Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

D. Sena

Irak’ta Savaşa Hayır Koordinasyonu (ISHK) tarafından “İstanbul Buluşması” adı altında örgütlenen 6 Nisan mitinginde yine onbinler alandaydı. Birçok devrimci grupla birlikte devrimci sosyalistler de Esenler Kültür Merkezi pankartı altında alandaki yerlerini aldılar.
Aslında miting, Irak’a saldırının başlaması üzerine başlayan bir dizi eylemliliğin ardından gelmişti. Özellikle saldırının başlamasının ertesi günü yapılan Taksim eylemi bunların en önemlisiydi. AKM önünde toplanan 4 bin civarında gösterici, daha sonra Koordinasyon’un eylemi bitirmesi üzerine önce Tünel’e, oradan da ABD Konsolosluğunun önüne dek süren bir yürüyüş yapmıştı. Koordinasyon’un Taksim’de inisiyatifi terkedip kenara çekilmesi nedeniyle son derece kendiliğinden ama bir o kadar da coşkulu geçen eylem, gerçekten de 19 Aralık eylemlerinden bu yana yapılan meşru eylemlerin en önemlilerinden biriydi.
Bunu Newroz eylemlilikleri ve 23 Mart’ta yapılan Konsolosluk eylemi izledi. Ve sonra 27 Mart’ta yapılan Dolmabahçe gösterisi geldi. Bütün bunlar çeşitli iniş çıkışlarla karakterize olan eylemlerdi. Örneğin 23 Mart eylemi, 20 Mart akşamı yapılan konsolosluk önüne yürüyüşten çok daha cansız ve sönük geçerken, 27 Mart Dolmabahçe yürüyüşü nisbeten daha canlıydı, vb. 6 Nisan ise ISHK’ın beklentisi, büyük bir İstanbul buluşması yaratmak ve 1 Mart Ankara mitingini aşan bir atmosfer yakalamaktı.
Şüphesiz, mitingin bu beklentiyi karşılayamamış olsa da en azından başarısız sayılamayacağı kesindi. Sendikalar cephesinde durum yine her zamanki gibiydi ama özellikle sol organizasyonlar açısından ciddi bir performans eksikliği görünmüyordu; kimse mitingi hafife almamış, olabildiğince çalışma yapmıştı. Ancak buna rağmen 6 Nisan, Ankara mitingine hem sayı bakımından hem de ruh hali ve nitelik açısından ulaşamamıştı. Üstelik, devrimci örgütlere kitlelerin katılımını engelleyen unsurlar olarak bakan malum anlayış, bu kez sendikalar ve örgütsüz savaş karşıtları için Şişli tarafından özel olarak “birinci mevki”den yer ayırmışlardı ama yine de durumda gözle görünen bir değişiklik olmamıştı. Buna karşın, alanın “politika”ya ayrılan diğer girişinde durum hiç de çok kötü değildi.

Gücümüz Bu Kadar mı?
Türkiye’de, özellikle İstanbul boyutunda emperyalist savaşa karşı eylemlilikler, tam olarak arzulanan düzeyde gerçekleşmiyor; bu artık yeterince açık biçimde ortada.
Bunun bir dizi nedeni üzerine geçen sayımızda da düşüncelerimizi ortaya koyduk. Bu durumdan herhangi bir biçimde umutsuzluk ya da kompleks üretmek gerekmiyor. Avrupa’daki gösterilere bakıp iç geçirmek ve memleketimizin henüz “muasır medeniyetler seviyesine” ulaşmadığı için dövünüp durmak da hem doğru değil hem de bir işe yaramıyor. Hele dönemin klasiği olan Aziz Nesinvari “biz adam olmayız” tekerlemeleri bu süreçte hiç anlamlı değil.
Türkiye toprağındaki emperyalist savaş karşıtı gösterilerin yeterince güçlü ve vurucu olmamasının özellikle son yirmi yılın restorasyon sürecine, yaratılan çürütücü ortama kadar uzanan birçok nedeni var; hepsi ayrı ayrı ve bütünlüklü olarak incelenebilir. %94 gibi bir rakamın somut eylemlilik ve karşı koyuş bakımından neden yanıltıcı olduğu, neredeyse nüfusun bütününü oluşturan bu büyük kitlenin nasıl bir bileşiminin olduğunu bir önceki sayımızda incelemeye çalışmıştık; aynı incelemenin çok yönlü olarak devam ettirilmesinde büyük yarar var.
Ancak bütün bunlar, yine de mevcut mitinglerdeki nicel ve nitel durumun sabit bir veri olarak kabul edilmesini gerektirmez. Sonuçta Türkiye’nin anti-emperyalist potansiyelinin en üst sınırının bu olduğunu, bundan fazla bir yoğunluğun yakalanamayacağı söylenemez. Sol içersinde, emekçi kitlelerin içinde soluk alıp veren, yaygın ruh halini bilen herkes, gerçek potensiyelin bugünkünden kat kat fazla olduğunun farkındadır. Yani, düpedüz bir çalışma eksikliğinden yöntem sorunlarına dek bir dizi faktörün de süreçte etkili olduğunu görmemek körlük olur. Örneğin Koordinasyon toplantılarında pek az tartışılan ve “teknik” gibi görülen sorunlar da bunların arasındadır. Süreç boyunca sık sık “iş bırakma” ve “miting” kararları alan sendika konfederasyonlarının gerçeklikte bu kararların alt çalışmasını ne kadar yaptıkları ve hatta ne kadar duyurdukları bile bu tartışmanın bir parçasıdır. Aynı kararlar alınırken üyelerin genel ruh halinin hesaplanıp hesaplanmadığı, bu ruh halinin yükseltilmesi için nelerin düşünülüp yapıldığı da aynı şekilde soru işaretidir.
Bütün bunların ötesinde, aynı sendikaların ve özellikle Kamu Emekçileri Sendikalarının üyelerini alana taşımak için ne kadar sıkıntıya girdikleri de tartışılabilir. Örneğin Ankara mitinginin 100 bin kişi olması başarı olarak kabul edilebilir belki; ama daha uygun bir taşıma yöntemiyle bu sayının 200 bini bulabileceği de bilinmelidir. Şu çok açık bir gerçektir: geçmişte, 70’li yıllarda yapılan 1 Mayıs gösterilerinde bir araya gelen yüzbinlerce insanın tümü İstanbullu değildir. Aynı şekilde son süreçte pek çok övülen 15 Şubat Roma ve Londra mitinglerine katılan milyonlarca insanın da büyük bölümü Romalı ya da Londralı değildir. Ancak, 70’lerin 1 Mayıs gösterilerinde sendikaların çok yoğun bir taşıma çabası vardır; DİSK’e bağlı büyük sendikalar, deyim yerindeyse “kesenin ağzını açmakta” ve taşradan onbinlerce insanın İstanbul’a gelişini, otobüsleri, trenleri, vb. organize etmektedirler. Keza, sözü edilen son Roma ve Londra mitingilerinin arkasında da büyük taşıma organizasyonları vardır. Oysa neoliberalizmin yoksul insanları belediye otobüsüne dahi binemez hale getirdiği Türkiye’de merkezi mitingler yapma kararları alan sendikalar, işin bu cephesini “allaha” ya da “herkesin kendi kesesine” havale etmekte, özellikle sendika üyesi olmayanların şansı mali olarak sıfırlanmaktadır. Yani kentlerin varoşlarında yaşayan ve fiilen bir sendika üyesi olmayan genç işçi katmanlarından binlerce insan, onların aileleri, kadınlar, yaşlılar, vb. herhangi bir merkezi mitinge gitmeyi bütün içtenlikleriyle isteseler de bu mümkün olamamaktadır. Çünkü devrimci hareketlerin sempatizanlarını kendi taşıma organizasyonlarına almama ya da ortak etmeme konusunda “prensip kararı”na sahip olan sendikalar (önemli bölümünün tutumu böyledir), böylece “üyelerimiz dışında kimseyi alamayız” noktasını dayatmakta ve bir orta yol bulma imkânı ortadan kalkmaktadır. Oysa Türkiye gerçekliğinde bir mitinge gitmek isteyen emekçi insan kitlesi ile devrimci hareketlerin sempatizan potansiyeli de (maalesef) birbirine denk değildir; yani tepkisini ortaya koymak isteyen binlerce ev kadını, genç insan devrimci güçlerin etkisinde olsun olmasın vardır ve bu insanların herhangi bir mitinge gitmesi ancak geniş organizasyonlarla mümkündür. Örneğin İstanbul TMMOB’un 1 Mart mitingi öncesinde “mitinge gitmek isteyen hiçbir üniversite öğrencisini açıkta bırakmama” kararı, kendi açısından son derece olumludur ama ISHK toplantılarında çok övgü alan bu tavır, başka kurumlar tarafından hiç tekrarlanmamaktadır.
Yani mitinglerin ruh halinden ve sayısal zayıflığından durmadan söz edip durmak, sonuçta herhangi bir sorunu çözmemektedir; asıl sorun, bu durumu değiştirecek pratik önlemlerle ilgilidir.
Ama özellikle devrimci organizasyonlara karşı olumlu bir tutum içinde oılmayanlar, bunun gibi sorunları tartışmak ya da sorunun sosyolojik-politik boyutlarını ele alarak yollar aramak yerine meseleye çoğu kez kolay ve ucuz bir çözüm yolu bulmayı tercih etmektedirler. En kolay ve ucuz olan yol ise bellidir: Devrimcileri suçlamak! “Savaş karşıtı mitinglere örgütsüz kitlelerin, geniş halk yığınlarının da çekilmesi” gibi masumane görünen bir noktadan başlayan mantık, sonunda mutlaka, üstü kapalı da olsa “yüzbinlerce insanın aslında mitinglere gelmek istediği, ancak rengarenk pankartlı ve çok sloganlı grupları görerek geri kaçtığı” şeklindeki temelsiz varsayıma ulaşılmaktadır.

Alanın İki Yanı
En son 6 Nisan mitinginde bütün legal sol partiler ve devrimci hareketlere alanın Perpa girişinin verilmesi ve buna karşılık bütün sendikaların, ISHK pankartının, İslamcıların, vb. Şişli yönüne kaydırılması, toplantıda da itiraf edildiği gibi tamamen bu varsayıma dayalıdır. Perpa tarafındaki “gürültücü solcu takımdan” uzakta rahat edeceği düşünülen örgütsüz savaş karşıtları, bu teoriye göre ISHK pankartının arkasında yürüme “özgürlük ve rahatlığını” bulacaklar, böylece (herhalde!) katılım da artacaktı. Tabii bu arada sendikalar da üyelerine “devrimcilerden güvenli bir uzaklıkta olacakları” nezih bir ortam sunmuş oluyorlardı.
Pratikte durumun böyle olmadığını, bütün bu tecrit önlemlerine karşın Şişli tarafında işlerin umulduğu gibi gitmediği biliniyor. Buna karşın, “barışçı”larımızın bir türlü kanının ısınmadığı sol ve devrimci organizasyonların tarafı, mitingin en canlı ve kalabalık kesimini oluşturmuştu.
Bugünden bakıldığında, üç şeyi söylemek ve bu düzeni 1 Mayıs gibi organizasyonlara taşıma hevesinde olanları uyarmak gerekiyor:
Birincisi, bu son derece tehlikeli bir iştir. “Mitingin selameti” adına yapılan böylesi düzenlemeler, alanın bir kesimine karşı polis provokasyonlarını davet eden ve sonuçta yine mitingi sakatlayan bir ortam yaratır.
İkincisi, böylece sendikaları da bölen bir atmosfer yaratılmaktadır. Normal koşulllarda önce sendikasıyla yürüyen ve bir süre sonra sempati duyduğu devrimci korteje katılan kamu emekçilerinden birçoğunun, bu kez zorlandıkları tercih noktasında devrimci kortejleri tercih ettikleri gözlenmiştir, ki bu da sendikaların “katılımı artırma” projesine pek uymamaktadır!
Üçüncüsü ve en önemlisi, bunun ideolojik arkaplanının sakatlığıdır. Dünya ve Türkiye tarihinin kesinlikle kanıtlamış olduğu tartışmasız gerçek, örgütlü devrimci güçlerin yükselişi ile sıradan insanların sokağa çıkışı arasında her zaman doğrudan bir ilişki olduğudur. Aynı şekilde, ne zaman devrimci organizasyonlar darbeler alıp zayıflamışlarsa, aynı zaman diliminde örgütsüz-sıradan insanlar da genel toplumsal hareketlerden kopmuşlardır. Bu, deyim yerindeyse işin ABC’sidir. Çünkü toplumun diri kesimlerinin örgütlü varlığı ve sokaktaki gücü, genel olarak mevcut duruma karşı çıkan güçlerin temposunun yüksekliği, her zaman evinde oturan hoşnutsuz tek insan için (hatta devrimci güçlere sempati duymayanlar için bile) bir güven unsurudur. Bunu bilmeyen, yalnızca cahil değil, kör cahildir! Her kim, geniş kitlelerin toplumsal harekete katılmasının yolunun devrimci örgütlü güçlerin zayıflamasından ya da onların kendilerini politik olarak pasifize etmelerinden geçtiğini düşünüyorsa, tarih bilincinden yoksundur. Her kim, 2000’li yılların postmodern teorilerinin karanlığında devrimci örgütlerin ortadan çekilmesiyle artık “özgür”(!) bireylerin ve STK’ların ortaya çıkıp süreci belirleyeceğini düşünüyorsa, aynı zamanda hayal dünyasında yaşıyordur. Bu topraklarda böyle bir şey, onlar adına üzgünüz, olmayacak. Yalnızca savaş karşıtı gösterilerde değil, bütün kitlesel eylemlerde mümkün olduğunca çok yeni yüzü, sıradan-örgütsüz emekçileri görmek, elbette her devrimciyi memnun edecektir; ama “örgütsüz insanların katılımı” dendiğinde gözleri parlayanlardan farklı olarak biz, bunun örgütlü devrim güçleriyle birlikte bir anlam ifade ettiğini biliriz.
Devrimci süreçlerin en civcivli anlarında bile örgütlü kesimlerin her zaman sokaktaki toplam insan kitlesini kapsamadığını, hatta bir anlamda çekirdek yapıların haraketin azınlık bir grubunu oluşturduğunu ise herkes bilir. Ama bu ayrı şeydir, her ISHK toplantısında kürsüye çıkıp devrimci örgütlerden şikayet edenlerin “sıradan insan” tanımı ayrı şeydir.
Kuşkusuz, bu, devrimci örgütlenmelerin “kusursuz” oldukları gibi bir böbürlenmeye kapı açmak anlamına gelmiyor. Ama burada sorun, esasen yakınma konusu olacak bir durumun, “aman ne iyi” çığlıklarıyla karşılanmasıdır.
Sonuç olarak, bugün 1 Mayıs’a giderken, 6 Nisan mitinginin ve bütün emperyalist savaş karşıtı kampanyanın derslerini iyi anlamak ve mümkün olan en geniş kitleleri alanlara taşımak durumundayız. Zayıf ya da güçlü, etkili ya da etkisiz her kitle gösterisi, en azından üzerinden politik dersler çıkarılan, geleceğe deneyim biriktiren olaylardır. Devrimci sosyalizm, “sıradan” insana aşık olanlar ne derse desin, geleceğe uzanan perspektifi içinde bütün bu deneyimleri ortak örgütsel belleğine aktarmak ve bu birikimlerin üzerine basarak yürümek zorundadır. Güncel olanla genelin birleştirilmesi, geniş halk yığınlarına ulaşılması, böyle mümkündür.

 
 
 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul