Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

S. PAKER

Kapitalizm, dünyaya sadece eşitsizlik, açlık, sömürü, zulüm esaret, işsizlik, yozlaşma vb. getirmiştir. Yani, birkaç bin tekelcinin ve onların artıkları ile beslenen biraz daha kalabalık sefillerin baskısı altında yaşayan milyarlarca yoksul insanın sefaletidir; kapitalizmin yarattığı tabloda varolanlar. Son aylarda basında ve çeşitli kaynaklarda bu sorunlara ilişkin yayınlanan veriler varolan tablonun ne denli vahim düzeylere vardığını apaçık gösteriyor.

Yoksulluk
Birleşmiş Milletler üyesi 189 ülkeden 65 bin kişinin ve 106 devlet ve hükümet başkanının buluştuğu “dünya sürdürülebilir kalkınma zirvesi”, Ağustos 2002 sonunda toplandı. Sömürge ve yeni-sömürge ülkelerin bazı sorunları tartışılmak üzere masaya yatırılacaktı. Bu sorunların bazılarını şöyle özetleyebiliriz:
4,6 milyar insandan 800 milyonu yeterli miktarda gıda alamamaktadır. Yani, diğer bir ifadeyle “aç”tırlar. 1 milyar insan temiz sudan yoksun ve 2,4 milyar kişi de temel sağlık hizmetlerinden yararlanamıyorlar. 325 milyon çocuk okula gidememekte, her yıl sömürge ve yeni-sömürge ülkelerde beş yaşından küçük 11 milyon çocuk önlenebilir hastalıklardan ölmektedir. 36 milyon insan ise AIDS’lidir. Yine, dünya nüfusunun yarısı 2 dolardan, 1,2 milyarı ise, günde 1 dolardan az parayla yaşamını sürdürmek zorunda bırakılmıştır. (bkz. Radikal, 28 Ağustos 2002)
Kapitalist ülkelerin yapısal krizlerden kurtulma çabasını, sömürge ve yeni-sömürge ülkelere yüklemesi (Meksika, Arjantin, Uzakdoğu ülkeleri ve Türkiye), bu ülkelerde yaşayan halkların daha da büyük yoksulluğa itilmesine neden olmuştur.
Dünyada, 2,8 milyar insan iki dolarla (3,3 milyon TL) daha az parayla geçinmektedir. Bunlardan 150 milyonu çocuk olmak üzere 800 milyonu “aç”tır. Dünyadaki zenginliğin %80’i dünya nüfusunun %15’nin elinde bulunmaktadır. (bkz. Radikal, 26 Ağustos 2002)
Güney Afrika’nın Johannesburg kenti, kapitalizmin açtığı kuraklık, savaşın yıkımları ve AIDS’in pençesine düşmüştür. Birleşmiş Milletler Gıda Programı -WFP-, yetkililerinin Johannesburg’da yaptığı açıklamada; buraya acil gıda yardımı ulaştırılmazsa, 12,8 milyon insanın ölümle karşı karşıya kalacağını duyurdu. WFP Başkan Yardımcısı Jacques Graisse, Zambia, Zimbabwe, Angola, Mozambik, Swaziland ve Lesoto’da ölümlerin başlamasının an meselesi olduğunu söyleyerek; “bir aya kadar günaşırı binlerce insanın öldüğü bir durumla karşılaşabiliriz” uyarısında bulundu.
Bu basit rakamlar bile göstermektedir ki; kapitalist düzende, zenginlerle yoksullar arasındaki uçurum büyümekte ve sömürü düzeni, insanlığı açlığa, yoksulluğa ve sefalete itmektedir.


Bozulan Ekolojik Denge
Kapitalizm, sadece açlık ve yoksulluk değil, ekolojik dengenin de bozulmasını beraberinde getiriyor. Hiç bir insani değer tanımadan sadece ve sadece daha fazla kar etmeyi esas alan kapitalist üretim, elbette doğanın dengesinin de bozulmasına yolaçmaktadır.
Oldukça güncel olan sorunlardan birini sera etkisi yaratan gazlar oluşturuyor. Petrol, gaz ve kömür tüketiminden kaynaklanan gazlar, güneş ışınlarını atmosfere hapsederek, dünyanın ısınmasına yol açıyor. “Sera etkisi” yaratan bu gazların en önemlilerinden olan karbondioksitin oranı, 1750 yılından -kapitalist üretimin, dünyaya damgasını vurmaya başladığı yıllar- bu yana yaklaşık %30 yükselmiştir. Artış devam ederse, 2100 yılında atmosferin sıcaklığı 5,8 derece artacaktır.
11 bin tür canlı, memelilerin ve sürüngenlerin dörtte biri, balıkların %30’u ve kuşların %12’si yakın gelecekte yok olacaktır. 10 ila 20 yıl içerisinde eski ormanların %40’ı yok olacaktır. Dünya nehirlerinin %50’si kirlidir.
10 yıl önce Rio’da yapılan BM çevre zirvesinde, çevrecilerin bastırmasıyla alınan bir dizi kararın boşa çıkması için, ABD elinden geleni yaptı. George W. Bush, küresel ısınma ve iklim değişikliklerini, yine bunlardan kaynaklanan doğal afetleri engelleyecek “Kyoto Sözleşmesini” imzalamamakta direnmektedir. Kapitalizm sadece yeraltı ve yerüstü kaynaklarını tüketmekte ve varlığını ancak bu şekilde devam ettirebilmektedir.
BM Çevre Programı Direktörü Klaus Toopfer’in; “Ozon tabakasından, okyanus ve denizlerin korunmasına dek 500 civarında uluslararası ve bölgesel anlaşmaya sahibiz. Buna ek olarak, ulusal yasalar da var. Ancak bu yasalar uygulanmadığı sürece, kağıttan kaplanlar gibi” (Evrensel, 29 Ağustos 2002) şeklindeki sözleri, teoride söylenenlerin pratiğe uygulanmadığı sürece bir anlam ifade etmediğini ortaya koymaktadır.
Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi’ne, ABD’nin üst düzey yöneticilerinden hiç birinin gelmemesi dikkat çekicidir. Sanayileşmiş ülkelerde fosil yakıtlar ve nükleer enerji üreten şirketlere verilen teşviklerin kesilmesi talebi ABD’nin itirazlarıyla karşılaşmaktadır. ABD temsilcileri, bu talepleri; “ekonomimize zarar verir” sözleriyle reddettiler. Amerikan delegesi Bob Harris’in itirazlarına; Japonya, Avustralya ve Kanada’nın destek verdiği gözlendi. Sömürge ve yeni-sömürge ülkeler, ABD’den “sürdürülebilir kalkınma”yı sekteye uğratan enerji teşviklerini kademeli olarak yok etmek için bir program talep etmektedirler. Bu talep ise; ABD’li benzin, doğalgaz, kömür ve nükleer enerji şirketlerine verilen devlet desteğinin ortadan kalkması anlamına gelmekte ve ABD ile diğer emperyalist ülke burjuvasinin zararına olmaktadır. Doğal olarak bu talebin, emperyalist ülkeler yönetimlerince rededileceği açıktır,

Silahlanma
100 milyonlarca insan açlıktan kırılırken, dünyanın geçen yıl silahlanmak için ayırdığı para 839 milyar dolardır. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü/SIPRI’nin, 2001 silahlanma raporuna göre, 8,9 milyar dolar harcayan Türkiye, 14. sırada yer almaktadır. SIPRI’nin araştırmasına göre, silaha en fazla para harcayan ülke, 281,4 milyar dolarla -ki, günümüzde bu rakam 355 milyar dolara yükselmiştir/yn) ABD olmuştur. Bu rakam dünyadaki tüm askeri harcamaların %36’sına eşdeğerdir.
2001’de silahlanmaya harcanan paranın %2 oranında arttığı gözlenmektedir. SIPRI bu hesaplamaların 11 Eylül öncesine ait olduğunu, 11 Eylül sonrası ek harcamaları kapsamadığı için, bu harcamaların çok daha yüksek olduğunun altını çizmektedir. En fazla harcama yapan ilk beş emperyalist ülke 440,8 milyar dolarla tüm harcamaların %57’sini oluşturmaktadır. Silahlanma için ABD, 43,9 milyar dolar, Rusya 43 milyar dolar, Fransa 40 milyar dolar, Japonya 38,5 milyar dolar, İngiltere 37 milyar dolar harcama yapmıştır. (bkz. Radikal 14 Haziran 2002)
Aynı listedeki ilk 15 ülke ise, tüm harcamaların %78’ini oluşturmaktadır. Almanya 32 milyar dolar, Çin 27 milyar dolar Suudi Arabistan 26,6 milyar $, İtalya 24,7 milyar $, Brezilya 14,1 milyar $, Hindistan 12,9 milyar $, Güney Kore 10,2 milyar $, İsrail 9,1 milyar $, Türkiye 8,9 milyar $ ve İspanya 8 milyar dolarla ilk beşi izlemektedir.
İlk 15 ülkenin, silahlanmaya harcadığı toplam miktar; 614,7 milyar dolardır. Türkiye, raporda belirtilen tüm harcamaların %1’ini gerçekleştirmiştir. Geri kalan ülkelerin silaha harcadığı parayı eklediğimizde bu rakam 772 milyar dolardır. Yani, bugünkü Amerikan kuruyla, 839 milyar dolara tekabül etmektedir. Özcesi, tüm dünyada kişi başına silahlanmaya harcanan para, 137 dolardır...
Nüfus yoğunluğunun oldukça az olduğu Okyanusya havzası dışındaki bölgeler, silahlanmaya devam etmektedir. Afrika’da %31, Orta ve Doğu Avrupa’da %28, Güney Asya’da %26, Orta Doğuda %25 artış olduğu gözlenmektedir. Elbette, silahlanmaya en fazla para harcayan bölge ise, her zaman olduğu gibi Ortadoğudur.
SIPRI, 11 Eylülden sonra ABD’nin 40 milyar dolarlık anti-terör paketini onayladığını hatırlatarak, “teröre karşı ilan edilen savaş”ın silahlanmayı körüklediğine dikkat çekmektedir.
En çok silah ihraç eden ülkeler; ABD, Rusya, İngiltere, Almanya, Ukrayna, Hollanda, İtalya, Çin ve Beyaz Rusya olurken, en çok silah ithal eden ülkeler ise, Tayvan, Çin, Suudi Arabistan, Türkiye, Hindistan, Yunanistan, Güney Kore, Mısır, Japonya ve Pakistan olmuştur.
Biraz önce de ifade ettiğimiz gibi, tüm dünyadaki askeri harcamalara ayrılan para tutarı 839 milyar dolardır. Bu paranın sadece %30’u ile, dünyadaki açlık, içme suyu, barınma, sağlık ve eğitim sorunlarını çözmek olasıdır.
ABD ve diğer emperyalist ülkelerin “küreselleşme” adı altında dayattığı ve insan onurunu zedeleyen bu “insan dışılık” hala sürmektedir. Dünyada her biri bir kenti yok edebilecek düzeyde 40 binden fazla nükleer silah bulunmaktadır. Sadece insanın canına mal olacak değil, dünyadaki tüm ekolojik dengeyi de etkileyen “kitle imha silahları” üretilmekte ve savaşlarda ölen canların sayısı, artık milyonlarla ifade edilmektedir.
Yaklaşık 65 milyon insanın ölümüne yol açan ve bir o kadarını da sakat bırakan evsiz/yurtsuz bırakan, yine insanlarin alabildiğine yoksullaşmasına neden olan 1. ve 2. Paylaşım Savaşları, sadece halklara zarar vermiştir. Afganistan saldırı ve işgalinden sonra Irak’a saldırı düzenleme çabasında olan ABD’li haydutlar; Çeçenistan, Kolombiya, Peru, Filipinler, Filistin, Endonezya, Angola, Brundi, Sri Lanka vb. bir çok ülkede, emperyalizmin çıkarlarını korumak için, masum insanların ölümüne, yaralanmasına ve evsiz/yurtsuz kalmasına yol açmaktadır...
Emperyalist ülkelerin, pazar elde etmek için gündeme getirdiği savaşlar ve yanısıra, silah satışını körüklemek amacıyla gündeme getirdikleri bitse de, insanlığın acı çekmesi bitmiyor. Savaşta kullanılan ve toplanmamış bulunan anti-personel mayınlar, topuk uçuranlar ve tank mayınları hala can almaya devam ediyor. UNİCEF raporlarına göre, dünyada her yıl 8-10 bin çocuk, toplanmayan bu mayınlar yüzünden ölüyor yada sakat kalıyor. Mayınlar, sadece Afganistan’da, 10 yılda 400 bin can aldı. Dünyada, henüz toplanmamış 100 milyonu aşkın mayın bulunuyor. Bu da demektir ki ; yüzbinlerce insanın ölümü ya da sakatlanması gündeme gelecek...
İşte vahşi kapitalizmin, insanlığının başına açtığı belaların bir kısmı. Emperyalizmin, silahlanarak ve yeni-sömürge ülkelere silah satarak ortaya çıkardığı tablo! Zulüm ve esaret, sömürü, soygun ve talan; açlık, işsizlik, hastalıklar ve yoksulluk, kuraklık, ozon tabakasının delinmesi ve kirlenen nehirler, azalan içme suları, canlı türlerinin azalması ve oksijen kaynağı ormanların yok edilmesi; özcesi bozulan ekolojik denge... Bütün bu olumsuzlukların tek kaynağı emperyalizmdir. Dünya burjuvazisinin, vahşi şekilde uyguladığı kapitalist/emperyalist düzene karşı çıkmak, tüm dünya insanlığının “insan olma hakkı”nın vazgeçilmez bir zorunluluğudur.
Devrimci sosyalistlere düşen görev ise; emperyalizmin sadece işçi sınıfı ve ezilen halkların düşmanı olmaktan öte tüm insanlığın düşmanı olduğunu göstermek ve ona karşı her cephede karşı durulabileceğini pratik olarak ortaya koymaktır. Derinleşen yoksulluk ve çevre sorunları aynı zamanda bunlara karşı mücadelenin değişik biçimlerini örgütlemenin de imkanlarını yaratıyor. Bu noktada, tüm direnme eğilimlerine katılmak, bunlara devrimci sosyalizmin rengini taşımak, en güçlü emeği koyarak öncü olmak; devrimci sosyalistlerin güçlü direnme potansiyelleri taşıyan bu alanlarda yapması gerekenler bunlardır.
İnsanın insanı sömürmediği, zülmün ve yoksulluğun yaşanmadığı, doğanın insanlığa yararlı hale getirildiği ve insan ile doğanın birbiriyle barışık hale geldiği bir dünya için mücadele etmekten başka bir özgürlük ve mutluluk yolu ve kaynağı var mı?..

 
 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul