Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

Kalbimizi de Götürdün Giderken...

Alp Ata Akçayöz

Resimlerdeki kuşlar gibi
dizilip üstüne kumsalın
mendil sallamayın bana istemez....
Ben dostların gözünde kendimi
boylu boyunca görüyorum
A dostlar
a kavga dostu
a yoldaşlar a!!!
Tek hecesiz elveda..

Bazen, bir insanla karşılaştığınızda, ondan size doğru bir hava yayılır. Olgun ve dengeli bir adamla karşı karşıya olduğunuzu sezersiniz. Gülümsemesi size doğru uzanır, bütün varlığınızı içine alır.
Ata’dan söz ediyoruz...
19 Aralık katliamında Ümraniye’de katledilen Alp Ata Akçayöz yoldaştan söz ediyoruz.
Her gördüğü devrimciye “yoldaş” demeyi alışkanlık edinmiş olan o küçük çocuğun, Berfin’in babasından, Ata’dan söz ediyoruz.
Devrimciliğin ısrar ve inat anlamına geldiği günlerde yaşıyoruz. Ve bu günlerde Ata’dan söz etmek daha anlamlı oluyor.

***
Anmak, anılarla barışık olmalıdır...
“Cesur, fedakâr, özverili...” Böyle özellikleri var mıydı, ya da bunlardan hangisiydi bilmiyoruz. İnsandı, bunu biliyoruz. İnsan ve devrimciydi. Bu iki niteliğin başta sayılanlardan çok daha zor, çok daha önemli ve öncelikli olduğunun bilinciyle yaşıyordu.
Belki aynı zamanda cesur, fedakâr ve özverilidir. Ama, hepimiz gibi insandı Alp Ata Akçayöz. İnanın çok farklı acıları, kaygıları, çok farklı sevinç ve mutluluk gerekçeleri yoktu sizden. Yani sizin kadar cesur ve sizin kadar korkaktır. Sizin kadar fedakâr ve sizin kadar bencildir.
6 Şubat 1971’de Kars’ın merkeze bağlı Çamlık köyünde doğdu Ata...
80’li yılların ikinci yarısında, bulunduğu bölgede tanışır devrimci mücadeleyle. İlk örgütlülük pratiğine THKP-C Savaşçıları’yla girişir ve ilk mücadele deneyimlerini burada edinir.
Burada, bir konfeksiyon atölyesinde örgütlenme yürütürken tanıştığı işçi kıza aşık olur. Çok koşar o işçi kızın peşinden, sonunda kandırır. Ve işçi kız onun “nazlı yari”, “sultanı” olur.
THKP-C Savaşçıları süreci, sona erer. Aynı süreç, Ata için solun genel manzarasına ve tarihine vakıf olma fırsatı yaratmıştır. Kendisini “Mahirci” olarak tanımlamasına, yani politik kimlik edinmesine katkı sağlar. hareketimizle tanıştığında zaten “Mahirci”dir.
Bu sırada, İstanbul’un, solun ve ülkenin kültürel atmosferi de değişmektedir elbette. O’nun mücadeleyle tanıştığı dönem, cunta sonrasında biriken sessizliği kırma dinamizmiyle ve henüz mücadelenin güzellikleriyle simgeleniyordu. Coşku dolu gelişen bir dönemdi.
Sonra ülkenin ve dünyanın çehresinin değişmesi solda da kendine has bir biçim yarattı. Coşkun gelişim, yerini ciddi bir tıkanmaya bıraktı. O günleri hareketimiz içinde yaşadı Ata.

***
Gerçek bir devrimcinin zihnini ve ufkunu taşıyordu Ata... Onunla Paul Feyerabend’i ya da yeni jenerasyon devrimci gençliği pek ilgilendirmediği düşünülen cinsel kimlikler sorununu tartışabilirdiniz. Fikirleri vardı ve bunlar ezberlenmiş, hatmedilmiş değil, eleştirel yargılardan geçmiş, sabit olmayan şeylerdi.
Gerek genel durumun, gerekse bulunduğu bölgenin yaşadığı sorunlardan dolayı oldukça yıpranır. Ve bir süreliğine hareketle bağları kopar. Ama bekler. Hareket “gönlündeki” yerini korur.
Geçen zaman zarfında evlemesinin ve bir bakkal dükkanı açmasının yanısıra en önemli gelişme, Anna Didar Berfin’in doğmasıdır. Anna’yı Barbara Kistler’den, Didar’ı Didar Şensoy’dan alır.
Hepimizin “bir şeyler yapmak” dediği şey, O’nda devrimcilere yardımcı olmak, onlara kapısını açmaktır. Başka bir kültür ve başka bir çizgi söz konusudur. Yani “gönlündeki” hareket değildir söz konusu olan. Ama elinden geleni ortaya koyar, hiçbir olanağını esirgemez. Bir operasyonda gözaltına alınır ve sonra cezaevi.....

***
Ümraniye Cezaevi’nde, “gönlündeki” hareketle yeniden ilişki yakalar. Devrimci hareketin koğuşunun günaşırı ziyaretçisidir artık. Kısa bir süre sonra tahliye beklendiği için ve cezaevine özgü bir dizi koşuldan dolayı koğuşunu değiştirmez. Nitekim, kısa bir süre sonra tahliye olur. Ama kaldığı süre zarfında, oradaki deyimle, “cezaevinin gülü” olur. On parmağındaki on marifetle, sosyalitesiyle, gülümsemesiyle ve hatta sevimliliğini pekiştiren şişmanlığıyla, herkesin sempatisini ve sevgisini kazanır.
Çıktığı süreç, hareket için de ciddi bir dönemeçtir. Dağınık güçlerin toparlanması ve kan kaybının önlenmesi yönünde adımlar için çaba sarfedilmektedir. Ata, çıktığı günden itibaren, yeniden hareketimizin bir insanıdır.
Ancak kısa süre sonra, aynı operasyonun devamı olarak yeniden gözaltına alınır. Yeniden cezaevi süreci başlar. Bu sefer ölüm oruçları gündemdedir ve Ata, ÖO sürecinde yoldaşlarının yanına geçme girişiminde bulunmayacağını, bunun yanlış yorumlanabileceğini ifade eder. Ve operasyon başladığında iki ayrı kişiyle haber gönderir yoldaşlarına; “eğer şehit düşersem, hareketimizin insanı olarak şehit düşeceğim...”
***
Parça parça bilgiler birleştikçe ölümü de netleşmeye başlıyor. Şimdilik netleşen şey, operasyon bittiğinde sağ olduğu ve çıkışta tarandığı yönündedir. DHKP-C davası tutuklusu Ümit İlter’in anlatımına göre Ata, operasyonun bitiminde itfaiye merdiveninden inerken taranmıştır.
Akrabası olan DHKP-C davası tutuklusu Hakan’ın anlatımına göre ise, operasyon bitiminde, dışarıya çıkış başlarken sağdır.
Çıkışa iki metre kala gaz bombaları atılınca Ata’yı gözden kaybettiğini söyleyen Hakan, daha sonra dışarıya çıktığında Ata’yı yerde yatarken gördüğünü söylemektedir.
Sonuçta, içerde hafif bir yarası olduğu ama esas olarak çıkışta kurşunlandığı netleşiyor. Sırt, kasık ve kafasından üç G-3 mermisiyle vurulduğu artık otopsi raporlarıyla sabit durumda.. Otopsi raporu ve dava belgelerine “gizlilik” kararı konulması da ölümüyle ilgili ilginç gelişmelerden biridir. Zaten otopsi de teşhisten önce yapılmıştır.
Ayrıca Ata’nın Haydarpaşa Numune’ye henüz sağken getirildiği ve orada öldüğü de söylenmektedir. Oysa iki gün boyunca Ata, Numune’nin yaralı listelerinde hiç yoktur.

***
Ata’nın cenazesi yoldaşları tarafından sahiplenildi. 25 Aralık’ta Adli Tıp Morgu’ndan alınarak Büyükbakkalköy mezarlığına götürüldü.
Burada, çiçeklerle ve kızıl bayrakla süslenen Ata’nın mezarı başında saygı duruşu yapıldı ve sloganlar atıldı. Barikat imzalı “Özgürlük Hücrelere Sığmaz” pankartı da Ata’nın mezarına örtüldü.

***
Anmak, anılarla barışık olmaktır...
Ata’yı anarken, “devlet bizi canevimizden vurmayı başardı” diyesimiz geliyor.
Gerçekten canımızı yakmayı başardı devlet. Bunun tek nedeni, Ata’nın aynı zamanda hepimiz için bir dost olması, bir moral kaynağı olması değil. Daha önemli bir sebebi vardır bunun. Ata, yaşanan süreci idrak edebilen sayılı insanlar arasındadır. Yeni dönemin devrimciliğine ilişkin önemli öngörüleri vardır. Ve biz, onun bunu pratiğinde simgeleştirmesine tanık olamayacağız. Devlet bu yüzden canımızı yakmayı başarmıştır aslında.




 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul