Başkan Sanchez de Lozada “demokrasiyi istikrarsızlaştırma
girişimleri”ni lanetlediğini açıklamak üzere Cuma
günü akşam üzeri ofisinde medya yöneticileriyle
buluştu. Kendisine yönelik bir suikast ve darbe
girişiminden söz etti. Bunu kanıtlamak için ofisinin
camlarına, bekleme odalarına ve mutfağa isabet
eden ve her biri sözüm ona keskin nişancıların
silahlarından çıkmış altı mermi deliğini (Çarşamba
günü atılan yüzlercesinden altısı) gösterdi. Mermiler
öğleden sonra saat 13.00-14.00 arasında atılmıştı;
bu, çatışmaların en şiddetli olduğu saatti.
‘İstikrarsızlaştırma girişimi’ mantığı izlendiğinde,
kitlelere ateş açan ve çok sayıda sivilin yaralanmasına
neden olan keskin nişancılar, -bu kez gerçekten
de gülünç bir şekilde-başkana karşı düzenlenmiş
bir komplonun unsurlarına dönüşüyordu. Günlük
‘La Prensa’da yer alan bir habere göre, başkan,
“Hükümet binasını ancak cesedim terk edecektir,”
demişti. Oysa binada çalışan işçilerin bize bildirdiğine
göre, çok değil, iki gün önce, öfkeli halkın elinden
kurtulmak için doktor giysileri içinde (ve gayet
canlı bir halde) kaçmıştı.
Kuşkusuz başkanın sözde kişisel cesareti küçük
bir yalandan ibaret. Hükümetin amigoluğunu üstlenen
medya, gerçekliğin şu iki çarpıtmasına başvurarak
‘normale dönüş’ için ellerinden geleni yapıyorlar:
Darbe girişimi ve vandalizm.
Cuma gecesi yapılan bir basın açıklamasında, Çarşamba
ve Perşembe günkü olayların, “ilk soruşturmalara
göre, başkanın anayasal görevine son vermek üzere
yürürlüğe konulan sinsi bir plan uyarınca keskin
nişancılarla sokak vandalizminin birleşik eylemi”
olduğu bildiriliyordu.
Burada durumu anlamak ve iktidarın ölümcül bir
yara aldığında Bolivya’da nasıl davrandığını anlayabilmek
için biraz yavaşlayıp, her bir noktayı ayrı ayrı
ele almak gerekiyor.
Keskin nişancılar sahnede: delik açmayan mermiler.
Resmi propaganda, güneşi eliyle kapatmaya çalışıyor.
(Ateş edilen binlercesi arasından) altı merminin
saraya nasıl isabet ettiğini açıklayan ayrıntılı
çizimler, “impuestazo”nun (vergileri arttırma
girişimi) sonucunda patlak veren derin ayaklanmanın
yüzeyindeki küçük çiziklerdir. Hükümet ve medyanın
büyük bölümü için, çatışmanın nedenleri, bunun
dışında her şey olabilir; ve günün teorisi, bu
sözde komplodur.
Darbe isteyen bir komplocular grubu için başkanı
Çarşamba günü kaçışından önce öldürmek çok kolay
olacaktı. Genel kaos ortamında basit bir sızma
harekatı ya da -Perşembe günü sivil halka ateş
edenler gibi- bir keskin nişancı suikastçı işi
halledebilirdi.
Ve eğer keskin nişancıların Çarşamba günkü ilk
ortaya çıkışları bir fiyaskoyla sonuçlandıysa,
Perşembe günkü sahne alışları, resmi propagandayı
yerin dibine batırmaktadır. Yüzlerce kişi bir
helikopterin tavanlara birilerini indirdiğine
tanık oldu. Binlerce kişi, savunmasız sivillerin
FAL tüfekleriyle bacaklarından ya da göğüslerinden
vuruluşlarına, yüzde yüz bir kesinlikle tanıklık
edecekti.
Vandalizm salatası
Sözde komplonun ikinci yönü, ‘örgütlü sokak vandalizmi’dir.
Senaryo, burada daha da kalınlaşır: artık söz
konusu olan profesyonel siyasal komplocular değildir;
burada eşgüdümlü bir biçimde, kaotik bir tarzda
hareket etmeye ikna edilmiş ve bunun için “para
alan” halk kesimlerinden söz ediyoruz. El Pais
gibi sağcı günlük gazetelerin çoğu için bu, Bolivya
halkının ‘kendini tahrip etmesiydi’.
Bu, resmi propagandanın en kaba tarzı olabilir:
olguları karman çorman et, konuyu bulandır, birincil
önemdekiyle ikincil önemdekini aynı düzleme yerleştir.
Halk hareketi Perşembe öğle vakti kendiliğinden
sona erdi. Öğleye kadar, yüzlerce, binlerce kişi
Plaza Murillo yakınlarında toplanıp hükümetin
ve ordunun yaptıklarını lanetlemişti. Akşama doğru,
saat 7’den önce Başkan Yardımcısı’nın konutu,
Çalışma Bakanlığı, MNR ve MIR büroları ve diğer
iktidar simgeleri alevler içinde kalmıştı.
Hedeflerden birinde biraz duralım: Çalışma Bakanlığı.
Orada yaklaşık bin kişi vardı, çoğu Plaza Murillo’daki
mermilerden kaçmıştı. Meydanda ateş yakılarak
binadan atılan mobilyalarla beslendi. Biri bir
hatıra eşyası almak istediğindeyse, kalabalık
eşyaların dışarı çıkartılmasını engellemeye başladı.
İnsanlar nefret ettikleri bir rejimden kurtulmanın
bir simgesi olarak, eşyaları nefretlerinden yakıyorlardı.
Kimse çalma niyetinde değildi - bu kendiliğinden,
kitlesel ve derinlemesine siyasal bir eylemdi.
Yeni bir yaşam tarzı yaratabilmek için ölmesi
gerekeni yok etmeye yönelik bir halk ayaklanmasıydı.
Birkaç dakika sonra, bakanlığın birkaç metre ötesinde,
birkaç kişi öfkelerini La Paz’daki çok sayıdaki
büfeden birinden almaya kalkıştı. Çok sayıda insan
onu kuşatıp güvenli bir yere taşıdı: “Biz halkız,
bunu yapamayız.” Özelde herhangi birinin yönetiminde
olmayan kolektif bilinç, kendisini temsil etmeyen
bir hükümeti başından atmak için gereken her şeyi
yapmaya kararlı, öfkeli bir halk kitlesine aitti.
Yakılanlar bilinçli ve kendiliğinden bir tarzda
yakıldı ve yakma edimi nefret edilen iktidarın
simgeleriyle sınırlıydı. Ateşler, isyan ateşiydi.
Alışveriş merkezlerinin ve resmî binaların yağmalanması,
günbatımından, kentteki gerilimlerin yatışmasından
sonra başladı. Birkaç saat önce başkanın istifasını
talep eden, orduyla çatışan ya da bürolardan çıkartılan
her şeyin yakılmasını sağlayan kitle değildi bu.
Şimdi dışlanmışlar işbaşındaydı; nüfusun yoksulluk
içinde yaşayan % 70’inin, yetersiz beslenen ya
da haftada 100 doların altında bir gelir için
çalışan % 25’inin bir kısmı. Ellerine ne geçirebilirlerse
-kırık mobilyalar, dosya parçaları, bilgisayar
parçaları, kitaplar- alan, bir yoksullar ordusu.
Kavgalar da oluyordu; hiçbir şeyi olmayanların
sessiz, denetimli kavgaları. Yoksul insanlar ganimetlerini
sırtlarına yüklüyorlar, gençler onlara yardım
ediyordu. Bu, lanetlilerin patlamasıydı.
Ancak geceleyin, sessizliğin her şeyi kuşatmasından
sonradır ki, küçük cani grupları çalıp çırpmaya
koyuldu - ayırım gözetmeksizin irili ufaklı dükkanlara,
bürolara, hatta insanların evlerine saldırıyorlardı.
Korkunç sahneler yaşandı - Coca Cola şişeleme
fabrikası işçileri fabrikayı yağmacılara karşı
koruyor, komşular sefil, küçük dükkanlarını savunmak
için kendi aralarında örgütleniyorlardı. Bu, isyanın,
kaba, karmaşık, yakıcı, öngörülmez, travmatik
bir gerçekliğin anaforuydu. Hükümet ve medya için,
bu son olgular, günün tek öyküsü haline gelmişti.
Medyanın usanmadan tekrarlayacağı bir öykü.
Eski saray öyküsü
Tarih boyunca, toplumsal olguları saray komplolarıyla
açıklama yolunda karşı konulmaz bir eğilim olagelmiştir.
Söz konusu anlatıcı devrik kral olduğunda, bu
kaynak, gerçekliği kapalı kapılar ardında planlanmış
karanlık senaryoların sonucu olarak betimlemede
kullanılır.
2001 yılında Arjantin’de De la Rua, 19 Aralık
günü, sözüm ona ‘demokrasiyi yıkma planı’na karşı
sıkıyönetim ilan etmişti. Sonradan devrilmesini
bir komplonun sonucu olarak açıklayacaktı. 10
gün içerisinde dört Devlet Başkanı’nın değiştiği
izleyen dönemde, devrilmesine yol açan halk ayaklanması
ve kendi aptallığı, teorisinin tarihsel bir dipnot
olarak kalmasına dahi izin vermeyecekti.
Sanchez de Losada vakasında, ‘komplo’ ve ‘vandalizm’
teorisi, duruma siyasal bir tepki vermedeki beceriksizliğini
örtbas etmek üzere devreye sokulmuştu. Kamu yatırımlarının
azaltılması konusundaki bir ima dışında hiçbir
resmî açıklamada, ülkenin iktisadî ve siyasal
geleceğine dair tek bir söz bile edilmiyordu.
Gerçekten varolan tek komplo, hükümetin kendisine
karşı giriştiğiydi: yalnızca iki gün içerisinde,
bütün ülkeyi kendine karşı birleştirip harekete
geçirmeyi, toplumsal çatışmaları kırlardan kentlere
taşımayı başarmıştı.
Şimdi yapılmak istenen, kamu fonlarından beslenen
kitlesel bir propaganda makinesini harekete geçirerek
neoliberal hükümete ölümcül bir yara açan halk
ayaklanmasını ve toplumsal krizi örtbas etmektir.
Ya ben, ya Kaos
Hükümet bütün bu kitle eylemleri sonucunda devrilmediyse,
bu, ‘demokrasi karşıtı komplo’nun başarısızlığa
uğramasından değildir. Gerçek nedenler, toplumsal
aktörler ve sürecin gelişmesinde yatmaktadır.
İlk elde, en güçlü toplumsal hareketler -Evo Morales’in
‘MAS’ı ve COB (Bolivyalı İşçiler Merkezi)- başlangıçtan
beri bir ‘Bolivya 20 Aralığı’nın (2001 Aralığındaki
Arjantin ayaklanmasına gönderme -ç.n.) peşinde
değildi; istedikleri, başkanın istifasının ardından
parlamentonun kararıyla seçime gidilmesi, yani
düzenli bir çözümle ‘demokrasinin savunusu’ydu.
Öte yandan, ABD, Kofi Annan, OAS, IMF ve Bolivya’da
neoliberalizmi destekleyen diğer bütün taraflar
bir krizin son aşamasında olduklarını ve Sanchez
de Losada’nın Bolivya’nın çokuluslularca yağmalanmasını
sağlayan siyasetçiler sınıfının son devletçisi
olduğunu gayet iyi anlıyorlar. Bu başkan kaçarsa,
başat sektörlerin tümü de kaçmak zorunda kalma
tehlikesiyle yüz yüzedir. Bu nedenlerle, 12-13
Şubat krizi boyunca hiçbir kuvvet, ne komplo yoluyla,
ne de bir halk ayaklanması sonucunda iktidara
gelme hevesinde olmadı.
Hükümet ve Bolivya siyasetinin ihtiyar tilkilerinin
kaçmak zorunda kalmamalarının nedeni budur. Ve
artık IMF reçetelerini uygulama gücünden yoksunlarsa,
sonuç, artık tarihe karışmış, yıkılmaya mahkûm
bir rejimin yönetmeyi sürdürmesidir.
Bugün ortalık durulmuştur ve yönetimlerini yeniden
meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar -tıpkı Arjantin’de
Duhalde’nin yaptığı gibi-; kendilerini ‘kaos’a,
‘vandalizm’e ve sözde komploya karşı tek alternatif
olarak göstermektedirler.
Öfkelerini boşaltmak üzere rutinden ayrılan binlerce
ses için bu, sağır bir ayaklanma, kendi yazgılarını
inşa etmeye yönelik yavaş yürüyüşte salt bir adımdı.
Resmi propagandanın sis perdesine karşı kendi
küçük silahlarımızla kendi üstümüze düşeni gerçekleştirmek,
yapabileceklerimizin en azıdır.
Sebastian Hacher’ın 20 Şubat 2003 tarihli yazısı,
Indymedia Argentina’dan alınarak çevrilmiştir.
|