Amerikan emperyalizminin Irak’a başlatmış olduğu
sömürgeci savaşın kalıcı bir işgalle sonuçlanmasından
sonra, şimdi de ortaya böylece oluşan büyük soygun
pastasının paylaşılması sorunu çıktı. Aslında,
ABD açısından bunun bir sorun olduğu söylenemezdi;
çünkü ABD yönetimi, daha en başta, henüz savaş
başlamamışken bu konuda hazırlıklarını yapmış
ve işlerin ihalesini bile belirlemişti. Bush yönetimine
yakın şirketlerin savaş sonrasındaki inşaat, vb.
işlerinden en yüksek payları aldıkları da aylarca
gazetelerde yazıldı. Hatta denebilir ki, bu anlamda
Irak savaşı, dünya tarihinde “yıkılacakların kim
tarafından nasıl yeniden yapılacağının baştan
planlandığı” ilk savaştır. Nereye saldırıp neyi
tahrip edeceklerini bilenler, bu tahribattan sonra
açılacak “iş alanlarını” da planlamışlardır. (Bu
arada konumuzla ilgisi yok gibi görünse de “bütün
üst-anlatılar/ideolojiler öldü, bütün toplum projeleri
çöktü; bundan sonra bir ülkeyi bir projeye göre
şekillendirmenin olanağı yoktur” vb. tezleri sayıklayıp
duran postmodernist gevezelerin bu son derece
“planlı” harekatı nasıl yorumladıklarını da çok
merak ediyoruz doğrusu...).
Tabii ki bu büyük pastadan ufak da olsa bir parça
pay almak isteyen Türkiye işbirlikçileri dört
bir koldan ABD’ye yaranmak ve şirin gözükmek için
dillerini çıkarmış, kuyruklarını sallar olmuşlardır.
Ancak bütün bağlılık gösterilerine karşın, görünen
o ki ABD, bir dahaki sefere görevlerini doğru
yapmaları için Türkiye’nin “bütünleme sınavlarını”
geçmesi gerektiğini düşünmekte ve bu konuda istekli
davranmamaktadır.
Kendi toprakları üzerinden geçerek Irak üzerine
ölüm yağdıran uçakları saymazsak, Irak savaşına
Güney Mezopotamya’daki bazı havaalanlarının korunması
görevi haricinde asker göndermeyen ve topraklarından
ABD askerlerinin geçişine izin vermeyen Türkiye
devletinin işbirlikçilik noktasında karnesinde
kırık notlar var. Savaşın ABD lehine sonuçlanması
Türkiye işbirlikçilerine rahat bir nefes aldırdı
ve hemen bundan sonra ABD’nin gözüne tekrar nasıl
girerim, nasıl bu pastadan pay alırım hesapları
yapılarak yollar aranmaya başlanıldı. İlk önce
R.T. Erdoğan bundan sonra ABD’ye her türlü yardıma
hazırız mesajı verdi. Daha sonra MGK toplantısında
ABD’nin yapmış olduğu talepler doğrultusunda kararlar
peşi sıra çıkmaya başladı ve Afganistan’da olduğu
gibi ABD’nin pis işlerini yapmak için asker verebileceklerini
açıkladılar.
Aynı dönemlerde Wolwofitz, Grossman, Perle derken,
şimdi de Büyükelçiliğin siyasi müsteşarı John
Kunstadler sazı eline alarak, “Ankara ile Amerika
arasındaki stratejik ortaklığın sona erdiğini
belirterek hayati risk altındaki askerlerimiz
için üslerinizi kullandırmadınız. İlişkileri tamir
etmek istiyorsanız, gidin ölen askerlerimize yas
tutan Amerikan halkını ikna edin” (Milliyet Gazetesi)
diyecek kadar pervasızlaştığı halde, yerli işbirlikçiler
Amerikan emperyalizminin bütün tükürüklerini kana
bulanmış Irak üzerinden azda olsa gelecek parayı
kaçırmamak için “yarabbi şükür”le geçiştirmişlerdir.
Şövenizmi körüklemek için sık sık Türk ulusunun
büyüklüğü, onuru, gururu üzerine sürekli dem vuran
hükümet ve ordu mensupları bütün bu hakeretleri
sineye çekmişlerdir.
Diğer taraftan komşu Irak halkı daha ölülerini
gömmemiş, yaralarını saramamış, yasını tutamamışken,
Irak halkının üzerindeki sömürüyü katmerleştirmek
için, sözde Irakı’ın yeniden yapılandırmak amacıyla
ABD’nin açmış olduğu 9 büyük ihalenin 8’i tamamlanmış
ve tüm kontratları ABD şirketleri almıştır. Ancak
ABD bundan rahatsız olan diğer emperyalist güçleri
rahatlatmak için bu şirketlerin diğer ülkelere
taşaron işlerini yaptırabileceklerini açıklamayı
da ihmal etmemektedir. Öte yandan Wall Street
Journal’ın haberine göre, Irak’ta devletin kontrolündeki
bazı sanayi sektörleri ve petrol sanayiin özelleştirilmesi
işlemlerine başlanmıştır bile.
İşler böyle gider ve zaten Türkiye’li işbirlikçilere
Irak’tan ciddi bir avanta düşmezken, Bayındırlık
ve İskan Bakanı Zeki Ergezen’in, “Irak’ın inşaasından
kazanılacak para kanlı paradır”, diye açıklama
yapması ortalığı birbirine kattı. Haberi duyan
işbirlikçi burjuvazinin önde gelenleri hemen tepkilerini
dile getirerek “bakan ne derse desin bizim işbirliğimiz
sürecek” cinsinden açıklamalar yapmaya başladılar.
Daha sonra ise tepki asıl büyük yerden, Başbakan’dan
geldi. Başbakan Tayip Erdoğan kameralar önünde
yapmış olduğu basın açıklamasında “Ergezen’in
söylediklerini talihsizlik olarak bulduğunu” ortaya
koydu ve açıkça “biz Irak’ta almamız gereken yerimizi
alacağız” diyerek, geçerli olan sözün milletvekilinin
değil devletin asıl sahipleri olan işbirlikçi
burjuvazininki olduğunu ortaya koydu.
Nitekim Bakan, bulunduğu koltuğu kaybetme korkusuyla,
yani metazori yaptığı açıklamada sözlerinin çarpıtılmış
olduğunu açıklayarak hem koltuğunu kurtarmış hem
de burjuvaziden hükümete yönelik gelebilecek tepkilerin
önüne geçilmiştir.
Kapitalizmin yaratmış olduğu toplumsal parçalanmayı
en derininde yaşayan ve her türlü insani ve ilerici
ulusal değerin düşmanı olan işbirlikçi burjuvazi
Ankara Dünya Ticaret Merkezi öncülüğünde içinde
ağırlıklı olarak inşaat firmaları, su, gıda, tıbbi
malzeme, güvenlik, çevre temizliği, petrol kuyularının
onarımı, yolların yapılması, havaalanları, su
kanallarının yapılandırılması işlerinde faaliyet
gösteren şirketler Irak’taki ihalelere katılacak.
Bütün bu işlerin bedeli 100 milyar dolar gibi
bir pasta olarak sunulmakta; ve bunun kan, gözyaşı,
onursuzluk üzerine kurulmuş bir pasta olması da
hiçbirini rahatsız etmemektedir.
Sonuçta, “paranın dini-imanı yok” biçimindeki
atasözü bir kez daha kanıtlanıyor. Hem de kendisine
islamcı süsü de veren bir hükümet tarafından.
Nerede tatlı kârlar varsa hızla oraya yönelen
sermayenin önünde ise tek bir engel var: Büyük
Ağabey’in tercihleri ve burun sürtme isteği...
|