Mayıs 2002... Cezaevlerinde
Direniş Sürüyor
Kazanmak
Zorundayız
|
Oligarşinin F Tipi saldırısının başlangıcından bugüne
yaklaşık iki yıl geçti. Ölümlerle, yiğitlikler ve zayıflıklarla
dolu iki yıl... 19 Aralık katliamı dahil, dışarda sürdürülen
ölüm oruçları dahil, 90’a yakın devrimcinin yitirildiği,
yüzlerce insanın sakat kaldığı direniş devam ediyor.
Bir yanıyla bir kahramanlık destanı sayılabilecek bir
yanıyla da yüzlerce devrimci kadro ve sempatizanın fiili
olarak tasfiyesi olarak yorumlanabilecek bir süreç henüz
tamamlanmış değildir.
Bugün gelinen noktada, ölüm orucunun talepleri “üç kapı
üç kilit” sloganına kilitlenmiş, karşı taraftan bu doğrultuda
bir işaret alınamasa da eylem bu rota üzerinden seyretmektedir.
Biz, bugün itibarıyla, devam etmekte olan Ölüm Orucu
konusunda uzun boylu bir tartışma yapmak niyetinde değiliz.
Bu sayımızın sayfalarında, genel olarak süreçle ilgili
düşüncelerimiz ve direniş üzerine yaptığımız öneri yer
alıyor. Bu yazıları bir bütün olarak değerlendiren okur,
şüphesiz direnişin seyri ve bizim pozisyonumuz konusunda
belli bir fikir sahibi olacaktır. Esasen gelecekte de,
kimse bizden Türkiye solunun artık maalesef alıştığı
türden bir polemik düzeyi beklememelidir. Tarih gündelik
bir şey değildir, onun soğukkanlı ve acımasız aynası,
bir süre sonra olup bitenlerin içinden hamaseti ve boş
sözcük yığınlarını ayıklar, yalnızca çıplak gerçeği
ortada bırakır.
‹şin başındanberi bütün bir sürecin tek bir eylem biçimine
bağlanamayacağını, esasen doğru bir eylemin bile çeşitli
nedenlerle yıpranabileceğini söyledik. 2001 yılının
Ağustos sonunda önerimizi sunduğumuzda da en doğru perspektifi
keşfettiğimizi iddia etmedik; söylediğimiz şeyin özü,
bu konuda bir tartışma yapılarak bir çıkış yolu bulunabileceğiydi.
O günkü asıl kaygımız ise çözümsüz ve tekdüze yürütülen
sürecin yalnızca Ölüm Orucu eylemini değil, genel olarak
hapishane direnişini, bu direnişin kararlılık ve katılım
düzeyini de yıpratabileceği yönündeydi. Aradan geçen
zaman, bu kaygının çok da yersiz olmadığını gösterdi.
Aynı dönemde, bazı kesimlerde de “tek biçim üzerinden
gitmenin sakıncalarını” ima eden yazılara rastlanmakla
birlikte, sonuca yönelik bir adım atılamadı.
Şimdi, 2002’nin Mayıs ayındayız. Daha önce her ne yapmışsak
ve söylemişsek onun arkasındayız. Önerimiz ve yaklaşımımız
hâlâ geçerlidir. Biz, hapishanelerdeki devrimci direnişin
uzun soluklu ve zorlu bir süreç olacağını, bu süreçte
çeşitli taktik biçimlerin tartışılabileceğini söylemeye
devam ediyoruz. Özel olarak ne “üç kapı-üç kilit” önerisine
ne de gelişebilecek başka bir yaklaşıma soğuk bakmak
durumunda da değiliz; biz yalnızca bu sorunun artık
daha derin bir tartışmaya ihtiyacı olduğunu belirtiyoruz.
Hapishanelerdeki okurlarımız, bütün süreç boyunca olduğu
gibi, bundan sonra da devrimci kimliklerine uygun davranmaya
devam edecekler, genel direniş cephesinin güçlendirilmesi
için ellerinden geleni yapacaklardır.
Şüphesiz, devrimcilik, fedakârlık değildir. Direnişçi
tutum, bir devrimci için özel bir durum değildir. Bu
yüzden, bu tutumdan ötürü, kimseye özel olarak teşekkür
etmek gerekmiyor ve biz de insanlarımıza teşekkür etme
gereğini duymuyoruz. Ama onlar ve bütün süreç boyunca
dimdik ayakta durmasını bilen diğer bütün devrimcilerle
gurur duyma hakkına sahibiz. Direniş geleneği bu topraklarda
yerleşik bir olgudur; asla tükenmeyecektir.
Bugün, yarın ve daima...
Yaşasın hapishane direnişimiz!
Yaşasın devrimci direniş cephesi!
|