Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

Ş. Onursal

1 Mayıs, uluslararası proletaryanın Birlik-Mücadele-Dayanışma günü... Devrim ve Sosyalizm kavgasında 1mayıs, enternasyonal proletaryaya, tüm emekçi sınıflara, ezilen halklara kutlu olsun
Kapitalizm, üretim araçları üzerinde özel mülkiyet temelinde gelişen son sömürücü toplumsal sistemdir. Köleci ve feodal topluma göre, daha ilerici bir toplumsal sistemi ifade eden kapitalizm, feodal toplum içinde üretim ilişkisi olarak filiz vermiş, gelişmiş, giderek egemenliğini kurmuştur. Ancak, bu tarihsel-toplumsal süreç, aynı zamanda kapitalizmin bir ürünü olan proletaryayı, kapitalizmin “mezar kazıyıcıları”nı yaratmış, bu eksende gelişen sınıf mücadelesi toplumsal ilerlemenin önünü açmıştır.
Birçok aşamayı geride bırakarak, modern bir toplum, olarak ortaya çıkan kapitalizm, üretim araçları üzerinde özel mülkiyeti ifade eder; kapitalist özel mülkiyet aynı zamanda, üretimin toplumsal nitelik kazanması demektir. Bundan dolayı, kapitalizm aynı zamanda sosyalizmin maddi-nesnel zeminini yaratmıştır.
Hiçbir toplumsal sistem ve onun devlet olarak örgütlenmiş egemen sınıf iktidarı, kendiliğinden yıkılmaz, ortadan kalkıp yerini başka bir toplumsal sisteme bırakmaz. Bunun yolu sınıflar mücadelesidir. Sınıf mücadelesi tarihin motorudur, toplumsal süreçleri sınıf mücadelesi belirler.
Kapitalizm, sosyalizmin nesnel-maddi zeminini yaratır, ancak yinede her vesile ile kapitalizm kendini yeniden üretir. Açlık, yoksulluk, mülksüzleştirme, yabancılaşma vb. kapitalizmin sonuçlarıdır ama bunlar tek başına kapitalizmin egemenliğine son vermek için yeterli değildir. Kapitalizm sınıf mücadelesini keskinleştirir, ancak bu mücadele kendiliğinden sosyalizme geçişi sağlamaz. Kapitalizmin iki ana sınıfı vardır, burjuvazi ve proletarya.Tıpkı burjuvazi gibi proletarya da enternasyonel bir sınıftır; bundan dolayı proletaryanın kurtuluşu yerel değil evrenseldir, gerçek kurtuluş komünizmdedir.
Komünizme bir hamlede ulaşmak mümkün değildir. İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır ve ancak emperyalizm çağında, birbirine eklenen kapitalist ekonomiler, kapitalizmin eşitsiz ve dengesiz gelişme yasası gereği, tek tek parçalarındandan koparılacaktır.
Sınıfsal-ulusal-cinsel çelişkilerin en yoğunlaştığı halka bu zincirin en zayıf halkasıdır. Devrim, bu zayıf halkanın parçalanmasıyla zafere ulaşacak, tüm yeryüzünde sömürüye son verme mücadelesi içinde komünizme kadar devam edecektir. Kapitalist barbarlık fiziki sınırlarını tüketmiştir, “ya kapitalist barbarlık ya sosyalizm” şiarı, çağımızın temel şiarıdır. Kapitalizme karşı sosyalizm zafer kazanacaktır.
İşte, enternasyonal proletaryanın Birlik-Mücadele-Dayanışma günü olan 1 Mayıs, sadece bir gün değil, kapitalizme karşı dünya devrimini, proleter enternasyonalizmi en yalın olarak ifade eden devrimci sembollerden biridir.
Proletarya, kapitalizmin ürünüdür ve uzun yıllar sınıf bilincinden uzak, demokratik tepkileri kapitalizmin sınırlarını aşmamıştır. Vahşi kapitalist sömürüye ve kapitalizmin tüm olumsuz sonuçlarına tepkisi vardır, ama bu bilimsellikten uzak, sınıf bilincine mesafeli tepkilerdir. Eşit-özgür-sömürüsüz bir toplum, sınıflar ortaya çıktığından bu yana ezilenlerin talebidir, özlemidir. Ancak ilk kez, Marks ve Engels’in elinde, ütopik-burjuva ve küçük burjuva sosyalizmin eleştirisi üzerinden, bu özlem bilimsel karaktere kavuşmuş, bilimsel sosyalizm kurulmuştur. Bu aynı zamanda proletaryanın kendiliğinden bilincinde bir sıçrama, proletaryanın kendisi için sınıf olma bilincinde güçlü bir silahtır. 1847-48 Avrupa devrimleri, bu sürecin dönüm noktasıdır; devamla Paris Komünü deneyi, proletaryanın tarihsel ve siyasal rolünün somutlanmasıdır. Ekim Sosyalist Devrimi, Paris Komünü deneyinin devamı olup, ilk kez proletarya egemen sınıf konumuna yükselmiştir...1917 Ekim devrimi ile dünyanın 1/6’sında kapitalist sömürüye son verilmiştir, sosyalizm uzun ve sancılı bir süreç sonucu zafer kazanmıştır.
Buz kırılmış yol açılmıştır; Ekim Devriminin açmış olduğu bu yoldan Çin, Vietnam, Kore DHC, Orta Avrupa devrimleri, Küba Devrimi yürümüş, 20. yüzyılda sosyalizm büyük bir kazanım olarak ortaya çıkmıştır. Revizyonizmin elinde önce yozlaşan sosyalizm, kapitalist kuşatma ve basıncında etkisi ile tarihsel bir kırılma yaşamış, 90 başlarında büyük bir adımla geriye düşmüştür. Ancak tarihsel ve maddi sınırlarına dayanmış olan kapitalizm, 21. yüzyılda sosyalizmin nesnel zeminini çok daha güçlü oluşturmaktadır ve tarihsel ve siyasal tüm kazanımlarla, 21. yüzyılın sosyalizmin olacağından kuşku yoktur.
Marksizmin doğumuna da tanıklık eden Avrupa’daki sınıf savaşımları ve bu sınıf savaşlarının en yüksek biçimi olan devrimler, Amerikan proletaryasını etkilemiş; başta 8 saatlik iş günü için olmak üzere, kapitalist sömürü ve sonuçlarına karşı mücadele yükselmiştir.1886’da Amerikan proletaryasının grev ve kitle gösterileri burjuvazinin katliamı ile yanıtlanmış; ancak uyuyan dev uyanmıştır, her şeye rağmen mücadele durmamış, 8 saatlik işgünü talebi yükseltilmiştir. 1 Mayıs tarihinde, çağrılara katılan işçiler bir çok kent merkezinde kitle gösterileri düzenlemiş, devrimci rolünü çoktan bir yana atan burjuvazi idam ve katliamları sınıf mücadelelerini engellemek için uygulamıştır. İdam sehpalarında, proletaryanın haklı mücadelesini haykıran 4 işçi önderi, 2. Enternasyonalin 1891 tarihindeki kararı ile ölümsüzleşmiş, 1 Mayıs uluslararası proletaryanın Birlik-Mücadele-Dayanışma günü olarak ilan edilmiştir.
Yüz yılı aşkın süredir 1 Mayıs, devrim ve sosyalizmin itici güçlerinden biri olmuş devrimci sembollerden biridir. Sınıf bilinçli proletaryanın enternasyonal düzeyde mücadeleyi yükselttiği sınıf dayanışması ve birlik tavrını güçlü biçimde ortaya koyduğu gündür. Irk-cins-renk ayrımı, 1 Mayıs’ın özüne uygun olarak sınıf kardeşliği ile parçalanır, eşit-özgür bir dünya için kavga büyütülür.
2003 1 Mayısını karşılarken işçi sınıfına ve sınıf mücadelesinin kimi sorunlarına ilişkin ön fikirler sunmak yararlı olacaktır.

Sınıfın Rolü
Sınıf nesnel bir olgudur; öznel istemlerden öte, tarihsel bir süreç içinde, mülkiyet ve paylaşım ilişkileri içinde, üretim araçları karşısındaki konuma göre belirlenir.
“...Toplumsal üretimin tarihi olarak belirlenmiş bir sistemi içindeki konumuna göre, üretim araçlarıyla (büyük ölçüde yasalarla saptanıp formüle edilmiş) ilişkilerine göre, emeğin toplumsal örgütlenmesindeki rollerine göre ve dolayısıyla toplumsal servetten tasarruflarında bulunan payın kapsamına ve payı elde ediş tarzına göre birbirenden ayrılan büyük insan gruplarına sınıf denir. Sınıflar, toplumsal ekonominin belirli bir durumunda konumlarının farklılığı sayesinde bazılarının emeği diğerleri tarafından gaspedilen insan gruplarıdır.” (Lenin, B.Başlangıç/S.Eserler-9, Sf:470)
Lenin’in bu tanımlaması, sınıf tanımına tarihsel bir yaklaşımı ifade eder, birer sınıflı toplum olan köleci-feodal-kapitalist toplumda sınıf ilişkilerinin kavranmasında kılavuz niteliğindedir.
Bir tarihsel ilişki içinde, üretim araçlarına sahip olan insan toplulukları ile bundan yoksun olanlar; emeğin toplumsal örgütlenmeside farklı rol üstlenenler; ve toplumsal servetten bu temelde farklı pay alanlar, bu temelde farklı sınıfları ifade ederler. Toplumun bir kesimi, bu azınlık da olsa, toplumun diğer kesiminin emeğine el koyar; bu el koyuş biçimi, farklı toplumlarda farklı sınıfları ortaya çıkarır. Köleci toplumda, köle sahibi ile köleler; feodal toplumda, feodal bey ile serfler/köylüler; kapitalist toplumda, burjuvalar ile proletarya arasındaki ilişki ve sınıf gerçeği bu eksende belirlenir.
İşte proletarya, herhangi bir toplumsal sistemin değil, kapitalizmin ürünü ve kapitalizmin iki ana sınıfından biri olarak, bu ilişkilere göre, özel mülkiyet ilişkileri içinde, üretim araçları karşısındaki konumuna göre, toplumsal emeğin örgütlenişindeki rolü ve almış olduğu toplumsal paya göre, nesnel bir olgu olarak ortaya çıkar. Özel mülkiyet ilişkilerinin en gelişmişi olan kapitalizm koşullarında, üretim araçlarına (toprak, fabrika, makine vb.) el koyan burjuvazi, tüm bunlardan yoksun olan mülksüzleşen proletarya karşısında egemen sınıf olarak konumlanır; tüm değerlerin üreticisi olan proletarya, üretim araçlarından soyutlanmıştır, emeğinin bir kısmını bu ilişki içinde burjuvaziye “artı-değer” olarak sunar. Elbette bu sınıf ilişkilerinin ortaya çıkması iki tarihsel-sınıfsal olgunun ortaya çıkması ile mümkündür. Birincisi, emeğin, proletaryanın üretim araçlarından yoksun olması, mülksüzleştirilmesi; ikincisi ise, emeğin, tıpkı diğer metalar gibi, kapitalist üretim ilişkileri içinde, “özgür” alınıp-satılması.
Tüm bu kısa tanımlamalar, bize proletaryanın sınıf tanımını veriyor. Şöyle özet bir tanım yapmak mümkündür: proletarya, bir tarihsel ilişki sonucu ortaya çıkan kapitalizm koşullarında, üretim ve emek sürecinde, ücretle çalışan, üretim araçlarından yoksun olan, işgücünü pazara sunan toplumsal kesimdir.
Bu tanım, doğal olarak, yapısalcı tanımları, proletaryayı sadece fabrika işçiliği ile sınırlayan tanımları aşan, sınıfı durağan ve statik değil, dinamik ele alan bir tanımdır.... Dahası şudur, proletarya, emek sürecinin yeniden üretimi ile, kendini işyeri/fabrika ile sınırlamıyor, hatta ideolojik ve kültürel formasyonunda rol oynayan fabrika/işyeri dışı ilişkileri de varlık koşullarını içine katıyor... İşte bundan dolayı, proletaryayı salt fabrika işçiliği ile sınırlayan tanımlar dardır, sınırlılığı ifade eder. Marx’ın bir tanımı olan, “kollektif emekçi” tanımı; yine Marx tarafından etraflıca ele alındığı üzere, bu dar ve sınırlı tanımlara verilen en isabetli yanıttır, tanımdır. Bu tanım, kafa ve kol emekçilerini; mülksüzleşmiş ama istihdam edilmemiş toplumsal kesimleri; kapitalizmin yeniden üretiminde, emeğin bölünmesinde vb. rol oynayan yedek emek gücünü, yani işsizler ordusunu; üretim sürecinde artı-değer üretmeyen ama toplumsal artığa katkı sunan, ticaret-ulaştırma vb. sektörlerde çalışanları vb. içerir.
Kapitalizm,özel mülkiyet temelinde yükselen son sömürücü toplumsal sistemdir. Tarihin motoru sınıf mücadelesidir, proletarya ile burjuvazi arasındaki temel ve uzlaşmaz çelişki, bu eksendeki mücadele kapitalizmin yıkılması ve sosyalizmin zaferi ile sonuçlanacaktır. Kapitalizm, üretim araçları üzerinde özel mülkiyeti ifade ederken, aynı zamanda, küçük ve dağınık üretim birimlerini toparlar, üretime sosyal bir karakter kazandırır. Üretimin sosyal karakteri ile özel mülkiyet arasındaki çelişki uzlaşmaz karakterdedir. Özel mülkiyet üretici güçlerin özgürce ve sınırsızca gelişminin önünde engeldir. Ancak, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet tasfiye edilerek üretim güçlerinin önü açılır. İşte bu tarihsel-sınıfsal görev, toplumun sonuna değin devrimci olan tek sınıfı olan proletaryanın omuzlarındadır.
Demek ki, nesnel-toplumsal bir olgu olan, kapitalizmin ürünü ve ana sınıflarından biri olan proletarya, herşeyden önce, tarihsel ve sınıfsal rolünü bu zeminde, nesnel-kapitalist üretim ilişkileri zemininde oynayabilir. Neden bir başka sınıf değil de, proletaryanın kapitalizmi tüm hücrelerine kadar parçalayıp, sosyalizmi yaratacağının yanıtı işte bu nesnel-toplumsal zemindedir. Üretimin toplumsal karakterini gösteren fabrika sistemi, proletaryaya disiplin, kollektivizm, yönetme özellikleri kazandırır.
Elbette bu sorunun nesnel-maddi boyutudur ve tek başına proletaryayı en ilersinden sendikalist bir konuma ulaştırır. Ve, ancak, Lenin’in “Ne Yapmalı” adlı eserinde etraflıca incelediği gibi, proletaryaya dışardan bilinç taşınarak, sadece ekonomik sorunlarla değil, tüm toplumsal-siyasal sorunlarla ilgilenerek, kapitalist egemenlik sistemine karşı tüm sınıflar içinde çalışılarak, proletarya kendisi için sınıf olma bilincine ulaşır. Yani, kapitalist üretim ilişkileri içinde maddi-toplumsal zemini yaratılan porelataryanın öncülüğü, ancak siyasal bilinçle tamamlanır. Böylece, proletarya toplumun en devrimci sınıfı konumuna yükselir.
Proletarya sosyalizm için mücadele eder. Sosyalizm, herhangi bir tarihsel dönemin veya insanlık tarihinde hep özlenen olan “eşitlik-özgürlük” taleplerinin ortaya çıktığı herhangi bir dönemin değil; kapitalizmin ürünüdür ve onun yarattığı nesnel-toplumsal zemin üzerinden zafere ulaşır. Sosyalizm, kapitalizmin yarattığı toplumsal emeğin örgütlenmesinde çok daha yüksek ve ileri bir örgütlenmeyi içerir. Ve, ancak böylesi bir toplumsal emek örgütlenmesi, kapitalist özel mülkiyetin tasfiyesi ve üretim araçları üzerinde toplumsal mülkiyetin egemenliği ile mümkündür. Bu amaca ulaşabilecek tek sınıf, özel mülkiyet ile tüm bağlarını koparmış olan proletaryadır. Proletarya, mevcut kapitalist sistemi önce aşağıdan yukarı parçalar, egemen sınıf olarak, proletarya diktatörlüğü olarak kendini örgütler; ve proletarya diktatörlüğü aracılığıyla adım adım sosyalizmi inşa eder, sınıfsız-sömürüsüz bir topluma/komünizme yürür. İşte bu yürüyüş, aynı zamanda, proletaryanın kendi varlık koşullarına karşı bir savaştır. Tarihte ilk kez bir sınıf, proletarya, kendi varlık koşullarını ortadan kaldırır. Proletaryanın, kapitalizm koşularında sonuna kadar devrimci tek sınıf olması bundandır.
Bu anlatımdan, sosyalizmin, proleter devrimin, ancak ileri kapitalist ülkelerde başlayacağı sonucu çıkmaz. Sosyalizm, kapitalizmin yarattığı kültür, bilgi, teknik, insan gücü üzerinde kurulur ve kapitalizmi aşar. Ancak, emperyalizm çağında, tek tek kapitalist ülkeler, gelişmiş kapitalist ülkeler ve sömürge/yeni-sömürge ülkeler bir zincirin tek tek halkaları olarak birbirine eklenmiştir. Devrim zincirin zayıf halkasından gerçekleşir. Proletarya devrime öncülük eder, devrimde proletaryanın hegemonyası, sosyalizm için zorunludur. Ve, pekala egemen sınıf olarak örgütlenen proletarya, bir dizi geçiş biçimlerini içerse de, daha geri bir kapitalist ülkede, ileri kapitalist ülkelere nazaran zor ve yavaş da olsa sosyalizme ulaşır. Leninizmin bir dizi tezi, bu konuda açıklayıcı, tarihsel gerçeklerle uyumludur.
Leninizmin anlamsızlığı üzerine, proletaryanın öncü rolünün tarihin gerisinde kaldığı üzerine; “elveda proletarya”, “çoğulculuk...” vb. üzerine kurgulanan tüm postmodern tezler birer safsatadır. Proletarya, ifade ettiğimiz üzere, bu devrimci rolünü, öncelikle nesnel-toplumsal koşullardan alır. Bu keyfi bir tercih değil, toplumsal bir olgudur. Bunun üzerinden, tüm yanılsamalar ve ideolojik manipülasyonlara rağmen, her açıdan biten-tükenen, kendi sınırlarını tüketen kapitalizm ancak proletaryanın öncülüğünde yıkılır. Emperyalizmin genel bunalımı sürmektedir ve bu bağlamda devrim güncel bir mesele olarak proletarya ve diğer emekçi kesimlerin önünde durmaktadır. Proletarya diğer emekçi sınıflara öncülük ederek tarihsel ve siyasal rolünü oynayacak, kapitalizmi hücrelerine kadar parçayacak, sosyalizmi inşa ecektir.
Toplum yasasının, sınıf mücadelesinin değişmez yasası budur. Proletaryanın öncülüğü sorunu, devrimci sosyalizm ile tüm sınıf dışı akımların, sağdan veya soldan tüm sapmaların ayrım noktasıdır. Ne adına olursa olsun, proletaryanın öncü rolünü şu veya bu düzeyde reddedenler, belki en “devrimci” tezleri savunabilirler, ama asla devrim ve sosyalizm lilişkisini doğru kavrayıp, toplumsal ilerlemenin önünü açamazlar. Proletaryanın öncü rolünü ve devrimin güncelliğini sağdan reddedenler, son tahlilde 2. Enternasyonal partileri ruhuna sahip reformistlerdir; “Sol”dan proletaryanın önder rolünü tahrip edenler ise, sivri ucu troçkizmde ifadesini bulan iktidarsızlığa kapı aralayanlardır. Devrimci sosyalizm tüm bunları, ve bunların bir dizi türevlerini reddeder, devrimde proletaryanın öncülüğünü ve hegemonyasını herşeyin üstüne koyar. Ancak bu yoldan, devrim güncelliği hayat içinde devrimci sosyalist bir karşılık bulabilir. Bu temel bakış açısı, proletaryanın bağımsız politkasının temel köşe taşıdır. Ve, ancak böyle bir bağımsız politika ile, devrimci proletarya ittifak siyasetini güçlü kılabilir. Zafere ulaşan bir devrim, doğru bir ittifak siyasetine dayanmak zorundadır; bu devrim için, devrimin somut gerçekliğe dönüşmesi için olduğu kadar, devrim sonrası sosyalizme yönelmek ve sosyalizmi inşa etmek için de bir zorunluluktur. Ve tüm bunlar için, proletaryanın öncü rolü yakalanması gereken temel halkadır, bu rol proletarya tarafından bilinçli ele alınır ve herşey bunun üzerinden ele alınmak durumundadır.
Tüm bunların güvencesi, proletaryanın bağımsız sınıf siyasetini yürüten, proletarya partisidir. Proletarya partisi, sınıf partisidir, o “tüm halkın”, “tüm ulusun” vb. partisi değilidir. Çünkü, “halk”, veya “ulus” çeşitli sınıflardan oluşur, genel olarak “halk” veya “ulus”tan bahsetmek, tıpkı genel olarak “demokrasi” vb. bahsetmek gibi, bilimsel hiç bir değeri olmayan, sınıf siyasetinin önünü karartan, burjuva ideolojisi ve siyasetinin proletaryanın bağımsız siyasetini ve siyasal bilincini lekelemesini ifade eden tezlerdir. Proletarya partisi, proletaryanın bağımsız siyasetini, öncü rolünü cisimleştirir; sosyalizme bu yoldan yürünür. Bir başka yol yoktur.

Proletarya: Önder Güç
“Tüm “emekçiler”in bu iş için eşit ölçüde yetenekli olduklarını varsaymak, en boş lafazanlık ya da Nuhu nebiden kalma, Marksizm öncesi sosyalistlerin hayaliydi. Çünkü bu yetenek kendiliğinden oluşmaz, aksine tarihsel olarak ortaya çıkar ve yalnızca kapitalist büyük işletmenin maddi koşullarından ortaya çıkar. Kapitalizmden sosyalizme giden yolun başında bu yeteneğe sadece proletarya sahiptir. Proletarya sırtındaki bu dev görevi yerine getirebilecek durumdadır, çünkü birincisi, uygar toplumun en güçlü ve en ileri sınıfıdır; çünkü ikincisi, en gelişmiş ülkelerde nüfusun çoğunluğunu oluşturur; çünkü üçüncüsü, örneğin Rusya gibi geri kapitalist ülkelerde, nüfusun çoğunluğu yarı-proleterlerdir, yani sürekli olarak yılın bir bölümünü proleterce yaşayan, sürekli olarak geçimlerinin belli bir bölümünü kapitalist girişimlerde ücretli emekle kazanan insanlardır” (Lenin, B. Başlangıç/S. Eserler-9.sf.471)
Marksizmi ütopik sosyalizmden ayıran, proletaryanın sınıf kavgasında güçlü bir kılavuza dönüştüren de devrimde proletaryanın öncülüğüdür. Kaba sınıf indirgemeciliğinin aksine, marksizm sınıftan değil, sınıfsallıktan hareket eder; sınıf siyasetini toplumsal ilişkilerin bütününden türetir, üretir. Bu nedenle, marksizm sadece, tek başına “sınıf” veya “proletarya” ile ilgilenmez, tüm toplumsal-siyasal sorunlarla ilgilenir, ancak tüm bunları sınıfsallık ekseninde ele alır. İşte, yukarıda vurguladığımız birçok demokratik sorunun nihai olarak sosyalizmde çözüm bulması da bu gerçeğin bir başka ifadesidir. Marksizmin kendi sistemini yaratmasında bütünsel bir çözümleme ile, ilk başta bu sınıfsallıktan hareket etmesi de tesadüf değildir. Marks’ın ölümsüz eseri Kapital, sadece kapitalizmin bir çözümlemesini değil, aynı zamanda kapitalizmin bir ürünü olan proletaryanın rolünü, onun sınıfsal yapısını da çok net olarak açıklamıştır. Aynı biçimde, Rusya’da marksizmin gelişmesi, Narodnizme karşıda mücadeleyi içeren, Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi ve Halkın Dostları Kimlerdir?, eserleri ile önemli bir aşamayı ifade ettiği biliniyor. 1861 sonrası, Rusya’da kapitalizm gelişir, ancak hala geniş köylü yığınları feodal ve yarı-feodal ilişkiler içindedir. Lenin, bu eserlerinde, marksist tarih anlayışının nefis bir çözümlemesini yapmakla kalmamış, aynı zamanda toplumsal gelişimin yönünü tayin etmiş, nüfus içinde oldukça küçük bir oranı temsil etse de, gelişen kapitalizmi ve proletaryanın öncü rolünü tereddütsüz ele almıştır. Narodnizm, kapitalizm ile fabrika sistemini özdeş ele alıp, proletaryanın önemini yadsır ve köy komünlerine dayanırken; Lenin, bu tezleri çürütmüş, “saf kapitalizm” hayallerine hep karşı çıkmıştır; geri bir kapitalist nitelikte de olsa Rusya’da, proletaryanın rolünü, devrimde proletaryanın hegomonyasını tekrar tekrar vurgulamıştır.
Elbette burada bir parantez açılabilir, şu ifade edilebilir; 19. Yüzyılın başındaki Çarlık Rusyası, ancak Osmanlı İmparatorluğu sonu veya 1920-30 dönemleri ile kıyaslanabilir. Bugünkü, yeni-sömürge kapitalizmiyle kıyaslanınca, birçok açıdan Çarlık Rusyasında kapitalizm çok daha geridir. Çarlık Rusyası siyasal açıdan Osmanlı Hanedanlığı/monarşisi ile kıyaslanır, ekonomik olarak 1930’lu yıllar Türkiyesi ile; ama buna rağmen, Lenin, 1894’de, Rusya’da kapitalizmin ve proletaryanın rolünün altını çizer. Tüm bu yazılanlara rağmen, devrimci demokrasi zemininde bulunan kimi devrimci çevreler de; “yarı-feodal”, “ülkemizde çelişki geniş köylü yığınları ile feodalizm arasında” veya “bizde kitaplarda yazılan proletarya yoktur” gibi proletaryanın rolünü yadsıyan, onu bozan tanımlamaları görmek mümkün. Feodal monarşinin zayıf bir burjuva devrimi olan kemalizmle tarihin gerisinde kaldığı, burjuva ulus devletin ancak kapitalizm koşullarında ortaya çıkacağı, veya bir burjuva devlet olan faşizmin, kapitalizme ve tekelci sermayeye dayanacağı gerçeğine rağmen, hatta 200 yıllık emperyalizme bağımlı olan kapitalist gelişme tarihinin olduğu bir ülkede, milim feodalizmin çözülmediğini savunmak, bilim ve mantık sınırlarını zorlamaktır. Ama bir gerçek vardır; sadece legal-reformist çevreler değil, sık sık “komünizm” kavramını kullanan bu çevreler de, özünde, tam da bundan proletaryanın rolünü bir yana atıyorlar.
Devam edelim... Bu ülkede 200 yıllık kapitalist gelişme tarihi vardır. Osmanlı İmparatorluğunun yarı-sömürgeleşme tarihi, aynı zamanda, iç dinamikle boy atan kapitalist ilişkilerin törpülenip, emperyalizmin çıkarları doğrultusunda kapitalizmin gelişme tarihidir. Kemalizm; işbirlikçi Rum ve gerici müslüman sermayeye karşı, yerli ticaret sermayesinin çıkarlarını ifade etmiştir, sınırlı anti-emperyalist karakterininde arka planı budur. Bu süreç aynı zamanda burjuva ulus devletin, misak-ı milli sınırları içinde, “tek pazar-tek ulus” tezi ile; devlet kapitalizmi ile, özellikle de Mezopotamya’nın sömürgeleştirilmesi ve ilkel birikim dönemini yaşayarak kapitalizmin gelişmesini içerir. Bunun üzerinden, 2. Paylaşım Savaşı sonrası, yeni-sömürgecilik temelinde kapitalizm, emperyalizmin çıkarlarına uygun, yukarıdan aşağıya gelişmiş ve 1960’larda tartışmasız her alanda egemenliğini kurmuştur. Elbette bu süreç, kapitalizmin gelişmesi ile feodalizmin çözülmesi at başı, bire bir, tam bir oran içinde yaşanmamıştır. Ancak, karmaşık bir tablo gösterse de, bu süreçte, kapitalizmin gelişmesi güçlü bir eğilimdir; 2. Paylaşım Savaşı sonrası, özelliklede 1960’larda artık egemen üretim ilişkisidir.
Lenin’in “Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi” eseri, bize bir metod veriyor. Bu metod, nüfusun, özellikle de kent nüfusunun oranı ile proletaryanın büyüme oranı arasındaki ilişkidir. Ayrıca, Lenin, “Emperyalizm” eserinde, sermayenin yoğunlaşmasını incelerken, “üretimin yoğunlaşması, işçilerin yoğunlaşmasından çok daha güçlüdür, çünkü büyük işletmelerde emek daha üretkendir.” (Sf: 24) tespiti yapar. Dahası şu olur; Pazar için üretim sadece kentlerde değil, kırsal/tarımsal alanlarda da egemendir, burada ücretli kölelik sistemi, işgücünün metalaşması sözkonusudur ve sermaye birikimi, uluslararası işbölümüne paralel önemli mesafeler almıştır. Yani, artık, yeni-sömürge ülkemizde, yeni-sömürgecilik derinleşirken, herşey emperyalist sermayenin çıkarlarına göre, sermayenin dolaşım ihtiyacına göre metalaşmış, kırsal alan dahil tüm alanlar emperyalist ve işbirlikçi tekelci sermayenin pazarına dönüşmüş, eski feodal ve yarı-feodal ilişkiler çözülmüş, mülksüzleşme ve yoksullaşma ile emek metalaşmıştır. Üretim pazar içindir, tarımsal girdiler dahil, kredi sistemi vb. dahil tüm ilişkilerde kapitalizmin egemenliği vardır.
Küçük bir rakam bile bunu çok net ifade eder. 1970’de proletaryanın sayısı ile bugünkü sayısı arasında önemli fark vardır. Bu bile, üretimin yoğunlaşması ile proletaryanın sayısal oranı arasındaki ilişkiyi düşününce, çok şey ifade edecektir. Rakamları aktaralım;
DİE’ye göre, sanayi işçisi; 1923 yılında 176.902, 1940 yılında 473.794, 1960 yılında 938.122, 1980’de 2.300.468, 1995’te 3.111.000’dir. Hizmet sektöründe ise; 1973 yılında 328.658, 1940 yılında 539.477, 1960 yılında 1.977.936, 1980 yılında 5.041.261 ve
1995 yılında ise 7.749.000’dir. (Praksis, Sayı 6) Yine DİE rakamlarına göre, toplam istihdamın %40-45’ini kendine toplayan tarımsal alanda, elbette küçük meta üretimini ve aile emeğini dikkate almak gerek, 1997 yılında 7.5 milyon çalışan var ve 2.2 milyon da geçici işçi söz konusudur. Ayrıca, bu ülkede işsizlik oranının %20’lerde olduğu ve bunun da 3,5 milyon kadar olduğu biliniyor. DİE’ye göre, 21 milyon ücretli çalışan vardır.

Devrim: Proletarya’nın ve Partisinin Eseri
Proletarya; emperyalist ve proleter devrimler çağında, tüm ulusal pazarlar birbirine eklenerek bir zincirin halkasını oluşturduğundan, bir dünya pazarı yaratıldığından, önüne dünya devrimi perspektifini koyar. Ancak böylesi bir perspektif, nihai olarak bu yöndeki mücadele, proletaryanın biçimsel olarak ulusal planda hareket etmesinin önündeki engel değildir. Tam tersine, evrensel bir sınıf olan proletarya, zorunlu olarak, ulusal düzlemde kendi burjuvazisine karşı mücadele eder; devrim, eşitsiz ve dengesiz gelişime bağlı olarak, çelişkilerin en yoğun olduğu halkada, ülkede gerçekleşir.
Yukarıda vurguladık, bu devrime proletarya öncülük eder; onun öncülüğü her şeyden önce nesnel-toplumsal konumundan kaynaklanır. Proletarya, nicel gücünden bağımsız olarak, burjuvazinin devrimci dönemi çoktan geride kaldığı için, emperyalizm çağında devrimlere öncülük eder.
Burjuva Demokratik Devrimini (BDD) yapmış ülkelerde, tam çözülmeyen demokratik sorunlar, sosyalizmle çözülür. Ancak, BDD yapmamış, emperyalizme bağımlı, birçok temel demokratik sorunların çözülmediği ülkelerde, proletarya, demokrasi mücadelesini atlayarak sosyalizme ulaşamaz. Bu nedenle bu ülkelerde, Demokratik Halk Devrimi (DHD) zorunludur, bu devrim ile sosyalist devrim arasında bir “Çin Setti” yoktur; hızla, kesintisiz birincisi ikincisine dönüşür. Kapitalizmle sosyalizm arasında üçüncü bir üretim tarzı, başlı başına özel bir aşama yoktur. Bu ülkelerde proletarya en tutarlı demokrasi savaşçısı olup, BDD sorunlarını da çözerek, demokratik ve sosyalist görevleri birlikte ele alır; demokratik devrim ile sosyalist devrim aynı sürecin, iç içe geçmiş iki aşamasıdır. Ve, bunun tek bir güvencesi vardır, demokratik devrimde proletaryanın öncülüğüdür, proletaryanın devrimde hegemonyasıdır.
Leninist kesintisiz devrim budur. Ve, kimi çarpıtmaların aksine, Lenin, hiçbir dönem birbirinden kopuk, “aşamalı devrim” savunmamıştır. Lenin, tüm eserlerinde, “Acil görevlerimiz” (1897) makalesinden tutalım, “İki taktik”, “Nisan tezleri” hatta bu çarpıtmalara en açık yanıtını verdiği “Dönek Kautsky” eserlerine kadar, kesintisiz devrimi ele almıştır. Leninist kesintisiz devrim, DHD aşamasında proletaryanın öncülüğünü içerir, bu devrim sosyalizme bağlanır, kültür devrimleri ile devrim komünizme kadar süreklidir. Dahası şudur, Leninist kesintisiz devrim, çok net olarak, devrimde burjuvazinin öncülüğünü reddeder. DHD zorunludur; buradan bu devrime burjuvazinin öncülüğü anlamı çıkmaz. Bu yönlü “Sosyalist Devrim” savunucularının çarpıtmaları yaygındır, bu mesnetsiz-tutarsız bir iftiradır. Bu iftiracılara bir hatırlatma; Lenin 1905 BDD döneminde, örneğin “İki taktik” eserinde, “Demokratik Cumhuriyet” savunur, bu 1917 Nisan’ında eskimiş bir tezdir ve buna rağmen asla, hiçbir koşulda, Menşevik aşamalı devrimin tersine, burjuvaziye özel bir rol biçmemiştir. Tam tersine, burjuvaziyle tüm bağı koparmayı, kalın bir çizgi ile ayrışmayı savunmuştur. Emperyalist çağda, burjuvazi devrimci dönemini çoktan geride bırakmıştır, tüm demokratik sorunlar, ancak ve ancak proletaryanın önderliğinde tam bir çözüme kavuşacaktır. Bu nedenle, başta Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı (UKKTH) olmak üzere, tarım sorunları, kadın sorunu, faşizmin tasfiyesi sorunlarını içeren demokrasi sorunu vb. tüm demokratik sorunlar ancak proletaryanın önderliğinde bir devrim ile çözülecektir. Tek başına şu veya bu demokratik sorun sosyalizmle bağ kurmadan tam çözüme kavuşamaz.
Tam da bu noktada ülkemizde proletrayanın rolü ve devrimin niteliği konusuna kısaca değinmek gerek.
Yukarıda ifade ettiğimiz rakamlar proletaryanın nesnel konumu bütün açıklığı ile ortaya koyuyor. Rakamların dili, proletaryanın ve yarı proleter emekçilerin nicel gücü için bir fikir verdiği gibi, kapitalizmin yoğunlaşmasının da öneminin altını çiziyor. Bu aynı zamanda, sömürge ve yarı-sömürge ülkelere göre, örneğin 2. Bunalım Dönemi devrimleri olan Çin ve Vietnam devrimlerine göre; bir yeni-sömürge olan ülkemiz devriminin sosyalizm için muazzam bir güce sahip olduğunu gösterir. Yani, anti-emperyalist anti-feodal Milli Demokratik Devrim’lere oranla, 3. Bunalım döneminde ve günümüzde yeni-sömürge ülkelerde anti-emperyalist anti-oligarşik DHD ile sosyalizm arasındaki mesafe daha kısadır, içiçedir. Dahası, sosyalizmin inşası için, çok daha güçlü maddi-teknik zeminin olduğu açıktır. Yeni Ekim Devrimleri için, ülkemiz proletaryası devrimci rolünü oynayabilir, bu maddi güç vardır.
Yeri gelmişken, TDH’de bir dönem önemli bir tartışma konusu olan “fiili-ideolojik önderlik” sorunu üzerine birkaç söz söylemek zorunludur. 1970’lere ait olan, o günün tartışmalarında önemli bir yer tutan, SD-MDD tartışmaları ile ilişkili olarak, bugün “Ayaklanma-Halk Savaşı” sorunu ile bağlar kurulan bu tartışmayı, devrimci sosyalizm “Mahir ve Devrim” çalışmasında ele aldı.
Bu tartışmalarda, Çin devrimi ve Mao Zedung’un “ideolojik önderlik” tespiti referans olduğu açık. Bu bir anlamda, Çin Devrimi’ni düşününce doğaldır da; ancak, hiçbir zaman ideolojik önderlik ile fiili önderliği karşı karşıya getirmemek koşulu ile. Fakat, 1970’lerdeki bu tartışmada; “ideolojik önderlik=halk savaşı” veya “fiili önderlik=ayaklanma” indirgemesi ekseninde sorunun ele alındığı, bunun da bir yanılsama, dahası tuzak olduğu açık. Çünkü, DD ve SD’den bağımsız olarak Rus Devrimi bir ayaklanma ile zafere ulaşmıştır; ve devrimde proletarya fiili rolünün yanı sıra ideolojik rolünü de oynamıştır.
Aynı biçimde, Çin Devrimi, uzun süreli bir halk savaşı ile zafere ulaşmıştır, ama proletaryanın ideolojik önderliğinin/partinin önderliğinin yanı sıra, bu uzun süreli mücadelede fiili rol de oynamıştır. Elbette Çin Devrimi, toplumsal sürecin feodal ve yarı-feodal olduğu, geniş köylü yığınlarının önemli bir yer tuttuğu bir devrimdir ve esas olarak köylülere dayanarak zafere ulaşmıştır. Yeni-sömürge Türkiye’de devrim uzun süreli halk savaşı ile, PASS ile zafere ulaşacaktır. Bu bir dizi ara aşamayı, irili-ufaklı muhabereyi içerir. Şehirlerin ve proletaryanın önemi, Çin ve Vietnam devrimleri ile kıyaslanınca çok daha önem kazanmıştır. Devrim, şehir-kır diyalektiği içinde, BDS anlayışıyla zafere ulaşacaktır. Devrimin iradeci yönü ön plandadır; uzun süreli mücadele, gerilla savaşını içeren öncü savaşı aşamasından geçecek ve kitlelerle buluşulacaktır. Ancak tüm bunlar, proletaryanın partisinin öncülüğünde olacaktır; ve 15-16 Haziran büyük işçi direnişinin, 1970-80 döneminde bir dizi direniş ve grevlerin, 1989 Bahar eylemleri ve Zonguldak direnişini yaratan proletaryanın fiili rolünü bir yana atmayı içermeyecektir. Proletarya öncü rolünü oynayacaktır; devrimin ve sosyalizmin zaferi buna bağlıdır. Devrimci sosyalizm bunun bilincindedir ve proletarya sosyalizmi dışında bir başka sosyalizm anlayışı, proletaryanın çıkarları dışında özel bir çıkarı, davası yoktur. Devrimci sosyalizmle, proletarya arasındaki ilişki bugün ideolojik düzeydedir; ancak, uzun süreli halk savaşı ile, bir dizi ara aşama yaşanarak bu ilişki maddi ilişkiye dönüşecek, devrim böyle zafere ulaşacaktır. Önümüzdeki tüm engelleri aşacağız, proletaryanın devrim ve sosyalizm yürüyüşünü büyüteceğiz!

1 Mayıs: Türkiye
1 Mayıs, ülkemizde ilk kez, 1906 yılında, İstanbul’da kutlandı. Daha sonra Osmanlı Monarşisi’nin son yıllarındaki kutlamalar Selanik, Üsküp gibi işçi merkezlerinde gerçekleştirilmiştir. Osmanlı imparatorluğunun yarı-sömürgeleşme süreci, aynı zamanda küçük meta üretimi ekseninde kapitalist dinamiğin çarpıtıldığı, dışa bağımlı kapitalizmin geliştiği bir süreçtir. Bu dönemde proletarya zayıf ve dağınıktır. 1. Paylaşım Savaşında, işgal koşullarında, işçi sınıfının tavrı anti-emperyalist yönelimlidir; 1 Mayıs kutlamaları bu yönelimi içermiştir.
Kemalist iktidar, 1 Mayıs’ı ilk önce “amele günü” olarak ilan etse de, Ekim Devriminin güçlü etkisi ile kurulan TKP’ye, M. Suphi ve yoldaşlarına karşı imha politikası gerçek niteliğini açığa çıkarmıştır. Nitekim, 1925 yılında çıkarılan “Takrir-i Sükun Yasası”, sadece Kürt ulusunun demokratik taleplerinin imha ve inkarını içermekle kalmamış, aynı zamanda proletarya ve tüm emekçi sınıfların taleplerini şiddet ekseninde bastırmayı ifade etmiştir. 1 Mayıs “Bahar Bayramı” olarak tanımlanmış, özünden uzaklaştırılmış, bu demagoji yasak ve inkar ile devam etmiştir.
2. Paylaşım Savaşı sonrası geliştirilen yeni-sömürgecilik, yukardan aşağı kapitalist gelişimi hızlandırmış, kapitalizme özgü modern sınıflar ortaya çıkmış; bu süreç, 1960’larda sınıfsal mücadeleye yeni kanallar açmıştır, 1 Mayıs’ın ruhuna uygun ele alınmasını sağlamıştır. Ancak, işyerlerinde, fabrikalarda, okullarda kutlanan 1 Mayıs, ilk kez yasal olarak 1976’da gerçekleşmiş, yüzbinlerce emekçi Taksim alanını 1 Mayıs alanına dönüştürmüştür. Bu büyük kitle hareketi, 15-16 Haziran işçi direnişinin doğrudan devamını içerir; ve aynı zamanda uyanan dev, oligarşiyi panikletmiş, içsel olgu olan emperyalizme dayanan, iç savaşa göre örgütlenen faşizmin kontra taktiklerini gündemleştirmiştir. 1977 1 Mayıs’ı tam da bu nedenle, yükselen halk muhalefetinin önünü kesmek, işçi ve emekçi sınıflara gözdağı vermek için 37 emekçinin kanı ile kızıllaşmıştır. Bu katliam, Türkiye devriminde yer alan en önemli katliamlardan biridir ve sömürge tipi faşizmin anlaşılmasında güçlü veriler sunmaktadır. 1 Mayıs artık binbir yalan ve demagoji ile yasaklanmıştır; ama buna rağmen, işyerlerinde, fabrikalarda, okullarda, sokak ve alanlarda, zindanlarda kutlanmaya devam edilmiştir.
12 Eylül açık faşizmi, tüm işçi ve emekçi sınıflara, Kürt Ulusuna karşı topyekün savaştır; 1 Mayıs yasaklanmış, dahası yoğun bir kara propaganda yürütülmüştür. Ancak, hiçbir karanlık sonsuz değildir; işçi-memur-öğrenci gençlik hareketleri tekrar canlanmış, ‘87 ve ‘88 1 Mayıs gösterileri, canlanan kitle hareketine güç vermiştir. 1 Mayıs Taksimdir; Taksim alanı 1 Mayıs alanıdır. ‘89’da M. Akif Dalcı, faşizmin barikatlarını, yüreğini eline alıp parçalamıştır; ‘90’da Gülay Beceren kurşun yaralarıyla felç olmuştur. M. Akif Dalcı ve Gülay Beceren’in açmış olduğu yoldan, 96 1 Mayıs’ında Dursun Odabaşı, Hasan Albayrak, Levent Yalçın yürümüş, 1 Mayıs şehitleri kervanına katılmıştır.
Devrimler tarihi göstermiştir ki, bedel ödemeden hiçbir kazanım elde edilmiyor. ülkemiz sınıf mücadelesinin açık göstergesi, en küçük demokratik talepler bile, faşizmin binbir oyun ve katliamı ile karşılık buluyor. Ve, 1 Mayıs şehitleri, tam da bu nedenle devrim ve sosyalizm kavgamızda yol gösteriyorlar.
İçinden geçtiğimiz tarihsel süreçte; işçi ve tüm emekçi sınıflar, Kürt Ulusu kapsamlı emperyalist saldırı programları ile karşı karşıyadırlar. Emperyalist merkezlerde üretilen IMF, Dünya Bankası vb. damgasını taşıyan reçeteler ile ülke ekonomisi çökertilmiş, yeni-sömürgecilik derinleşmiştir. Neo-liberal politikalar, “özelleştirme”, “sendikasızlaştırma”, “esnek üretim” vb. saldırıları ile, işçi ve emekçilere sosyal yıkımı dayatmıştır. “Tarım reformu”, emperyalistler ve oligarşinin, tarımsal alanı talan etmesi, yoksullaşma, kent merkezlerine göç, işsizlik ve her türlü insanca yaşam koşullarından yoksun yeni gecekondu bölgelerinin oluşması demektir. Kürt Ulusu’nun en doğal talepleride binbir oyun ile yok sayılıyor, Kürt ulusal hareketi’nin kazanımları tasfiye ediliyor. “Küreselleşen” dünyada, emperyalist savaş halklara dayatılıyor, oligarşi bu emperyalist savaşlarda yeni roller üstleniyor. Açlık-yoksulluk-işsizlik-savaş, büyük bir ahlaki yozlaşma ve yabancılaşma ile halklarımızı kuşatıyor, insanı hiçleştiriyor. MIA, Tahkim, uyum yasaları, AB tartışmaları ile ulusal tüm değerler ayaklar altına alınıyor; işçi-köylü-gençlik üzerinde koyu bir diktatörlük, faşizm uygulanıyor. Devrimci tutsaklar, Pentagonda üretilen, AB emperyalizminin de desteğini alan tecrit ve hücre saldırları ile teslim alınmaya çalışılıyor; devrimci tutsaklar şahsında tüm toplum susturulmaya çalışılıyor. Özcesi; bu yeni dönemde, kapitalist barbarlık sınır tanımıyor.
Böylesi bir süreçte 1 Mayıs’ın anlamı; proletaryanın önderliğinde tüm halklarımızın çıkarını temsil eden, demokratik ve sosyalist görevleri içeren DHD’nin toplumsal gündemin merkezine bütünlüklü devrimci mücadele yoluyla oturtulmasıdır. 100’ü aşkın şehitle, devrim ve sosyalizm adına direnişi büyüten, tüm sınırları parçalayan zindan direnişlerinden güç alalım; 1 Mayıs ruhu ile kavgayı büyütelim... 1 Mayıs’ın anlamı budur; devrimi büyütmek!
Her sınıf kendi bayrağı altına toplanacak; devrimci sosyalizm ile proletaryanın bayrağı aynıdır, 1 Mayıs’ların kızıllaştırdığı bu bayrak, zafere kadar, sonuna kadar taşınacaktır!

 
 
 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul