Geçen sayımızda bu köşemizde tanıttığımız fordist
üretim örgütlenmesi, gerek bilimsel teknik gelişmeler,
gerekse de kapitalizmin kendi iç evrimi sonucunda
bir dizi değişikliğe uğramıştır. Bugün artık bu
değişiklikler, niteliksel bir dönüşümü ifade eden
bir bütünselliğe ulaşmıştır. Öncelikle bu değişimleri
incelemeye çalışalım.
1970’lerin sonuna doğru emperyalist sistem, krizini
yeni-sömürgelerine ihraç etmede yeni modellerin
arayışındaydı. Aynı yıllarda sömürge ve yeni-sömürgelerdeki
kurtuluş mücadelelerinin sosyalizmin yaşadığı
bir dizi iç sorundan dolayı tıkanması, emperyalizme
yeni bir hamle geliştirebilmesi için alan açıyordu.
Şili’de uygulanan Freidman modeli, emperyalistler
açısından kazandığı başarılardan dolayı diğer
yeni sömürgelere de yayıldı. Bu model uyarınca
o güne kadar uygulanmakta olan ithal-ikameci birikim
modeli yerine, ihracata dayalı bir birikim modeli
yeni-sömürgelere dayatılmıştır. Ülkemizdeki karşılığı
24 Ocak kararları olan bu sistem uyarınca yeni-sömürgelerin
iç pazarı koruyucu gümrük duvarları indirilmiş,
ulusal parası konvertbl; yani serbest piyasa kurallarına
göre alınır-satılır/değerlenir hale getirilmiştir.
Bu gelişmelerle bir tür açık pazar haline gelen
yeni-sömürgeler, emperyalist ülkelerin, emek yoğun,
gelişen çevreci hareketin tepkilerini çeken ve
kimi tüketim ürünlerinin sanayilerini kaydırdıkları
ucuz işçi cennetleri haline gelmiştir.
Bu modelin uygulanabilmesinde 60’lı yıllardaki
anti-emperyalist dalganın giderek sönümlenmesi
ve özellikle de askeri cuntaların boy gösterdiği
ülkelerde yerini anti-faşist eksenli sol hareketlere
bırakmasının da önemli etkisi vardır. Bu gelişim,
devrimci hareketlerin enternasyonalist karakterinde
ister istemez bir törpülenme yaratırken, ezilen
halkların emperyalizm karşısındaki duyarlılığını
da geçmişe göre azaltmıştır. Sözgelimi bir gümrük
duvarlarının indirilmesi, 60’lı yıllarda yeni-sömürge
halklarınca büyük bir tepkiyle karşılanabilecekken,
70’lerin sonunda bu tepkiyi üretebilecek/ortaya
koyabilecek duyarlılıklar zayıflamıştır. Elbette
ki bunda “ulusal kalkınmacılık” düşlerinin bozguna
uğramasının da büyük rolü vardır. SSCB tarafından
da “kapitalist olmayan yol” adı altında desteklenen
bu strateji halkların bağımsızlık ve ekonomik
kalkınma adı altında sosyalizmden uzaklaştırılan
umutlarında önemli kırılmalara ve güven kaybına
da yol açmıştır.
Bu yeni model, fordist sistemde ilk çatlakların
oluşmasının da zeminini oluşturmuştur. Fordist
sistemde üretimin tüm aşamaları baştan sona bir
fabrika kompleksinde gerçekleştirilirken, artık
üretimin çeşitli aşamaları değişik yeni-sömürgelere
kaydırılabilmiştir. Mesela Wolkswagen otomobillerinin
kablo grupları Türkiye’de üretilmektedir. Emperyalist
ideologlarca “karşılıklı bağımlılık” adı altında
cilalanan bu ilişkide Türkiye’de herhangi bir
sorun çıkması (grev, fabrika işgali, fiyatta anlaşamama
vb.) durumunda bu üretim rahatlıkla Brezilya’daki
fabrikalara kaydırılabileceği için bir “bağımlılık”
sözkonusu değildir. Aksine, geçmişte kendi fabrikasındaki
işçilere bağımlı olan, o işçiler üretmediğinde
hiçbir yerden kablo grubu bulamayacak olan wolkswagen
patronları artık birkaç seçeneğe sahip olma “özgürlüğüne”
kavuşmuştur.
Bu gelişimeler, bir fabrika kompleksinde bir araya
gelen işçi kitlelerini de parçalamıştır. Artık
merkez fabrikalar sadece montaj, hatta araştırma
geliştirme çalışmalarının yapıldığı yerler haline
gelmiştir. Emperyalist metropollerdeki firma merkezleri
araştırma-geliştirme ve pazarlama üzerinde yoğunlaşırken,
yüksek oranlı sendikalaşma ve mücadele geleneğinden
dolayı oldukça pahalıya gelen kendi ülkesinin
işçilerini de işsizliğe mahkum etmiştir. İşçi
kitlesinin parçalanmasının bir diğer etkisi de
sendikaların zayıflayıp, etkisizleşmesi, pazarlık
güçlerinin azalması olmuştur.
Bu gelişmelerle paralel giden bir diğer gelişme
de bilimsel-teknik gelişmelerdir. Özellikle bilgisayar
sektöründeki gelişmelerle patronların üretimde
işçinin belirleyiciliği düşürme çabaları önemli
bir aşama kaydetmiştir. Bu gelişmelerle bilgisayar
kontrollü üretim sistemlerinin geliştirilmesi,
işçilerin eğitimi/vasıflılığı açısından birçok
niteliği gereksiz kılmıştır. Yine iletişim sektöründe
yaşanan gelişmelerle emperyalist metropollerdeki
şirket merkezleri, yeni-sömürgelerdeki fabrikalarını
çok rahatlıkla denetleyebilir, üretimi planlayıp
yönlendirebilir hale gelmişlerdir.
Bu gelişmeler çerçevesinde bugün ISO 9001 olarak
bilinen yeni bir standartlaşmaya giden emperyalistler,
özünde fordizme sadık kalıp, salt kendi şirketlerinin
değil, bir bütün olarak emperyalist sistemin standartlarını
saptayarak, geçişkenliği önemli oranda artırmışlardır.
Bu şekilde aynı fabrikada değişik şirketler için
üretim yapılabilmesinin olanakları da ortaya çıkmıştır.
Böylece emperyalist şirketlerin bağımlılıklarını
azaltan seçme “özgürlükleri” giderek genişlemiştir.
Yaşanan gelişmeler sayesinde üretimde yapılan
değişiklikler, yeni modeller sadece bilgisayar
yazılımlarına dönüştürülerek fabrikalara aktarılmakta
ve böylece çok dinamik ve geçişken bir üretim
organizasyonu ortaya çıkarılabilmektedir.
Fordist üretim örgütlenmesindeki değişimler sadece
bunlarla da sınırlı kalmamıştır, aynı fabrika
içerisindeki değişik departmanlar da benzer biçimde
parçalanmış,bunlar taşeronlara devredilmiştir.
Bu durumun partronlar için birçok avantajı vardır.
En önemlisi işçilerin birliğinin parçalanmasıdır.
Böylece sendikalaşmada, örgütlenmede ve sosyal
haklarda büyük bir gerileme yaratılabilmiştir.
Taşeronlaşmayla sendikalı, sigortalı, servis ve
yemek hakkı olan işçiler yerine geçici, hiçbir
hakkı olmayan, çok ucuza çalıştırılan işçilere
üretim yaptıran patronlar çok büyük kazançlar
elde ettikleri gibi bu işleri havale ettikleri
taşeronlar aracılığıyla “kan emici patron” imajlarını
da bu taşeronlara devredip yapay bir “dürüst kapitalist/fırsattçı
hırsızlar” ikilemi yaratmıştır. Fabrika içerisindeki
departmanlar ise farklı şirketlere bölünüp aynı
şeyler yapılabilmiştir. Kapitalistler bu sayede
bir şirketinde ürettiklerini başka bir şirketine
satıyormuş gibi yaparak bir muhasebe oyunuyla
katma değerlerini artırmışlardır. Bu arada eski
çalıştıkları tezgahlarda çalışmaya devam edebilmek
için istifa edip “başka bir şirkette işe girmeye”
zorlanan işçiler, işsiz kalmamak için tüm sosyal
haklarından ve kıdem haklarından vazgeçmek zorunda
bırakılmışlardır.
Fordist bütünlüğün parçalanmasının bir diğer yöntemi
de kalite çemberleridir. Böylece aynı fabrikanın
geçmişte bir üretim bandının sürekliliği içersinde
birbirine bağlı bir bütün oluşturan çeşitli departmanları,
birbiriyle rekabet halinde, birbirinin hatasını
kollayan/denetleyen, kendi içersinde ise olabildiğince
dışa kapalı bir yapısı olan birimlere dönüştürülmüşlerdir.
Böylece yine işçilerin birliği büyük bir darbe
alırken, bu yeni üretim örgütlenmesiyle işçilerin
kendiliğinden bilincinin bir parçasını oluşturan
birlik olma güdüsü de sakatlanmıştır. İşçilerin
kendi arasındaki rekabet, sistemin bir parçası
olmuştur ki bu rekabetin tek anlamı patronunu
daha zengin etme yarışıdır.
Böylece fordist üretim örgütlenmesi, yerini kendisinin
daha gelişkin bir biçimi olan postfordizme bırakmıştır.
Kelime anlamı “fordizm sonrası” olan post-fordizmde
büyük fabrikalar dağılıp, parçalanmış, üretim
giderek daha küçük işletmelere, atölyelere kaydırılmıştır.
Bilgisayar ve iletişim sektöründeki gelişmeler
sayesinde üretim dünyanın birçok yerinde, aynı
anda örgütlenebilir ve aynı anda örgütlenmesi
değiştirilebilir hale gelmiştir. Aynı biçimde
dünyanın birçok değişik yerindeki üretim birimleri
bu toplam üretime girip çıkabilmektedir. Bu sayede
dünya çapında emek piyasası borsasının zemini
de ortaya çıkabilmektedir. Bir ülkedeki direnişlerle
işçi ücretlerinin artması, üretimin ücretlerin
daha düşük olduğu başka bir ülkeye kaydırılabilmesini
beraberinde getirebilmektedir. Sonuçta tek yapılması
gereken birtakım telefon görüşmeleri, fakslar
ve hammaddelerin farklı bir fabrikaya yönlendirilmesinden
ibarettir. Üretilecek şeyin kalıbı, niteliği vb.
tüm özellikleri internet aracılığıyla aktarıldıktan
sonra emperyalist şirkete kalan , kalite kontrolü
ve pazarlamadır. Tüm bu yaşananların bizler açısından
karşılığı ise daha fazla işsizlik, daha fazla
sendikasızlaşma, daha düşük ücretler, daha uzun
iş saatleri, daha çok iş kazası... kısaca daha
vahşi sömürü ve üretim koşullarıdır.
|