”
Pazar günü ise artık her şey hazırdır... Beyazıt’tan
başlayıp Taksim’de sona erecek olan anti-emperyalist
miting için işçiler, öğrenciler toplanmaya başlarken,
aynı saatlerde Beyazıt Camii ve Dolmabahçe Camii
doluyordu.
Saat 14.00... Beyazıt’ta toplanan yaklaşık 30
bin kişi yürüyüşe geçiyordu sonunda. Sultanahmet,
Sirkeci, Karaköy, Tophane... Bu arada Taksim’de
gerici gruplar toplanmaktadır. Polis de asıl gücünü
Taksim’e yığmış beklemektedir. Askerden de yardım
istenmiştir.
Yürüyüş kolu, Gümüşsuyu’ndan çıkıp Teknik Üniversite
önüne geldiğinde gençlik önderleri bir değerlendirme
yapıp Taksim’e bir öncü grup göndermeye karar
verirler. Asıl kitle ise üniversitenin arkasından
dolaşarak alana girecektir. Ancak yaklaşık 400
kişilik öncü grup Taksim Alanı’na girdiği anda
katliam başlamıştır bile
Yarbay Celal Küçük’ün yıllar sonra Nokta dergisine
anlattıkları, her şeyi yeterince aydınlatıyor:
“Olay günü sabah dokuzda Taksim’e gittim. Osman
Gülkılık ve İhsan Kuranar filan inzibat kulübesinde
toplanmışlardı. Ben gittim, durumu söyledim. Kuraner’e
‘önlem alın’ dedim. Korkunç bir sessizlik vardı.
Olay çıktı çıkacak. Adamların
ellerinde tesbih, demirler, sopalar, Dolmabahçede
sabah namazını kılmışlar, tıklım tıklım meydana
doluyorlar. Taksim Alanı’nın etrafına açılıyorlar.
Orta boş kalıyor. Giren öldürülecek. Toplum polisi
de Opera’nın önünden Vakıf İşhanı’na doğru bir
kama atıp gelen irtibatı kesiyor ve girenlerin
üzerine aletli hücum başlıyor. Kitle silahsız,
canını kurtaran Sıraselviler’e, Kazancı’ya kaçıyor.
Sonuç 2 ölü, 200 yaralı. Polisin hiçbir müdahalesi
olmadığı gibi yere düşen silahı alıp sahibine
veriyor. Bir kıta onbeş dakika sonra geliyor alana,
ama olan olmuş. Gruptan biri bir megafon alıyor
eline ve ‘şimdi de, Cumhuriyet’e, Milliyet’e gideceğiz’
diyor.”
Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan... Gün akşam
olduğunda, anti-emperyalist güçler, Taksim’de
iki canlarını vermişlerdir.
Gericiler günlerdir boşuna yazılar yazıp “Endonezya’daki
komünist kıyımını” övüp boşuna cihad çağrıları
yapmamışlardı. Bütün soruların yanıtı 16 Şubat
akşamı verilmişti. Her şey ortadaydı.
Üstelik, Genç Sinemacılar Grubu, Taksim alanındaki
bütün olayları filme çekmişler ve TV’ye vermişlerdi.
Ama filmin gösterimi dönemin başbakanı Süleyman
Demirel tarafından engelleniyor, Meclis’te konuya
ilişkin görüşmeler ise 20 dakikalık bir süreye
sıkıştırılmaya çalışılıyordu.
Dönemin Valisi Vefa Poyraz ise aradan yirmi yıl
sonra bile utanma duygusundan yoksundur: “Kanlı
Pazar olayı İrticai bir hareket değil, sol bir
hareketti. 171 sayılı kanuna göre sol yürüyor,
bu yürüyüşe mani olmak isteniyor, İdare de bunları
önlemek istiyor. Ama Taksim’de ani bir halk hareketi,
ani bir karşılaşma oluyor, iki kişi maalesef hayatını
kaybediyor. Olay öncesi de Bugün gazetesi’nde
çıkan Mehmet Şevket Eygi Bey’in yazıları, toplu
namazlar, filan... Namaz kılıyorlar, ama bunlar
kendi içlerinde maksatlı olabilir, camiye gidip
insanları yargılayamazsınız.”
“Komünistlerin kokusunu alma” iddiasıyla nam yapmış
olan İçişleri Bakanı Faruk Sükan’a göre ise olay
“tamamen komünistlerin tertibi”dir. “Tam bir ihtilal
provasıydı o. Eğer tedbir almamış olsaydık, büyük
hadiseler olacaktı.”
16Şubat
1969... Gericiliğin ve Amerikan uşaklığının kanlı
tarihinde bir sayfa...
Ve
iki şehit: Duran Erdoğan, Ali Turgut Aytaç...
Emperyalizme karşı savaş sürüyor; onların açtığı
yoldan...
|