Ukrayna Savaşının Gösterdikleri – Nabi Kımran (Alınteri)

Komünistler emperyalist taraflardan birinin kurşun askeri değil, kaybedenlerin aklı, vicdanı, iradesi olabilir ancak; tersi etkisizliğin ötesinde politik-ahlaki intihardır çünkü.

Savaş Ukrayna’da top gülleleriyle, dünya çapında ise propaganda salvolarıyla sürüyor. Ukrayna halkının kulaklarının neden sağır olduğu belli; cephe hattı dışında kalan dünyada ise propaganda kakafonisi kulakları sağır ediyor, aklı, vicdanı rehin alıyor. Verili hegemonik haliyle propagandanın gerçeklerle alakası pek yok. Gerçekliğin sınırlı bazı görünümlerini kanırtarak öne çıkaran, bando mızıka köpürten bu illüzyon sanatı, milyarlarca dünyalıyı histeriye sürüklüyor, cephede savaşan orduların fanatik taraftarları olarak saflaştırıyor.

Bu savaş, zayıf ve saldırgan Rusya emperyalizmi ile güçlü (ve defansif görünmeyi ustalıkla başaran) ABD-NATO emperyalist kampının Ukrayna toprakları üzerinde icra eylediği bir emperyalist paylaşım savaşıdır. Zelenski ve faşistler başta olmak üzere etrafında kümelenen çeşitli meşrepten batı emperyalizmi işbirlikçisi burjuva klikler (ki, pekala Rusya işbirlikçisi de olabilirlerdi, bu onların sınıfsal/politik karakterlerinde esasa dair bir fark yaratmaz); kendi dar sınıfsal çıkarları uğruna 45 milyonluk bir halkı ateşe attılar, ülkelerini emperyalist fillerin tepişme sahasına çevirdiler. Putin Rusya’sının emperyalist, saldırgan ve işgalci olduğu açıktır; buna mukabil Zelenski (ve etrafındaki faşistler) Ukrayna halkının ulusal kurtuluş mücadelesinin önderi değil, Ukrayna’yı ateşe atan bir maceracıdır. ABD-NATO kampı “batının demokratik değerleri adına Ukrayna halkının yanında duran özgürlükçü bir güç” değil, savaşı adım adım provoke eden ve koca Ukrayna’yı Rusya’yı hırpalayıp güçten düşürmek için yem olarak kullanan dünyanın en büyük, en tehlikeli emperyalist egemenlik blokudur, savaş kundakçısıdır. Bu savaşın kaybedeni Ukrayna halkı başta olmak üzere dünya halklarıdır. Ukrayna halkının kaybettikleri açıktır; bombalanan kentler, açlık, işgalcinin çizmesi, göç yollarında perişan olan kadınlar, çocuklar… Öte yandan petrol ve doğalgaz fiyatlarındaki yükseliş Avrupa’nın nispeten güvenli işçi sınıflarının dahi hayat seviyesini geriye çekmeye başladı, dünyanın geri kalanını varın siz düşünün. Buğday tedarikini Rusya ve Ukrayna’dan yapan Mısır başta olmak üzere Kuzey Afrika’da yeni açlık isyanları beklentisi şimdiden dillendiriliyor. Türkiye’de yeni evlilere “Ayçiçek yağı takıldığı” mizah konusu… Ve orta vadeli etkileri bir süre sonra görülmeye başlanacak olan asıl tehdit şudur: Faşizm, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, savaş histerisi kara bir yağ lekesi gibi yayılıyor haritalar üzerinde…

Kimin kaybettiği açık ve komünistler, emperyalist taraflardan birinin kurşun askeri değil, kaybedenlerin aklı, vicdanı, iradesi olabilir ancak; tersi etkisizliğin ötesinde politik-ahlaki intihardır çünkü.

Tarafımız bellidir ve gözümüze tutulan farlardan kurtulup durumu ezilenlerin gözüyle görmek, “anın” ötesine geçen bir perspektifle irdelemekle yükümlüyüz.

İşler nasıl buraya geldi, savaşan tarafların karakteri, politikaları vb. üzerinden devam edelim.

ABD emperyalizminin dünya egemenliği stratejisi

Zbigniew Brezinski, ABD başkanı Carter’ın ulusal güvenlik danışmanıdır. Huntington ile ortak raporlar hazırladı, Madeleine Albright, Condolezza Rice gibi Amerikan siyasetinin ünlü simalarını yetiştirdi. 1991’de SSCB’nin yıkılmasının ardından Brezinski, tek süper güç olarak kalan Amerikan emperyalizminin dünya egemenliği stratejisini Büyük Satranç Tahtası kitabında dillendirdi. İç içe geçmiş, karmaşık ama tutarlı bir bütünlük arz eden bu strateji, 1990’lardan 2020’lere uzanan süreçte, ileri-geri çeşitli manevralarla, esneme ve tadilatlarla ve fakat ana doğrultularına şaşmaz bir bağlılıkla uygulanmıştır, uygulanmaktadır. Konumuz bakımından iki önemli ayağı var bu stratejinin.

1- Rakip bir emperyalist gücün ortaya çıkmasını engelleme. 1991’de yenilmiş olmasına rağmen SSCB’nin ardılı Rusya, ordusu, nükleer kapasitesi, petrol ve doğal gaz gibi kaynaklarıyla daha o günden potansiyel bir rakip adayıdır. Ve Çin 1990’ların başında dahi ekonomik bir dev olmaya doğru ilerliyordu. Rusya ve Çin arasındaki muhtemel ittifak ABD egemenliğine kafa tutabilirdi, stratejinin birinci hedefi kendiliğinden belirginleşiyordu: Rusya-Çin ittifakını engellemek ve Asya kıtasının ana topraklarına yayılan bu ülkeleri doğudan, batıdan ve güneyden kuşatmak. Pasifik cephesi henüz pek gündeme gelmiyor ama Çin, doğusundan Japonya, Güney Kore ve Avusturalya tarafından çoktan paranteze alınmış durumda ve Tayvan (Formoza Adası) meselesi istendiği zaman kanatılabilecek bir provokasyon sahası olarak duruyor. (Trump iktidarı sürseydi muhtemelen bugün Tayvan meselesi, Uygurlara yapılan insan hakları ihlalleri gibi konularla yatıp-kalkıyor olacaktık.)

Asya’nın merkezi ve batısındaki Rusya’yı batıdan ve güneyinden kuşatma yönelimi ise kanlı savaşlarla sonuçlandı: Afganistan’da bitmeyen savaşlar silsilesi, İran’a ambargo ve savaş tehdidi, Irak’ın işgali, Suriye, Yemen ve Libya’nın paramparça edilmesi, Filistin’in durmadan kanaması, milyonlarca ölü, yok edilen ülkeler; Rusya’nın etki sahasına (da) açık göreli bir bağımsızlık çizgisinde duran bu ülkeler “medeni batı alemine” böyle “entegre” edildiler. Keza Gürcistan-Osetya, Çeçenistan, Azeri-Ermeni çatışmaları gibi tüm meseleler, tarafların haklılığı-haksızlığı bir yana, Rusya’yı zayıflatma/kuşatma görüş açısıyla değerlendirildi ABD tarafından. Hedeflenen bir taşla birçok kuştu: Bu ülkelerin tüm zenginlik ve kaynaklarının kapitalist dünya sistemine açılması ve muhtemel rakiplerin (Rusya-Çin) etkilerinin sınırlanmasının ötesinde, Asya’nın güneyinden kuşatılmaları.

Batı’dan kuşatmaya gelince. Bugün aklı başında herkesin sorması gereken ilk soru şudur: Kuruluş gerekçesi SSCB-Varşova Paktı ortadan kalktığı halde NATO’nun sürdürülme nedeni nedir? Terörizmle mücadele! Demek ki Bulgaristan, Romanya, Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti ağır bir “İslami terör” tehdidi altındaydı ve bu yüzden -lağvedilmek ne kelime- NATO mecburen bu ülkelere doğru genişledi! Yerseniz. Tabii yemek isteyen yiyor, o ayrı. Bu arada “komünist totalitarizmden” kurtarılıp “hür dünyaya” kazanılan ülkeler arasında olan Yugoslavya kanlı bir iç savaşla parçalanmış, pek sevilen tabirle “Avrupa’nın göbeğindeki” Belgrad hava bombardımanıyla yıkılmış ne gam, hür dünyaya iltihakın o kadarcık bedeli olacak, değil mi? Elbette stratejinin bu ayağı da salt çevrelemeyi değil, düpedüz batı kapitalist-emperyalizminin nüfuz alanlarını genişletme ve dünyanın yeniden paylaşılması çoklu-hedeflerini gözetir.

2- Stratejinin ikinci ana kolonu ise, eski emperyalist hiyerarşinin korunmasıdır. Bunun anlamı şudur: Avrupa’nın emperyalist ülkeleri, soğuk savaş döneminde -mecburen- katlandıkları ABD hegemonyası altında ikincil emperyalist odaklar olarak kalmayı sürdürecekler mi, yoksa merkezkaç eğilimler uç mu verecek? Bu sorunun yanıtı ABD’nin dünya egemenliği stratejinin kilit meselelerinden biridir. Bu yapının korunup korunamaması, küresel plandaki dinamik güç ilişkilerinin seyrini alt üst etme kapasitesine sahiptir. O halde ne yapıp etmeli, soğuk savaş döneminin emperyalist hiyerarşisi sürdürülmelidir. NATO’nun dağıtılmamasının ve uyduruk gerekçelerle sürdürülmesinin en önemli nedeni budur. Eh, şimdi Rusya şahsında bir düşman da bulduklarına göre, biraz rahatlamış sayılabilirler.

Ukrayna savaşının küresel-tarihsel anlamına gelince: Avrupa’nın doğusundan Kuzey Afrika, Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya’ya uzanan bölgesel savaşlar -pek sevilen tabirle “vekalet savaşları”- silsilesi mantıksal sonuçlarına doğru ilerliyor ve ilk kez ana aktörler bu derecede tehlikeli biçimde karşı karşıya geliyorlar…

Ukrayna savaşı öngününde/esnasında batı cephesi manzarası genel hatlarıyla böyledir, gelelim doğu cephesine.

Dirilen Rus emperyalizmi

SSCB sosyalist bir ülke miydi, ayakta durabilir miydi meseleleri bir yana; 1991’deki çöküş, Rusya ve tüm Sovyet ülkeleri için felaketle sonuçlandı. 1991- 2000 dönemi tek bir sözcükle özetlenebilir: yağma! Rusya’ya “demokrasi” getiren batılı kapitalist-emperyalistler, işbirlikçileri ayyaş Yeltsin ve etrafındaki klikle birlikte Rusya’yı talan ettiler, iliğini kemiğini kuruttular. Bir rubleye fabrikalar satıldı. Makineler hurdacılara peşkeş çekildi. Silah depoları soyulup kaçakçılara pazarlandı. Sovyet yurttaşının saygınlığı ayaklar altına alındı, insanlar namerde muhtaç hale geldi. Mafya ve oligarklar türedi. Nazi sürülerine karşı direnişin sembolü olarak adına şiirler yazılan Nataşa, fuhuşu çağrıştıran bir alayla anılmaya başlandı. Burjuva Rusya, kısa sürede paryalaşmanın sınırına dayandı…

Lenin, Almanya’yı köleleştiren Versay Barışı’na karşı çıkmış, “daha büyük bir savaşın anası olacak barış” olarak nitelemişti bu acımasız sözleşmeyi. Dediği çıktı. Savaş yıkımı, ultra enflasyon, işsizlik ve politik istikrarsızlık girdabına sürüklenen Almanya’da, komünistlerin devrime yürüyememesinin kefareti faşistlerin iktidara gelmesi oldu. I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Almanya’ya galiplerin dayattığı köleleştirici Versay Barışı, faşistleri iktidara taşıyan en önemli istismar konusuydu demek yanlış olmaz. Ve derin bir rövanşizm tutkusu, II. Dünya Savaşı’nın önemli nedenleri arasındadır. 70 yıllık Sovyet parantezinden “kurtulan” ve Putin’in şahsında 21. yüzyılın modern Çarlığı olarak zuhur etme temayülüne giren Rusya’nın ne olduğu, ne yapmak istediği 1991-2000 travması gözardı edilerek anlaşılamaz. Yeltsin, Rusya’da Weimar dönemi dağılma ve çöküşünü temsil eder; Putin ise çözülüşü demir yumrukla sonlandıran -Hitler değilse eğer- modern Çar’ı. Weimar Almanya’sında komünistlerin şansı vardı, değerlendiremediler. Sovyet halklarının terkedilmiş bir bebek gibi “cami avlusuna bıraktığı” komünizmin, kısa aralıkta bir tür “devrimci reenkarnasyon” yaşaması ise imkansızdı. Tek olası seçenek dağılmayı temsil eden burjuva kliğin karşısına “güçlü Rusya” iddiasıyla çıkan bir burjuva klik olabilirdi, öyle de oldu: Putin, yağmaya çaresizce katlanan Rusya’nın değil, emperyalist Rusya’nın temsilcisidir.

Rusya’nın gücü, imkanları ve tarihsel gelenekleriyle bağlı bir emperyalist güç olma yönelimiyle toparlanıp ayağa kalkan Putin Rusya’sı, içte ve dışta etkinliğini artırdı. Kronolojiyi gözetmeksizin  kuşbakışı göz attığımız manzara şöyledir: Bağımsız Devletler Topluluğu çatısı altında nispeten gevşek ama Rusya’nın hegemonyasında birlik sağlandı. Gürcistan’ın NATO’ya üyelik hevesi tankla ezildi, Güney Osetya’nın Rusya’ya katılımının önü açıldı. Ukrayna-Timeşenko, Gürcistan-Saakaşvili “turuncu devrimlerinin” engellenmesine katkı sundu Rusya, keza Belarus’daki son karışıklıklara da bir şekilde müdahil oldu. Kazakistan’ın çürümüş yönetimi zora düştüğünde, -birkaç ay önceki olaylar hatırlansın- Rusya’nın kapısını çaldı. Son Azeri-Ermeni çatışması da, Putin’in dizi dibine oturan Paşinyan ve Aliyev’e dikte edilen garantörlük anlaşmasıyla sonuçlandı. Çeçenistan’ın bağımsızlık talebi kanla ezildi ve kukla bir rejim işbaşına getirildi. Kırım işgal ve ilhak edildi. Şanghay İşbirliği Anlaşması’yla Çin ve Hindistan gibi Asya’nın en büyük ülkeleriyle ittifakın önü açıldı. Çarpıcı dönüşü ise Suriye’de, ardından da Libya’da oldu: artık sınırlarının ötesinde, Ortadoğu sahasında da varım diyordu Rusya.

Tüm bu gidişatın nirengi noktası, 10 Şubat 2007’de, Münih’te toplanan NATO Güvenlik Konferansı’nda işaretlendi. Tarihe “Münih Konuşması” olarak geçen söylevinde Putin, tek cümleyle özetlenebilecek bir şey söyledi: “Tek kutuplu dünyaya son!” Bu konuşmaya gelen süreçte içte toparlanmış, özgüven kazanmıştı Rusya; bunun dıştaki yansıması ise, Yeltsin dağınıklığı/çöküşü değil çapıyla mütenasip bir emperyalist güç olarak dünya siyasetine dönüş oldu.

Yakın dönemde bir dünya savaşı beklenebilir mi?

Emperyalistlerin sağı solu belli olmaz ama, beklenemez. Zelenski’nin, “hava sahasını kapatın” çağrısına Biden’in verdiği net “hayır” yanıtı, anlamayanlar için tekrarladığı “NATO Rusya ile savaşmayacaktır” sözleri, Ukrayna bağlamında bir dünya savaşı yaşanmayacağının resmi ilanıdır. Ukrayna ordusuna sağladıkları silah, mühimmat, istihbarat, eğitim, neo-nazi gönüllülere teşvik ve geçiş kolaylığı, Rus olan her şeyi imha etme ruhuyla kararmış ırkçı-faşist propaganda desteği, mali, diplomatik ve politik destek ve Rusya’ya uyguladıkları tarihte eşine az rastlanır ekonomik-mali ambargo ile gırtlaklarına kadar savaşın içindeler; ama Rusya ile açık askeri çatışmaya girmeyecekler. Konumlanışları ve kullandıkları “enstrümanlar”, Ukrayna savaşındaki hedeflerini de ortaya koyuyor: Ukrayna’nın yerle bir olmasını zerrece umursamaksızın Rusya’yı Ukrayna bataklığına gömmek, dalını budağını kırmak, “çizmeyi aşmaya” başlayan emperyalist yönelimlerini terbiye etmek, iddiasız, vasat ve “batı ile uyumlu” ikincil bir devlete dönüştürmek. Ki, bu politikanın başarısı, ekonomik gücünü Rusya’nın askeri gücüyle birleştirdiğinde Amerikan egemenliğine başarıyla kafa tutabilecek olan Çin’in daha şimdiden kontrol altına alınması olacaktır; Amerikan emperyalizminin Ukrayna savaşından muradı bunlardır.

Buraya nasıl gelindi?

Amerikan emperyalizmine göre, Rusya çizmeyi nerede aştı; başlıktaki sorunun yanıtı bu soruda gizlidir. Gürcistan, Çeçenistan, Azeri-Ermeni savaşlarındaki rolü, Kazakistan ve hatta Kırım’ın ilhakına Batı pek de ses etmedi. Yani Rusya’nın geleneksel nüfuz sahasındaki faaliyetleri tolere edilebilirdi. Muhtemeldir ki, Rusya çizmeyi Suriye ve Libya’da aştı. Rusya’nın Ortadoğuya inmesi, salt bu ülkelerde ABD ile rekabet dinamiği olarak kalmadı, başkaca merkezkaç eğilimleri de tetikledi. Libya’yı bilemeyiz, fakat Suriye’de Rusya katlanılabilir bir rakipti, ki ABD ve Rus birlikleri nüfuz sahalarına “saygılı” davrandılar, yer yer davranışlarını koordine de ettiler. Fakat bir kez cin şişeden çıktığında pek “koordinasyona” falan gelmiyor. Türkiye’nin S-400 alımından tutun İsrail’in ve ABD’nin sadık müttefiki pek çok Arap rejiminin dahi Rusya ile ilişkilerini geliştirmeye başlaması, dahası Macron’un, “NATO’nun beyin ölümünden” söz etmesi, Almanya’nın gaz ihtiyacının yüzde 50’ye yakınını Rusya’dan sağlaması ve inşasına başlanan Kuzey Akımı hattının bu bağımlılığı perçinleyecek olması, Çin’in “bir kuşak bir yol” projesine hız vermesi gibi etkenler, büyük olasılıkla  Putin Rusya’sının kaleminin kırılmasına yol açtı Washington’da. Trump, covid salgınını bile “Çin virüsü” diye nitelerken, Biden’in ilk sözünün “katil Putin” olması hiç de tesadüf değildir. Küresel çaptaki stratejik-politik yönelimlerin ötesinde, Biden’in oğlunun Ukrayna’daki akçeli işleri ve yönetim üzerindeki etkisi daha seçim kampanyası esnasında ortalığa saçılmıştı. (Batı kamuoyu, üniversitelerde Dostoyevski derslerini yasaklamakla başlayıp, bazı hastanelere Rus hasta kabul etmemeye uzanan “özgürlükçü isyan” histerisinden fırsat bulup bunlara bakamıyor tabii.) Ezcümle Biden’ın iktidara geldiği andan itibaren “yığınak” Ukrayna üzerine yapılmaya başlandı. Doğu Avrupa’daki NATO tatbikatları, Rusya’nın karşı tatbikatı ve sınıra asker yığınağı, “Rusya işgal etti-edecek” propagandasından, Zelenski’nin provokatif  söylemlerine uzanan çizgide adım adım Ukrayna’nın işgaline varıldı.

Putin’in gözünü kör eden emperyalist hırsları, ciddi hesap hatalarını da beraberinde getirerek bu savaşın başlamasına neden oldu. Putin Rusyası’nın, yukarıda sıralanan “başarılarından” başının döndüğü anlaşılıyor. Bırakalım eski Sovyet coğrafyasını, Suriye ve Libya’da dahi etkin bir şekilde sahaya dönmüştü Rusya. Dahası batı, Kırım’ın ilhakına dahi pek ses edememişti. Macron, NATO’nun beyin ölümünde söz ediyor, Almanya gazda bağımlı hale geliyor, Türkiye ile NATO arasına S-400 kaması sokulabiliyordu vs. “Kolay” bir işgal,  oldu bittiye getirip Ukrayna’yı mideye indirmenin ötesinde Avrupalı emperyalistlerin ve ABD periferisindeki pek çok ülkenin merkezkaç eğilimlerini derinleştirebilir ve Amerikan egemenliğine esaslı bir darbe vurulabilirdi. İşte bu, emperyalist Rusya’nın muhteşem dönüşü olur ve tek kutuplu dünyaya son verilirdi! Evdeki hesap buydu, çarşıda işler karıştı. Batılı propaganda makinesine bakarsak Putin’in işi bitti, ne murat ettiyse tam tersi oldu, batı kampını birbirine perçinledi vs. Putin’in Ukrayna’da çamura battığı aşikar, fakat batı propaganda makinesinin yaydığı “Alice harikalar diyarında” masalına kapılmak için biraz erken. Birleşmiş Milletler’deki Rusya’yı kınama oylamasında 35 ülke çekimser kaldı ve bu rakam dünya nüfusunun çoğunluğuna tekabül ediyor. Emperyalist-kapitalist dünyadaki çelişkiler yerli yerinde ve Ukrayna savaşının sağladığı konsensüsün sonsuza dek süreceğini kimse iddia edemez. Örneğin Almanya’nın 100 milyar dolarlık silahlanma bütçesini karar altına alması bir kenara not edilmelidir. Soru şudur: Yeterince silahlanmamış bir Almanya, savunmasında ABD-NATO korumasına muhtaç iken, tepeden tırnağa silahlı ve AB’nin lokomotifi olan bir Almanya aynı bağımlılığa mecbur mudur? Almanya’nın silahlanması NATO hesabına mı yazılır, yoksa ABD hegemonyasından koparak rakip emperyalist bir güç olarak temayüz etme olasılığına mı? Ezcümle bütün dinamikler yerli yerinde ve bugünkü “birlik” hiç de kalıcı değildir. Cin şişeden çıkmıştır ve dünya çapında süren yeniden paylaşım mücadelelerinin nereye varacağını bugünden kimse kestiremez.

Zelenski’nin rolü

Zelenski faşist değildir, fakat iktidara geldiği andan itibaren faşistlerle (Ukraynalı neo nazi gruplarla) işbirliğine yönelmiş, batılı devletler ve sermaye gruplarıyla, Ukrayna işçi-emekçilerinin çıkarları hilafına ve temsil ettiği dar burjuva klik adına iş tutmuştur. Tuttuğu yol ile Ukrayna’nın felakete sürüklenmesinde birinci dereceden pay sahibidir. Rolünü anlayabilmek için, bağımsız, demokratik Ukrayna simülasyonu üzerinden bakmak gerekiyor olaylara. Demokratik ve bağımsız bir Ukrayna batılı emperyalistlerle vassallığı kabullenen bir işbirliğine girmez, NATO’ya üye olmayacağını açıklıkla deklare eder, buna mukabil Rusya’dan saldırmazlık garantisi talep edebilirdi. Ukrayna’nın tamamında ve Donetz-Luhanks bölgelerindeki Rus ulusal azınlıkların haklarını tanır, gönüllü birliğin yolunu açardı; ki bu, salt Ukrayna’yı demokratikleştirmekle kalmaz, Rusya’nın emperyalist heveslerle bu sorunları kaşımasına da set çekerdi. Bağımsız, demokratik, saygın, halkının çıkarlarını esas alan bir Ukrayna son derece güvenli de bir ülke olabilirdi. Elbette ki -sosyalist olmasa bile- asgarisinden halkçı bir rejim böylesi bir iktisadi-politik yönelime girebilir. Emperyalistlerle işbirliği halinde ülkesini yağmalayarak/yağmalatarak dar/bencil çıkarlarını gerçekleştiren bir sınıf/rejim ise, dünyanın her yerinde  halkını yoksulluk, sömürü, baskı ve askeri maceralara sürükler; Ukrayna’da olan da budur. 30 yıllık (sözde ve göreli) “bağımsızlık” süreci Ukrayna’ya sanayinin ve ekonominin çöküşü, Ukraynalı oligarklar ve batı sermayesi eliyle ülkenin yağmalanması, mafya, fuhuş, uyuşturucu ve insan kaçakçılığının önemli merkezlerinden birine dönüşme, ulusal baskı ve çatışmalar, neo nazilerin cirit atması gibi “demokratik” kazanımlar getirdi. Ukrayna son otuz yılda dünyanın nüfusu en çok azalan ülkelerinin başında geliyor. İnsanlar ya ülkelerini terk ediyorlar ya da çocuk yapmayacak kadar umutsuzlar. Ülkesinin yıkımı pahasına yükünü tutan burjuva klikler ya da rejim gerçekliği, örneğin Türkiyelilerin hiç duymadığı, rastlamadığı bir şey midir?

5 Eylül 2014’te imzalanan Minsk Anlaşmasını uygulama vaadiyle iktidara gelen Zelenski, neden bu anlaşmayı uygulamak yerine, neo nazilerle iş tutarak Donetsk-Luhanks bölgelerindeki Rus azınlığa savaş açtı ve 14 bin insanın ölümüne sebep oldu? Soruyu şöyle de sorabiliriz: Tayyip Erdoğan 2015’te müzakere masasını devirerek neden binlerce insanın ölümüne yol açan çatışma sürecini yeniden başlatmıştır ve bu halkların yararına mıdır? Bu tür savaşların sürmesinden kim yararlanır, kim zarar görür? Putin’in hayat öpücüğü ile Zelenski ve neo naziler bugün Ukrayna’nın “ulusal kahramanları” katına yükseldiler. Peki savaşın hemen öngününde durum böyle miydi? Yanıtı biz değil, Amerikan Askeri Akademisinde ders veren akademisyen-yazar Ömer Taşpınar versin: Ruşen Çakır’ın Gönül Tol ve Taşpınar ile yaptığı programda, Taşpınar, Zelenski’nin kamuoyu desteğinin savaş öncesinde yüzde 26’lar seviyesinde olduğunu söylüyor; düne kadar Zelenski’nin Ukrayna halkını temsiliyet düzeyi bu kadardı. Dünyanın hiçbir yerinde burjuvazi ulusal çıkar, halkının özgürlüğü ve mutluluğu, ülkesinin bağımsızlığı, komşularıyla karşılıklı saygıya dayanan ilişkiler içinde olmaz, hatta olamaz. Dar ve bencil sınıfsal çıkarları onu durmaksızın ya da eninde sonunda yağmaya, tahakküme, zulüm ve ulusal baskıya sürükler; Zelenskiler, sınıflarının karakteri ve kaderiyle damgalıdırlar.

Putin Ukrayna’yı işgalinde haklı mıdır?

Tepeden tırnağa haksızdır ve en az batılı emperyalistler kadar sinsi ve hilekardır. İki dünya savaşında ve her ikisi de batıdan gelen saldırı dalgalarında on milyonlarca yurttaşını yitiren bir ülke ve halkın -üstelik de ABD gibi sicili bozuk bir haydut tarafından propaganda seviyesinde dahi olsa tehdit ediliyorken- güvenlik endişesi duymaması mümkün müdür? Değildir. Peki bu işgal, yakın ve açık bir tehdit nedeniyle mi gerçekleşmiştir? Putin’in propaganda makinesinin -tıpkı batılılar gibi ve onların tersine- yaratmaya çalıştığı illüzyona rağmen, işgali haklı çıkaracak somut bir gelişme yoktur ortada. NATO’nun Ukrayna ile üyelik müzakerelerine başlaması ya da aynı anlama gelmek üzere ABD’nin ikili anlaşmalar yoluyla Ukrayna topraklarına ağır silahlar ve asker konuşlandırması aktüel bir konu olsaydı, Rusya haklı olurdu. Ancak böylesi bir gelişme zaten daha ilk adımda Ukrayna-Rusya çatışması olmaktan çıkar, III. Dünya Savaşı’nın fitilini ateşlerdi. NATO ve Ukrayna’nın karşılıklı bir anlaşma ya da açık bir deklarasyonla Rusya’ya, “Ukrayna’nın NATO’ya katılmayacağı/kabul edilmeyeceği” güvencesini vermemesi her iki tarafın da kendi emperyalist manevraları için geniş ve aldatıcı bir alan açtı. ABD-NATO ve Ukrayna, böyle bir güvence vermeyerek Rusya’yı sürekli bir gerilim içinde tutmayı gözetirken Rusya aynı meseleyi yakın bir ABD-NATO saldırısının işareti gibi sunarak Ukrayna’yı işgalinin meşrulaştırıcı gerekçesi olarak değerlendirdi.

Bir ülkenin askeri eylemini anlayabilmek için onun izlediği (ve askeri eylemine de yön veren) politikasına-hedeflerine bakmak gerekiyor. Rusya’nın, rakibi ABD’ye göre zayıf, fakat tartışmasız olarak emperyalist yönelim ve politikalarının adım adım nasıl şekillendiğini göstermeye çalıştık bu yazıda. Ukrayna işgalinin bu politikadan azade olmasını gerektirecek mucizevi bir farklılaşma var mıdır verili tabloda? Yoktur. Analizimizin asıl dayanağı bu zemin ve gidişattır. Aslına bakılırsa Putin analiz zahmetinden de kurtardı insanları. Savaşa beş kala yaptığı manifesto niteliğindeki konuşmada, Ukrayna’nın bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkması “belasını” Lenin’in Rusya’nın başına açtığını söyledi; hatta, “Ukrayna ulusunun karlı ovalarda kart kurt diye gezen Rusların bir türü olduğu” anlamına gelebilecek “tezlere” kadar vardırdı konuşmasını. Bu politik deklarasyondan sonra hikayenin kurtla kuzu meseline evrilmesine kim engel olabilir? “Suyumu bulandırıyorsun, seni yiyeceğim” der kurt; “fakat ben ırmağın aşağısındayım, nasıl suyunu bulandırırım” der kuzu. “Ben seni yemeye karar verdikten sonra” der kurt, “ırmağı terine akıtırım, ne gam!” Evet, Zelenski çakalı batılı ağababalarıyla birlikte ırmağı bulandırmaya teşebbüs ediyordu. Fakat kurt, emperyalist yayılmacılık politikası tarafından kamçılanmasaydı, ırmağın suyunun henüz içilemeyecek kadar bulanmadığını görür ve suyun gerçekten bulandığı güne kadar metanet ve kararlılıkla beklerdi. Bu savaş emperyalist bir paylaşım savaşıdır. Zayıf emperyalist gücün erken hevesler, yanlış hesaplarla giriştiği, güçlü olanların ise Ukrayna’nın yıkımı pahasına rakibinin burnunu sürtmeye çalıştığı bir savaştır. Putinler, Bidenlar, Zelenskiler haksız bir savaşın taraflarıdır. Haklı olan ve acı çeken Ukrayna halkıdır, dünya işçi, emekçi ve ezilenleridir.

Komünistlerin politikası ne olmalıdır?

Hükmü ne olacaktır endişesine aldırmadan öncelikle tutumumuzu netleştirmekle yükümlüyüz.

“Rusya Ukrayna’dan, ABD-NATO doğu Avrupa’dan defol!”, “Yaşasın bağımsız, demokratik, halkçı Ukrayna!”, “Ukrayna’daki tüm emperyalist sermaye yatırımları ve işbirlikçilerin servetleri kamulaştırılsın!”, “Faaliyetleri yasaklanan Komünist Parti’ye ve tüm demokratik güçlere söz, basın, gösteri ve örgütlenme özgürlüğü!”, “Neo Naziler ve tüm savaş suçluları yargılansın, Neo Nazi örgütlenmeler insanlığa karşı suç kapsamına alınarak dağıtılsın ve yasaklansın!”, “Ukrayna’daki tüm ulusal azınlıkların hakları ve eşit yurttaşlıkları anayasal güvence altına alınsın!”, “Donetsk-Luhanks ve Kırım’a kendi kaderlerini tayin hakkı”, “Özerklik ya da eşit yurttaşlık temelinde gönüllü birlik”, “Donetsk, Luhanks ve Kırım ayrılarak bağımsız kalma ya da Rusya’ya katılma yönünde irade beyanında bulunursa, bu bölgelerdeki Ukraynalı azınlığın hakları anayasal güvenceye alınsın”; Ukrayna savaşının/sorununun barışçıl, demokratik, halklar lehine ve insani bir çözüme kavuşması bu şiarlarda dile gelen taleplerin yaşam bulmasına bağlıdır.

Kapitalistlerin doymak bilmez kar hırsı, kapitalist-emperyalizmin güç, tahakküm, egemenlik, yayılma, halkları köleleştirme ve dünyayı yeniden paylaşmak için kendi aralarında tutuştukları kavgalar, Ukrayna savaşını ve tüm savaşları insanlığın başına musallat etmiştir, daha nicelerini de edecektir. Bir değil beş dünya olsa yine de onlara yetmeyecek, paylaşmak için yeniden ve yeniden savaşa tutuşacaklardır. Dünyaya kalıcı ve nihai barış ancak ve ancak kapitalist uygarlığın tarihe gömülmesiyle, sınıfsız, sömürüsüz, baskısız, devletsiz ve sınırsız komünist uygarlığın inşasıyla mümkündür. İnsanın insanı sömürüsüne ve bu temelin ürettiği tüm felaketlere son verildiğinde, savaşlar da tarihin acılı sayfaları arasına karışacaktır. Ukrayna savaşı bağlamında her türden aşağılık emperyalist heves ortalıkta fink atıyor ama komünistlerin, örneğin bu yazıda dile gelen talep ve perspektifleri akıl dışı ve ütopik görünüyor öyle mi!? Dünyanın tüm burjuvaları savaştan kendi kirli çıkarları adına yararlanmak için birbirlerini çiğnerken, komünistlere, “gücünüz yoksa söylediğiniz de anlamsızdır” deniyor öyle mi!? O halde insanlığın bu felaketlerden kurtulması için, bizzat dünyanın tüm burjuvalarının yarattığı bu krizden devrim ve sosyalizmi güçlendirme yönünde yararlanmak neden yanlış olsun? Krizi komünistler değil burjuvalar, emperyalistler yarattı ve kandan kar çıkarmaya çalışıyorlar. O halde onların yarattığı bu açmazdan eşitlik, özgürlük, devrim ve sosyalizm  için yararlanmak analarının ak sütü kadar helaldir komünistlere; ki savaşların sona ermesi de insanın ve doğanın kurtuluşu da komünistlerin etkili olup olamayacağına bağlıdır.

Devrim, sosyalizm, işçi sınıfı ve ezilenlerin kurtuluşu ile ilgilenenler, düşman güçlerin zayıflaması, parçalanması ve birbirlerine düşmesine ilgisiz kalamazlar. Mutlak ve hırpalanmamış güç, yenilmeze yakın bir güçtür. Amerika’nın dünya egemenliğinin şu veya bu nedenle, şurada veya burada şu veya bu sebeple sorgulanmaya başlanması, dünyanın tüm burjuvalarının birbirlerine düşmesi, “en alttakilerin” ayağa kalkması için bir imkandır. Bu kargaşayı emekçiler yaratmadılar ama bu kargaşadan ve sömürücü düşmanlarının kendi aralarındaki kavgalar nedeniyle zayıf düşmelerinden yararlanabilirler dünyanın sömürülenleri.

Tüm devrim ve kriz dönemleri/dinamiklerinin altında böylesi durumlar vardır. Paris Komünü Almanya ve Fransa egemenlerinin savaşa tutuşmaları sayesinde mümkün olabildi (Versay’daki burjuva hükümetin tutuklanmaması, merkez bankasına el konulmaması, devrimin kırsal bölgelere yayılması yönünde enerjik bir çabaya girilmemesi;  yani yarı yolda durulması sebebiyle yenilgiye uğradı). 1917 Ekim devrimi, Macar devrimi, Almanya’daki ve tüm Avrupa’daki devrimci durum da Birinci Dünya Savaşı’nın külleri arasından doğdu; çünkü egemenler kendi aralarındaki savaşlarla bu krizi yaratmakla kalmadılar, ezilenlerin isyanını bastıracak güçten de yoksun hale geldiler. II. Dünya Savaşı sonunda da aynı şey büyük oranda tekrarlandı. Fakat savaşlar kendi başına sömürülenleri iktidara taşımaz ya da savaş suçlusu burjuvazileri iktidardan düşürmez. Bunun için işçi sınıfı ve ezilenlerin iradesinin bağımsız devrimci, komünist örgütlenmelerle ete kemiğe bürünmesi gerekir. Bolşevikler, Menşevikler gibi burjuvazinin ve emperyalistlerin savaş arabasına koşulmayı reddettikleri için savaş yıkımından barış ve devrim çıkarmayı başardılar. Çin komünistleri zaman zaman Japon işgaline karşı burjuva Kuomintang ile ittifak yapsalar bile, nihai karar anı geldiğinde Kuomintang ile savaşabilecek ve iktidara yürüyebilecek bağımsız bir siyasi-örgütsel varlık olmaktan asla vazgeçmediler. Fransa Nazilerin işgaline uğradığında De Gaulle’e bağlı burjuva direniş hareketi silaha sarıldı, fakat 350 bin bağımsız partizan ve milisle direnişe başlayan Fransız komünistleri -zaman zaman dayanışma içinde olsalar da- De Gaulle’ün burjuva birlikleri içinde erimeyi asla kabul etmediler. Sorun böyle yapmalarında değil, davranışlarını mantıksal sonuçlarına dek götürerek iktidara yürümemelerindedir. Aynı şey Yunanistan ve İtalya için de geçerlidir. Ukraynalı komünistlerin ve özgürlük güçlerinin de işgale karşı silaha sarılma hakları vardır ve nihai hesaplaşmalarını salt Rusya işgaliyle değil, Amerikan işbirlikçisi Neo nazilerle ve Zelenskilerle de yapmaları kaçınılmazdır. Bunlar gerçekleşir veya gerçekleşmez; bugün olmazsa yarın farklı bağlam ve kılıklarla gündemleşecek olan güçler öbekleşmesinin yapısal karakterleri, Ukrayna’nın ve dünyanın tüm sömürülenlerinin kurtuluş perspektiflerinin ana çizgileri bu eksenlerde şekillenecektir.

Savaşlar, insanlığı yok edecek nükleer silahlanma çılgınlığı, pandemi, iklim krizi, derinleşen yoksulluk, işsizlik, ultra servetler ve açlık, kitlesel göçler, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, faşizm ve dinsel fanatizm; “komünizmden arındırılan” dünyanın tek  egemeni haline gelen kapitalist uygarlığın insanlığı getirdiği yer burasıdır!

Bize düşen, bu tablodan çıkan en gerçekçi sloganları haykırmaktır:

Tek yol devrim!

Tek yol komünizm!

Kaynak: Alınteri