Günlük yaşamı içinde her emekçi sömürüldüğünün
farkındadır. Kendisi çalışmakta, üretmekte ama
patronlar zengin olmaktadır; bunun farkedebilmesi
için bilinçlenmesine gerek yoktur. Ama bu yüzeysel
bilinç, ya da literatürdeki adıyla sınıfın kendiliğinden
bilinci, onun bu du-rumdan kurtulabilmesini sağlayamaz.
En fazla ekonomik mücadeleye yeter.
İşçi sınıfının içinde yaşadığı sömürü sistemini
yıkıp, sömürüyü ortadan kaldırabilmesi için siyasi
iktidarı ele geçirmesi gerekmektedir ki bu da
ekonomik mücadele için yeterli olan kendiliğinden
bilincinin ötesine geçebilmesine bağlıdır. Sömürüyü
ortadan kaldırabilmek için o sömürünün nereden
kaynaklandığı bilinmelidir. Çağımızın modern sömürü
biçimi olan kapitalist sömürü, artı-değer sömürüsü
üzerine kuruludur.
İşçinin üretim süreci, bir değer yaratma sürecidir.
İşçi emeği aracılığı ile hammaddeleri, üretim
araçları yardımıyla işleyerek başlangıçtakinden
başka bir şeye; ürüne dönüştürür. Ürün adını alan
cisimde ortaya çıkan değeri ona işçinin emeği
kazandırmıştır.
Bir şeyi, değerli birşey yapan onun işe yarayıp
yaramaması; yani yararlılığıdır. Ekmek, tuz, sandalye,
pantalon, tabak, çorap, kaşık ve bunlar gibi birçok
şey, tüm insanlar için bir değer taşıyan nesnelerdir.
Bir işçinin de yaşamını sürdürmesi için böylesine
nesneleri tüketmesi gerekmektedir. Tüm bu nesneler
de birer ürün olduklarına göre bunların da bir
değeri vardır. İşçinin yaşamak için tüketmek zorunda
olduğu bu ürünler de başka işçilerin emeklerinin
ürünüdür. Ancak işçinin yaşamını sürdürmek için
tükettiği ürünlerin toplam değeri, kendisinin
çalışırken ürettiği değerden daha azdır. Aradaki
bu farka artı-değer diyoruz.
İşçinin üretim sürecinde ürüne aktardığı değer,
bu ürünün satılmasıyla paraya dönüşür. Bu paranın
bir bölümü üretim için gerekli harcamalara (hammadde,
enerji, bina kirası vs.) giderken, bir diğer bölümü
de işçiye ücret olarak verilir. Geriye kalan para
ise patronun cebine kâr olarak girer. Bu kârın
kaynağı artı-değerdir. Patron, hammadde, enerji
vb. girdilerin fiyatlarını belirleyemez, piyasa
fiyatından almak zorundadır. Ürünlerini de piyasa
koşullarının belirlediğinden daha yüksek fiyata
satamaz. Bu durumda rakip firmaların daha ucuza
sattığı aynı tür ürünlere pazarını kaptırır. Ürünlerin
piyasada satılabilmesini sağlayan, onlara işçiler
tarafından kazandırılan değerleridir. Ürün, hammadde,
diğer giderler ve ücret olarak zaten belli bir
maliyete sahipken, piyasada bu maliyetin üzerinde
satılabilmesini sağlayan şey, ona işçiler tarafından
kazandırılan bu değerdir. Bu nedenle, patronların
kârlarının yegane kaynağı, işçilerin emeğidir.
Bir çivinin piyasada satılabilmesini sağlayan
şey, onun çivi olarak yararlılığıdır ve bu çivi
olarak işe yarama niteliği, bir parça demire işçinin
emeği tarafından kazandırılmış bir niteliktir.
Eğer sadece maliyeti kadar bir fiyata satılacak
olsa, bir çivi ile bir parça demirin fiyatı arasında
çok az bir fark olurdu. Bu durumda kimse çivi
üretmek için uğraşmazdı. Ama çiviye duyulan ihtiyaç,
ona bir parça demirden daha fazla bir değer kazandırmıştır.
İşte bu daha fazla değeri, işçinin emeği yaratmıştır.
Bu değer sayesinde çivi satılır. Ancak bu satıştan
sonra işçiye ücret olarak ödenen para ile satın
alabileceği değer, işçinin tüm ürettiği çivilerin
değerinden azdır. Günde on bin tane çivi üreten
işçinin günlük ücreti ile ancak 2 bin çivi alınabilmektedir
sözgelimi. Aynı örnekte 2 bin çivi karşılığı paranın
da hammadde, enerji, kira vb. giderlere harcandığını
varsayarsak (10-2-2=6), 6 bin çivi karşılığı para,
patronun cebine kâr olarak girer. İşte bu 6 bin
çivide cisimleşen değer, artı-değerdir.
|