2 Aralık’ta Chinkoyii’de yapılan ZANU-PF Merkez
Komite Toplantısında Mugabe, “toprağın sahibine
döndüğünü” ilan etti. Tarihi sorun şimdi çözüldü.
Biz sömürge sonrası Afrika’da sadece tarih yapmadık,
ayrıca toplumsal adaletin ve toplumsal değişimin
yeni bir sayfasını da yazdık” diyerek gürledi.
Britanya ve onun batılı müttefiklerinin son yıllarda
yaşanan oldukça şiddetli olaylardan dolayı Zimbabwe’nin
boynundaki ekonomik düğümleri sıkmaları, Mugabe
yönetiminin Toprak Reformu programını fiilen hızlandırmasına
neden oldu. Resmi devlet gazetelerinden Herald’daki
röportajında Mugabe, Britanya’nın “gizli ama gerçek
bir gündem olan” toprak reformuna “olumsuz yaklaşımını”
sürdürdüğünü, hükümet tam yetkiyle davranarak
herkesin beklediği olası gelişmeleri çok daha
hızlandırdığında ise, ancak o noktada beyaz çiftçilere
tazminat ödemeyi kabul ettiğini söyledi. Britanya’nın
herkesi oyaladığını belirten Mugabe “Toprak sorunu
ya bizimle Britanya arasında herkesin bildiği
yola çözülecekti ya da bizimle beyaz çiftçiler
arasında yine bilinen yöntemlerle çözülecekti”
diyor ama hemen ardından ekliyordu: “Bizimle beyaz
çiftçiler arasında bir çatışma durumu yaşanmayabilirdi.
Britanya bu işte kararlı olduğumuzu anlayabilir
ve beyaz çiftçilerin durumunu da önceden kestirebilirdi.
Böylece sorun, toprağın işgali ve oransal dağıtımı
gibi hızlı bir yoldan çözülmeyebilirdi.”
“Ama -diyor Mugabe- Britanya’nın yaklaşımı bizi
de beyaz çiftçilere karşı olumsuz bir tavır içine
sürükledi. Bu olumsuzluk bazen ölümle sonuçlanan
çatışmalara kadar vardı. Bu süreç aynı zamanda
olumsuzun olumluya dönüştürülme sürecidir. Çünkü
batılılar bizi politik olarak kışkırttılar. Biz
de batılılara karşı olumsuz tavrımızı koruyarak,
artık hızımızı kesebilecek toplumsal ilişkileri
pürüzsüz yönetme sorununu dert edinmeden hızımızı
artırdık. Yani koşullar böyle olunca biz de kendi
açımızdan toprak reformunu daha hızlı ve daha
sorunsuz gerçekleştirdik. Doğal olarak şu an yaptıklarımızı
içimize sindirdik ve vicdanen de rahatız, mutluyuz.”
“Fakat bu mutluluk büyük bir bedel ödeyerek kazanıldı.”
diyen Mugabe “bu bedele katlandıklarını da” kabul
ediyor: “Britanya doğrudan ya da dolaylı yaptırımlara
başvurdu -örneğin dostlarına Zimbabwe’de yatırım
yapmamalarını söyledi, bize verdiği destekleri
çekti vs. Fakat bizim zenginliğimizin en önemli
kaynağının toprak olduğunu unuttu. Aslını ararsanız
Britanya’nın olumsuz tavırlarından memnun da olduk.
Doğrusu Blair’in toprak sorununun çözümü için
daha hızlı çalışmamızı sağladığını bile söyleyebiliriz.
Bu yüzden ona teşekkür borçluyuz.”
Zimbabwe Toprak Reformu iki ana başlıktan oluşuyordu.
Eski sömürgecilerin ellerinden topraklarını alarak
kırsal bölgelere sürdükleri büyük siyah nüfusu
rahatlatmak için “küçük çiftçiler modeli” olan
A1 programı ve ikinci olarak da ciddi ticari çiftçilik
yapmak isteyen siyah afrikalılar için hazırlanmış
A2 programıydı. A1 programı 10 ilin tamamında
yüzde yüz bir oranla tamamlandı. Hükümetin verdiği
rakamlar, toplam 210.520 ailenin 7.43 milyon hektarı
kapsayan 3.159 çiftliğe yeniden yerleştirildiğini
gösteriyor. A2 ise birçok sorunla birlikte yürütüldü.
12 Aralık 2002 Merkez Komitesi toplantısı kararları
açıklandığında, çoktan beri beyaz çiftçileri en
çok korkutan sorunun, yani ticari tarım sektöründeki
rekabetin büyümesini amaçlayan girişimlerin başlayacağı
belli oldu. Sonuç, çıkarları tehlikeye giren beyaz
çiftçilerin yoğun direnişiydi. Yılın sonuna gelindiğinde
A2 mücadelesi hala sürüyordu ve reformun sadece
%50’den biraz fazlası tamamlanabilmişti. Bu tasarıya
ayrılan topraklar için 100.351 insan başvurdu
ve bunların 54.592’sini A2 kapsamına girdiği kabul
edildi. Koşulları bu kapsama girmeyen 45.753 başvuru
ise yeniden A1 kapsamı içine alındı. Daha sonra
30.000 kişi daha A2 kapsamı içine dahil edildi.
Kasım ayına gelindiğinde 14.730 başvuru sahibine
toprak verilmişti. 13.935 tarla ise hâlâ boştu.
Yaklaşık olarak %50. Bu iyi bir oran.
Yeni tarım alanlarında zaten toprağı işgal etmiş
bulunanlar arasında da birçok problem yaşanıyordu.
Bu toprakları alanlar en çok kazanç getiren ürünlerin
çiftçiliğini yapıyorlar. Hükümet kaynakları 10
ilin tamamını kapsayan 50.600 hektarlık bir alanda
kış ekiminin, özelliklede mısır ve buğday ekiminin
tamamlandığını söylüyor. Fakat gelişme olup olmayacağı
tohum, gübre ve diğer kısa dönemli girdilerin
karşılanıp karşılanmamasına bağlı görünüyor.
Kamu görevlileri ve diğer resmi işlerde çalışanların
da hafta sonları çiftliklerde çalıştıkları biliniyor.
Halk arasında onlara “haftasonu çiftçileri” ismi
takılmış. Fakat gözüpek oldukları da kesin. Şimdilik,
beklenen yağmurlar umulan miktarda olmasa da yağdı.
Kasım yağmurları pek cesaret verici olmasa da
Aralık çok daha iyiydi. Yağmurlar bu düzeyde seyrederse
ülkenin bunca çabası iyi bir hasatla ödüllendirilebilir.
Meteoroloji uzmanları yağmurların aldatıcı bir
beklentiye de yolaçabileceğini söylüyorlar; yani
kuraklık koşulları ülkenin büyük bir bölümünde
varlığını sürdürebilir. Zaten geleneksel olarak
Zimbabwe, 10 yıllık zaman periyodları içinde,
(küresel ısınma ve El Nino kasırgasından ötürü
gitgide daha etkili olan) kuraklıklarla kavrulan
bir ülkedir.
Kwekve yakınlarında, üç yıl önce teşvik olarak
aldığı 200 sağlıklı hayvandan oluşan inek sürüsünü
yetiştiren eski kamu görevlisi siyah bir çiftçiyi
ziyaret ettim. Ona bir beş yıl daha sağlandığında
kendi kaderini çizme şansına sahip olabileceğine
tanık oldum. Bana ödül almış bir boğayı göstererek
dedi ki; “yapılan sadece toprak reformu değildir;
ddaha doğrusu Toprak Reformu programı her şeyi
kapsiyor. Artık siyahlar açlık dalgaları vurduğunda
çiftlik işçisi olmanın yanısıra kendi ülkelerinin
topraklarındaki tüm meyvaların da sahipleri oluyorlar.”
Afrika’nın güneyinde Zimbabwe’nin de içinde olduğu
ülkeler, geçen iki yıl boyunca kuraklıktan kaynaklanan
açlıkla mücadele etmek için kısa dönemli mısır
ekimini çözüm olarak gördüler. Afrika’nın güneyindeki
yiyecek üretimi tek çeşit ürüne tehlikeli biçimde
bağlıdır: Mısır (ya da Sandza bitkisi).
Yiyecek alanında 10 ya da daha fazla ürün yetiştiren
Batı Afrika’da doğal olarak bu kıtlık yaşanmıyor.
Afrika’nın güneyinde sadece mısır var ve herkesin
bildiği gibi kısa dönemli mısır üretimi kuraklıkla
eşdeğerdir. -Halbuki pirinç, patates vs., gibi
tüketime uygun yiyecek maddeleri ekilebilir- Bu
koşullar altında Zimbabwe’nin Toprak Reformu programını
uygulanması ile sert ekonomik önlemlerin alınmasına
uluslararası yaptırımlar da eklenince halkın yaşamı
kötüleşmektedir.
Resmi kaynaklara göre şiddetli zorluklara yol
açan yaptırımlardan biri ülkenin uluslararası
kredi bağlantılarının kesilmesidir. Malum güçler,
Zimbabwe’de yaşanan zorlukların hoşnutsuzluğa
yol açacağını ve böylece Mugabe hükümetinin devrileceğini
umut ediyorlar; bu mantıkla Zimbabwe yavaş yavaş
öldürülüyor. Kısa dönem için, Harare ve diğer
şehirlerde insanları ekmek kuyruklarında görmeme
rağmen temel ihtiyaç maddeleri şimdilik bulunabiliyor.
Sadece yılbaşından önce ülkenin her yanında büyük
bir yakıt sıkıntısı vardı. Hükümete göre bu sıkıntının
kaynağı petrol alımından sorumlu olanların beceriksizliğiydi.
Bu yazının yazıldığı süreçte petrol istasyonlarında
biraz düzelme olmuştu ama daha normale dönülmemişti.
Dükkanlardaki fiyat artışıyla ücretlerin aynı
oranda yükselmediği zamanlarda hükümet fiyatları
kontrol edecek (ya da donduracak) önlemler almalıydı.
Fakat sorun çözülmekten uzaktır. Enflasyon şu
anda %175.5 cıvarındadır ve bu yıl %282’ye çıkacağı
tahmin ediliyor. Ulusal para -Zim dolar_ değerini
düşürmeyi sürdürüyor. Hükümet “resmi” döviz kurlarını,
1dolar 55 Zim dolar, 1 pound 80 Zim dolar oranlarını
“dondurmalı” ve “döviz bürolarını” yasaklamalı,
dalgalanmayı durduracak sert önlemler almalıydı.
Geçen yıl bir ara döviz bürolarında (kara borsada)
pound 2600 Zim-dolar’a kadar yükseldi. Fakat bu
geç kalınmış sert önlemler turizmi baltalamaktan
başka bir işe yaramamıştır.
Oteller, dükkanlar ve diğer hizmet sektörleri
fiyatlarını karaborsaya göre ayarlamaktadırlar.
Fakat turistler hala para bozdurma ve otel faturalarını
“resmi” oran üzerinde yapmayı umuyorlar. Ülkeyi
ziyaret etmek son derece pahalı bir şey haline
getirilmiş. Hükümet ya bir şeyler yapacak ya da
uluslararası kuşatma girişimleri ve iftira kampanyaları
turizm sektörünü öldürecek. Halk ise Başkan Mugabe’nin
ülkesini batırmadan zor koşulların üstesinden
geldiği düşüncesine sahiptir. Bunun için de başkanın
maneviyatının iyi olması olumlu bir şeydir. “Zor
olacak ama başaracağız” dedi eski Ticari Çiftçiler
Birliği başkanı David Hasluck.
Önümüzdeki süreçte Zimbabwe üzerine yapılacak
tartışmalardan biri Mart ayında Nijerya’da yapılan
IUT (İngiliz Uluslar Topluluğu) toplantısında
gündeme gelen Zimbabwe’nin IUT’tan çıkarılmasıdır.
Zaten hükümet, Yeni Zelandalı IUT genel sekreteri
Don Mckinnon’un Zimbabwe’ye karşı “eğiliminden”
dolayı pek sevilmediğini söyledi.
Dışişleri Bakanı Sten Mudange, 13 Aralık’ta IUT’un
seçimlerle ilgili gözlemci raporu ve Zimbabwe’nin
topluluktan çıkarılma kararlarının her ikisinin
de yanlışlığını kanıtlayan 56 sayfalık kapsamlı
bir belge yayınladı.
Mudange, Zimbabwe’deki hukuk organlarının gözlemlerini
kabul ederken IUT’un kendi hukuk kuralları açısından
bile eksiklik gösterdiğini söyledi. Her şeyden
önce, salt seçimleri izleme yetkisi ile gönderilen
“bilgi toplayıcıların” ihraç gibi cezai önlemler
alma yetkisi yoktu.
Çünkü yalnızca 1991’de “IUT Harare Deklerasyonu
ve Millbrok Eylem Programı”na göre cezai önlemler
alınabilir. Ve kurala göre de ancak sorunun çözümü
için bütün yollar tüketildikten sonra cezai önlemler
gündeme gelebilir; daha önce değil... Mudange
bu kuralların tamamen gözardı edilmesinin ve Zimbabwe’nin
dinlenmeden kınanıp cezalandırılmasının IUT kurallarının,
evrensel hukuk normlarının iğrenç bir biçimde
ihlal edilmesi anlamına geldiğini ve artık orada
kalmak için bir nedenin olmadığını belirtiyor.
Mudange “IUT Heyetinin, seçimler sırasında görev
yapan gözlemcilerin çoğunluğunun fikrine karşın
seçim sonuçlarının onaylanıp resmiyet kazanmaması
için tam karşıt bir rapor hazırladığını” söylüyor.
Ve Batı medyasının etkisiyle, bu raporun ortak
bir kabul görmediği, sadece azınlıkta kalan bir
eğilim olduğunun üzeri örtülüyor. IUT Raporu,
gözlemcilerin çoğunluğunun görüşü olarak dünya
kamuoyuna sunuluyor.
Ayrıca zaten Kanada, Yeni Zelanda ve Avustralya’lı
hükümetlerin yönlendirmesinde olan gözlemcilerin
çoğu, seçimlerin “adil ve hür” olmadığını çoktan
ilan etmişlerdi. Mudange, başka IUT ülkelerine
karşı olduğu gibi Zimbabwe’ye karşı da yapılan
tehditlere dikkati çekiyor. IUT Genel Sekreterliği,
Uganda, Zambiya ve Gambiya’daki seçimler için
bir hafta önce iki gözlemci gönderdi ve seçimler
hakkında hiçbir rapor da yayınlamadı. Zimbabwe
seçimlerinde ise Genel Sekreterlik İngiliz Hükümeti
ve beyaz IUT üyelerinin teşvikiyle seçim tarihinden
beş hafta önce 61 gözlemci gönderdiler. Britanya
ve müttefikleri buna karşın hâlâ gürültü çıkarıyorlar.
Mudange, “Zimbabwe’ye ilk geldiklerinde hükümetle
birlikte Sheraton Otelini paylaşan IUT gözlemci
heyetinin daha sonra MDC’nin (Mugabe karşıtı Demokratik
Değişim Hareketi) 12. katını tümüyle kiraladığı
Meikles Otele taşınmasının tesadüf olmadığını”
da söylüyor. Heyet, seçim sonuçlarının Zimbabwe
halkının istemlerini karşılayıp karşılamadığını
ilan etmek için Sheraton Otelini uygunsuz bulmuştu!
Bu yüzden olsa gerek, “özgür ve adil” biçimde
oy kullanan tahmini 3.3 milyon Zimbabwelinin (toplam
seçmen sayısı 5.6 milyon) tercihlerinden hiç sözetmediler.
Onlara göre, Zimbabwe gerçeği, IUT iç yapısına
ve “bütün”ün çıkarlarına muhalefet eden diğer
IUT üyelerine tehlikeli bir örnek oluşturuyordu.
Mudange, buna karşın “hâlâ çok sesli ve eşit bir
IUT yönetimi için geç kalınmış değildir” diyor.
|