Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
 
7 (68). Sayı
Arşiv
Makale Dizini



 

 
İletişim İçin:
emekveozgurluk09@gmail.com
avrupa.emekozgurluk@googlemail.com
www.eoc-avrupa.org
1 Mayıs Kızıldır!

       1 Mayıs İstanbul'da devlet terörüne karşı direnişin ve mücadelenin günü oldu. Taksim'i yasaklayarak sınıfı belleğinden koparmayı hedefleyen devlet, bir kez daha amacına ulaşamadı. Ne kapatılan yollar, ne de iptal edilen seferler, emekçilerin ve devrimcilerin iradesine engel olamadı. Yürüdük düşmanın üzerine. Biliyorduk düşmanın daha güçlü olduğunu. Ama Vietnamlılar da biliyordu ABD emperyalizminin daha güçlü olduğunu. Bu yüzden savaşmaktan vaz geçmediler ve kazandılar. Biz de vaz geçmiyoruz savaşmaktan. Ve mutlaka kazanacağız. Bedeli ne olursa olsun kimse bizi yolumuzdan döndüremez. Burada uzun uzun ne yapıp yapmadığımızı anlatmayacağız. Bunun yerine sadece fotoğraflarla yetineceğiz. Aşağıdaki linki tıklayarak diğer 1 Mayıs fotoğraflarına ulaşabilirsiniz.

1 Mayıs 2014 fotoğrafları için burayı tıklayınız

1 Mayıs'ta Taksim'deyiz!

       Yeryüzündeki tüm değerleri yaratan ve üreten emeklerimizin hakkı için, ürettiğimiz her şeye el koyanlardan hesap sormak için, biz olmazsak yaşayamazsınız demek için yine çıkacağız sokaklara meydanlara. Hiçbir yasak bizi durduramayacak. Önümüze çıkan her engeli söküp atacağız. Hiç bir güç, bizi 1 Mayıs'ta Taksim Meydanı'ndan alıkoyamayacak. Bu 1 Mayısta da Taksim'deyiz. Tüm Emek ve Özgürlük Cephelileri, 1 Mayıs günü saat 10:00'da Şişli'deki DİSK binası önüne çağırıyoruz.

Emek ve Özgürlük Cephesinin 1 Mayıs Bildirisini Okumak İçin Burayı Tıklayınız

Katledilişinin 33. Yılında Nurettin Yedigöl Anması Yapıldı

       Onlarca tanığa rağmen gözaltına alındığı Gayrettepe'deki 1.ci şube işkencehanelerinde katledildikten sonra bedeni "yok" edilen Nurettin Yedigöl Yoldaş, 20 Nisan 2014 Pazar günü Avcılar Kemal Bozan Kültür Merkezinde düzenlenen bir etkinlikle anıldı. Emek ve Özgürlük Cephesinin Yedigöl ailesiyle birlikte organize ettiği "33. Yılında Nurettin Yedigöl ve Kayıplar Mücadelesi" başlıklı etkinlik saat 15:00'te başladı.
       Devrimci sosyalist Nurettin Yedigöl 1981 12 Nisanında gözaltına alınarak Gayrettepe 1. şubede derileri yakılarak, yüzülerek, kafasına çakılan elektrodlardan elektrik verilerek katil devlet tarafından katledildi. Nurettin yoldaşa yapılan işkencelerin tanıkları olmasına rağmen gözaltına alındığı hiç kabul edilmedi. İsmini dahi söylemeyerek, faşizmin işkencehanesinde düşmana direndi ve katledildi...
        4.'sü gerçekleştirilen anma etkinliğinin bu yıl ki teması; 33. yılında Nurettin Yedigöl Ve Kayıplar Mücadelesi oldu.
        Etkinliğe başta yoldaşları, ailesi, Cumartesi ve 12 Eylül Anneleri olmak üzere İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon ile kayıp yakınları da katıldı.
        Selamlama ve saygı duruşu ile başlayan anma programı, Nurettin Yedigöl yoldaşın yaşamını, devrimci mücadelesini anlatan belgesel şeklinde hazırlanan 20 dakikalık sinevizyon gösterisi ile devam etti.
        Sinevizyon gösteriminin ardından ilk sözü Nurettin Yedigöl'ün avukatı Eren Keskin aldı, Eren Keskin konuşmasında kayıplar mücadelesine değinerek, hukuki süreç hakkında bilgi verdi.
        Av. Eren Keskin'in ardından Emek Ve Özgürlük Cephesi konuşmasında; "12 Eylül işkencecilerin o dönemde asıl amaçlarının devrimcileri yok etmek, katlederek halkların mücadelesini sindirmek olduğunu biliyoruz. Ezilenlerin başkaldırısından, egemenlerin sömürü ve zulüm düzenine karşı mücadeleden asıl korkanların onlar olduğunu biliyoruz. Sömürü düzenine karşı eşitlik, özgürlük, ve adalet için Gezi'de, Haziran Direnişinde, işçi direnişlerinde, öğrencilerin direnişinde Nurettin Yedigöl ve diğer toprağa düşen direnişçiler, özgürlük savaşçıları en öndeydiler ve hep önde olacaklar. 1 Mayıs'ı karşılamaya hazırlandığımız bugünlerde özgür bir ülke ve insanca yaşam için toprağa düşen bütün direnişçilere mücadelemiz selamımız olsun." dedi.
        Emek ve Özgürlük Cephesi’nden sonra söz alan Muzaffer Yedigöl konuşmasında ağabeyi Nurettin Yedigöl'ü 33 yıldır yılmadan aradıklarını ve bundan sonrada arayacaklarını, sorumlularının yargılanması için bu mücadeleden vazgeçmeyeceklerini söyleyerek, devrimci olan ağabeyi Nurettin Yedigöl'ün anısı önünde saygıyla eğildiğini söyledi.
        Yapılan bu konuşmaların ardından Kürtçe okuduğu şiir ile katılımcıları derinden etkileyen Keremo yer aldı.
        İHD İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon adına söz alan Maside Ocak; Cumartesi Annelerinin 19 yıldır sürdürdüğü mücadelenin önemine değindi.
        Maside Ocak'tan sonra 1995 yılında Avcılar'da gözaltına alınarak kaybedilen Fehmi Tosun'un kızı Besna Tosun; " ben sadece yaşadığım coğrafyanın acıları var sanıyordum, gördüm ki acılarımız aynıymış... ortakmış. Sadece babamın kemiklerini değil, ben 12 yaşındayken evimize gelen ve gözlerimin içine bakarak babamı alıp götüren o üç kişiyi istiyorum... benim onlarla karşılaşma cesaretim var, onlarında varsa karşıma çıksınlar, hesap versinler..." diyerek belki de günün en anlamlı, en gerçek ve en duygusal konuşmasını yaptı. Bu esnada insanlar gözyaşlarını tutamadı, salonda yoğun duygusal anlar yaşandı.
        Besna Tosun'un konuşmasından sonra Oğul'a Yazılmış şiir formunda mektubu Mine Nazari bizlerle paylaştı, analardan oğullara bir duygu seli oluştu, yüreklerden yüreklere aktı. Şiirin ardından tüm kayıplar anısına hazırladığımız cumartesi annelerinin fotoğraflarından oluşan kısa bir sinevizyon gösterimi daha yapıldı.
        Yine kendi yazdığı şiiri katılımcılarla paylaşan Burcu arkadaşımız yoğun beğeni aldı, renk kattı etkinliğimize.
        İHD İst. Şb. Başkanı Ümit Efe Nurettin Yedigöl'ün gördüğü işkencelerin tanığıydı aynı zamanda... Ümit Efe konuşmasında kayıplar mücadelesine değindi, " bu siyasal iktidar öyle hırsız ki sadece dünümüzü değil yarınımızı ve emeğimizi de çalıyor. Bu iktidar öyle zalim ki halka gaz fişekleriyle saldırıyor ve öldürüyor" diyerek devletin dün olduğu gibi bugünde katlettiğini, ödürdüğünü belirtti. Ardından yine Nurettin ile aynı şubede ve zamanda işkence gören bir yoldaşı söz alarak Nurettin'in devrimci mücadelesine bağlılığını ve bir devrimciye yakışır şeklide direnişini anlattı.
        Son olarak devrimci sanatçı dostumuz Pınar Aydınlar sahne alarak, tüm devrimcilerin mücadelesini selamladı, İbolar'dan Mahirler'den Deniz'lere bu devrimci mücadelenin sürdüğünü ve süreceğini söyleyerek türkülerini katılımcılarla birlikte seslendirdi.
        Programın bitişinde 1 Mayıs çağrısı yapıldı ve Devrimci Kurtuluş Marşıyla etkinlik sonlandırıldı.
        Ayrıca Ermeni soykırımının yıldönümü nedeniyle kaybedilen Ermeni'lerin fotoğraflarıyla özel bir köşe hazırlandı.
        Yine salonda 1978 yılında yine devlet tarafından işkence edilerek katledilen ve mezarı belli olmayan Fehmi Gökçek yoldaşımız için de bir köşe hazırlandı.
        Salonunun giriş kısmında Berfo ananın, kayıpların, cumartesi annelerinin fotoğraflarından oluşan, karanfi ve mumlarla hazırlanmış bir sergi de düzenlendi.
        Tüm dostlarımıza, katılımcılara, Cumartesi ve 12 Eylül annelerine, İHD İstanbul şubesine teşekkür ediyoruz.

       Nurettin Yedigöl Ölümsüzdür!
       Nurettin Yoldaş Onurumuzdur, unutmadık, unutmayacağız, katillerini affetmeyeceğiz!
       Nurettin yoldaş devrimci sosyalist mücadelemizde yaşıyor!

       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

       Etkinlikte çektiği fotoğrafları bizimle paylaşan Ömür Eğribel'e kattığı emekten dolayı teşekkür ediyoruz.

       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİNİN KONUŞMA METNİNİN TAMAMI;

       GÖZALTINDA KAYBEDİLİŞİNİN 33.YILINDA NURETTİN YEDİGÖL’Ü
ANIYORUZ

       “Ölü, yiğit, gölge ve buz ne varsa
       Tohuma dururlar yeniden
        Ve halk, toprağa gömülü
        Tohuma durur bir yerde
        Buğday nasıl filizini sürer de
        Çıkarsa toprağın üstüne
        Güzelim kırmızı elleriyle
        Sessizliği burgu gibi deler de
        Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde.”
                                                              P. Neruda

       Yıl 1981 12 Nisan… İstanbul’da İdealtepe’de karakol kurulmuş bir evde gözaltına alındı Nurettin Yedigöl. Ağır işkencelerden geçirildiğine dair tanıklıklar var. 1976-1977 yılları arasında İYÖD yönetiminde yer alan Nurettin Yoldaş, bir devrimci sosyalist olarak girdiği işkencehanede Muhammet olarak söylediği isminden hiç vazgeçmeden, son anına kadar direnerek ölümsüzleşti. 17 Nisan 1981’de 1.Şubede sorguda işkencedeki diğer devrimciler tarafından son defa görüldü. İşkencede direnişin simgelerinden biri olan Nurettin Yedigöl’ün gözaltına alınmasını ve gözaltında kaybedilmesini devletin kolluk kuvvetleri o günden bugüne reddettiler.
        O’nu şimdi ve sonsuza dek ailesi, Cumartesi Anneleri ve devrimci sosyalistler arıyor ve arayacak… Aslında 12 Eylül İşkencecileri ve katillerinin asıl amacının devrimcileri yok etmek , halkların mücadelesini sindirmek olduğunu biliyoruz. Ezilenlerin başkaldırısından, egemenlerin sömürü ve zulüm düzenine karşı mücadeleden asıl korkanların onlar olduğunu da biliyoruz.
        12 Eylül sürecinde devletin savcısı Nurettin Yoldaşın ailesine “Bizim elimizde de oğlunuz hakkında bir tutuklama kararı var ama bulamıyoruz” derken 33 yıl sonra bugün de evine seçmen kağıdı gönderildi. Nurettin’in ağabeyi, Cumartesi Annelerinin 470. kez bir araya geldiği eylemde soruyordu: “Bu nasıl devlet, bu nasıl insanlık, bu nasıl adalet?”
        Bu, Gezi- Haziran Direnişlerinde Berkin Elvan’ı, Ethem Sarısülük’ü, Abdullah Cömert’i, Ahmet Atakan’ı, Mehmet Ayvalıtaş’ı, Ali İsmail Korkmaz’ı, Hasan Ferit Gedik’i, Medeni Yıldırım’ı öldüren “adalet”…
        Egemenler bütün barbarlıklarına, gaddarlıklarına, akıl dışı ve insanlık dışı uygulamalarına karşın ezilen, sömürülen halkların, emekçilerin, işçilerin özgürlüğe kavuşmalarını engelleyemeyecekler.
Yolsuzluk, yoksulluk ve sömürü düzenine karşı eşitlik, özgürlük ve adalet için Gezi’de, Haziran Direnişi’nde, işçi direnişlerinde, öğrencilerin direnişlerinde Nurettin Yedigöl ve diğer toprağa düşen direnişçiler, özgürlük savaşçıları en öndeydiler ve hep önde olacaklar.
        Ezilenlerin mücadele günü 1 Mayıs’ı karşılamaya hazırlandığımız bugünlerde özgür bir ülke ve insanca yaşam için bütün toprağa düşen direnişçilere mücadelemiz selamımız olsun. Saygıyla, sevgiyle anıyoruz.

       Devrim Şehitleri Ölümsüzdür! Yaşasın Mücadelemiz! Yaşasın Devrim ve Sosyalizm

       Etkinliğin bir başka haberi için http://www.diclehaber.com/1/22/14/viewNews/397446

İşkencede Katledilip Kaybedilişinin 33.cü Yılında
Nurettin Yedigöl Yoldaşımızı Anıyoruz

       “Ölü, yiğit, gölge ve buz ne varsa
       Tohuma dururlar yeniden
        Ve halk, toprağa gömülü
        Tohuma durur bir yerde
        Buğday nasıl filizini sürer de
        Çıkarsa toprağın üstüne
        Güzelim kırmızı elleriyle
        Sessizliği burgu gibi deler de
        Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde.”
                                                              P. Neruda


       “Bir devrimci sosyalist olarak girdiği işkencehanede Muhammet olarak söylediği isminden hiç vazgeçmeden, son anına kadar direnerek ölümsüzleşti. 17 Nisan 1981’de 1.Şubede sorguda işkencedeki diğer devrimciler tarafından son defa görüldü. İşkencede direnişin simgelerinden biri olan Nurettin Yedigöl’ün gözaltına alınmasını ve gözaltında kaybedilmesini devletin kolluk kuvvetleri o günden bugüne reddettiler.”
       Nurettin Yedigöl Yoldaşımızı hiç unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız. Elimiz her zaman katillerinin yakasında olacak. Onu anmak için bu yıl da buluşuyoruz. Anma etkinliğimize tüm halkımız davetlidir.
       Yer: Kemal Bozan Kültür Merkezi, Çiğdem Cd. Ozan Şeker İş Merkezi Avcılar-İST.
       Tarih: 20 Nisan 2014
       Saat: 15:00
              EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

Ethem İçin Ankara'dayız!

       Ankara'da bulunan ve Ankara'ya gidebilecek olan tüm Emek ve Özgürlük Cephelileri 7 Nisan Pazartesi günü, saat 09:00'da Ankara Adliyesinde görülecek olan Ethem Sarısülük davasına katılmaya çağırıyoruz.

Barikat'ın Yeni Sayısı Çıktı!

       Barikat'ın yeni sayısı çıktı. Seçimlerden önce çıkan ve daha çok bu gündem üzerine yoğunlaşan bu sayımızda seçimlerin yanı sıra Kızıldere ve AKP ile Gülen Cemaati arasındaki ilişkileri ele alan yazılarımız da yer alıyor. İyi okumalar.

Anne Zeycan Yedigöl: Katillerden İki Cihanda da Davacıyım!

       Yıllardır her hafta cumartesi günü saat 12:00'de Galatasaray meydanında oturma eylemi yaparak gözaltında kayıpları soran kayıp yakınları, bu hafta da Nurettin Yedigöl, Sabahattin Ali ve 14 Mayıs 1993'te Görümlü'de kaybedilenleri sordular. Oturma eylemi ile ilgili olarak ANF'de yayınlanan haberi ve fotoğraflarını aktarıyoruz. Nurettin Yedigöl ve Annesi Zeycan Yedigöl'e ait fotoğraflar Barikat arşivinden alınmıştır.

       Kayıp Nurettin Yedigöl'ün annesi Zeycan Yedigöl, sağlık sorunları nedeniyle bu haftaki eyleme katılamadı, mektup gönderdi. Anne Yedigöl, "Katillerden iki cihanda da davacıyım" diye seslendi. Baba İsmail Yedigöl, oğlunun kemiklerine kavuşamadan hayata veda etmişti.
       471. kez Galatasaray'da bir araya gelen kayıp yakınları bu haftaki eylemde, 12 Eylül döneminde gözaltına alınarak kaybedilen Nurettin Yedigöl'ün akıbetini sordu. Cumartesi Anneleri, 2 Nisan 1948'de kaybedilen yazar Sabahattin Ali'yi de unutmadı.

       CANSIZ BEDENİ GÖSTERİLDİ
        Bugünkü eyleme, Nurettin Yedigöl ile birlikte gözaltına alınan iki tanık da katıldı. 14 Nisan 1981 tarihinde Nurettin Yedigöl ile birlikte aynı operasyonda gözaltına alınan Battal Uygun, bir ara göz bandının açılarak Nurettin Yedigöl'ün cansız bedeninin gösterildiğini ve Nurettin'i bir daha görmediğini söyledi.
        Aynı operasyonda gözaltına alınan İHD İstanbul Şube Başkanı Ümit Efe de, Nurettin'le birlikte 4 gün boyunca işkence gördüklerini anlattı. 4. günün ardından Nurettin Yedigöl'den bir daha haber alamadıklarını söyleyen Efe, "O işkencecilere ismini bile vermedi, direndi. Tarihe adını böyle kaydetti" şeklinde konuştu.

       HUKUKİ GİRİŞİMLER SONUÇSUZ
        Avukat Eren Keskin, hukuki süreç hakkında bilgi verdi. Nurettin Yedigöl davasının yeniden açılması için hukuki süreç başlattıklarını söyleyen Av. Eren Keskin, yaptıkları bütün başvuruların takipsizlikle sonuçlandığını söyledi. Keskin, "Ergenekon davalarında 15 günde karar veren Anayasa Mahkemesi, bizim yaptığımız dava ile ilgili olarak 1 yıldır karar vermedi" dedi.

       ANNE YEDİGÖL'DEN MEKTUP
        Bu haftaki eylemde, Nurettin Yedigöl'ün annesinin gönderdiği mektup okundu. 86 yaşında olan ve hasta olduğu için eyleme katılamayan Zeycan Yedigöl, mektubunda, "Oğlumu kaybedenlerden, katillerini yargılamayanlardan iki cihanda da davacıyım" dedi.
        İHD İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon adına açıklama yapan Mine Nazari, her hafta Cumartesi eylemine katılan baba İsmail Yedigöl'ün oğlunu göremeden öldüğünü, anne Zeycan Yedigöl'ün de "Artık çok yaşlıyım. Oğlumu bulmadan ölmek istemiyorum" dediğini anlattı.
        Nazari, "33 yıldır Nurettin'in akıbetini gizleyen, faillerini koruyan tüm hükümetleri bu insanlık suçunun ortağı ilan ediyoruz. Kaç yıl geçerse geçsin, biz adalet aramaktan, evlatlarımızı kaybedenlerden hesap sormaktan, hukuksuzluğa karşı direnmekten vazgeçmeyeceğiz. Evlatlarımızı kaybederek, kaybedenleri koruyarak bizi sonsuz işkenceye mahkum edenler bilsin ki, işledikleri insanlık suçlarının unutulmasına izin vermeyeceğiz" şeklinde konuştu.

       GÖRÜMLÜ YAKINLARIN KAYIPLARI DA EYLEMDE
       Bu haftaki eyleme, 14 Mayıs 1993'te Görümlü'de kaybedilenlerin yakınları konuştu. Kayıp M. Salih Demirkan'ın oğlu Nurettin Demirkan, dün Ankara'da görülen davayı hatırlattı, "General Mete Sayar ve ekibi yargılanıyor güya. Ama mahkemeye sanki brifing veriyorlardı. Biz bu mahkemelerden adalet beklemiyoruz ama peşlerini de bırakmayacağız" dedi.
        Şemdin Cülaz'ın oğlu Kazım Cülaz da, Kürtçe yaptığı konuşmasında, "Katillerimizle göz göze geldik. Davanın takipçisi olacağız" dedi.

 

Devrimci 1 Mayıs Platformu'ndan Deklerasyon

     BASINA VE HALKLARIMIZA…

     2014 1 Mayıs’ı yaklaşıyor.
     2007, 2008, 2009’da sokak, sokak direnilerek kazanılan Taksim Meydanı’nda, 2010, 2011, 2012’de, üç yıl boyunca, her yıl kitlesi ve görkemi artan, milyonların katıldığı 1 Mayısları birlikte örgütledik.
     Toplumsal mücadelenin yükseldiği, devrimci-demokratik hareketin güçlenmeye başladığı bir süreçte, devlet 2013 1 Mayıs’ında, yeniden Taksim Meydanını 1 Mayıs’a yasaklayıp, halka karşı savaş ilan etti. Bu yasak karşısında, 2007’den bu yana Taksim’de 1 Mayıs’ı kutlamak isteyen ve kutlayan tüm güçler, 2013’te de görkemli bir direniş sergileyerek, devletin yasaklarını tanımadığını, Taksim’in 1 Mayıs Meydanı olduğunu ve halka kapatılamayacağını açık bir şekilde gösterdi.
     1 Mayıs sonrasında da, Taksim meydanı ve çevresinin her türlü eyleme yasaklanmasına karşı, yasakların tanınmadığı sokaklara çıkılarak gösterildi.
     1 Mayıs 2013 sonrası, halka karşı ilan edilen bu savaşta;
     İş cinayetlerinden, kadın cinayetlerine;
     İşçi sınıfının kazanılmış haklarının gaspından, eğitim sistemin deneme tahtasına çevrilmesine;
     Ortadoğu’da emperyalistlerin taşeronluğundan, Suriye’de savaş kundakçılığına;
     Halklara karşı imha-inkâr ve asimilasyoncu politikaların değişik biçimler altında sürdürülmesinden, halkın nasıl yaşaması gerektiğine;
     Kentlerin emekçi mahallelerinin ve tarihi bölgelerinin rant için yağmalanmasından, derelerimizin HES’çi şirketlere peşkeş çekilmesine;
     Hapishanelerde ve dışarıda baskı ve terörün azgınca arttırılmasına kadar her alanda baskılar yoğunlaştırıldı.
     27 Mayıs 2013’te, Taksim Gezi Parkı’na iş makinalarının girmesi ile başlayan ve 31 Mayıs akşamı, milyonların ayağa kalktığı görkemli bir direnişle beraber, 1 Haziran günü Taksim Meydanının geri alınması ile AKP hükümetinin ve burjuva egemenlerin tüm kibri, gösterişi yerle bir oldu.
     Artık yeter! Diyerek ayağa kalkan halk, korku duvarını yıkarak ölümün üzerine yürüdü. Başbakanın “destan yazan” polis gücünü Taksim Meydanından söküp attı. Taksim Meydanı, on bir gün boyunca, birçok kez vahşice saldırılara karşı savunularak, milyonlarca insanın özgürlüğü soluduğu, dayanışmayı, paylaşımı, insanlaşmayı yaşadığı bir alana dönüştü.
     Taksim’den başlayan isyan dalgası, dalga dalga bütün ülkeye yayıldı ve egemenlerin korkulu rüyası oldu.
     16 Haziran’da, devletin vahşi saldırısı sonucu Taksim Meydanı ve Gezi Parkı boşaltılsa da, sonrasında parklarda, mahallelerde forumlar, meclisler olarak devam etti.
     Taksim’den başlayan bu görkemli isyan, ayaklanma ve direniş, AKP’nin baskı ve zor dışında yönetemez hale gelmesine neden oldu. Aynı zamanda, emperyalist efendileri, yeni işbirlikçiler bulma arayışına iterken, egemenler arası çatışmanın da ateşini fitillemiş oldu.
     Bu görkemli direnişte, Ethem’i, Mehmet’i, Abdullah’ı, Ali İsmail’i, Medeni’yi, Ahmet’i, Hasan Ferit’i ve en son 15 yaşında fidanımız, Berkin’i güneşe uğurladık. Binlercemiz yaralandı, gözünü kaybedenlerimiz oldu. Yüzlerce tutsak verdik.
     Öncesini bir yana bıraksak bile, 2007’den bu yana omuz omuza yürütülen direniş ve son olarak 2013 1 Mayıs’ından bu yana yürüttüğümüz omuz omuza mücadele ile kazanabileceğimizi çok net bir şekilde gördük. Gördük ki; 31 Mayıs 2103’ten bu yana, bizim, halkın istemediği hiçbir şey, eğer biz kararlı isek yapılamaz.
     Şimdi, seçimlerden aldığı oyla saldırılarını arttıracağını deklare eden, yolsuzlukları, hırsızlıkları, katillikleri, savaş çığırtkanlıkları ile tüm pislikleri açığa çıkmış bu sömürü ve zulüm düzenine karşı, kitlesel, görkemli ve devrimci bir 1 Mayıs’ı Taksim’de örgütlemek, emekten ve halktan yana tüm devrimci, ilerici güçlerin önündeki en önemli görevdir.
     Sendikalar, meslek odaları, demokratik kitle örgütleri, siyasi partiler, devrimci güçler, platformlar, forumlar, kısacası tüm emek güçleri, birleşik, kitlesel ve devrimci özüne uygun bir 1 Mayıs’ı örgütlemek için bir an önce harekete geçmelidir.
     Bizler 2014 1 Mayıs’ının yukarıda çizdiğimiz çerçevede geçmesi için her türlü çabayı göstereceğimizi deklare ediyoruz.
     Tarihimize, mücadelemize, düşenlerimize yakışır 1 Mayıs’ı birlikte örgütlemeye çağırıyoruz.
     Bu sorumluluk hepimizindir.

     Yaşasın 1 Mayıs!
     Biji Yek Gulan!
     Gezi-Haziran Şehitleri Ölümsüzdür!
     1 Mayıs Şehitleri Ölümsüzdür!

                         4 Nisan 2014
     Devrimci 1 Mayıs Platformu

İzmir'de Kızıldere Yürüyüşü

       İzmir Emek ve Özgürlük Cephesi'nin çağrısıyla bir araya gelen devrimci kurumlar Kızıldere'de direniş manifestosu yaratan yoldaşlarımız için bir anma yürüyüşü gerçekleştirdi. 31 Mart Pazartesi günü saat 19.00'da Konak-YKM önünde bir araya gelen kitle "Kızıldere Son Değil Savaş Sürüyor!" pankartı arkasında yürüyüşe geçti. Yürüyüş boyunca "Kızıldere son değil savaş sürüyor, Devrim şehitleri ölümsüzdür, Mahir, İbo, Deniz sürüyor sürecek mücadelemiz" sloganlarıyla Sümerbank önüne geldi. Burada yapılan saygı duruşunun ardından yapılan basın açıklamasında; "Kızıldere bizler için son değil, savaşını izinden sürdürdüğümüz bir eylem kılavuzudur. Bugün emperyalizmin dünyayı kan gölüne çevirdiği, sömürünün her boyutuyla azgınlaştığı, toplumsal hayatın devlet terörüyle kuşatıldığı, sokakların baskı ve terörle sindirilmeye çalışıldığı bu coğrafyada umudumuzu, coşkumuzu ve inancımızı bileyen, emperyalizme, sömürü ve zulme karşı mücadelemizde her zaman bizlerle olan Kızıldere şehitlerini bir kez daha saygıyla anıyor, andınız andımızdır diyoruz." ifadelerine yer verildi. Açıklamanın ardından Praksis müzik grubu kısa bir müzik dinletisi sundu. EÖC, Mücadele Birliği ve DHF'nin örgütlediği eyleme Partizan ve Devrimci Hareket destek verdi.

Kızıldere Son Değil!

     30 Mart 1972’de Kızıldere’de ölümsüzleşen Mahir Çayan ve yoldaşları, Emek ve Özgürlük Cephesi ve Devrimci Yolda Özgürlük tarafından yapılan bir etkinlik ile anıldı.
     Seçimlerden bir gün önce 29 Mart’ta İstanbul Avcılar’da Kemal Bozan Kültür Merkezi’nde saat 20:00’da yapılan etkinlikte ON’lar anıldı. Yapılan etkinlikte şiirler okundu, marşlar söylendi.
     Kızıldere ve Parti-Cephe sürecinin Türkiye Devrimci Hareketi açısından sisteme yedeklenen bir reformist anlayışa karşın devrimci çıkış, kapitalizmin çürüme ve yozlaşma kültürüne karşı dayanışma ve iktidarı cepheden karşılayan bir stratejik çizgi olduğu vurgulandı.
     29 MART 2014 GÜNÜ AVCILAR KEMAL BOZAN KÜLTÜR MERKEZİNDE GERÇEKLEŞTİRMİŞ OLDUĞUMUZ KIZILDERE ANMASINDA OKUNAN ORTAK METNİMİZ;

     Kızıldere’yi farklı açılardan değerlendirip birçok tartışmaya konu etmek mümkün. Ancak bizce bugün itibariyle devrimci hareketin yakıcı problemi olması ve bir devrimci siyasetin ülke devrimine talip olmasının ön koşulu olması vesilesiyle cüret sorunsalıyla değerlendirmek en sahici olanıdır.
     Bugün dünyada değişen güç dengelerini büyük puntolarla yazarken halkın yükselen muhalefeti alanlara ve barikatlara yansıyor. Yaşanan bütün gelişmeler ve üzerine emperyalizmin zincirinden boşanmışçasına emekçi halklara saldırması tamda 30 Mart 72’de çınlayan onurlu ve cüretkâr haykırışı hatırlamanın gereğini ortaya koyuyor. Latin Amerika’da, Nepal’de, Bolivya’da Ortadoğu’da, Filistin’de, Kürdistan’da ve Gezi ve Haziran halk hareketinde yükselen sesin dalga dalga yayılarak Tuzluçayır’da ve ülkenin tüm sokaklarında kavganın, mücadelenin, direnişin adı olduğu gibi.
     Kızıldere ve cüretten bahsederken salt oligarşinin kolluk kuvvetleri önüne korkusuzca çıkmaktan bahsetmiyoruz elbette. Zira Kızıldere yalnızca bir direniş destanı olmanın ötesinde THKP-C nin kesintisiz 2-3 te ifadesini bulan politikleşmiş askeri savaş stratejisi perspektifiyle yaşanan bir sürecin sonucu olarak değerlendirildiğinde anlam kazanacaktır. İşte devrimci hareketin en önemli dönüm noktası da budur. O dönüm noktasına gelinceye kadar verilen ideolojik politik mücadele ve ülke devrimine kendi özgücüne dayanarak talip olma özgüveni de anlatmaya çalıştığımız cüretin en önemli boyutunu oluşturuyor.
     68’in dünyayı sarsan gençlik hareketi ve sosyalizmin yükselen grafiği ülkemizde farklı çağrışımlar yaparken THKP-C, ülkede neredeyse tüm bir sol hareketin dışarıdan ikame, revizyonist bir çizginin takipçiliğini yaptığı bir dönemde ülke özgülüne uygun ve sistemi cepheden gören bir siyasi hat geliştirmeyi başarmıştır. THKP-C kısa bir tarihsel döneme oturmasına rağmen geride bıraktığı devrimci deneyim ve stratejik mevzilenişiyle bugün hala Türkiye devrimci hareketinin ana eksenini oluşturmaya devam etmektedir.
     THKP-C’nin ve Mahir Çayan’ın gelişim seyrine bakılacak olursa, ilk durağın ideolojik\politik netliğin sağlanması yolundaki çabalar ve güncel tartışmaların baş aktörü olan revizyonist yaklaşımlardan bir kopuş olduğu görülecektir. Genellikle kabaca “70 yıllık revizyonist-pasifist gelenekten kopuş” diye nitelendirilen durum, aslında çok daha fazlasını ifade etmektedir. Yaşanan dünyanın sağlam bir çözümlemesiyle karşı karşıya olunan çelişkiler tespit edilmiş ve bu tespitler, tüm politik sonuçlarına dek götürülmüştür. Elbette bu kopuş, bütünüyle reddetmek anlamını içermeyen, ancak marksizmin tarihselcilik yöntemiyle tamamen örtüşen ve yaşanılan günün diyalektik sürecini geçmişten kopararak değil, onun gelişimini, vardığı uğrakları takip edip, çözümleyerek ortaya konan bir sonuçtur.
     Aslında Toplu Yazılar’da da çok açık görülebileceği gibi Mahir’in kendi düşüncesinin gelişimi de bu tarihselci diyalektiğin ve kopuş basamaklarının tipik bir örneğidir.
     Bugün, 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan hızlı dönüşüm ve bu dönüşümün yarattığı teorik ve pratik “açmazlar” devrimci hareket içinde yine ciddi savrulmalar yaratmaya devam ediyor. İşte tam da bu noktada bugün, THKP-C ve Kızıldere Manifestosu dünyadaki ve ülkedeki tüm gerici gelişmeler karşısında devrimci yenilenme ekseninde yeni bir kopuşun örgütlenmesinin modelini de oluşturuyor. THKP-C’den alınan referans noktaları hala yolumuza ışık tutmaya devam ediyor.
     İçinde bulunduğumuz tarihsel kesitte sisteme cepheden tavır alan, sistemi yıkmayı önüne hedef olarak koyan bir iktidar perspektifine sahip olmak ya da daha farklı bir deyişle ülke devrimine talip olma cüretini gösterebilmek bu günün devrimci kadroları açısından bir elzemdir. Bu anlamda Kızıldere yaratmış olduğu direniş geleneği ve yazılan kahramanlık destanından çok her zamankinden daha fazla bir siyasi cüret anıtı olarak sorumluluklarımızı hatırlatan bir olgu olarak önümüzde duruyor.
     Öte yandan THKP-C ve THKO kadrolarının Türkiye devrimci hareketine bıraktığı dayanışma geleneği kapitalizmin ezilen halklar üzerindeki tekilleştirme saldırısına karşı On’lardan devraldığımız bir sorumluluk olarak yolumuzu aydınlatmaktadır.
     İşçi sınıfının kazanılmış haklarına bir bir el konulduğu, her muhalif düşüncenin alabildiğine saldırıya uğradığı, sömürge tipi sürekli faşizmin kol gezdiği, devrimcilerin linç girişimlerine maruz kaldığı bir ülkede ve dahası yeni konsepti ve yeni tehdit algısı ile dünyayı cehenneme çeviren emperyalizmin yeni çığırtkanlıkları ile inleyen bir dünyada yaşıyoruz. Ve bu günün devrimci görevi kaybedilen bir muharebede mevzileri terk etmek için mazeret aramak, günah keçileri bulmak ya da dönemsel geri duruşları karakter haline getirmek değil bir adım öteye yeni siperler kazmaktır. Bu anlamda Kızıldere, döktükleri kanlarıyla tarihe yeni zaferlerin ilk kelimelerini yazmanın geleneğidir. İddiasının arkasında durabilmenin geleneğidir ve utangaçlık hiçbir zaman devrimcilerin harcı olmadığı gibi bu günde değildir. Halk adına istediklerini cüretle haykırmak bu uğurda dövüşmek Kızıldere’nin bize bıraktığı en büyük mirastır. Ve bu mirası taşımak ise ancak ve ancak aynı cürete sahip devrimcilerin harcıdır. Bizzat kendisi bir siyasi cüret anıtı olarak THKP-C'nin ve Onlar'ın yaratmış olduğu değer, kahramanlıktan ziyade karşılaşılabilecek her sonucun vehametinden bağımsız, ödenecek bedel ne olursa olsun, Marksizmin-Leninizmin gösterdiği yolda ısrardır, kararlılıktır. Buradan yola çıkarak devrimcilerin başarısı Kızıldere’de 10 yiğit yoldaşın ve THKP-C’nin bize bıraktığı teorik ve pratik mirasa sahip çıkmaya bağlıdır. Biz dün olduğu gibi bugün de, yarın da zafere kadar bu mirasa bağlıyız ve sahip çıkacağız. Devrime dair inancını, Marksizme-Leninizme olan bağlılığını ve düşmanı örgütlülüğü ile göğüsleyecek cesareti bilincinde muhafaza etmeyi başaranlar, zafer naralarıyla karşılayanlar olacaktır.

     KIZILDERE SON DEĞİL SAVAŞ SÜRÜYOR!

     YAŞASIN DEVRİMCİ DAYANIŞMA

     YAŞASIN DEVRİM VE SOSYALİZM

     EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ- DEVRİMCİ YOLDA ÖZGÜRLÜK

İzmir'de Newroz

       Demirci Kawa'nın yakmış olduğu özgürlük ateşi Newroz bu yılda coşkuyla karşılandı. 22 Mart Cumartesi günü saat 11.00 de Buca Hipodromda kutlanan Newroz, marşlarla başladı. Ardından devrimci-demokrat kurumların mesajlarına yer verildi. HDP İzmir İl Belediye Başkan Adayı Mustafa Özçelik ilk sözü aldı. Özçelik Newrozun tarihine ve direnişine değindi. Seçim sürecine değinen Özçelik halkların Newrozunu kutladı. HDP Eş Başkanı Sebahat Tuncel de Newroz ateşiyle bedenlerini buluşturan Rahşanları, Zekiyeleri anarak sözlerine başladı ve bir yıl önce Paris'te katledilen üç Kürt kadının failinin TC Devleti olduğunu vurguladı. BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da AKP, MHP, CHP'nin tekçi zihniyetlerine, HDP'ye yapılan saldırılara, 17 Aralık yolsuzluk operasyonlarına dikkat çekti. Konuşmaları sık sık sloganlarla kesilen Demirtaş hakların Newrozunu kutlayarak konuşmasına son verdi. Konuşmaların ardından yerel müzik grupları sahne aldı. Newroz sloganlarla ve halaylarla son buldu.

Halktan Yana Demokratik Yerel Yönetim İçin Devrimci Adaylarda Birleşiyoruz

     Yeni bir seçim süreci içindeyiz. Neo-liberal sömürü modelinin sınırlarını tükettiği, siyasal ve toplumsal kriz dinamiklerinin yeniden biçim alıp derinleştiği, oligarşi içi çatışmaların yeni boyutlar kazandığı, işçi sınıfı ve halkın tüm kazanımlarının tasfiye edildiği, başta Kürt ulusunun özgürlük sorunu olmak üzere hiçbir demokratik sorunun çözülmediği, rüşvet, yolsuzluk ve yağmanın tüm iktidar odaklarına sindiği, burjuva demokratik kavramların yerle bir olduğu, oligarşik devletin çeteleştiği, bu çete savaşında her gün yeni bir pisliğin açığa çıktığı bir süreci yaşıyoruz.
     AKP, içte ve dışta çözülmektedir, baskı ve tehdit dikiş tutmamaktadır. Mısır, Suriye ve Ortadoğu'da halklara karşı düşmanlık politikasında ısrar eden AKP, içte hiç bir sorunu çözememiş, tam tersine “ileri demokrasi” adına faşizmi daha da kurumsallaştırmıştır. Neo-liberal sömürü modelinin çocuğu, emperyalizmin işbirlikçisi olan AKP, bu modelin “yan ürünü” olan rüşvet, yolsuzluk ve yağmada sınır tanımamış; son çete savaşıyla bu kirli düzen her yerinden patlamıştır. AKP neo-liberal sömürü modelinin özetidir; AKP somutunda çözülen düzendir.
     Sadece AKP değil, tüm düzen partileri, CHP, MHP ve diğerleri neo-liberal sömürünün, bunun üzerine yeniden inşa edilen sömürge tipi faşizmin savunucularıdır. AKP, CHP, MHP ve diğer burjuva partiler vahşi kapitalizmin hizmetindedir; tümü rantçı, yağmacı yerel yönetim anlayışı ve programına sahiptirler. Tümünün savunduğu, şimdi AKP'nin elinde patlayan bu yağma düzenidir.
     Bu yağma düzeni kabul edilemez. Bu düzene karşı mücadele etmek haktır, meşrudur; direnelim, birleşelim, haramilerin düzenini yıkalım!
     Bu yağma düzenine karşı, işçi sınıfı ve halkın söz, yetki ve karar sahibi olduğu, halk meclisleri üzerine inşa edilen demokratik ve halktan yana yerel yönetim doğru ve devrimci programdır.
     Bu program etrafında işçiler, emekçiler, Kürt halkı ve tüm ulusal topluluklar, Aleviler, tüm ezilenler birleşmeliyiz.
     Gezi ve Haziran halk direnişi, bu yağma düzenine karşı direnmeyi ve birleşmeyi öğretti. Rojava'dan Amed’e Kürt halkı kendi özyönetimi için ayağa kalktı. Şimdi bunlardan güç alarak, haramilere karşı birleşmenin, yeni sömürgeci düzenin bize sunduğu sözde “seçenekleri”, elimizin tersiyle itmenin, kendi kaderimize sahip çıkmanın zamanıdır.
     Kürdistan ve Türkiye halkının birliği ve dayanışması için;
     Sol ve devrimci hareketin birlik zeminini güçlendirmek için;
     Haramilerin yağma düzenine karşı, eşitlik, adalet, özgürlük için;
     30 Mart Yerel Seçimlerde Devrimci Ve Yurtsever Adaylarda Birleşelim!
     EŞİTLİK, ADALET VE ÖZGÜRLÜK İÇİN İLERİ!
     KURTULUŞA KADAR SAVAŞ!
     EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

Berkin İçin Okmeydanı'na

       Sonunda öldürdünüz Berkin’imizi… 269 gün boyunca kocaman yüreğiyle direndi, savaştı, katillerine inat hayata tutunmaya çalıştı ama yetmedi. Tam da kontrgerilla şeflerinin, gırtlak kesen seri katilerin, Hrant’ın kanına girenlerin ellerini kollarını sallayarak aramıza karıştığı, davul zurna ile eğlendikleri günlerde, Berkin çocuğumuzu yitirdik.
       Şimdi alçaklık ve riyakarlık diz boyu! Kan içici katiller, polis sürülerini halkın evlatlarının üzerine saldırtıp “destan yazanlar”, hiç utanmadan sıkılmadan “sevgili yavrumuz” diyorlar, “muhterem ailesine” taziyeler bildiriyorlar. Türkiye hiçbir zaman bu kadar tiksinti verici bir dönem yaşamamıştı; Türkiye hiçbir zaman bu kadar rezil bir ülke olmamıştı. Çocuk katilleri hiç bu kadar pervasız olmamışlardı. Kendi aralarında kasetlerle tepişen kirli ittifakın leş kargaları da, cezaevi kapılarında “şu kadar ayımı çaldılar” dile ağlaşan operet generalleri de, hepsi ama hepsi Berkin’in kanına bulaşmış ellerini sonsuza kadar uğraşsalar temizleyemezler.
       Berkin’imizi öldürdüler, katlettiler! Onun geleceğini çaldılar; gülüşünü çaldılar. Ömrümüzün yarısını koparıp götürdüler.
       Şimdi onun için, o küçük gövde ve o büyük yürek için ayağa kalkma zamanıdır. Onun yaşanmamış ömrünü, devrimin ömrüne katma, çekilen acıların boşuna olmadığını gösterme zamanıdır. Onu unutulmaz bir törenle uğurlamak boynumuzun borcu olsun!

       Berkin için görev başına!
       Artık mazeret yok! Herkes ama herkes 12 Mart saat 12.00’de Okmeydanı’na!
       Faşizme karşı omuz omuza!
       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

İstanbul'da Devrimci 8 Mart Mitingi

     Devrimci 8 Mart Platformunun çağrısıyla 8 Mart 2014 Cumartesi günü saat 15.30’da Kadıköy Boğa Heykeli önünde toplanan kitle 16.20’de yürüyüşe geçti.
      En önde Devrimci 8 Mart Platformunun pankartı açılırken, arkasında bileşenlerin kortejleri yerini aldı.
      Yürüyüş esnasında “kadın erkek elele mücadeleye!, kadın olmadan devrim olmaz devrim olmadan kadın kurtulmaz!, cinsel-ulusal-sınıfsal sömürüye son!, 8 Mart kızıldır kızıl kalacak! vb ortak sloganlar eşliğinde miting alanına gelindi.
      Emek ve Özgürlük Cephesinin (EÖC)’de bileşeni olduğu yürüyüşte EÖC ‘lü kadınlar Rosa Lüksemburg’un, Tanya’nın, Didar Şensoy’un, Zilan’ın, Krupskaya’nın, Hatice Alankuş’un, Serpil Polat’ın ve dünya devrim mücadelesinde yaşamını yitiren bazı devrimci kadınların fotoğraflarını en önde taşıdılar.
      Sokakta-evde-işte kadınlar her yerde mücadelede!, yaşasın devrimci kurtuluş mücadelemiz!, Jin Jiyan Azadi! vb sloganlar eşliğinde yürüyen EÖC kitlesi ellerinde
      KADIN ERKEK ELELE İnsanca Yaşam İçin Mücadele Ediyoruz, Kazanacağız!
      ROJAVA’LI KADINLAR KAZANDI!
     Kadın Olmadan Devrim Olmaz,
     Devrim Olmadan Kadın Kurtulmaz!

     KADINLARIN EZİLDİĞİ TOPLUM ÖZGÜR OLAMAZ
     Adalet, Eşitlik, Özgürlük İstiyoruz, Alacağız!

     KÖLELİK DÜZENİNE HAYIR!
     Zincirlerimizi Kıramazsak Kazanamayız

     HARAMİLERİN SALTANATINI YIKACAĞIZ!
     Bu Pisliği Devrimle Temizleyeceğiz

     ANLAYACAK KADAR ZEKA, İSTEYECEK KADAR CESARET
     ZORLAYACAK KADAR KUVVET
     Özgürlük Ellerimizde!

yazılı dövizleri taşıdı.

     Kortejler miting alanına geldiğinde yoğun yağmur yağışı altında programa başlandı. Selamlama sunumundan hemen sonra mücadele ederken yanarak ölen New Yorklu dokuma işçisi kadınlar şahsında dünya devrim mücadelesinde şehit düşen tüm devrimci kadınlar için 1 dakikalık saygı duruşunun ardından platform adına ortak metni EÖC’lü bir kadın okudu.
      Okunan metin sonrası Greif işçilerinden bir kadın mücadelelerini anlatan ve kitleyi selamlayan kısa bir konuşma yaptı. Kitle Greif işçisi yalnız değildir sloganlarıyla işçilerin selamını karşıladı.
      Greif işçisinden sonra sözü Gezi direnişi sürecinde sapanıyla tomalara karşı direnen Emine teyze aldı. Kadının direnişlerde ve mücadelede çok önemli biri yeri olduğuna değinen Emine teyze kitleyi selamlayarak sözlerini tamamladı.
      Yoğun yağmur yağışı nedeniyle konuşmaların kısa tutulduğu mitingde Grup Adalılar söylediği ezgiler hep bir ağızdan söylendi.
      Grup Adalıların ardından ise yurtdışı yasağı nedeniyle açlık grevinde olan Grup Yorum kitleyle buluştu. Seslendirdiği ezgilerle halaya duran kitle hep bir ağızdan zılgıtlar çekti, sloganlarla coştu.
      Son olarak Gezi sürecinde devletin polisleri tarafından gaz fişeği ile vurulan ve yaşam mücadelesi veren Berkin Elvan’a miting alanından selam gönderildi; "diren Berkin seninleyiz!","Berkin Elvan onurumuzdur!" sloganları hep bir ağızdan atıldı. Grup Yorum ve Adalılar Grubu Berkin için Büyü isimli ezgiyi birlikte söylediler.
      Kitle Berkin’in sağlık durumunun kritik olmasından dolayı Okmeydanı hastanesi önünde 24 saat tutulacak nöbete çağrıldı. Bu çağrının ardından yaşasın devrimci dayanışma sloganıyla miting sona erdi.

İbrahim Özalp Yoldaşımızı Mezarı Başında Andık

       1 Mart 1981'de oligarşinin katilleri tarafından katledilen İbrahim Özalp Yoldaş, mezarı başında anıldı. Yoldaşımızı anmak için 2 Mart 2014 günü saat 13:30'da Edirnekapı'daki mezarı başında toplanan ailesi, dostları ve yoldaşları, anmaya saygı duruşu ile başladılar. Saygı duruşunun ardından devrim şehitlerinin mücadeledeki yeri üzerine kısa bir metin okundu. Metnin ardındana "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür!", "İbrahim Özalp Ölümsüzdür!" ve "Yaşasın Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz!" sloganları atıldı. Bu metnin ardından İbrahim Özalp Yoldaşımızı anlatan şu metin okundu:
       "BİR YİĞİT DEVRİM SAVAŞÇISI...
       Devrimci sosyalist hareketin Türkiye siyasal gündemine ağırlığını koyduğu yıllarda sıcak mücadele içerisinde yetişen genç kuşak devrimcilerinden İbrahim Özalp, lise yıllarından başlayarak, azmi, hiçbir görevden kaçmaması, örgütçülüğü ile kısa sürede saflarımızda önder ve sorumlu bir insan örneği oluşturdu. İbrahim yoldaş çalışkanlığı, fedakarlığı, yardımseverliği ile ilişkide olduğu herkesin sevgisini kazanırdı. Oligarşi tam da bu özelliklerinden dolayı onu hedef tahtasına koymuştu amacı onu yakalamak değildi, katletmekti. 1 Mart 1981 yılında oligarşinin katilleri onu içinde bulunduğu ekip aracından indirerek iki liseli yoldaşının gözleri önünde kurşuna dizdiler. İbrahim yoldaş son ana kadar sloganlarını haykırmış, onu yok etmek isteyenlere inancının sağlamlığını, devrimci iradenin teslim alınamazlığını göstermiştir.
       Özgür bir ülkede insanca yaşam için emperyalizme- faşizme ve oligarşiye karşı mücadele etti, savaştı. Tıpkı diğerleri gibi... faşizmin kör karanlığında düşmana meydan okuyandı O... halkların kardeşliği şiarı ile yola düşendi... emekçinin, yoksulun, ezilenin yanında omuz omuza durandı.
       Devrimciler onurlu bir yaşam sürer. Onların yaşamı halk kitlelerine, ardıllarına örnek olur. Şüphesizki İbrahim yoldaşta devrimci duruşundan en ufak bir taviz vermeden yaşadığı gibi onuruyla, yiğitçe öldü. Son nefesine kadar sloganlarını haykırdı düşman karşısında.
Ve bugün bizlere düşen görev devraldığımız bayrağı onların bize bıraktığı mirası, açtıkları yoldan yılmadan, tereddüt etmeden zafere kadar taşımaktır. Bugün burada yine and içiyoruz, İbrahim yoldaşımıza bir kez daha söz veriyoruz; ya özgür vatan ya ölüm şiarıyla devrimin sarp ve dolambaçlı yolunda, senin ışığınla zafere kadar savaşacağız. Kavgamızda senden öğrendiğimizle bir adım daha öne çıkacağız ve mutlaka biz kazanacağız!
       İddia ediyoruz son sözü biz söyleyeceğiz, Yaşasın Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz! Yaşasın Devrim Ve Sosyalizm!
       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ"
       Metnin okunmasının ardından tekrar sloganların haykırıldığı anmada daha sonra da bir şiir okundu. Şiirin ardından Cephe Marşı'nı okuyan kitle, anmayı İbrahim Özalp için yapılan konuşmalarla sonlandırdı. İbrahim Özalp Yoldaşı tanıyanların anılarla yüklü konuşmalarından sonra ağabeyinin oldukça dokunaklı cümleleri geldi. İbrahim Özalp'i Tozkoporan bölgesindeki mücadelesinden tanıyan bir yoldaşı o dönemde oldukça rutubetli bir bodrum katında kalmak zorunda oldukları bir gece İbrahim Özalp'in evde olması gerekirken geceyarısı duydukları çatışma seslerinin arasında İbrahim'in gelip evden mermi alıp gittiğini ve giderken de "bu rutubetli bodrumda çürümektense kavganın içinde olmanın çok daha iyi olacağını" biçiminde bir espri yaptığını anlattı. Ağabeyi ise konuşmasında kendinden küçük olmasına rağmen sendikal çalışmaya dair kimi şeyleri ondan öğrendiğini ve 80 öncesinde Oto Metal İş sendikasında mücadele ettiklerini anlattı. Bu konuşmalarla sona eren anmada son olarak İbrahim Özalp Yoldaşımızın ailesi tarafından hazırlanan yemek dağıtıldı. Emek ve Özgürlük Cephesinin düzenlediği anmaya ESP, Devrimci Yolda Özgürlük ve Atak Dergisi okurları da katıldı.

İzmir'de Ayakkabı
İşçileri Yürüdü

       İzmir Ayakkabıcılar Sitesinde ucuz işgücü olmayı kabul etmedikleri için çalışmayan ayakkabı işçileri 17 Şubat günü saat 10.00'da Ayakkabıcılar Sitesinde yürüyüş düzenledi. 'Bu daha başlangıç mücadeleye devam, Yaşasın sınıf dayanışması" sloganlarıyla başlayan yürüyüşte tezgahlarda çalışan işçilere yürüyüşe katılım çağrısı yapıldı. Yapılan açıklamada bir yılı aşkın süredir eylemlerine devam ettiklerine koşulların sağlanmasına kadar eylemlerin süreceği vurgusu yapıldı. Yarından itibaren imza kampanyası başlatacak olan işçiler imza kampanyasının duyurusuyla eylemi sonlandırdı.

İzmir'de Şubat Anması


     İzmir Emek ve Özgürlük Cephesi 16 Şubat Pazar günü saat 13.00 de Tümtis binasında Şubat Savaşcılarını Ulaş Bardakçı, Bedrettin Şınnak, Serpil Polat, Nazım Kuru, Davut Günay'ı anma etkinliği düzenledi. Etkinlik Şubat savaşcıları şahsında devrim ve sosyalizm mücadelesinde yitirdiklerimiz adına saygı duruşuyla başladı. Saygı duruşunun ardından Emek ve Özgürlük Cephesi adına açıklama okundu. Sinevizon gösterimiyle devam eden etkinlikte savaşçıların yaşamlarına, mücadelelerine değinen metinler okundu. Karanfil ve Serpil'e adlı şiirlerin okunmasının ardından müzik dinletisi yapıldı. Müzik dinletisinin ardından serbest kürsüye dönüştürdüğümüz etkinlikte anmaların neden yapıldığına, önemine değinen konuşmalar yapıldı. Nazım Kuru yoldaş ile aynı süreçte mücadele eden bir yoldaşı, onun mücadelesine değinen açıklamalarda bulundu. Seçim sürecine bakışımız, kampanya, devrimci tavır üzerine yapılan sohbetlerin ardından etkinlik son buldu.

Dersim'de Bildiri Dağıtımı ve Duvaz Gazetesi Çalışması

       7 Şubat 2014 tarihinde “Eşitlik, Adalet, Özgürlük’’ kampanyasını şehir merkezinde duvar gazetesi çalışması yaparak başlattık. Merkezi kampanyamızın Dersim ayağı örüldü. Kampanya çalışmamız peryodik aralıklarla merkez ve ilçelerde devam edecek kampanya ve seçim çalışmaları bütünleştirilerek sürdürülecektir.
       Bu kapsamda 16 Şubat 2014 günü 30 mart yerel seçimlerini değerlendiren ve nasıl bir belediye istediğimizi anlatan bildirilerimizi kent merkezinde halka ve esnaflara ulaştırdık.
        Bildiride;

       DEĞERLİ DERSİM HALKI
       Söz, yetki, karar halka şiarıyla seçim çalışmalarını başlatmış bulunmaktayız. Nasıl bir yerel yönetim istediğimizi tartışmaya açmak istiyoruz. Yerel yönetim olgusuna girmeden önce konunun tarihsel gelişimine göz atmakta yarar var. İlkel komünal topluluktan köleci topluma geçişle birlikte yönetsel/yaşamsal birimler olarak ortaya çıkan kent devletler, merkezi imparatorlukların ortaya çıkışıyla birlikte zayıflamış da olsa etkinliklerini sürdürmüşler ve günümüzde hala kullanılmakta olan kimi siyasal kavramlarında doğduğu zemini oluşturmuşlardır (demokrasi, meclis, cumhuriyet, senato.. vb). Feodalizm sürecinde kimi yerlerde merkezi devlet kendini bu yeni üretim biçimine göre organize edip yapısını korurken (Osmanlı imparatorluğu gibi) kimi yerlerde ise güçsüzleşmiş, bazı yerlerde tamamen dağılmıştır (Kara Avrupa’sı). Ancak köleci ve feodal süreçte tek tek kimi kentler öne çıksa da üretimin toprağa dayalı yapısından dolayı kentler yönetsel, ticari, kültürel, dini merkezler olmanın ötesine geçememiş kıra, kırsal üretime ve onun sahibinden olan krala ya da toprak beyine bağımlı kalmışlardır. Üretimi gerçekleştiren sınıflar açısından kentler, yabancı birer olgu olarak kalmıştır. Sınıf mücadelelerinin köle ve köylü ayaklanmalarının gerçekleştiği yerler kırsal alanlar olarak kalmıştır. Kentler ise yer yer egemen sınıflar arasındaki çelişki ve çatışkıların gerçekleştiği yerler olmalarına rağmen siyasal iktidarın merkezileştiği odaklar olmanın ötesinde bir öneme sahip olamamışlardır. Elbet ki bu kentleri tamamen önemsizleştirmez. Roma’nın Hun istilasına uğraması, Viyana kuşatmaları İstanbul’un alınışı gibi simgesel olaylar kentlerle özdeşleşen iktidar mücadelelerine iyi bir örnektir… Tekrar konumuza dönersek
        Belediye çok bilinen anlamıyla bir şehrin veya ilçenin temizlik, yol, su, elekrtik gibi ortak ihtiyaçlarını ve hizmetlerini gören örgütlenmelerdir. Dünya tarihinde ilk olarak ortaçağ Avrupası’nda ortaya çıkmıştır. Derebeylerin (büyük toprak sahiplerinin, beylerin) baskılarına karşı haklarını ve çıkarlarını savunmak isteyen KENT HALKI (esnaf, zanaatkar vs.) kurdukları örgütlenmeler aracılığıyla kendilerinin ve kentlerinin özgürlüklerini beylerden aldılar. Ortaya çıkan özgür kentlerin yönetim sorununu çözebilmek için belediyeler (kent meclisleri) kurdular. Buraya kadar bahsettiğimiz klasik belediyedir.
        Ülkemizde ve sermayenin egemen olduğu bütün ülkelerde klasik alışageldik belediyecilik ranta dayalı rüşvet yolsuzluk ve suistimale dayalı özelleştirmeci , ihaleci mantıkla adeta bir ticari şirket gibi yönetilen belediyeciliktir. Alışılmış belediyecilikte hırsızların, dolandırıcıların, ahlaksızlarında belediye başkanı ve meclis üyesi oldukları bilinen gerçeklerdir. En iyimser haliyle vasat ve sıradan belediyecilik yapılabilmiştir. Bu gelişmelerle birlikte kentlerin önemi böylesine artmaya başlarken yeni süreç , yeni kavramlarını da yaratmakta gecikmiyordu. Bu süreçte artık soylular ve toprakla birlikte onlara ait olan köylülerin dışında, herhangi bir el emeği harcamaksızın geçinen ve kentlerde yaşayan yeni bir toplumsal katman ortaya çıkmıştı. Burjuva : Türkçedeki tam karşılığı “kent soylu” olan ve ilk ortaya çıktığı dönemlerde soylular tarafından aşağılayıcı bir sıfat olarak da kullanılan burjuva kavramı , kentlerle birlikte , kentte yaşayan bir kesimin adını koymak için tanımlanmıştı. Burjuvazinin kent yönetimlerine katılma aracı kent meclisleri ya da belediye meclisleriydi. Bu araç kent özgülüne göre değişmekteydi. Özellikle merkezi devlet yapısının zayıf olduğu yerlerde her kent kendi özgün yapısını ortaya çıkarabilmekteydi.
        İktidarın merkezileştiği başkentlerde ise bu meclis, aynı zamanda sermayenin de merkezileştiği kentlerin meclisi olduğundan doğrudan siyasal tartışmaların gerçekleştiği alanlar haline geliyordu. Öte yandan kapitalizmin gelişmesi üretimi toprağa bağlı olmaktan çıkarıyor, kentler toplumsal üretimin gerçekleştiği ve giderek yoğunlaştığı merkezler olarak ekonomik, toplumsal ve siyasal önemini her geçen gün daha da artırıyordu. Kapitalizmin gelişmesiyle kendini sınırlayan feodal kalıpları parçalaması yine kapitalizmin fazlasıyla ihtiyaç duyduğu serbest işgücünün köylerden kentlere göç etmesini ve proleterleşmesini de beraber getiriyordu. Artan proleter nüfus, kentlerin ihtiyaçlarını, yapısını, yaşam tarzını, işleyişini, kültürünü vb. de değiştiriyordu. Sınıf mücadelesinin kalbi artık kentlerde atıyordu. En az kadar kentli yeni bir sınıf : proleterya da tarih sahnesinde ki yerini alıyordu. Tüm bu gelişmelere rağmen yerel yönetimlerde iktidara gelmek kimileri için çok önemli olabilmiştir. Özellikle merkeziliğe karşı olarak otonomluğu öne çıkaran anarşist akımların hakim olduğu yerlerde bu politikalar kendilerine taraf bulabilmiştir. Ancak bu durum Marksistler açısından yerel yönetimleri tamamen önemsiz hale getirmez. Elbette ki bütünsel iktidar hedefli siyasal çalışmanın bir parçası olarak yerel yönetimler devrimcilerin, çalışma yürütebileceği alanlardan biridir. Halkın kendi yaşadığı yerlere ilişkin sorunlarını çözebilmek için ilk elde aklına getirdiği başvurduğu çözüm beklentisi içinde olduğu yerel yönetimler , halkın bu sorunlarına sahip çıkarak örgütlenen devrimci sosyalistler için düzenin çözümsüzlüğünün: Halkın ise örgütlenerek çözüm olabileceği gerçeğinin sınandığı çalışma alanları olabilirler. Sıkça vurguladığımız gibi bütünsel siyasal çalışmanın bir parçası olmak kaydıyla, ondan beslenip ona güç vermek perspektifi korundukça yerel yönetimlere yönelik çalışmalar devrimci sosyalist hareketi zenginleştiren ve güçlendiren pratiklerdir. Halkın ,söz, yetki, karar sahibi olabildiği belediyecilik mümkün oldu mu? Bu fikir olarak ta hayata geçirebilme anlamıyla da devrimci sosyalist aday ve meclis üyeleriyle mümkündür. Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Anadolu ve Mezopotamya’da devrimci gelişmeler sonucunda kimi yerlerde yerel yönetimlerin devrimci belediyecilik örnekleri yaşanmıştır. Burada sorun salt bir güç gösterisi değil halkın politik özne olarak kendi kaderi üzerinde söz sahibi haline getirilebilmesidir. Böylelikle emperyalistler ve işbirlikçileri tarafından yaratılan demokrasi yanılsamasının karanlık perdesi yırtılabilecek sermayenin sömürme özgürlüğünün değil halkın kendi kaderini belirleme onu inşa etme özgürlüğünün ilk biçimleri ortaya çıkacaktır.

ÖZGÜR ÜLKE DE İNSANCA BİR YAŞAM

DÜZEN PARTİLERİNE OY YOK

OYLAR YURTSEVER DEVRİMCİ SOSYALİST ADAYLARA

YAŞASIN DEVRİM VE SOSYALİZM

TEK YOL DEVRİM

EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

.

Yerel Seçim ve Devrimci Tavrımız


     A) GİRİŞ:
     Yeni bir seçim sürecine giriyoruz. 2014 yılı adeta seçimler süreci olacak. 2014 yılı, 30 Mart yerel seçimleriyle sınırlı değil, bunu takip eden biri genel, diğeri de cumhurbaşkanlığı seçimi olmak üzere üç seçim sürecini içerecektir. 30 Mart 2014 yerel seçimi bir başlangıçtır ve bunu izleyen süreçlerde halkın önüne iki kez daha sandık konacaktır. Bu açıdan 2014 yılı ve genel seçimi (erken genel seçim tartışmalarını bir yana atarak ifade ediyoruz) ve 2015 yılı, sadece seçimleri içeren bir süreç olmayacak, aynı zamanda toplumsal-ekonomik yapıdan beslenen ama bunu da aşan biçimde yeni siyasal kriz dinamiklerini de içerecektir.

Yazının Tamamını Okumak İçin Burayı Tıklayınız

İzmir Gezi Tutsakları
Tahliye Edildi

       İzmirde 5 Temmuz günü gözaltına alınıp tutuklanan 8 tutsağın duruşması 13 Şubat 2014 günü görüldü. Saat 09.00'da adliye önünde bir araya gelen kitle basın açıklaması gerçekleştirdi. İzmir Dayanışması ve Gezi Tutsak Aileleri adına açıklama yapıldı. Daha sonra ise Emek ve Özgürlük Cephesi ve Halk Cephesi adına yapılan açıklamada, '31 Mayıs günü ülkemizde milyonlarca insan AKP’nin zulmüne karşı sokakları doldurmaya başladı. Yıllardır biriken öfke aylarca haykırıldı. AKP faşizminin Gezi Parkı’na AVM yapma planını engellemek için Gezi Parkı’nda toplanan halka katil polisin gazla, copla saldırması üzerine 79 ilde milyonlarca insan sokaklarda faşizme karşı sokak sokak barikatlarda çatıştı. Halk direnişi Anadolu topraklarında yüzyıllardır süregelen boyun eğmeme, zulme karşı direnme onurunun ve geleneğinin bir ürünüdür. Şeyh Bedreddinlerden Pir Sultanlara Demirci Kawalardan Baba İshaklara 15'lerden Mahirlere Denizlere Anadolu’da isyanlar, ayaklanmalar hiç eksik olmamıştır. Halk direnişi Anadolu halklarının bir anlık öfkesi değil yıllardır biriktirdiği kinidir. 17 Aralıktan bugüne her gün oligarşinin bir pisliği daha ortaya çıkıyor. İki uşağın birbirine düştüğü bugünlerde hep birlikte görüyoruz ki bu mahkemelerde adaletin zerresi yoktur. 240 gündür Berkin Elvan’ı vuranları yargılamayan, Ali İsmail’in davasında halka saldıran, Ethem’i vuranı koruyan, Abdullah’ı, Ahmet’i, Mehmet’i katledenleri saklayan AKP’nin yargısına güven duyulamaz biz bu mahkemelerden adalet beklemiyoruz. AKP’nin hukukuna inancımız yoktur. Sadece halkın adaletine güveniyoruz. Devrimci irade her şeyden büyüktür, zafer inananlarındır, haklınındır. Kızıldere’de teslim ol çağrılarına “Biz buraya dönmeye değil ölmeye geldik” diyen, sosyalizm bayrağını yere düşürmeyen devrimciler, zulme, baskıya karşı taşıyla, sopasıyla nöbet tutan direnen halk susmayacaktır. Arkadaşlarını, çocuklarını faşizmin hapishanelerinden almak için gerekirse yine sokaklarda tomalara karşı ellerindeki tüm imkanlarla canı pahasına direneceklerdir." ifadelerine yer verildi. Devrimci tutsaklar onurumuzdur, İçerde dışarda hücreleri parçala, Gezi direnişi yargılanamaz sloganlarıyla açıklama son buldu. Açıklamanın ardından duruşma salonuna geçildi. Savcının tutuksuz yargılama mütalasının ardından avukatlar savunmalarına geçildi. Ardından karar için ara verildi. Kararın ardından tahliye kararını kitle sloganlarla coşkuyla karşıladı ve cezaevi önüne geçildi. İşlemlerin ardından serbest bırakılan tutsaklar aynı coşkuyla karşılandı ve tüm tutsaklar özgür kalıncaya dek mücadelenin süreceği vurgusu yapıldı.

30 Mart Yerel Seçimleri ve Devrimci Taktiğimiz


     Yeni bir seçim süreci içindeyiz. 30 Mart yerel seçimleri birbirini izleyecek olan seçim süreçleri için bir başlangıçtır; bu yerel seçimi Cumhurbaşkanlığı ve genel seçim süreçleri izleyecektir. Neo-liberal sömürünün sınırlarının tükendiği, kriz dinamiklerinin yeni biçimler aldığı, oligarşi içi çatışmaların yeni boyutlar kazandığı, işçi sınıfı ve emekçi halkların tüm kazanımlarının tasfiye edilip emperyalist saldırı programının halklara dayatıldığı, başta Kürt ulusunun özgürlük sorunu olmak üzere hiçbir demokratik sorunun çözülmediği, rüşvet, yolsuzluk ve yağmanın tüm iktidar odaklarına sindiği, "demokrasi, özgürlük, hak, hukuk, kuvvetler ayrılığı" gibi kavramların gündemden kalkıp devletin çeteleştiği bir süreçte, önümüzdeki seçimler, her sınıf ve politik akım için önemli bir yerde durmaktadır...

Yazının Tamamını Okumak İçin Burayı Tıklayınız

İzmir EÖC Kırıklar Cezaevi Önünde Basın Açıklaması Yaptı

       İzmir Emek ve Özgürlük Cephesi Kırıklar F Tipi Cezaevi F1 önünde 27 Ocak Pazartesi günü saat 12.30'da basın açıklaması gerçekleştirdi. ''Keyfi Tutuklamalara Adalet Hasta Tutsaklara Özgürlük İstiyoruz!'' pankartı arkasında bir araya gelen Emek ve Özgürlük Cepheliler içerden gelen sloganların desteğiyle açıklamaya başladı. Açıklamada, ''Bu ülkenin zindanlarında hasta tutsaklar gün geçtikçe ölüme yaklaşıyor. Tecrit içinde tecridi yaşayan tecrit ve tretman politikalarıyla ölüme terk edilen tutsaklara reva görülen sesiz sedasız ölümdür. İHD'nin 3 Kasım 2013 tarihli hazırladığı rapora göre bugün F tiplerinde 163'ü ağır olmak üzere 544 hasta tutsak bulunmaktadır. Erol Zavar, Abdullah Kalay, Medeni Kaya, Halil Güneş ve yüzlerce hasta tutsak yıllarca F tipi hücrelerde tutuluyorlar. Ceza evlerinde kalamaz raporlarına rağmen tahliye edilmeyen tutsakların durumunu göz ardı eden ve sessizce ölüme terk eden Adalet Bakanlığı, Ceza ve Tevkif Evleri müdürü ölümlerin sorumlusudur. Ahmet Başboga, İnan Çoban, İslam Tümer… Kırıklar hücrelerinde gün gün ölüme terk edilmek istenmektedirler. İnan Çoban 16 yıldır cezaevindedir. Hakkında verilen cezaevinde kalması hayati tehlike oluşturur raporlarına rağmen tahliye edilmeyen ve Kırıklar 1 nolu F tipinde tutulan Çoban 1995 yılından bu yana cezaevindedir. Ölüm orucu hastalığı olarak da bilinen Wernice Korsakoff olan Çoban gün gün ölüme terk edilmektedir. Ahmet Başboga Kırıklar 2 nolu F Tipinde hücrede bulunmaktadır. Kısmi felçtir ve beyninde mermi çekirdeği vardır. İslam Tümer de Kırıklar 2 nolu F tipinde tutulmaktadır. Kendisi Hemoptizi yani akciğer hastasıdır. Yıllarca hücresinde ölüme terk edilen Tümer'in durumu gün geçtikçe kötüye gitmektedir. ' ifadelerine yer verildi. Açıklama ''Hasta tutsaklar serbest bırakılsın, İçerde dışarda hücreleri parçala, Devrimci irade teslim alınamaz, Devrimci tutsaklar onurumuzdur'' sloganlarıyla son buldu.

İzmir'de Direniş Ziyareti


     İzmir'de Ayakkabıcılar Sitesi'nde çalışan ayakkabı işçileri uzun süredir tezgahta üretimi durdurdu. Parça başı üretim yapan işçiler sigortasız, esnek ve ucuz işgücüne karşı çoğu atölyede üretim yapmıyor. 20 Ocak Pazartesi günü EÖC siteye bir ziyaret gerçekleştirdi. Atölyelerde işçilerle çalışma koşullarına esnek üretime ve kaçak işçi çalıştırılmasına karşı birlikte neler yapılabiliriz konuları üzerine sohbetler gerçekleştirildi. Atolye atölye dolaştığımız sitede aynı zamanda EÖC Ne İstiyor? broşürünün dağıtımı da yapıldı. İşçilerle beraber somut önerileri paylaştığımız sohbetlerimizde, atölyelerde sağlıklı çalışma koşullarının olmaması ve kansorejen madde kullanımına da dikkat çeken işçilerle somut öneriler ve üretim üzerinden bir daha ki görüşeceğimiz günü kararlaştırarak ziyaretimizi sonlandırdık.

İzmir'de Hrant İçin Yürüyüş

       DİSK, KESK, TMOBB çağrısıyla bir araya gelen İzmir Emek ve Demokrasi güçleri Hrant Dink'i anmak ve katledilmesini protesto etmek için sokaklardaydı. Hrant Dink’in katledilişinin 7. yılında 19 Ocak Pazar günü saat 13.30'da Alsancak Gar’da toplanan kitle “Dünden bugüne hukuksuzluk AKP ile sürüyor. Hrant'ın katili faşist devlet!” yazılı ortak pankart arkasında Kıbrıs Şehitleri Caddesine doğru yürüdü. Emek ve Özgürlük Cephesi'nin yanı sıra diğer devrimci demokrat kurumların da yer aldığı kitle “Hepimiz Hrant’ın hepimiz Ermeniyiz”, “Hrant’ın katili faşist devlet”, “Faşizme karşı omuz omuza”, “Hrant’ı vuranlar memleketi soyanlar” sloganlarını sık sık haykırdı ve en önde Hrant Dink’e ait bir resim taşındı. Kitle yürüyüşünü Kıbrıs Şehitleri Caddesi' nde sonlandırdı. Burada DİSK Ege Bölge Temsilcisi Memiş Sarı tarafından ortak basın açıklaması okundu. Sarı, yaşamını ülkenin kardeşliğine adayan bir sosyalist Ermeni gazeteci olarak aramızdan 7 yıldır ayrılmış olduğunu hatırlatarak başladı. Sarı, şimdilerde davanın yeniden görüldüğü ancak umutlarının olmadığını, Hrant’ın emniyetin bilgisi ve yönlendirmesi ile katledildiğini dile getirdi. Cinayetin sorumlusunun AKP eliyle halk düşmanlarını güçlendiren devletin ta kendisi olduğunu vurguladı. Sarı, “Ancak her şeye karşın, bu ülkenin vicdan sahibi ve sağduyulu yurttaşları olarak bizler, Hrant’ın katilinin tarihin derinliklerine gömülen “faili meçhuller”den biri olmasına asla izin vermeyeceğiz” şeklinde sonlandırdı. Eylem Mora Çalan müzik grubunun söylediği bir ağıt ve İzmir Müzisyenler Derneği’nin söylediği marşlarla devam etti. Hrant’ın katlediliş saatinde yüzlerce kişinin saygı duruşu ile anma sonlandı.

İstanbul'da Hrant İçin Yürüyüş


     Hrant Dink katledileli 6 yıl oldu. Bunca yıldır bu cinayetin hesabı verilmedi. Katiller, katillere yol verenler, yol gösterenler, koruyanlar, delilleri karartanlar... hepsi ama hepsi ortadayken sadece birkaç kişiye ceza vererek bu işin içinden sıyrılmaya çalıştılar. Başaramadılar. Onların bu çabaları her yıl daha da büyüttü öfkemizi. Hrant Ermeni olduğu için, bu toprakların kendi katliamcı, soykırımcı tarihiyle yüzleşmesi gerektiğini söyleyen bir Ermeni olduğu için, bu topraklardaki insanların bu yüzleşme olmaksızın kardeşleşemeyeceği gerçeğini korkusuzca haykırdığı için katledildi. Ondan rahatsız olanlar, ardından binlerce insanın "Hepimiz Ermeniyiz" diye yürümesinden daha çok rahatsız oldular. 1915'ten beri unutturulmak istenen bu soykırımın işledikleri bu cinayetten sonra daha da çok konuşulur, anımsanır olmasından daha da çok rahatsız oldular. Ellerinden gelen her şeyi yaptılar; Ama her yıl binlerce insanın "Hepimiz Hrant'ız, Hepimiz Ermeniyiz" diye sokakları doldurmasına engel olamadılar.
     Bu yıl da 19 Ocak günü İstanbul'un sokaklarını bir insan seli kapladı. Saat 13:30'da Taksim'de toplanan kitle, Cumhuriyet Caddesini kaplayarak Agos Gazetesi önüne doğru yürüyüşe geçti. Yol boyunca "Hepimiz Hrant'ız Hepimiz Ermeniyiz", "Katil Devlet Hesap Verecek", "Yaşasın Halkların Kardeşliği", "Biji Bratiya Gelan", "Gün Gelecek Devran Dönecek Katiller Halka Hesap Verecek", "Bu Daha Başlangıç Mücadeleye Devam", "Her Yer Taksim Her Yer Direniş", "Faşizme Karşı Omuz Omuza", "Kurtuluş Yok Tek Başına Ya Hep Beraber Ya Hiç Birimiz", "Faşizme İnat Kardeşimsin Hrant" sloganları atıldı.
     Caddenin sol şeridinden yürüyen kitlenin açtığı "Unutmayacağız Affetmeyeceğiz" pankartının önünde Bandista Grubu da şarkılarıyla yerini aldı. Kalabalık kitle Agos Gazetesinin önüne geldiğinde anma etkinliği başladı. Saygı duruşu ile başlayan anmada çeşitli kısa konuşmaların ardından Gülten Kaya, Agos'un penceresinden anma metnini okudu. Oldukça iyi hazırlanan metinde Roboski'den Gezi şehitlerine dek tüm hukuksuzluklar, haksızlıklar oldukça iyi bir dil ve anlatımla teşhir edildi ve adalet mücadelesi için çağrı yapıldı. Daha sonra seslendirilen Ermenice ezgilerle anma sona erdi. Anmanın ardından Taksim yönüne doğru dağılan kitle, Galatasaray Meydanı'na kadar sloganlarıyla yürüyüşünü sürdürdü.

İzmir'de Kampanya Çalışmaları Devam Ediyor

       İzmir'de "Keyfi tutuklamalara adalet, hasta tutsaklara özgürlük istiyoruz!" şiarla başlattığımız kampanya çalışmaları devam ediyor. 18 Ocak Cumartesi Karşıyaka'da ve 19 Ocak Pazar günü Konak'ta stant açıldı. Kampanya bildirisinin yanı sıra "Hasta tutsaklara özgürlük" imza föyleri stantta yer aldı. Cezaevlerindeki hasta tutsakların durumunu, yolsuzluk, talan, yağma politikalarını, F tiplerini, tecrit ve baskı politikalarını teşhir eden konuşmalarla imza istendi, bir yandan da kampanya bildirilerinin dağıtımı yapıldı. Aynı zamanda dergi satışı gerçekleştirildi. Yoğun ilgi gören stantta sohbetler gerçekleştirildi.

İzmir'de Kampanya Çalışmaları

       İzmir Emek ve Özgürlük Cephesi basın açıklamasıyla kampanyayı deklare ederek kampanya çalışmalarına başladı.11 Ocak Cumartesi günü saat 13.00 de Kemeraltı girişinde Emek ve Özgürlük Cephesi basın açıklamsı gerçekleştirdi. Açıklamada; Özgürlük .adalet,eşitlik taleplerine sahip çıkan tüm ezilen halklar için mücadele çağrısıyla başlayan ifadelere yer verildi. Gezi ve Haziran Halk Direnişiyle beraber oligarşinin azgınca saldırılarına rağmen kendi gücünü gören halkların eşitlik, adalet ve özgürlük mücadelesi yükseltilmelidir. Bu süreçte bir adım öne çıkıyoruz ve mücadeleyi büyütüyoruz. Özgürlük, adalet, eşitlik şiarımızla; "Keyfi tutuklamalara adalet, hasta tutsaklara özgürlük istiyoruz" mücadele kampanyamızda Cezaevlerindeki ağır hasta tutsakların durumuna dikkat çeken ifadelere yer verildi. Açıklama "Hasta tutsaklara özgürlük, içerde dışarda hücreleri parçala, Devrimci tutsaklara özgürlük" sloganlarıyla sona erdi. Açıklama sonrası stant açıldı. Kampanya bildirisinin yanı sıra "Hasta tutsaklara özgürlük" imza föyleri stantta yer aldı. Cezaevlerindeki hasta tutsakların durumuna, F tiplerine, tecrit ve baskı politikalarını teşhir eden konuşmalarla imza istendi, bir yandan da kampanya bildirilerinin dağıtımı yapıldı. Yoğun ilgi gören stantta sohbetler gerçekleştirildi. Çalışmamız mahallelerde ve merkezi yerlerde farklı eylemliliklerle sürecektir..

İzmir Gezi Tutsak Aileleri Ankara'da Mecliste Basın Toplantısı Gerçekleştirdi

       İzmir Gezi Tutsak Aileleri evlatları tutuklandığı günden itibaren her Cumartesi oturma eylemi yaparken, Ankara’da mecliste görüşmeleri gerçekleştirip , mücadeleyi sürdüreceklerini bir kez daha ifade ettiler.
        İzmir’de Gezi Direnişi sonrası tutuklanan 13 tutsağın aileleri TBMM’de CHP İzmir milletvekili Musa Çam ile bir basın toplantısı gerçekleştirdi. 8.01.2014 Çarşamba günü saat 12.30’da gerçekleştirilen basın toplantısında aileler, üzerinde tutsakların isimleri bulunan önlüklerle konuşmalar yaptılar.Serdar Gür’ün annesi Nesrin Gür bir konuşma gerçekleştirdi. Konuşmasında Gezi Direnişi tutsaklarının hiçbir kanıt olmadan tutuklanmasının adaletsizlik olduğunu belirtti. Bülent Arınç’ın yaptığı bir basın açıklamasında “Çocuğunun gözaltına alındığını televizyondan öğrenmek ne acıdır!” demesinin kendisinin içini acıttığını belirtti. Gür konuşmasında şunu sordu: “Her Cumartesi çocuklarının akıbetini soran Cumartesi Anneleri’nin, Roboski’de katledilen çocukların ailelerin, Gezi’de katledilen 7 canın ailelerin, Van’da açlıktan ve soğuktan ölen çocukların, cezaevlerinde tacize ve tecavüze uğrayan çocukların acısından daha mı çok acıtıyor yolsuzluk yapanların haberini almak!?” Bakanların çocuklarına tepsi tepsi baklava giderken çocuklarına görüşe giderken ne zorluklar yaşadıklarına değinen, çocuğuyla gurur duyduğunu dile getiren Gür, tüm Gezi Direnişi tutsaklarına özgürlük istedi.
        Mehmet Barış Yalçın’ın babası Osman Yalçın da bir konuşma gerçekleştirdi. Konuşmasında oğlunun Manisa Soma’daki evlerinden onlarca polis tarafından gözaltına alındığını ve tutuklandığını belirtti. Devletin kolluk güçlerinin demokratik hak ve talepleri için sokağa çıkan insanlara orantısız güç kullandığını da vurgulayan Yalçın, eli palalı çetelerin serbest bırakıldığını ve bu adaletsizliğe karşı 8 aydır adalet aradığını belirtti.
        Ulaş Arslan’ın babası Musa Arslan da bir konuşma yaptı. Tüm Gezi Direnişi tutsaklarının yoldaşı olduğunu dile getiren baba, oğlunun müzik aletiyle direnişe destek verdiğini, gözaltına alındığını ve Gezi Direnişi’nde gerçekleşen çatışmaların sebebinin polisler ve onlara emir verenlerin olduğunu belirtti. Çocuklarına onuru, gururu öğrettiklerini dile getiren baba şunları söyledi: “Siz çocuklarınıza yolsuzluğu, hırsızlığı milyon dolarları ayakkabı kutularında saklamayı öğrettiniz!” 13 Şubat’ta tutsakların mahkemesi olduğunu belirten Arslan, Berkin’i gaz fişeğiyle, Ethem’i silahla vuranların neden yargılanmadıklarını sordu. Adalet istediklerini belirtirken susmadıklarını ve susmayacaklarını, tüm Gezi tutsaklarına özgürlük istediklerini söyledi.
        Orhan Yıldız’ın annesi Aynur Yıldız ise oğlunun suç işlemediğini ve oğluyla gurur duyduğunu belirtti. Katillerin dışarıda olduğunu suçsuzların tutuklandığını belirten anne, tüm Gezi tutsaklarına özgürlük istedi.
        Görüş Atıcı’nın ablası Nadire Atıcı gerçekleştirdiği konuşmasında kardeşinin, on yılların baskı politikalarına karşı milyonların direniş sürecinde eyleme katıldığı için gözaltına alındığını ve tutuklandığını belirtti. Binlerce kişinin gözaltına alındığını, yüzlercesinin de tutuklandığını vurgulayan Atıcı, zaten ağır tecrit koşullarının var olduğu F tipi hapishanelerde bir de kameralarla daha ağır koşullar yaratılmaya çalışıldığını belirtti ve ilk taleplerinin tecrit koşullarına son verilmesini, tüm Gezi Direnişi tutsaklarının serbest bırakılmasını istedi.
        Erol Özdemir’in ablası Sevgi Özdemir ise konuşmasında Gezi Direnişi’ni bastırmak ve gözdağı vermek için 5 bine yakın kişinin gözaltına alındığını, 150 kişinin tutuklandığını, 15 kişinin gözünü kaybettiğini ve toplam 8041 kişinin yaralandığını belirtti. Abla Özdemir, tüm baskı koşullarına rağmen o dönemde insanların sokakları terk etmediğini belirtirken şu an 13 arkadaşlarının hala tutuklu olduğunu vurguladı. Gezi Direnişi’nin yargılanmasının işçi ve emekçilerin gelecekleri için verdikleri mücadelenin yargılanması, Kürt halkının imha ve inkar politikasına karşı yürütülen taleplerin yargılanması, kadınların kadın kimliklerine sahip çıkma, kadın bedenine karşı yapılan müdahaleye verilen mücadelenin yargılanması, Aleviler'in yok sayılmasına karşı verilen mücadelenin yargılanması demek olduğunu vurgulayan abla, tüm Gezi tutsakları serbest kalana kadar mücadeleye devam edeceklerini belirtti.
        Konuşmaların ardından aileler saat 14:00'te Yüksel Caddesi’nde bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Açıklamada aileler “İzmir’de 13 direnişçi 6 ayı aşkın süredir tutuklu! Gezi Direnişi tutsaklarına özgürlük! / İzmir Gezi Tutsak Aileleri” yazılı ozalit ile katıldılar. “Gezi şehitleri ölümsüzdür!”, “Gezi Direnişi yargılanamaz!”, “Gezi tutsakları onurumuzdur!”, “Bedel ödedik! Bedel ödeteceğiz!” sloganları sık sık atıldı. Gezi Direnişi’nin yargılanamayacağının bir kez daha ifade edilirken tüm Gezi Direnişi tutsakları serbest bırakılana kadar mücadeleye devam edileceği söylenildi. Basın açıklamasının ardından aileler, Yüksel Caddesi’nde bildiri dağıtımı gerçekleştirdiler. Ardından eylem son buldu.

Hatun Ana'mızı Yitirdik

       12 Eylül karanlığının her yanı kapladığı günlerde bir avuç insan zindan kapılarından hiç ayrılmadılar. Hiç susmadılar. Zindanlarda direnen devrimci tutsakların dışarıdaki sesi, soluğu oldular. İşte onlardan biri de Hatun Anaydı. Geçtiğimiz Cuma günü 3 Ocak 2014'te kaybettik Hatun Anamızı. Zindan kapılarından hiç ayrılmayan, 12 Eylül subaylarının yakasını bir an olsun bırakmayan o küçük, ısrarlı grup, git gide büyüdü. Hatun Ana her zaman devrimcilerin yanında oldu. Yaşamı Tozkoparan Küba Mahallesinde geçti ve orada noktalandı.
       Asıl adı Elmas Albayrak olan Hatun Anamız, kapılarını her zaman devrimcilere açtı. Geçirdiği ani bir rahatsızlık sonucu aramızdan ayrılan Hatun Ana için 4 Ocak cumartesi günü Bağcılar Cemevinde bir tören düzenlendi. Burada yapılan dini törenden sonra Tozkoparan Küba Mahallesindeki evine götürülen cenazeye buradan helallik alındı. Daha sonra Topkapı mezarlığına götürülen cenaze burada toprağa verildi. Cenaze sırasında Hasan Şensoy'un gönderdiği mesaj da okundu.
       Cenazenin ardından tekrar Tozkoparan'a dönüldü ve yemek verildi. Cenazeye kalabalık bir kitle katıldı.

Haramilerden Hesap Sormak İçin Sokağa Eyleme

       AKP'nin rüşvet, yolsuzluk ve talanları artık gizlenemiyor. Neo-liberal sömürüde sınır tanımayan, bu sömürü düzenin hem ürünü, hem de yürütücüsü olan AKP, bir yandan "tek parti ve tek adam" anlayışıyla baskı ve şiddetini tüm topluma dayatıyor, öte yandan iktidar imkanlarını, devlet partisi olma gücünü yolsuzluk ve talan için kullanıyor. Kirli ve çürümüş ilişkiler, "büyüme ve gelişme" adı altında yapılan yolsuzluk ve talanlar AKP ile özdeşleşti; "İslam ve din" dillerden düşmüyor ama her şeyin para olduğu neo-liberal ahlak AKP üzerinden tüm topluma püskürtülüyor.
       Bir süredir AKP koalisyonu sancılar yaşıyordu. Bu sancılar dershane üzerinden yeni boyut kazandı ve açık bir çatışmaya dönüştü (asıl mesele dershaneler değildir). Bir yanda AKP ve bunu destekleyen güçler, öte yanda AKP ile iktidar ortağı olan Fethullahçı cemaat ve ABD; yeni bir çıkar çatışması, ekonomik ve politik mevzi savaşı yaşıyor. Her gün yeni bir kirli ilişki, yolsuzluk, talan açığa çıkıyor, karşılıklı suçlama ve hamleler birbirini izliyor. Bu iktidar ve güç savaşında her şey kullanılıyor. Dillerden düşmeyen "demokrasi ve özgürlük", "yargının bağımsızlığı", "kuvvetler ayrılığı" gibi burjuva ölçüler yerle bir oluyor; devletin kendisinin bir çete olduğu gerçeği ortaya çıkıyor. Oligarşik devlet içinde çeteler savaşı her şeyin önüne geçiyor; tüm kirli ilişkiler açığa çıkıyor.
       Bu tablo, neo-liberal sömürünün, burjuva siyaset ve ahlak anlayışının geldiği son noktadır; çürüme, yalan, çeteleşme, özel savaş taktikleri, yolsuzluk, rüşvet, talanda sınır ve ahlak kalmamıştır, çeteler savaşı tüm hızıyla sürmektedir, yaşanan siyasal bir krizdir.
       Hiç şüphesiz, bu durum yeni ortaya çıkmadı. Tüm halkın gözü önünde yaşanan, büyük bir tiksinti ve öfke biriktiren bu çürüme, talan, çeteler savaşı, genel olarak yeni sömürgeciliğin, özel olarak 12 Eylül açık faşizminden bu yana uygulanan neo-liberal sömürünün, bu sömürü düzeni üzerinden biçim alan sömürge tipi faşizmin "yan ürünü"dür. Bu yoldan Evren'ler, Özal'lar, Demirel'ler, Çiller'ler geçti; şimdi devlet partisi olan AKP ve T. Erdoğan geçmektedir. Bu anlamda çöken sadece AKP ve T. Erdoğan değil, neo-liberal sömürü düzenidir.
       11 yıllık iktidarıyla AKP ve koalisyon ortağı Fethullahçı cemaat, devrimcilere, sosyalistlere, Kürt yurtsever harekete birlikte saldırdılar, bin bir komplolar kurdular; hatta bu saldırı ve komplolar oligarşi içi iktidar kavgasında muhaliflerine, Ergenekonculara kadar taşıdılar. "Demokrasi ve özgürlük" adına bu iki çete iktidarı ve devleti birlikte ele aldılar, "yeniden yapılanma" adı altında iktidar odaklarını paylaştılar, ABD ve emperyalizmin çıkarlarını savundular. Birlikte neo-liberal sömürüden pay aldılar, yeni bir zenginler sınıfı yarattılar. Birlikte Gezi ve Haziran günlerinde halka saldırdılar, gaz attılar, sokakları savaş alanına döndürdüler, 6 devrimciyi şehit ettiler, 10 bin kişiyi yaraladılar, yüzlerce devrimciyi, 10 bin Kürt yurtseveri birlikte tutukladılar. Diyarbakır'da, Yüksekova'da, Şırnak'da, tüm Kürdistan'da Kürt halkına saldırdılar. Roboski'de, Gezi'de, Gewer'de ölen bizdik, bize bomba, kurşun, gaz atan onlardı. Şimdi, çıkarlar çatıştı, birbirine düştüler. Hırsızlar, arsızlar, haramiler köşeleri tutmuş, yer altı ve yer üstü tüm zenginlikleri talan ediyorlar. Kentler, "imar", "kentsel dönüşüm, "TOKİ", "üçüncü köprü", "Galata-port", "kanal İstanbul"; doğa ise "altın arama", "HES" gibi projelerle talan ve yağma ediliyor. Pervasız ve fütursuz oldular, "hizmet" adı altında Belediyeler, tüm devlet organları kirli ilişki ve yolsuzluk yuvaları oldu. Burjuva muhalefetin etkisiz, devrimci hareketin zayıf olduğu bir dönemde, "ne istedilerse verdik", "dershaneleri kapatırsanız terör artar" diyenler, halk düşmanlığında, ABD işbirlikçiliğinde birleşenler şimdi ekonomik ve politik mevzikavgasına başladılar. Tayyip'le yürümek istemeyen ABD,Fetullah Gülen Cemaati ile birlikte Türkiye siyasetine yeni birdizayn vermek istiyor. Irak'taki petrol, Suriye'nin durumu, Rojava Devrimi, Çin'den alınan füzeler,Kürt sorunu, Ortadoğu hesapları hepsi bu kavganın bir bütün olarak nedenleridir. Buradan hareketle durumdan memnun olmayan ABD, T. Erdoğan ve AKP'ye müdahaleyi ivedilikle zorunlu görmüştür. Hesaplar büyük çünkü. Bu arada AKP'yi yeniden istedikleri gibi dizayn edemezler veya yeni bir parti hazırlayamazlarsa alternatif arayışlarında en güçlü ihtimal CHP (Amerika ile görüşmeler vs) görünmektedir.Unutmayalım ki tüm burjuva devlet partileri halk düşmanıdır.
       Tüm bunlar karşısında "bize ne" diyemeyiz, "yesinler birbirini" diyerek bir köşeye çekilemeyiz. Tam tersine ortaya dökülen bu kirli ilişkileri deşifre etmek, hesap sormak için tarafız. Biz işçi ve emekçileriz, halkız, ezilenleriz. Biz, bu ülkede emperyalizm ve oligarşiye karşı dövüşenleriz; bu kavgada bedel ödeyenleriz. Emperyalizm ve oligarşi bizim düşmanımızdır; Tayyip ve çetesi de, F.Gülen ve çetesi de, Ergenekoncu çeteler de halk düşmanıdır. Bunlar gücünü emperyalizm ve oligarşiden alıyor; tüm bunlara cepheden tavır alıyoruz.
       Bunların kasaları, ayakkabı kutuları, gizli hesapları, kendi ve aileleri üzerine aldıkları mal varlıkları, her şeyleri bizimdir; emeğimizdir, alınterimizdir, bizden çaldıklarıdır. Tümünü istiyoruz. Ortaya çıkanlar, her yere saçılanlar koca bir pislik düzenin bir kısmıdır, hem de küçük kısmıdır; bu pislik düzenini bir-iki onarma, birkaç bakanın istifası, Tayyip'in bir kaç pansumanı değil, ancak devrim temizler. Şimdi, bu haramilerden yolsuzluk ve talanın hesabını sorma zamanıdır; hesap sokakta, alanlarda sorulur, hesabı halk sorar, biz sorarız.
       Gırtlaklarına kadar pisliğe batmışlar, bu pisliği devrim temizler!

       İşçiler, Emekçiler, Tüm Ezilenler;
       Merkezinde T. Erdoğan'ın olduğu bu rüşvet, yolsuzluk ve talanların hesabını sormak için bir başka burjuva partisine, bir başka hırsıza, rüşvetçiye, haramiye ihtiyacımız yok. Talan edilen kentler, dereler, akarsular bizimdir. Biz üretiyoruz, bizim emeğimiz var, onlar çalıyor, talan ediyor. Şimdi bizden çaldıklarını paylaşırken ve iktidarda daha fazla mevzi tutmak için kavga ediyorlar. Bu ABD ile birlikte hırsızların, çetelerin savaşıdır. Bu siyasi ve ekonomik rant savaşıdır. Bu savaşta, Gezi ve Haziran halk direnişi günlerinde olduğu gibi yalan, tehdit, şantajlar yapılıyor, "iç ve dış düşman" söylemiyle kirli hesaplarla, talan ve yolsuzluğun üstünü kapatmaya çalışıyorlar.
       Gezi ve Haziran direnişi yolu açtı, korku duvarı yıkıldı; şimdi sokağa çıkıp bu haramilerden hesap sorma zamanıdır. İşçi, emekçi, esnaf, memur, Kürt, Türk, Alevi, genç, kadın, yaşlı, kısaca tüm halk, AKP'ye, Cemaate, Emperyalizme, faşizme, oligarşiye karşı sokakta, barikat başlarında el ele olalım, hesap soralım! Çünkü bunların hepsi halkların, işçilerin, emekçilerin, doğanın düşmanıdır, bizim ürettiklerimizle ve bizlerden çaldıklarıyla kendilerini varedebiliyorlar. Onların varlık sebebi bizler isek onları yok edecek, yenecek olanda bizleriz. Onun için gün, hesap sorma günüdür.

       Tüm Devrimciler;
       Devrimci hareketin zayıf olması bu haramilere güç veriyor. Burjuva muhalefet evlere şenlik, çapsız ve ufuksuz; zaten bizim bunlarla işimiz yoktur. Devrimci hareket zayıf; bu kader değildir. Gezi ve Haziran direnişinin dersleriyle gücümüzü birleştirirsek, halkla aramızdaki mesafeyi azaltabilir, devrimci hareketi yeni bir düzeye taşıyabiliriz. Düzen ve onun özeti olan AKP her alanda çöküyor; Haziran günlerinden bu yana bu gerçek her gün derinleşiyor. Artçı değil, öncü olmalıyız; eğer biz program ve örgütlü irademizle öncü olamazsak çöken bu düzeni bir başka harami doldurur. Devrim ve sosyalizm ufkuyla, güçlerimizi birleştirmeli ve mücadele içinde yeni bir ilişki düzeyi kurmalıyız. Devrimci güçler, ortaya dökülen bu talan ve yolsuzluklara, çetelere karşı birlikte mücadeleyi yükseltirse, tüm ezilenler bu düzene karşı yan yana daha güçlü olabilirler. Küçük hesaplar, basit yaklaşımlar değil, binleri, milyonları düşünerek devrimin çıkarlarını öne almalıyız. Bu kirlenmiş düzende tek temiz güç devrimcilerdir; bunu milyonlara taşımalıyız.
       Bunun için merkezi ve yerel her alanda yan yana olmalı, güçlerimizi birleştirmeli ve bozuk düzenin sorumlularından hesap sormalıyız. Bozuk düzende sağlam çark olmaz, tümünden hesap sormalıyız.

       Tüm Devrimci Kurtuluşçular;
       Bu günler mücadele günleridir; bir an, bir gün bile durmadan önümüze koymuş olduğumuz hedefler için mücadele etmeliyiz. Gezi ve Haziran günlerinden bu yana eşitlik, adalet ve özgürlük talepleri daha somut öne çıkmıştır; bunlarla sıkı ilişki içinde yolsuzluk ve talanda bu taleplere eklenmektedir. Tüm bu demokratik taleplere sahip çıkalım, bu taleplerin halk içinde somut biçim alması için çalışalım; örgütlenelim ve mücadelede en önde yerimizi alalım.
       Dost ve düşmana ilan ediyoruz; devrimci ve sosyalist bir çizgimiz var, politik bağımsızlığımız her şeyin önündedir. Bu çizgimizde yürüyoruz. Devrimci parti ve devrimci halk hareketini inşa etme gibi ana görevimiz var; bu ana göreve sımsıkı sarılalım ve halkın açığa çıkan öfkesinin sesi, vicdanı olup güncel görevlere sahip çıkalım. Dönemsel görevlerle güncel görevler arasında sıkı bağ var; güncel görevler başarılamadan dönemsel görevler başarılamaz.
       O halde, militan bir devrimcilik bugünün görevidir. Öne çıkan taleplere sahip çıkıp, halkın öfkesinde öncü olalım, en ön saflarda, sokaklarda, barikat başlarında dövüşelim. Bu mücadelede, kendi şiar ve bayraklarımızla yerimizi alıyoruz, başta devrimci güçler olmak üzere tüm direnişçi güçleri kucaklıyor, birlikte direniyor, birlikte dövüşüyoruz.
       Gün haramilerden hesap sorma günüdür; hesap soracağız!
       Birleşelim, örgütlenelim, dövüşelim, kazanalım!

       KURTULUŞA KADAR SAVAŞ!

Barikat'ın Yeni Sayısı Çıktı

       Dergimiz aşağıdaki kitapevlerinden temin edilebilir.
İstanbul Taksim Mephisto,
İstanbul Kadıköy Mephisto
İstanbul Kadıköy Seyhan
İzmir Yakın Kitapevi (Kıbrıs Şehitleri Cad.)
Ankara İmge Kitapevi (Konur Sk. Kızılay)
Adana: Karahan Kitapevi (Çakmak Cad. Çakmak Plaza, Zemin Kat No: 40 Seyhan/ Adana Şube: Mahfesığmaz Mah. 79019 Sk. Sargut Ap. No: 39 Çukurova/Adana)
Antalya: Babil Kitap Cafe (Kışla Mah. 25. Sk No: 12/A)
Mersin: Ütopya Kitapevi (Hamidiye Mah. Atatürk C. Irmak Apt. No: 108 Mersin)
Van: Star 2000 Kitapevi (Cumhuriyet C. Sanat Sokak)

       Urfa, Kars, Manisa, Aydın illerinde de dağıtılan dergimize ulaşmak için sbarikat07@gmail.com adresinden iletişime geçebilirsiniz...
        Yeni kalemlerden çıkan yazıları da içeren bu sayımızın ilgiyle karşılayacağınızı umuyoruz. İyi okumalar...
        İÇİNDEKİLER:
- Gezi Direnişinin Açtığı Yoldan Mücadeleye Devam
- Adalet, Eşitlik, Özgürlük İçin Mücadeleye
- Terör Hukuku ve Hukuk Düzeni
- Güncel Süreçte Kürt Sorunu ve İttifak İlişkisine Yeniden Bakış
- Devrimci Muhafazakarlık mı, Devrimci Sosyalizm mi?
- Bu Daha Başlangıç
- Şehitlerimizin Yolundan
- Kıdem Tazminatı Hakkı Gaspedilemez
- Eğitimin Metalaşma Sürecine Dair Notlar
- Kentsel Dönüşüm Projelerinde Kültürel Mirasın Rantsal İşlevi
- Dünden Yarına Mektuplar

İzmir'de Ali Serkan Eroğlu Anması

       Ali Serkan Eroğlu 24 Aralık 1997 tarihinde İzmir Terörle Mücadele polisleri tarafından kaçırılıp katledilmiş, ardından da öğrenim gördüğü Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi tuvaletinde asılı bulunmuş ve intihar süsü verilmek istenmiştir. İstanbul Adli Tıp kurumunun raporuna göre ise Ali Serkan'ın kanında kloroform maddesi bulunmuştur. Biz biliyoruz ki Ali Serkan'ın katili polislerdir, İzmir terörle mücadele polisleridir, Ali Serkan'ın katili devlettir.
       Ege Üniversitesi öğrencileri 24 Aralık 1997'de polis tarafından kaçırılan ve muhbirlik teklifini kabul etmeyince katledilen Ali Serkan Eroğlu’nu okul içinde yapılan bir yürüyüş ve basın açıklaması ile 25 Aralıkta 16. ölüm yıl dönümünde andı. Ali Serkan Eroğlu'nun arkadaşlarının da katıldığı yürüyüşün ardından basın açıklaması okundu ve katledilen tüm Devrimciler şahsında saygı duruşunda bulunuldu. Anma etkinliği Ege Üniversitesi çarşı girişine “Ali Serkan Eroğlu Yolu” tabelası asılmasının ardından sona erdi.

İzmir'de 19 Aralık Protestoları

       İzmir'de 19 Aralık direnişi üzerine ilk eylem 19 Aralık saat 12.30 da Buca Cezaevi önünde Halk Cephesi ve İHD tarafından gerçekleştirildi. Halk Cephesi adına yapılan açıklamada;19 Aralık ve ÖO süreçlerine değinildi, zulmün olduğu yerde direnmek meşrudur ve haktır, direneceğiz, örgütleneceğiz ifadelerine yer verildi.
       Bir diğer eylem saat 13.00 de İzmir İHD Şubesi tarafından gerçekleştirildi. İHD Genel Merkezi'nin hazırladığı açıklamada, 19 Aralık'ın tarihçesine değinildi. Bugün hapishanelerde 163'ü ağır 544 hasta tutsağın var olduğuna diikkat çekildi. ''İçerde dışarda hücreleri parçala, İnsanlık onuru işkenceyi yenecek'' sloganlarının atıldığı eylem cezaevi kapısından içeri karanfiller atılarak son buldu.
       19 Aralık günü yapılan bir diğer eylemde ise, EÖC'nin çağrısıyla biraraya gelen devrimci kurumlar Karşıyaka'da bir yürüyüş düzenlediler. Saat 18.30'da Karşıyaka İzban önünda bir araya gelen kitle buradan ''19 Aralık Katliamını unutmadık-unutturmayacağız'' ortak pankartının arkasında yürüyüşe geçti. Yürüyüş boyunca ''Zindanlar yıkılsın tutsaklara özgürlük, İçerde dışarda hücreleri parçala, Yaşasın 19 Aralık direnişimiz, Devrimci irade teslim alınmaz, Yaşasın devrimci dayanışma, devrim şehitleri ölümsüzdür'' sloganları sık sık atıldı. 19 Aralık katliamı ve direnişi, faşist saldırganlıklar, cezaevindeki tecrit ve baskı politikaları konusunda yürüyüş boyunca ajitasyon yapıldı. İş Bankası önüne gelen kitle burada bir basın açıklaması gerçekleştirdi.
        Açıklamada; "Bu ülkenin zindanlarında tarihin tanık olduğu en alçakça saldırılardan biri yaşandı. Faşist devlet 10 bini aşkın ölüm mangası, 20 bini aşkın gaz bombası, skorsky helikopterleri, kimyasal gaz ve bombalarla devrimci tutsaklara saldırdı. 20 hapishaneye düzenlenen ‘’Hayata Dönüş’’ adı altında katliamdı 19 Aralık… Devrimci tutsaklar diri diri yakıldı. 28 tutsak katledildi. Devrimci tutsakların düşünceleri ve iradeleriydi teslim alınmak istenen. Kişiliksizleştirme, kimliksizleştirme operasyonuydu. Devrim ve sosyalizm umudunu bu ülke topraklarında sonsuza kadar yok etme operasyonuydu 19 Aralık. Faşist rejim toplumda korku dağları yaratmak, yaşamın hücreleştirilmesinde yol almak için F Tipi zindanlarının yolunu bu katliamla açtı.
       Katliamın üzerinden 13 yıl geçmesine rağmen bu katliamda emirleri verenlerin ve bizzat katılanların korunup kollanması, yaşanan saldırının egemenlerin tam bir mutabakatı ifade ettiğni göstermektedir. Bu katliam yaşanırken Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdür Ali Suat Ertosun'a devlet üstün hizmet madalyası veren AKP hükümeti de bu mutabakata dahil olduğunu göstermektedir. Çünkü değişen sadece sistemin bekçileridir. Egemen faşist zihniyet, halka dönük saldırılarla devlet terörü estirmeye devam ediyor. Ülkemizde katliama ‘’Hayata Dönüş’’ diyecek kadar alçaklaşan düzen, bugün işçiler, Kürtler, ezilen tüm halklar her gün devletin saldırısına uğrarken demokrasi söylemi, AKP iktidarının riyakarlığında cisimleşmiştir. Sömürü ve zulüm düzeni AKP eliyle neo-liberal politikalarla sömürüyü derinleştirmiştir. Özgürlük, adalet ve demokrasi söylemini dilinden düşürmeyen AKP her alanda gericilik ve faşizmi kurumsallaştırdı. Bir yandan emperyalizme uşaklık ortadoğu halkları için açık saldırganlığa dönüştü. Öte yandan işçi sınıfı ve halkların talepleri karşısında siyasal gericilikte ısrar etti. Gezi ve Haziran direnişi ise, tüm bunların açığa çıktığı bir süreç oldu. Direniş sürecinde insanlarımız katledildi, yaralandı yüzlercesi tutuklanarak F Tiplerine gönderildi. Bugün F Tipi cezaevlerinde tutulan binlerce siyasi ve yutsever tutsak hücre ve tecrit koşullarında tutuluyor. Faşizmin zindanlarında 163’ü ağır olmak üzere 544 hasta tutsak sessiz sedasız ölüme terkedilmek isteniyor. Tecrit ve tretman politikaları F Tipi cezaevlerinde yeni baskı aygıtlarıyla sürüyor.Tecrit içinde tecriti yaşayan tutsaklar her geçen gün keyfi uygulamalar ve baskılarla karşı karşıya kalmaktadır. Devrim ve sosyalizm mücadelemizin onuru olan şehitlerimizin canı pahasına direnmenin ve mücadele etmenin, kazanmak için tek çıkar yol olduğunu anlatmaya devam ediyorlar. F Tiplerinin hayata geçirilmesine 19 Aralık katliamında ve ölüm orucunda devrimci tutsakların yaşamlarını yitirmesine rağmen direniş kazandı, irade ve cüret kazandı ve devrim mücadelesi F Tiplerinde günden güne büyüdü.19 Aralık katliamını unutmadığımızı, unutturmayacağımızı zindanlardaki devrimci tutsakların yalnız olmadığını tutsakların onurumuz olduğunu bir kez daha haykırıyoruz!" ifadelerine yer verildi. Açıklama 21 Aralık Cumartesi günü saat 19.30 da Çiğli-Güzeltepe mahallesinde yapılacak olan 19 Aralık anma yürüşünün duyurusuyla son buldu.
        EÖC, Alınteri, Partizan, BDSP, EHP, Devrimci Hareket'in örgütlediği eyleme ESP, KÖZ, TKP-1920, Kaldıraç, İzmir Hareket Tiyatrosu ve DHF de destek verdi.

İzmir'de Maraş Katliamı Protestosu

       İzmir'de 22 Aralık Pazar günü saat 13.00'de Basmane Meydanı'nda biraraya gelen Alevi Bektaşi Federasyonu İzmir Bileşenleri, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı İzmir şubeleri'nin düzenlediği bir yürüyüş gerçekleştirildi. Basmane Meydanında toplanan kitle "Geçmişinizle yüzleşmediğiniz sürece geleceğimizle ilgili umut bekleyemeziniz-Maraş katliamını unutmadık, unutturmayacağız!" ortak pankartı arkasında yürüyüşe geçti. EÖC'in yanı sıra devrimci kurumları katılım sağladığı yürüyüş boyunca "Faşizme karşı omuz omuza, Faşizme ölüm tek yol devrim, Dün Maraş'ta bugün Sivas'ta çözüm faşizme karşı savaşta, Katil devlet hesap verecek" sloganları atıldı. Konak Meydanı'na gelen kitle burada bir basın açıklaması gerçekleşirdi. Alevi Bektaşi Federasyonu ve Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı İzmir Şubeleri adına yapılan açıklamada; Her zaman olduğu gibi kardeşlik edebiyatı yapanlar, bir gün kalktılar ve aynı avluyu, aynı sokağı paylaştıkları Alevileri gözü dönmüşçesine katletti. 78 yılının Aralık ayında yaşanan ve faşist 12 Eylül darbesinin yapılmasına zemin hazırlayan Maraş katliamının üzerinden 35 yıl geçti. Ancak biz umudu tüketmeyeceğiz. Maraş katliamını, Sivas'ı, Çorum'u, Gazi'yi, Dersim'i,19 Aralık'ı, Roboski'yi, Gezi katliamını unutmadık ve unutturmayacağız, Bu katliamlarda kaybettiğimiz canlarımızı ve yoldaşlarımızı anıyoruz." ifadelerine yer verildi .Açıklamanın ardından eylem son buldu.

İzmir ve Salihli'de KESK'in İşbırakma Eylemi

       AKP'nin 2014 Merkezi Yönetim Bütçesine karşı 19 Aralık günü tam gün iş bırakan KESK; saat 11.00 de Basmane meydanında toplanmaya başladı. KESK'e bağlı sendikaların kortejlerini oluşturmasıyla beraber yürüyüşe geçildi. Yürüyüş boyunca AKP nin ''Yolsuzluk ve Yoksulluk'' bütçesine karşı sloganlar sık sık atıldı ve teşhir edildi. EÖC nin yanı sıra devrimci-demokrat kurumların katılım sağladığı yürüyüş Konak'ta son buldu. Burada KESK Şubeler Platformu adına Ramiz Sağlam bir konuşma yaptı. Konuşmasında; AKP'nin faşizan saldırılarına değindi. Bütçeyi tanımadıklarını savaşın, rantın, dinselleştirme projelerinin maliyetlerini ödemeyi reddettiklerini ve dayatılan bu bütçeyi kabul etmediklerini aktardı. Sendika temsilcilerinin de konuşmalarının ardından eylem yerel müzik gurubunun sahne almasıyla sona erdi.
       Manisa-Salihli KESK'in 19 Aralık günü Yolsuzluk ve Yoksulluk bütçesine karşı alanlardaydı. DİSK Emekli-Sen'inde destek verdiği eylem saat 12.30 da KESK binasından Belediye binasına yürüyüşle başladı. Tüm Bel-Sen emekçilerinin de katıldığı kortej daha sonra Demokrasi Meydanı'na yürüyüşe geçti. Yürüyüş boyunca Eğitime ve sağlığa bütçe, Gerici ve şovenst eğitime hayır, Sermayeye değil eğitime bütçe sloganları sık sık atıldı. Burada yapılan basın açıklamasında "Başta eğitim ve sağlık olmak üzere tüm kamu hizmetlerinde ticarileşmeye son verilerek herkese eşit, parasız, demokratik, anadilde eğitim hakkı tanınmasını ,baskı tutuklama ve sürgünlere son verilmesini istiyoruz" ifadelerine yer verildi. Yaklaşık 200 kişinin katıldığı eylem halaylarla sona erdi.

Alp Ata Akçayöz Yoldaş Mezarı Başında Anıldı

       19 Aralık Katliamında yitirdiğimiz Alp Ata Akçayöz Yoldaşımızı mezarının başında andık. Anma için 22 Aralık 2013 pazar günü Yoldaşımızın Büyükbakkalköy'deki mezarı başına gelen ailesi, dostları ve yoldaşları, "Alp Ata Akçayöz Yoldaş Ölümsüzdür" yazılı, Emek ve Özgürlük Cephesi imzalı bir pankart açtılar. Anmaya saygı duruşu ile başlandı. "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür", "Alp Ata Yoldaş Ölümsüzdür", "Yaşasın Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz!" sloganlarıyla biten saygı duşunun ardından Emek ve Özgürlük Cephesi'nin metni okundu. Metin şöyleydi:
       "19 Aralık Katliamı, Türkiye Cezaevleri tarihinde yaşanan en büyük katliamdır. 28 devrimci tutsağın katledildiği bu katliamla oligarşi, çok kısa bir süre sonra uygulayacağı ve 2001 krizi olarak bilinen IMF programını uygulamadan önce en önemli devrimci muhalefet odağını da ortadan kaldırmayı hedeflemişti. Başaramadılar. Ne devrimci direnişi bitirebildiler ne diğer amaçlarına tam olarak ulaşabildiler.
      "Bu katliamla aramızdan kopardıkları Alp Ata Akçayöz Yoldaş yaşıyor. Gezi Parkı'nda onunla birlikteydik. Parkta geceleri üzerimizi örten yıldızlardan battaniyeydi Alp Ata. Taksim'in tüm duvarlarındaki esprilerde bize gülümsüyordu. Gaz bombalarından korunmak için işçi baretlerini gördüğümde, 19 Aralık sırasında Ümraniye'de üzerimize yağan mermilerden korunmak için ansiklopedi ciltlerini kazaklarımızın altına eliyle yerleştiren Ata geliyordu aklıma. Gezi Parkı'nda kimin demlediğini, kimin sunduğunu, nereden geldiğini kimsenin sormadan sadece kocaman bir kardeşlik sofrasında olduğumuzun bilinci ve güzelliğiyle içtiğimiz her çayda Ata ile birlikte Ümraniye'de 19 Aralık direnişinin barikatlarında içtiğimiz sayısız "son çay" geliyordu aklıma. O elini attığında barikat güzelleşiyor, ısınıyor, neşeleniyordu. Hayatın neresine elini atsa, aynı sonucu aynı doğal enerjisiyle yaratıveriyordu.
      "Onu koparamadılar bizden. Çünkü biz hiç kopmadık onunla yoldaş olmaktan. Hiç kopmadık kavgadan. Bu yüzden mücadelenin her anında omuzlarımız geldi yan yana. Belki de bu yüzden bu yıl başımız daha dik geliyoruz yanına. Düştüğünüz topraktan binlerce, milyonlarca çiçeğin yeşerdiğini müjdeleyerek geliyoruz buraya. Doğru, o çiçeklerin kokusu henüz memleketi bir lağım çukuruna çevirmiş olanların yaydığı pis kokuları giderecek kadar baskın değil. Ama geçtiğimiz Haziran ayında öyle bir fırtına koptu ki, düşlerimizdeki ada kadar küçük de olsa bu toprakların bir kısmında bu çiçeklerin kosusundan başka bir şeyi duymadık. Fırtına dinse de, o çiçekler yepyeni tohumlar bırakarak dağılsalar da hepimiz sana şu sözü rahatlıkla verebiliriz: Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bu ışığı gördük, yaşadık.
      "Alp Ata Akçayöz Yoldaş yaşamına temas eden hiç kimsenin unutamayacağı bir kişiliğe sahipti. Bulunduğu her ortamda kendi varlığını hissettiren Ata Yoldaş, sorun değil, çözüm üreten yapısıyla her konuda adeta hızır gibiydi. Önüne çıkan hiçbir engel, onu durduramazdı. Kendi koyduğu engellerden başka onu durdurabilecek hiçbir güç yoktu.
      "Oligarşinin katilleri onu aramızdan ayırdığında, kısacık hayatına rağmen geride çok fazla sevgiyi miras bırakmıştı. Onu tanıyıp da sevmeyen yok gibiydi. Bunu başaran Yoldaşımızın kişiliği kadar ilkeli yaşamıydı da. Onun bu kadar sevilmesinin bir nedeni de buydu. Hiçbir haksızlığa boyun eğmedi, sineye çekmedi. Kendince yöntemlerle de olsa her zaman direndi.
      "Onun sevgisinin, yaratıcılığının, neşesinin ve direncinin; devrimciliğinin… Kısacası tüm kişilik özelliklerinin Gezi Parkı'nda ve bu ülkenin Haziran günlerinde özgürlüğü yaşayan her karış toprağında yeniden yeniden çoğaldığını görmek çok güzeldi. Yine birlikte çoğalacağız Ata Yoldaş. Daha birlikte yaratacağımız çok güzellik var. Zından duvarlarının hapsedemediği soluğumuz, dünyayı sarıyor. Rojovadan Brezilya'ya dünyanın her yanını sarıyor. Özgürlük, Eşitlik ve Adalet isteyen her haykırışta buluşuyoruz yine. Daha çok kucaklaşacağız seninle. Daima bizimlesin, daima seninleyiz."
      Emek ve Özgürlük Cephesi
      Metnin okunmasının ardından yeniden sloganlarımızı haykırdık ve "Cephe Marşı"mızı okuduk. Alp Ata Yoldaşımızın annesinin her yıl okumamızı istediği "Yiğidim Aslanım" türküsünü de hep bir ağızdan okuduktan sonra yapılan kısa konuşmalarla mezar başındaki anma sona erdi.
      Buradan topluca Maltepe Beşçeşmeler'de bulunan Sokak Kültür Merkezi'ne gidildi. Kültür Merkezi'nde Alp Ata Akçayöz'ü anlatan, 19 Aralık Katliamı sürecini tüm boyutlarıyla anlatan bir sohbet gerçekleştirildi. 19 Aralık'ın sadece bir katliam olarak değil, bir devrimci direniş örneği olarak da ele alınması gerektiğine dikkat çekildi. Operasyonun sadece cezaevlerini kapsamadığı, dışarıda da bir tepki örgütlenmesini önlemek için polis operasyonlarının yapıldığı, medyanın operasyonun bir parçası olarak suça ortak olduğu anımsatıldı. Gün geçtikçe daha az anımsanır olan "Tecrite Son" talebinin yeniden güncelleştirilmesi gerektiğine de vurgu yapıldı. Dünyada en uzun süre tecritte tutulan RAF üyesi kadının yıllar sonra cezaevinden çıktığında yaptığı "Başaramadılar" açıklamasının her şeyi anlatmaya yettiği anımsatıldı.
      Alp Ata Yoldaşımızın kardeşinin de katıldığı sohbetin ardından Yoldaşımızın ailesinin her yıl geleneksel olarak verdiği yemek yenildi. Anma etkinliği böylece sona erdi.
      Anmamızı gerçekleştirmek için bize kapılarını açan Sokak Kültür Merkezi'ndeki devrimci dostlarımıza buradan bir kez daha teşekkür ediyoruz.

Almanya’nın İngolstadt Kentinde Söyleşi Ve Film Gösterimi

       Almanyanın İngolstadt kentinde ”Gülen Cemaati, AKP ve Kitle Hareketi” adı altında Film Gösterimi ve Söyleşi gerçekleşecek. Forum İngolstadt’ın düzenlediği etkinlikte konuşmacı olarak (EÖC) Emek ve Özgürlük Cephesi temsilcisi yer alacak. Etkinlik 08.12.2013 tarihinde, saat 15:00'da, Fechtgasse 6'da (Bürgerhaus) başlayacak.

Facebook’da düzenlenecek etkinliğin sayfası: https://www.facebook.com/events/448367161934235/

"Hepsi Özgürleşene Dek Hepimiz Tutsağız"
Forumu Yapıldı
Direniş Forumları 24 Kasım Pazar Günü Adalet ve Özgürlük Temalı İstanbul Forumunu Gerçekleştirdi

       İSTANBUL FORUMLAR KOORDİNASYONU bünyesinde oluşturulan SİYASİ TUTSAKLARA ÖZGÜRLÜK ÇALIŞMA GRUBU, ÇHD İSTANBUL ŞUBESİ ile birlikte, 24 Kasım Pazar günü saat 13:00'te, İstanbul Barosu Orhan Adli Apaydın Konferans Salonu'nda adalet ve özgürlük temalı bir "İSTANBUL FORUMU" düzenledi.
        Foruma konuşmacı olarak Marksist Akademisyen Temel Demirer, Av. Kazım Bayraktar, Av. Güray Dağ, Av. Gülizar Tuncer, Av. Fikret İlkiz ve Gazeteci İsmail Saymaz katıldı. Forum Siyasi Tutsaklara Özgürlük Çalışma Grubu adına Cihan Kaplan'ın açılış konuşmasıyla başladı. Çalışma komisyonu olarak geldikleri noktada bu forumu örgütlediklerini ve bu forumun ardından artık bir nitelik sıçraması ihtiyacının olduğunu vurgulayan Kaplan, bu forumda alınacak kararların ön açıcı olacağını vurgulayarak bilgilendirme konuşmaları sonrası yapılacak forum bölümünün öneriler üzerine yoğunlaşması gerektiğini belirtti.
        Daha sonra ise bilgilendirme konuşmalarından ilkini yapmak üzere Temel Demirer söz aldı. Devlet ve hukuk ilişkisine değinen Demirer en büyük teröristin kapitalist devletler olduğuna vurgu yaptı. Gezi Parkı'ndan başlayan şeyin bir ayaklanma olduğunu söyleyen Demirer, yaşananın Gezi Parkı ile lokalize edilerek değerlendirilmesini eleştirdi ve biz Ankara'da ayaklandık dedi. Başbakanlığın duvarına tırmanan bir liseli gencin "Teslim Ol Tayyip" diye haykırdığını aktaran Demirer, daha sonra hukuğun egemen sınıfların sömürüsünün devamlılığı bağlamındaki işlevini örneklerle açıkladı ve temel noktanın sınıf mücadelesinde yattığını belirtti. Devlet teröründen güncel ve tarihsel, Türkiye'den ve dünyadan örneklerle zenginleştirdiği konuşmasında AİHM'den adalet beklemenin tutarsızlığına da değindi.
        Demirer'den sonra söz alan Av. Kazım Bayraktar ise olağanüstü mahkemeler konusuna odaklandı. Osmanlı'dan bu yana ortaya çıkan çeşitli siyayasal gelişmeler ekseninde ortaya çıkan "İstiklal Mahkemeleri", "Devlet Güvenlik Mahkemeleri", "Sıkıyönetim Mahkemeleri", "Özel Yetkili Mahkemeler" gibi uygulamaların arka planlarını ayrıntılı biçimde ortaya koyan Bayraktar, özcesi bunların tamamının halka saldırı araçları olduğuna vurgu yaptı.
        Av. Güray Dağ ise konuşmasında olağanüstü mahkemelerdeki yargılama süreçlerinde yaşanan hukuksuzlukları örneklerle ortaya koydu ve günümüz mahkemelerinin 12 Eylül Sıkıyönetim Mahkemelerini arattığını vurguladı. Geçmişte suçtan suçluya gidilen bir yöntem varken bugün ise önce bir "suçlu"nun bulunduğu, daha sonra ise bu "suçlu" ne kadar yatırılacaksa cezaevinde, ona göre bir "suç" ayarlandığını; tüm bunlar yapılırken polis ve yargı işbirliğinin ayyuka çıktığını örneklerle ortaya koydu. AKP İktidarı sonrasında ülkede bir "terörist" patlaması olduğunu da vurgulayan Güray Dağ, tüm bunların muhalifleri bastırma noktasında toplumun sindirilmesi için yapıldığını da vurguladı.
        Av. Fikret İlkiz ise oldukça teknik bir konuşma yaptı. 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'ndan başlayarak günümüze değin çıkarılan yasalar aracılığıyla yaşanan gelişmeleri anlatan İlkiz, son yargı reformu paketlerini de ele aldı. Örneklerle zenginleştirdiği konuşmasında MİT'in talebiyle Adana Ağır Ceza Mahkemesinden tüm telefonların dinlenmesi kararının çıkarttırıldığını, bunu açıklayan gazeteciye dava açıldığını da örnekleri arasında vurguladı.
        Av. Gülizar Tuncer ise konuşmasında özellikle F Tipi Cezaevlerinde yaşanan insan hakları ihlallerine yer verdi. Devletin cezaevlerindeki devrimcilere rehabilite edilmesi gereken hasta olarak baktığını belirten Tuncel, kapatarak cezalandırmanın kapitalizme özgü olduğunu ve batı ülkelerinden uyarlanan tecrit politikalarının kapatarak, özgürlüğünden mahrum kılarak cezalandırmayı daha da boyutlandırarak işkenceye dönüştürdüğüne vurgu yaptı. F tiplerinde yaşanan birçok örneği sıralayan Tuncel, kişiye özel olarak İmralı Cezaevinde uygulanan tecriti de dile getirirken İmralı Cezaevine özgü, sadece bu cezaevi için geçerli, dolayısıyla kişiye özgü bir yönetmelik de çıkarıldığını sözlerine ekledi. Cezaevlerinin yönetilmesinde yasalar kadar yönetmeliklerin de etkili olduğunu vurgulayan Tuncel, F tiplerindeki uygulamaların parasız tutsaklar için ayrıca bir zulum olduğunu da belirtti.
        Son olarak söz alan gazeteci İsmail Saymaz ise basındaki tekelleşmeden ve bu tekelleşme sonucu ortaya çıkan yandaş medyadaki saçmalama yarışından örnekler verdi. Kimi zaman AKP'ye bile "bu kadar da olmaz" dedirtecek bu yalakalık yarışından örnekler salonda gülüşmelere yol açtı. Basının toplumsal rolünü oynayabilmesinin de tekelleşme aracılığıyla giderek engellenmeye çalışıldığını vurgulayan Saymaz, her alanda olduğu gibi bu alanda da direnişin hiç bitmediğini ve bitmeyeceğini vurguladı.
        Bilgilendirme konuşmalarının bitmesinin ardından kısa bir ara verildi ve forum bölümüne geçildi.
        Forum bölümünde birlikte neler yapılabilir tartışmaları önce çıktı. Gezi şehitlerinin duruşmalarının daha yoğun sahiplenilmesi çağrısı genel kabul gördü. Daha çok insana ulaşma çabalarına yoğunlaşılması önerildi.
        Forumda söz alan Emek ve Özgürlük Cephesi temsilcisi ise Temel Demirer'in konuşmasında değindiği Roma Hukuku'ndan yola çıkarak köleci toplumdan beri özel mülkiyete dayalı hukuğun temelde değişmediğini, egemen sınıfların sömürüsünün bir aracı olduğunu vurgulayarak tarihin bundan ibaret olmadığını anımsatan bir giriş yaptı. Yakın tarihte Gazi Mahallesi olayları sırasında İstanbul Valisinin sokağa çıkma yasağı ilan etmesine rağmen ertesi gün sokağa çıkan binlerce insanın bu yasağı paçavraya çevirdiğini söyleyen konuşmacı, konuşmalarda bahsedilen 141-142 maddelerin de 80 öncesinde ortaya çıkan devrimci mücadele ile anlamsızlaştırıldığı örneklerini verdikten sonra Gezi'de sayısız yasanın boşa çıkarılmasından hareketle yeniden sokaklara dönme çağrısı yaptı. "Bunu yapan bizlerdik, yine yapabiliriz, yapmalıyız. Biz o sokakları zaptettiğimiz zaman onların hukukları, yasaları, mahkemeleri, polisleri, yargıçları birer hiçtir. Gezi bunun örneğidir. O halde siyasi tutsakları özgürleştirmenin de kendi özgürlüğümüzü elde etmenin de yolu sokaklardan geçer..." biçiminde sonlanan konuşmanın ardından salondan yoğun bir alkış yükseldi.
        EÖC'ün konuşmasında geçen direnişin sönümlenmesi görüşüne katılmayan Temel Demirer, sönümlenmenin değil yeni bir atılım için mayalanmanın yaşandığı görüşünü dile getirdi. Ankara'nın emekçi mahallelerindeki bilinçlendirme çalışmalarını anlatan Demirer, yaşananın daha ileri sıçrayabilmek için hafifçe geri çekilmeden ibaret olduğunu söyledi.
        Daha sonra söz alan bir katılımcı 19 Aralık'ın yaklaştığını ve o gün yapılacak kitlesel bir eylem için şimdiden, buradan bir çalışmanın başlatılmasını önerdi.
        Kocamustafapaşa forumu adına söz alan katılımcı ise yerelleşme eleştirisi yerinde olsa da yerelde de yapılabilecek çalışmalar olduğunu ve bunun çok farklı dinamikleri harekete geçirebileceğini vurguladı. Forumlarının bu anlamda yaptıkları çalışmaları örnekleyen konuşmacı, muhtarlık seçimleri hazırlıklarından da bahsetti.
        Başka bir konuşmacı cezaevleri ile dayanışmak için mektup göndermeyi önerdi.
        Av. Gülizar Tuncel evrensel bir hak olan direnme hakkına vurgu yaparak devletin bizi sokmak istediği suçlu psikolojisine asla kapılmayarak bu hakkı sonuna kadar savunmak ve kullanmak gerektiğine vurgu yaptı.
        ÇHD duruşması için çağrı da yapılan forumda varolan tutsak yakınları örgütlerinin birleştirilmesi önerisi de yapıldı.
        Forumun sonunda salonda oylama yapılarak çalışma grubunun devamına ve gelecekte bu çalışmada kimlerin gönüllü olarak görev alacağına karar verildi. Alınan iletişim bilgileri aracılığıyla çalışmanın genişletilmesi daha fazla duyurulması, yeni boyutlara taşınması kararlarıyla forum sona erdi.

Mehmet Ayvalıtaş
Davasında Polis Saldırısı

       21 Kasım 2013 perşembe günü İstanbul Anadolu Adliyesinde Gezi direnişinde şehit düşen Mehmet Ayvalıtaş davası görüldü.
       Katillerin tutuksuz yargılandığı dava Türkiye'deki hak hukuk mücadelesinin biber gazı ve polis copu altında verildiğini bir kez daha gösterdi. Daha dava başlamadan içeri girmek isteyen ailelere karşı polis biber gazı kullandı. Bunun üzerine tekmeleyerek camları kıran kitle adliye bahçesinde forum gerçekleştirdi.
       Forumda sık sık 'Hepimiz Mehmetiz öldürmekle bitmeyiz', 'Anaların öfkesi katilleri boğacak', 'Faşizme karşı omuz omuza', sloganları atılıp, kısa açıklamalarla içerdeki dava gidişatı hakkında bilgiler verildi.
       Salonun küçüklüğünden dolayı bazı gazetecilerin içeriye alınmadığı davaya 10 kişilik sivil polis grubu silahlı bir şekilde girdi.
       Ali İsmail Korkmaz'ın ailesininde seyirci olduğu dava sonunda polis ile kitle arasında kısa süreli arbede yaşandı. Tutuklama kararının çıkmadığı duruşma 5 Şubat 2014 gününe ertelendi.
       Duruşma sonunda Türkiye'deki adalet sistemine güvenlerinin kalmadığını söyleyen Mehmet Ayvalıtaş'ın ağabeyi herkesi saat 20.00' da Kadıköy Boğa önüne çağırdı.

İzmir'de Gezi Duruşması

       Gezi Parkı eylemelerine katıldıkları gerekçesiyle İzmir'de 3. Dalga operasyonuyla 5 Temmuz sabahı evleri basılarak tutuklanan Gezi Direnişçilerinin 20 Kasım'da Bayraklı Adliyesinde ilk duruşmaları görüldü.
        Sabah erken saatlerde Bayraklı Adliyesi önünde toplanan kalabalık kitle saat 09.30'da bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Devletin faşist yüzünün teşhir edildiği, Gezi Parkı Direnişinin meşruluğu ve yargılanamaz olduğu vurgusunun yapıldığı açıklamada Emek Ve Özgürlük Cephesi ve Halk Cephesinin ortaklaştığı basın metni okundu. Destek veren kitle sık sık ''Zindanlar Yıkılsın Tutsaklara Özgürlük'', ''Gezi Direnişi Yargılanamaz'', ''Gezi Tutsakları Onurumuzdur'', ''Devrimci Tutsaklar Onurumuzdur'', ''Devrimci İrade Teslim Alınamaz'' sloganlarını haykırdı.
       Gezi Tutsak Aileleri ve İzmir Dayanışması'nın destek verdiği basın açıklamasının ardından kitle duruşma salonuna girdi. Polislerin ortamı germek için uyguladığı tacizleri muhatap almayan kitle tüm tacizleri boşa çıkardı. 2 saat sonrasında duruşmaya ara veren hakim, aralarında 2 Barikat okurunun bulunduğu 3 direnişçinin tutukluluk hallerinin devamına ve 2. duruşmanın 13 Şubat 2013'e ertelenmesine karar verdi. Karar sloganlarla protesto edildi.
       Öğleden sonra başlayan ve 5'i tutuklu 1'i tutuksuz 6 Gezi Direnişçisinin duruşmasında da aynı karar verildi ve dava 13 Şubat 2013'e ertelendi. Adliye önünde duruşmaya destek veren kitle ile çevik kuvvet arasında gergin anlar yaşandı. Kararı atılan sloganlarla protesto eden kitle toplu şekilde adliye önünden ayrıldı.

6 Kasım Protestoları

       İstanbul
       6 Kasım YÖK protesto eylemi Beyazıt Meydan'ında gerçekleştirildi. Eğitim Dayanışmasının ve Üniversite Forumlarının organizasyonuyla uzun bir aradan sonra ilk defa birleşik bir şekilde gerçekleşen eylem için saat 13.00'da Laleli tramvay durağında toplanan kitle Ali İsmail Korkmaz'ın maskeleriyle Beyazıt Meydanına doğru yürüyüşe geçti. Oldukça kalabalık olan kitle "Hepimiz Aliyiz öldürmekle bitmeyiz", "Gezi şehitleri ölümsüzdür.", "Her yer Taksim her yer direniş", "Faşizme karşı omuz omuza" sloganlarını attı. Beyazıt Meydanı'nda İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ve Beyazıt Kampusunden çıkan öğrencilerle buluşan kitle, hep bir ağızdan sloganlarını haykırdı. Gezi Direnişinde yaşamını yitirenler için yapılan saygı duruşunun ardından konuşmalara geçildi. Üniversite Forumlarının, Eğitim Dayanışmasının ve eğitim emekçilerinin açıklamalarının yanı sıra polis saldırısı sonucu gözünü kaybedenlerin mesajları da okundu. Basın açıklamasının okunması ve yapılan konuşmaların ardından halaylar ve horonlarla eylem sona erdi.

       İzmir
       1980 askeri faşist darbesinin ürünü olan YÖK, kuruluşunun 32. Yılında Dokuz Eylül Üniversitesinde protesto edildi. DEU Öğrenci Forumu tarafından düzenlenen yürüyüş ve basın açıklaması etkinliğine 100’e yakın öğrenci katıldı. Yürüyüş Dokuz Çeşmeler Kampüsünde Yabancı Diller Fakültesi önünden başladı. "YÖK, Polis, Medya Bu Abluka Dağıtılacak", "Eşit, Parasız, Bilimsel, Anadilde Eğitim", "Polis Defol Üniversiteler Bizimdir", ‘’Katil Polis Hesap Verecek’’ "Her Yer ODTÜ, Her Yer Direniş", ‘’ODTÜ’den Geçecek Tek Yol DEVRİM’dir’’ sloganları eşliğinde yürüyüşe geçen kitle sık sık ajitasyonlarla sivil polislerin okul içindeki varlığını teşhir etti. Haziran Direnişi sırasında hayatını kaybedenlerin isimleri söylendi ve ‘’YAŞIYOR’’ diye haykırıldı. Ayrıca Dokuz Eylül Üniversitesinde şu an hala gezi tutuklusu olarak cezaevinde tutulan 7 arkadaşımızın isimleri söylenerek ‘’BURADA’’ denildi. Yürüyüş sağanak yağmura rağmen okunan basın metninin ardından kitlesel biçimde sonlandırıldı.
       Ege Üniversitesi’nde YÖK’ün kuruluş protestosu ise Manisa Kavşağının trafiğe kapatılmasıyla sonlandı.
       Aynı gün akşam saat 19.00 ‘da üniversite forumları ve Eğitim Sen’in çağrısıyla 500’e yakın kişi Alsancak Sevinç Pastanesi önünde bir araya geldi. Buradan Basmane AKP ilçe binasına yürüyüşe geçen kitleye, Basmane meydanı girişinde TOMA, çevik kuvvet ve sivil polisler tarafından barikat kurulduğu görüldü. Forum temsilcilerinin sağanak yağmur altında uzun görüşmeleri sonuç verdi ve polis barikatı geri çekildi. Basın açıklaması Basmane Meydanında yapıldıktan sonra kitle Sevinç Pastanesi önüne geri döndü.

       Dersim
        Dersim’de YÖK Çalışması kapsamında Ovacık ilçesi üniversitesin de kuşlama yapıldı.
        Ovacık ilçesinde yeni yeni başlattığımız çalışmalarla beraber. İlk faaliyetlerimizden biri 5 kasım akşamı üniversite etrafında YÖK’e karşı olduğumuzu belirten bildirileri saçarak öğrencilerin dikkatini YÖK’ün pervasızlığı ve çarpıklığını gözler önüne sermek ve YÖK’e karşı mücadele alanlarımızı büyütülmesi gerekildiğini göstermeye çalıştık. Bildiri de ;
        "YÖK'E KARŞI MÜCADELEYE
        6 Kasım 1981'de kurulan YÖK eğitim ve bilimsel araştırma faaliyetlerini yönlendirmek veya ilerletmek , geliştirmek yerine yıllardır bu ülkede öğrencileri her anlamda sömüren eğitim ve öğretimi çürüten,özünden kopartan, kışla anlayışını dayatarak, siyasetten uzaklaştırmayı amaçlamışlardır. Özgür düşünme, bilimsel çalışmalara karşı ezberci anlayışı ortaya koymuş, anadil hakkımızı bile gasp etmişlerdir. eğitim yuvaları diye adlandırdıkları alanlarda ise eğitimden başka polis ,cop, tazyikli suyun girdiği gözler önüne serilmiştir. Binlerce öğrenci gözaltına alınıp yıllarca hapis cezası almasıyla beraber en ufak hak kırıntısı bile kendilerine tanınmamıştır. Fakat harç parası diye adlandırdıkları sermayeyi ceplerine katmaktan da çekinmemiş onlarca öğrencinin sırtından geçinmekten geri durmamışlardır. Üniversitelere gerici eğitim sistemi getirilerek ülkenin geleceği karartılmış. Gençliğin önü tıkatılmış topluma faydalı bireyler kazandırılması zorlaştırılmıştır. Birer kez daha veya gerekirse binlerce kez daha YÖK'e karşı olduğumuzu ve YÖK'ün kaldırılması gerektiğini her zaman olduğu gibi YÖK'ün kuruluş tarihi olan 6 Kasımda da vurguluyoruz.
        BUNUN İÇİN DİYORUZ Kİ ;
        -EŞİT PARASIZ BİLİMSEL ANADİLDE EĞİTİM DEVRİMCİ KURTULUŞLA GELECEK
        -YÖK POLİS MEDYA BU ABLUKA DAĞITILACAK
        -YÖK'E HAYIR
        -GENÇLİK GELECEK, GELECEK SOSYALİZM
        -POLİS DEFOL ÜNİVERSİTELER BİZİMDİR
                                GENÇLİK CEPHESİ

Aleviler Her Türden Baskı ve Asimilasyon Politikalarına Karşı Haykırdılar
Kadıköy'de Büyük Alevi Mitingi!

       Yüzyıllardır egemenlerin görmezden geldiği, yok saydığı ancak katledecekleri zaman aklına getirdiği Aleviler, son zamanlarda birçok koldan kendilerini kuşatma altına almak isteyen devletin asimilasyoncu politikalarına karşı Kadıköy'de büyük bir miting düzenlediler. 3 Kasım pazar günü değişik illerden gelen Aleviler iki koldan, Haydarpaşa Numune Hastanesi önünden ve Söğütlüçeşme'den Kadıköy Meydanı'na doğru yürüyüşe geçtiler.
       Mitinge "Maraş, Çorum, Sivas, Roboski, Unutmadık Unutturmayacağız" yazılı Emek ve Özgürlük Cephesi imzalı ve "Barikat" pankartlarıyla katılan devrimci sosyalistler de Haydarpaşa Numune Hastanesi yönünden kortejlerini oluşturarak Kadıköy Meydanı'da doğru yürüdüler. İstanbul'un yanı sıra İzmir ve Dersim'den de katılımın olduğu EÖC korteji, yürüyüş boyunca "Faşizme Karşı Tek Yumruk Tek Barikat", "Yaşasın Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz", "Kurtuluş Yok Tek Başına Ya Hep Beraber Ya Hiç Birimiz", "Mahir Hüseyin Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş", "Her Yer Taksim Her Yer Direniş", "Yaşasın Halkların Kardeşliği, Biji Bıratiya Gelan", "Yaşasın Rojava Devrimi", "Katil Devlet Hesap Verecek" sloganlarını haykırdı.
       Kortejlerin miting alanına yürüyüşleri oldukça uzun sürdü. Kadıköy Meydanı'ndaki çalışmalardan dolayı kürsünün kurulduğu yer, miting kitlesinin tamamına hitabı güçleştirdi. Buna rağmen coşkulu geçen mitingde tarihteki en büyük alevi katliamlarından birine imza atan Yavuz Sultan Selim'in adının İstanbul Boğazına yapılacak olan üçüncü köprüye verilecek olması, bu köprü için binlerce ağacın kesilmesi, cami-cemevi projeleriyle alevilerin asimilasyonu için yeni adımların atılması, Suriye'ye yönelik düşmanca politikaların alevi düşmanlığını körükleyen bir iç politikaya dönüştürülmesi, eğitimde zorunlu din derslerinin yanı sıra birçok okulun imam hatipe dönüştürülmesi, 4+4+4 ile beyin yıkama ve asimilasyon sürecine yeni halkaların eklenmesi, Gezi süreci ile birlikte geliştirilen yeni baskı ve saldırılar gibi daha bir çok konuda devletin politikaları teşhir ve protesto edildi.
       Kortejlerin alana girmesinin ardından saygı duruşu ile başlayan mitingde, saygı duruşu sırasında Sivas Katliamında yaşamını yitirenlerin adları anons edildi ve tüm kitle her anonstan sonra "Burada" diyerek havadaki yumruklarıyla karşılık verdi. Sivas şehitlerinin ardından Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya, Mazlum Doğan, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan'ın da adları anons edildi ve kitlenin yumruk havada "burada" derkenki coşkusu giderek arttı.
       Ardından konuşmalara geçildi. Tüm konuşmalarda belirgin bir öfke vardı. Özellikle Gezi Direnişi dile getirilirken, burada yaşamını yitirenler anılırken kitlenin katillere yönelik öfkesi ve mücadele coşkusu sloganlarla dile geliyordu. Gezi şehitlerinden Mehmet Ayvalıtaş'ın annesinin de kısa bir konuşma yaptığı mitigde konuşmacıların ardından sanatçılar kürsüdeki yerlerini aldılar.
        Uzunluğuna rağmen kitleyi bıktıran değil coşturan konuşmalarla geçen miting alevilerin politikleşmeleri açısından birçok olumlu işareti de taşıyordu. Kürsüdeki kimi konuşmacıların Rojova Devrimi'ni kuşatmaya yönelik devlet politikalarına vurgu yapması, Alevilerin ve Kürtlerin kurtuluşunun aynı zeminde olabileceğine dair vurgular bu nitelikteydi. İstanbul dışından gerçekleşen yoğun katılım güçlü bir örgütlülüğün işaretiydi.

İzmir'de EÖC Çalışmaları
Buca Halk Forumu Şenliği Yapıldı

       İzmir'de mahallelerde devam eden forumların yapıldığı Buca'da bir şenlik yapıldı. 27 Ekim Pazar günü Buca-Kız Kulesi Parkında saat 15.30'da başlayan şenlikte Gezi tutsak aileleri olarak stant açıldı. Ayrıca yiyecek-içecek standı da açılarak kermes yapıldı. Şenlik forumun açılş konuşmasıyla başladı. Ardından Duvara karşı tiyatro topluluğu bir oyun sergiledi. Yerel müzik gruplarının müzik dinletiside sunduğu şenlikte sık sık ''Gezi tutsakları onurumuzdur, Her yer ODTÜ, Her yer direniş'' sloganları atıldı. Kermeste toplanan paralar ise Gezi sonrası tutuklanan ve halen Kırıklar F Tipi Cezaevinde bulunan dostlarımıza, yoldaşlaımıza gönderildi. Şölen Grup Praksis'in müzik dinletisiyle son buldu.

       İzmir'de Gezi tutsak aileleri olarak her cumartesi yapılan eylemin 13.haftası, Konak YKM önünde toplanarak İş bankası önüne doğru yapılan yürüyüşle başladı. ''Gezi Parkı Tutsaklarına Özgürlük'' pankartı arkasında toplanan aileler ve destek verenler sloganlarını yürüyüş boyunca haykırdı. ''Katil devlet hesap verecek, Bedel ödedik bedel ödeteceğiz, Anaların öfkesi katilleri boğacak, Zindanlar yıkılsın tutsaklara özgürlük, İçerde dışarda hücreleri parçala' 'sloganlarıyla İş Bankası önüne gelindi. Burada devletin katliamcı yüzü, tecrit ve izolasyon politikaları bir kez daha teşhir edildi. Daha sonra basın açıklamasına geçildi.
       Açıklamada tutsak ailelerinin 13 haftadır çocuklarına sahip çıkmak için sokaklarda olduklarını ve sahip çıkmaya devam edecekleri söylendi. AKP iktidarının çevreyi katletmeye, geleceği karartmaya devam ettiği vurgulanarak Gezi Direnişi’nden sonra şimdi de ODTÜ’ye bir gece vakti girerek binlerce ağacı katlettiği belirtildi. Çevre katliamına seyirci kalmayan öğrencilere ve halka yine AKP iktidarının, polisiyle, TOMA’larıyla azgınca saldırdığı söylendi. Bu saldırının karşısında ülkenin dört bir yanında halkın sokaklara çıkarak direniş ruhuyla ODTÜ öğrencilerine destek verdiği söylendi.
        Haziran Direnişi nedeniyle İzmir’de hala tutuklu bulunan 38 kişinin tutukluluklarının devam ettiği aktarılırken 2. dalgada tutuklanan devrimcilerin 1 Kasım’da yapılacak olan mahkemesine çağrı yapıldı.
        Oturma eylemi esnasında Ethem Sarısülük davası öncesi 27 Ekim’de saat 17.00’de Alsancak İskele önünde toplanarak Sevinç Pastanesi’ne yürüyüş yapılacağı, ertesi gün de Ethem Sarısülük’ü katleden polisin Ankara’daki mahkemesine katılma çağrıları yapıldı. Gezi tutsak ailelerinin 29 Ekim Salı günü Kırıklar F Tipi Cezaevi önünde yapacağı kahvaltıya çağrı yapıldı. Oturma eylemi Gezi tutsak ailelerinin 1 Kasım mahkemesine çağrı bildirisinin dağıtılmasıyla son buldu.

        İzmir'de bir süredir çalışmalarını sürdürdüğümüz ''Özgür bir ülke insanca yaşam için ileri!'' şiarlı çalışmalar kapsamında Limontepe Halk Festivali öncesi mahallede kampanya şiarlamıza ilişkin Ozalit çalışması ve afişlemeler yapıldı. 26 Ekim cumartesi saat 12.00'de başlayan festivalde kendi stantımız ve pankartımızla yer aldık. Bu sene yapılan festivalin şiarı ''Geziden Rojavaya Dayanışmayı büyütelim'' idi. Festival çocuklar için yapılan pandomim gösterileriyle başladı. Daha sonra İzmir Yenikapı Tiyatrosu bir oyun sergiledi. Ardından Geziden Yerel Seçimlere adlı panel gerçekleştirildi. Daha sonra ise açılış konuşmasıyla akşam programına geçildi. Program açılş konuşmasının ardından saygı duruşuyla başladı. Emek ve Özgürlük Cephesi olarak sürece dair festivale sunduğumuz mesaja yer verildi. Festival boyunca Bağımsız Özgür Bir Ülkede İnsanca yaşam istiyoruz-EÖC bildirileri dağıtıldı. Festival Metropolis adlı belgesel gösteriminin ardından müzik dinletileriyle son buldu. HDP, Köz, Özgür Yaşam Derneği'nin örgütlediği festivale EÖC, Partizan, SDP, Mücadele Birliği, TÖP-Girişimi de destek verdi.

Kemal Kara'ya Özgürlük!
Kemal Kara Derhal Serbest Bırakılsın!

       Kemal Kara tatil yapmak için geldiği Hırvatistan'da 31 Ağustos 2013 tarihinde İnterpol'ün "kırmızı bültenli arama ve tutuklama" gerekçesine dayandırılarak tutuklanıp TC devletine iade edilmek üzere Pula şehrindeki sınır dışı cezaevinde konulmuştur.
       Kemal Kara bir politik mülteci olarak 1999 yılından bu yana Almanya'nın Köln Şehrinde yaşamaktadır. 2007 yılında "ağırlaştırılmış müebbetlik" ceza istemiyle hakkında hala süren dava açılmış ve bu dava nedeniyle İnterpol tarafından aranmaktadır.
       Kemal Kara'nın TC devletine iade edilmesi temel insan hakkı olan iltica hakkının ayaklar altına alınması anlamına gelir.
       Aynı zamanda sürgünde yaşayan birçok politik mülteci'yi tehdit eden, onlara gözdağı vermeyi amaçlayan bu uygulamayı protesto ediyor ve Kemal Kara'nın derhal serbest bırakılmasını talep ediyoruz! Tüm ilerici, demokrat ve devrimci kamuoyunu Kemal Kara ile dayanışmaya çağırıyoruz.

       Not: Mail Kampanyası başlatılmıştır. aşağıdaki yazıyı kopyalayıp hemen altında verilen adreslere mail yoluyla gönderelim lütfen..

WIR FORDERN DIE SOFORTIGE FREILASSUNG VON KEMAL KARA
FREEDOM FOR KEMAL KARA; WE DEMAND THE IMMEDIATE RELEASE OF KEMAL KARA

       Gönderilecek mail adresleri:
info@zagreb.diplo.de
mgrbin@pravosudje.hr
vdovranic@pravosudje.hr
zupanijski-sud@pu.t-com.hr
press@vlada.hr
gradjani@vlada.hr
       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ/AVRUPA İNİSİYATİFİ

İzmir Emek ve Özgürlük Cephesinden Kampanya:
Özgür Bir Ülke
İnsanca Yaşam İçin İleri

       Ülkemizde en ufak demokratik hak aramaya dahi pervasızca saldıran olgarşi, bugün Gezi halk isyanıyla sokağa çıkan halka azgınca saldırarak insanlarımızı katletti, sakat bıraktı onlarcası gözünü kaybetti. Ardından ise hiç vakit kaybetmeyen oligarşi ,devrimcileri cezaevlerine gönderdi. İşsizliğin, yoksulluğun, çürümenin, yozlaşmanın, uyuşturucu ve çeteleşmenin halkın gırtlağını kestiği ülkemizde, ''İşsizliğe, yoksulluğa, çarpık kentleşmeye, emperyalist işgale, sömürü talan düzenine, tutuklamalara karşı özgür bir ülke insanca yaşam için ileri'' şiarıyla çalışmalarını sürdürdüğümüz bir kampanya örgütlüyoruz..
       Özgür bir ülke, insanca yaşam için Emek ve Özgürlük Cephesi saflarına!
       Yaşasın Devrim ve Sosyalizm!

       İZMİR EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

       Kampanya bildirisini okumak için burayı tıklayınız

Ethem Sarısülük Davasında Faşizm Saldırdı, Halk Direndi

       Gezi Direnişi sırasında 1 Haziranda Ankara Kızılay Meydanında polis kurşunuyla katledilen Ethem Sarısülük’ün 23 Eylül Pazartesi günü Ankara adliyesinde görülen davası gergin başladı. Duruşma salonun sivil polislerle doldurulmuş olmasına tepki gösteren avukatlar ve Ethem’in ailesi sivil polislerin duruşma salonundan çıkartılmasını talep ettiler. Duruşma salonunda başlayan gerginlik arbedeye dönüştü ve hakimler duruşmanın kapalı görülmesine karar verdi. Katil Ahmet Şahbaz ise duruşma salonuna peruk ve takma bıyıkla gelmesine rağmen salonda bulunanların tepkisinden kaçamadı. Peruğu yere düşen Şahbazın yüzene tüküren Ethem’in annesi katil diye bağırdı. Duruşma salonunun boşaltılmasının ardından hakim davanın 28 Ekime ertelenmesine karar verdi. Adliye önünde toplanan kitle gelen bu haber üzerine kararı protesto etti ve basın açıklaması gerçekleştirdi. Kitle sık sık ‘Katil Polis Hesap Verecek’, ‘Ethem’in Hesabı Sorulacak’, 'Ethem Yoldaş Ölümsüzdür’ sloganları attı. 23 Ekime katılım çağrısının yapılmasının ardından kitle Ankara Adliyesini kortejler ve sloganlar eşliğinde terk etti.
        ANKARA/ BARİKAT OKURU

Turgut Serbes Yoldaş
Mezarı Başında Anıldı

       Geçen yıl 22 Eylül 2012 tarihinde kaybettiğimiz Turgut SERBES Konya ili Bozkır ilçesi Çağlayan kasabasındaki mezarı başında dost ve yoldaşları tarafından anıldı.
        Sunuş konuşmasının ardından saygı duruşunda bulunuldu. Ardından 12 sayfalık bir metin okundu. Onun düşünceleri ve yaşam biçimini anlatan vurgular yapıldı. "Yiğidim Aslanım" türküsü seslendirildi. Şiirler okundu. Kadınlar ve erkekler gözyaşlarını tutamadılar. Ayrıca Turgut'un ardınan gelmiş geçmiş bölgenin yiğit insanlarının isimleri geçildi. Barış adına insanca yaşam arzusuyla güvercinler uçurtuldu. Başucuna birde çınar ağacı dikildi. Turgut SERBES ölümsüzdür pankartı açıldı. Çok duygusal anlar yaşandı.
       Evine gidilerek kızı Marenles tarafından oluşturulan Turgut köşesi ziyaret edildi. Çaylar içildi ve onun sevdiği türküler söylendi. Şiirler okundu. Ailesi tarafından yöresel pitik yapılarak halka dağıtıldı ve anma etkinliği sona erdi. Etkinliklte ÖDP, Eğitim Sen ve Halk Cephesinden temsilciler de vardı.

Didar Ablamızı Mezarı Başında Andık

       1 Eylül 1987'de Ankara'daki bir eylem sırasında polisin saldırısı sonucu şeker komasına girerek ölümsüzleşen Didar Şensoy, aramızdan ayrılışının 26. yılında, mezarı başında anıldı. Didar Abla için yapılan ilk anma etkinliği 1 Eylül pazar günü saat 11:00'de kurucusu olduğu İHD'nin İstanbul Şubesi tarafından gerçekleştirildi. Mezarının başına İHD İstanbul Şubesi üyeleri ve Didar Abla'nın Dostları, yakınları burada ilk anma etkinliğini gerçekleştirdiler.
       Bu anmadan sonra saat 12:00'de Emek ve Özgürlük Cephesi'nin çağrısını yaptığı ikinci bir anma etkinliği gerçekleştirildi. İlk anmaya katılanların önemli bir bölümü, bu anmaya da katıldı. Saygı duruşu ile başlayan anmaya Didar Abla'nın anısını ve mücadelesini dile getiren bir metnin okunmasıyla devam edildi. Gezi Direnişinden hasta tutsaklar için verilen mücadeleye kadar Didar Abla'nın açtığı yoldan binlerce insanın aktığı vurgusu yapılan metin, mücadele çağrısıyla sona edi. Metnin ardından "Didar Şensoy Yaşıyor, Yaşanacak!", "Didar Şensoy Ölümsüzdür!", "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür!", "Yaşasın Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz!" sloganları atıldı. Daha sonra söz, orada bulunanlara verildi ve Didar Abla'yı tanımış olanların onunla ilgili anlatımları ilgiyle dinlendi. Anmanın sonunda ise aynı gün düzenlenen 1 Eylül mitgingine çağrı yapıldı.

1 Eylül Mitinginde "Savaşa Hayır" Şiarı Ön Plana Çıktı

       1 Eylül 1939'da Nazi Almanya'sının Polonya'yı işgale başlaması, 2. Emperyalist paylaşım savaşının da başlaması anlamına geliyordu. Milyonlarca insanın yaşamını yitirdiği savaşın ardından 1 Eylül, dünya barış günü olarak kabul edildi. Tıpkı Hitler gibi "seçimle" iktidara gelen AKP Hükümetinin Suriye'ye yönelik emperyalist işgalde yer almak için tüm hevesini en açık biçimiyle ortaya koyduğu bugünlerde 1 Eylül mitingi, özel bir önem kazanmıştı. Aynı gün gerçekleştirilen "barış zinciri" eylemleriyle de kendini ifade eden emperyalist savaş karşıtları başta Taksim Meydanı olmak üzere, çeşitli yerlerde polis şiddetiyle karşılaştılar.
       Barış Meclisi tarafından Kadıköy'de düzenlenen mitinge Emek ve Özgürlük Cephesi olarak "Emperyalist Savaşa Karşı Halkların Kurtuluşu Ortadoğu Devrimci Çemberinde" yazılı pankartımızla katıldık. Tepe Natilüs önünde saat 14:00'te toplanarak yürüyüşe geçen kortejler, Hardarpaşa Numune Hastanesi önünden yürüyüşe başlayan kortejle birleşerek Kadıköy Meydanı'na yürüdüler. Sıcak havaya rağmen coşkulu geçen mitingde savaşı devletlerin başlattığı ama ezilen emekçi halkların sonlandırdığı vurgulandı. Başta Gezi direnişinde yaşamını ytirenler olmak üzere devrim şehitleri için yapılan saygı duruşuyla başlayan mitingde ilk olarak barışı konu alan bir sinevizyon gösterisi yapıldı.
       Olası Suriye Savaşının temel gündem olduğu mitingde en az Suriye kadar, Kürdistan'daki savaşın da güncelliği ve barış talebi vurgulandı. İlk konuşmacı olarak ortak metni okumak üzere İHD İstanbul Şubesi Başkanı Ümit Efe Söz aldı. Savaş çığırtkanlığının kınandığı metinde Gezi direnişine de vurgu yapılarak, şehitler anıldı.
       Birçok devrimci yapı, sendika ve demokratik kitle örgütünün katıldığı miting başladığı gibi coşkuyla sona erdi.

Nurettin Gürateş Yoldaş Mezarı Başında Anıldı

       27 Temmuz 1978'de gözaltına alınıp, işkenceyle katledilen Nurettin Gürateş yoldaş Turgutlu'da bulunan mezarı başında yoldaşları tarafından anıldı. Anmaya Nurettin yoldaş şahsında tüm devrim savaşçıları adına saygı duruşuyla başladı. Nurettin yoldaşın devrimci yaşamına, kişiliğine, üretkenliğine ve değerine dair kısa bir konuşma yapıldı. Konuşmanın sonunda Nurettin yoldaş şahsında, tüm devrim şehidi yoldaşlarımızın sözlerinin sözümüz andlarının andımız yemini edilerek anma etkinliği sloganlarla son buldu.

İzmir'de Gezi Tutsakları İçin Oturma Eylemi

       İzmir'de Gezi direnişi sonrasında gözaltına alınıp tutuklanan 51 kişinin aileleri ve yakınları her Cumartesi oturma eylemi yapma kararı alıp ilkini 3 Ağustos Cumartesi günü saat 17.00'de YKM önünde bir araya gelerek gerçekleştirdiler. Ailelerin, devrimci-demokrat kurumların oluşturduğu kitle "Gezi tutsaklarına özgürlük, Zindanlar yıkılsın tutsaklara özgürlük" pankartı arkasında yürüyüşe geçti. "İçerde dışarda hücreleri parçala, Zindanlar yıkılsın tutsaklara özgürlük, yaşasın devrimci dayanışma, yaşasın halkların kardeşliği, devrimci tutsaklar onurumuzdur" sloganlarını hep bir ağızdan haykırarak Kemeraltı girişine geldiler. Burada yapılan basın açıklamasında cezaevlerindeki yaşanan hukuksuzluğa, kronik hasta tutsaklara uygulanan keyfi politikalar ve Kırıklar F Tipi Cezaevinde havalandırmalara takılacak olan kameralara karşı tutsakların direnişe geçeceği ve bu noktada dışarıdan daha güçlü sese ve güce ihtiyacımızın olduğunun vurgusu yapıldı. Ardından ailelere söz verildi. Cezaevinden gelen mektuplar aileler ve yakınlar tarafından paylaşıldı. Mektupların okunmasından sonra bir müzik grubunun verdiği kısa bir dinletinin ardından her Cumartesi aynı saatte ve aynı yerde olunacağının bir kez daha çağrısı yapılarak oturma eylemi son buldu.

Serekaniye'de
Katliam ve Direniş

       Geçtiğimiz yıl 19 Temmuz 2012'de gerçekleştirdikleri ayaklanmayla Serekaniye, Kobani ve Arfin kentlerinde kontrolü ele geçirmişlerdi. YPG'nin öncülüğünde gerçekleşen bu harekete tüm Kürt güçlerinin yanı sıra etkin oldukları bölgelerde yaşayan diğer ulusal topluluklardan da destek görmüştü. Suriye'deki iktidara karşı savaşan ve büyük çoğunluğu ABD işbirlikçisi paramiliter güçlerden oluşan Özgür Suriye Ordusu ile bazen yakınlaşan bazen arayı açan YPG, benimsediği demokratik özerklik çizgisiyle tepkisini çektiği şeriatçı gruplarla bugüne kadar sık sık küçük çaplı çatışmalara girdi.
        19 Temmuz Devriminin yıldönümünün yaklaştığı günlerde YPG'ye bağlı kadın gerillalardan oluşan bir birime saldıran Suriye El Kaide'sine bağlı El Nusra Cephesi, YPG'den çok sert bir yanıt aldı. Suriye Türkiye sınırındaki Ceylanpınar İlçesinin tam karşısında bulunan Serekaniye kentinden YPG tarafından sürülüp atılan El Nusra Cephesi'nin, böylece büyük destek aldığı Türkiye ile bağlantısı da kesilmiş oldu.
        Aldığı bu ciddi darbeyi katliamla karşılayan El Nusra Cephesi, Tel Aran ve Tel Hasıl, Tel Abyad beldelerinde 70'in üzerinde sivil Kürdü katletti, 350 kişiyi de rehin aldı.
        Katliam YPG'nin güçlü direnişiyle karşılık bulurken TC Devletinin katliamcı El Nusra Cephesine desteği sürüyor. Gerek ülkemizde, gerekse de dünyada çok büyük bir tepkiyle karşılanan katliama karşı TC Devletinin sessizliği sürüyor. Hatta dünyayı Mısır'daki katliama gözlerini kapamakla suçlayan TC, katliamcılara desteğini sürdürdüğü gibi katliama uğrayanla gönderilen insani yardımları hala sınırda bekleterek katliamı ilaç ve gıda sıkıntısı ile daha da boyutlandırmaya çalışıyor.
        Tüm bu katliamlara rağmen Batı Kürdistan'daki devrim, yeni aşamalar kaydederek güçleniyor ve Ortadoğu'nun tüm halklarına yeni bir model oluşturmaya devam ediyor..

İzmir'de Gezi Tutsaklarıyla Dayanışma Eylemi

       İzmir'de 20 Haziran sabahı ile başlayan gözaltı furyasında 51 kişi tutuklanarak Kırıklar F tipi ve Şakran Cezaevine gönderilmişti. Cezaevlerinde yaşanan keyfi uygulamalar ve tecrit politikalarına karşı İzmir dayanışma formu ve Tutsak Aileleri 30 Temmuz Salı günü saat 12.00'de Kırıklar F tipi cezaevi önünde bir araya geldiler. Burada toplanan kitle Kırıklar 2 Nolu F Tipi Cezaevinden ''Tecrite Son Zindanlar yıkılsın,Tutsaklara Özgürlük'' pankartı arkasında yürüyüşe geçti. Yürüyüş boyunca ''Zindanlar yıkılsın, tutsaklara özgürlük, Anaların öfkesi katilleri boğacak, Yaşasın devrimci dayanışma, İçerde dışarda hücreleri parçala, İnsanlık onuru işkenceyi yenecek'' sloganlarını haykıran kitleye tutsakların da içeriden eşlik ettiği duyuldu. Kırıklar 1 Nolu F Tipi Cezaevi önüne gelindiğinde burada yapılan basın açıklamasında tutsakların yaşadığı sorunlara değinildi. Devletin sistemli olarak uyguladığı tecrit politakalarına karşı ortak tutum sergilenmesi gerektiği vurgulandı. ÇHD'nin İHD'nin de söz aldığı açıklama sloganlarla son buldu..

Barikat'ın Yeni Sayısı Çıktı

       Barikat Dergisi'nin yeni sayısı çıktı. Henüz kitapevlerine ulaşmayan bu sayımızda Gezi Parkı Direnişi'ne ilişkin değerlendirmemizin yanı sıra İmralı Görüşmeleri de mercek altına alınıyor. Yeni mücadele dönemine ilişkin bir yazımızın yanı sıra, örgütlü çalışmada komitelerin önemine ilişkin bir başka yazımız da Barikat'ın sayfalarında yer alıyor. Haziran şehitlerimizin anıldığı bir diğer yazımız Barikat'ta yer alan bir diğer yazı.
       Barikat'ta yer alan yazılarımızı, en kısa sürede sitemizde de yayınlayacağız.
        Gezi Parkı Direnişi sırasında polis baskını ile teknik olanaklarının kısıtlanması nedeniyle bir gecikme yaşasak da en azından Gezi gündemini yakalayabilmeyi başardığımızı düşünüyoruz.
        İyi okumalar.

PDF olarak okumak için burayı tıklayın

Haziran Halk Direnişi ve Görevlerimiz

       GİRİŞ VE YÖNTEM
       Ülke ve halk Haziran’ı Taksim Gezi Parkı direnişiyle karşıladı. Daha önce “yayalaştırma projesi” (bu projenin altında sadece AKP değil CHP’nin de imzası vardır) kapsamında başlayan bu rant operasyonuna tepkiler elbette vardı; başta Mimarlar Odası ve Taksim Dayanışması bu tepkiye ve halkın aydınlanmasına öncülük ediyordu. Ancak hiçbir hukuk tanımayan, pervasızlık ve saldırganlığı çizgi edinen AKP, Gezi Parkına dokununca tepkiler büyüdü. Lokal nitelikte olan bu direnişe saldırı, çadırların yakılması ve devlet terörünün sokağa taşınması büyük bir halk direnişiyle karşılandı. Başta sol ve devrimci hareket olmak üzere, AKP’nin ekonomik ve siyasal saldırılarından rahatsız olan toplumsal kesimler bu direnişin bir parçası oldu. Taksim ve Gezi Parkında yanan isyan ateşi tüm ülkeye yayıldı, binlerce gösteri ve kitle hareketiyle halk, sadece Taksim ve Gezi Parkıyla dayanışma içinde olmadı, sivri ucu AKP ve iktidarına yönelen, yaygın, çok sesli, çok katmanlı, çok renkli halk direnişine, halk isyanına dönüştü.

       Yazının Tamamını Okumak İçin Burayı Tıklayın

İzmir'li Gezi Direnişçilerinden 13'ü Tukuklandı

       İzmir’de Gezi Eylemlerine destek verdikleri için 20 Hazirandan itibaren başlayan ev ve kurum baskınları sürüyor. 5 Temmuz saat 06:00 cıvarında İzmir merkezli olarak İzmir, İstanbul, Ankara, Manisa ve Batman'da 17 adrese düzenlenen ev baskınlarıyla Emek ve Özgürlük Cephesi, Halk Cephesi ve BDSP'li 15 kişi Gezi Direnişine katıldıkları gerekçesiyle gözaltına alındılar. Yapılan operasyonda İzmir ve Batman'da dört Barikat okuru da gözaltına alındı. Kaldıkları evler polis tarafından basılan Yasin Sünger, Savaş Karakuş, Görüş Atıcı ve Orhan Yıldız adlı Emek ve Özgürlük Cephelilerle birlikte BDSP ve Halk Cephesinden de çok sayıda kişi gözaltına alındılar. Gözaltına alınanlardan 13'ü 8 Temmuz günü çıkarıldıkları mahkeme tarafından tutuklandı. Biri BDSP'den, diğeri Emek ve Özgürlük Cephesinden iki kişi ise serbest bırakıldı. Tutuklanan devrimciler İzmir Kırıklar F Tipi Hapishanesine götürüldü.
       Operasyonun yapıldığı 5 Temmuz günü saat 18:00'de, yaşanan operasyon ve gözaltına alınmaları protestoları etmek için bir basın açıklaması düzenlendi. İzmir'de gözaltıları protesto etmek için bir araya gelen devrimci kurumlar aynı gün saat 18.00’de İzmir’de Konak YKM önünde toplandılar,
       "Gözaltılar, Tutuklamalar, Baskılar Bizi Yıldıramaz! " yazılı BDSP, Halk Cephesi, EÖC imzalı pankartının arkasında Konak Eski Sümerbank önüne doğru yürüyüşe geçtiler. Yürüyüş boyunca " Devrimci irade teslim alınamaz", "Gözaltılar serbest bırakılsın", "Zindanlar yıkılsın tutsaklara özgürlük", "Faşizme karşı omuz omuza", "Katil devlet hesap verecek", "Bedel ödedik bedel ödeteceğiz", "Yaşasın devrimci dayanışma " sloganları atıldı. Ayrıca yürüyüş boyunca yapılan konuşmalarda gözaltıların teşhiri yapılarak direnişçilerle 24 saatlik görüş ve gizlilik kararı olduğu ifade edildi ve gözaltıların, gözaltı süresi boyunca başlarına gelebilecek her türlü saldırıdan İzmir Emniyeti'nin sorumlu olacağı yürüyüş boyunca vurgulandı. Konak Eski Sümerbank önüne gelindiğinde ise basın açıklamasına geçildi . Basın açıklamasında;
       "31 Mayıs'ta başlayan halk hareketinde 4 insanımız katledilirken sorumluları mükafatlandırılıp, geleceğine sahip çıkanlar tutuklanıyor. Türkiye bir halklar hapishanesine çevrilmeye çalışılıyor. Bu amaçla da ilk hedefi devrimci ve demokratlar konularak toplumun geri kalanına gözdağı verilmeye çalışılıyor. Gündoğdu Meydanındaki çadırların 20 Haziran sabahı polis operasyonu ile dağıtılmasının ardında 24 devrimci, demokrat tutuklanarak cezaevine gönderildi" denildi.
       Ayrıca ;
       "Bu sabah BDSP, Emek ve Özgürlük Cephesi ile Halk Cephesi çalışanları evleri ve kurumları basılarak gözaltı terörü uygulamasına devam edildi." ifadesi kullanılarak direnişçilerin Pazartesi sabahı Bayraklı Adliyesine çıkarılacağının duyurusu yapılarak tüm devrimci, dost kurumlar Bayraklı Adliyesi önüne çağrılarak açıklamaya son verildi.
       Basın açıklamasının çağrıcı kurumları ; Halk Cephesi, BDSP, EÖC
       Destekleyen Kurumlar; Alınteri, ESP, Halkevleri, EHP, ABF, DİP, KÖZ, Devrimci Hareket, Kaldıraç, Mücadele Birliği, TKP 1920, Partizan, DHF, İzmir Hareket Tiyatrosu, ÇHD
       Konu ile ilgili gelişmeleri elimize ulaştıkça aktarmaya devam edeceğiz.
       Hiçbir güç, devrimci sosyalizmin yürüyüşünü engelleyemedi, engelleyemez.

Haziran İsyandır!

       Tarih 31 Mayıs 1971'i gösterdiğinde, Nurhak dağlarında Sinan, Alpaslan, Kadir şehit düştü; 3 devrimci, 3 THKO gerillası şehit düştü...
       Aynı gün Maltepe'de 2 devrimci, 2 gerilla, 2 THKP-C savaşçısı çarpışıyordu; tarih 1 Haziran'a döndüğünde, Hüseyin Cevahir şehit oldu, Mahir yoldaş yaralı esir düştü....
       O günler kapkara günlerdi. 12 Mart açık faşizmi, emperyalizm ve işbirlikçi tekelci sermayenin çıkarları temelinde halka karşı "balyoz hareketi" düzenlemişti. 1965-70 devrimci gençlik hareketi içinde, Mahirler, Denizler, İbrahimler çıkmıştı; ellerinin tersiyle tüm eski ve geri anlayışı, legalist, reformist, Kemalizm'e soldan destek çıkan anlayışları bir kenara itmiş, düzene, düzenin özünü ifade eden, düzeni örgütleyen ve koruyan faşizme isyan etmişler, başkaldırmışlardı.
       
Yazının Tamamını Okumak İçin Burayı Tıklayın...

Barikat Bürosuna
Polis Baskını

       Gezi Parkı protestoları sürecinde 11 Haziran 2013 salı günü Polisin Gezi Parkı'ndaki direnişçilere yönelik saldırısı sonrasında gelişen olayları bahane ederek SDP İstanbul İl Binasını basan polis, aynı binada bulunan Barikat Dergisi Bürosuna da hiç bir hukuksal zemine dayanmaksızın kapısını kırarak girmiş ve ortalığı tam anlamıyla talan etmiştir. Büromuzdaki herşeyin tahrip edilmesi temelinde yapılan "arama" sonrasında tüm bilgisayarlarımızın harddisklerine, fotoğraf makinelerimizin hafıza kartlarına ve video kasetlere el konulmuştur.
       Baskının ardından tüm bilgisayarlarımız (artık hard diskleri olmadığı için) kullanılamaz hale gelmiştir. Barikat'ın web sitesinin güncellenmesinin gecikmesinin temel nedenlerinden biri de budur. Yine gerek harddisklerimizin parçalanırcasına sökülerek götürülmesi, gerekse de fotoğraf makinelerimizin hafıza kartlarının da götürülmesi sonucu Gezi Parkı sürecine dair elimizde görsel malzememiz sadece internette bulabildiklerimizle sınırlıdır. Bundan dolayı elinde bu tür görsel malzeme bulunan okurlarımızın bunları hızla bize aktarmalarını istiyoruz. Ayrıca elbette özel olarak belirtmeye gerek olmasa da, tüm okurlarımızın Barikat'la her anlamda dayanışmanın zamanı olduğunu da geçerken söyleyelim.
       Barikat Dergisi ve SDP İstanbul İl Binasının basıldığı gün SDP'den ve sokaktan gözaltına alınan 72 kişiden 59'u savcılığa sevk edilmiş, bunlardan 4'ü tutuklanmıştır. Daha sonrasında ise son saldırının ardından yapılan operasyonlarda çeşitli gruplardan 95 kişi gözaltına alınmıştır. Son operasyon sırasında sokaktan gözaltına alınanların tam sayısı belirlenememekle birlikte yüzlerce kişiden bahsedilmektedir.
       Devletin tüm saldırılarına rağmen Gezi Direnişi yeni biçimler alarak sürmekte ve yaygınlaşmaktadır. Bu direnişte büromuzun basılması, bizler için onur duyulacak bir olaydır. Ne baskınlar, ne gözaltılar, ne de katliamlar halkın direnişini durduramamıştır, durduramayacak ta. Direniş sürecinde yaşamını yitiren Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş ve Abdullah Cömert'in aramızdan ayrılması nasıl ki direnişi durdurmak yerine daha da körüklediyse, yapılan tüm baskılar, operasyonlar direnişe yeni boyutlar eklemekten başka bir işe yaramamaktadır.
       Toplumun yatak odasına kadar burnunu sokan AKP Hükümeti, şımarıklığıyla bardağı taşırmıştır. Ortaya çıkan tepki herkesi şaşırtmıştır. Bunca yıldır yapılanlara yönelik biriken öfkeyi sadece politik terazilerle tartmaya alışkın düşünsel yapıların şaşırması doğaldır. Politika yaşamın sadece bir alanıdır, ancak yaşam çok çeşitli alanlardan oluşmaktadır.

Dipten Gelen Dalga,
Taksim Kıyılarına Vurdu

       Uzun süredir neredeyse her istediğini yapan AKP hükümeti çok sert bir kayaya çarptı. Biraz gaz yedikten sonra dağılırlar zannettikleri binlerce insan dağılmadı, günlerce direndi direndi ve polisi Taksim Meydanından kovdu.
       Herşeyin fitili Taksim'de kalan son yeşil alan olan Gezi Parkı'nın da imhasına başlanmasıyla ateşlendi. Emekçileri kent dışına sürgün etmenin en sembolik adımlarından biriydi Gezi Parkına yapılacak olan alış veriş merkezi. Hatta sembolik olmaktan çok daha öteydi. Her karışı betonlanmış bir kentte bir ağaç gölgesinin kıymetini bilen çok sayıda insan yaşıyordu. Bunlar klimalı ortamlara yabancı insanlardı, yoksullar, emekçilerdi. Yaşamlarını savunuyorlardı. O ağaçlar yaşadığı zaman kendilerinin yaşayabileceğinin farkındaydılar. Polis saldırısında kolu kırılan BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder'in "ben o ağaçların da milletvekiliyim" demesi belki de bundandı.
       Diktatörler hep gözardı ettikleri bir sınır vardır. Boyuneğmeye alıştırılmış bir toplumun her şeyi sineye çekebileceğine sonsuz güvenirler. Hele ellerine bir oyuncak geçti mi hemen şöyle düşünürler: "En fazlası veririz gazı, ortalık güllük gülistanlık olur". Sökmedi...
       Bir zamanlar gazın adı kazığa oturtmaydı, çarmıha germeydi, sonra falaka oldu, teknik gelişti elektrik icad oldu, filistin askısı ve daha niceleri. Vietnamın kaplan kafesleri Amerikan askerlerinin kuyruklarını kıstırıp kaçmalarının önüne geçememişti. Bugün, 1 Haziran 2013 günü Taksim'i bırakıp kaçan polislerin hala atmaya devam ettiği gaz bombaları da öyle.
       Günlerce süren direniş TV kameraları karşısında ahkam kesmeyle iktidar olunamayacağını da ispatladı. Sokakta iktidara sahip değilseniz, istediğiniz kadar ahkam kesmeye devam edebilirsiniz. Ama sokak, sizin buyruklarınızı paçavraya çevirdi bile.

       1970'li yıllarda olsaydık bunun ötesi sıkıyönetim ilanı ve sokağa çıkma yasağı idi. En son 1995'te Gazi Mahallesi'nde soğaka çıkma yasağı ilan eden valilik böyle bir adımın kendini rezil etmekten başka bir işe yaramadığını o günden sonra öğrenmiş demek.
       Bugün, bunun ötesi başka bir ülkedir. Sokağa çıkan ve üzerine açılan gaz bombası ile plastik mermi yağmuruna karşı direnişini, mücadelesini sürdüren kitleler bundan birşey öğrenir: Başka türlüsü mümkün. Yaparak öğrenilen şey asla unutulmaz. Ve iktidar olmanın, en azından iktidarın oyunlarını bozmanın tadı bir defa alındığında, asla unutulmaz.
       Karşımızda Hüsnü Mübarek yok. Karşımızda ABD'nin Ortadoğu'daki tüm stratejik senaryolarının başrol oyuncusu var. Bu yüzden kimse iyimserliğe kapılmasın. Ama bu ülkede Taksim yasağı sadece 30 gün sürebilmişse, hiç de boş olmayan bir iyimserliği hak etmediğimiz de söylenemez. Sadece şu bilinçle yürümeye devam edelim: Bundan sonrası daha zor olacak. Ama mutlaka olacak!
       Yaşasın Direniş!
       Yaşasın Zafer!
       Emek ve Özgürlük Cephesi




Betül Altındal ve Osman Mehmet Önsoy Yoldaşlar Mezarları Başında Anıldı

       22 Mayıs 1980'de işkencede katledilen Osman Mehmet Önsoy ve 21 Mayıs 2006'da kansere yakanarak aramızdan ayrılan Betül Altındal Yoldaşlar, 26 Mayıs 2013 günü mezarları başında anıldı. İlk olarak saat 10:30'da Betül Yoldaşın Zincirlikuyu'daki mezarının başında biraraya gelen Emek ve Özgürlük Cepheliler burada "Betül Altındal Devrimci Kurtuluş Mücadelemizde Yaşıyor" yazılı Emek ve Özgürlük Cephesi imzalı pankartı ve EÖC bayraklarını açtılar. Saygı duruşu ile başlayan anmada "Betül Yoldaş Ölümsüzdür", "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür", "Yaşasın Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz" sloganları atıldı. Daha sonra şu metin okundu:
       "21.yüzyılda emperyalistler ve işbirlikçileri dünya halklarının, ezilenlerin başına en vahşi, en sinsi halleriyle çöreklendiler.
       En çok da emekçilerden korktukları için sömürünün, baskının, zulmün ve saldırının her yolunu deniyorlar. Ortadoğu'yu kan gölüne çevirdiler. Avrupa'da işçi sınıfını kanıyla alınan hakları gasp ediyorlar. Türkiye bugünlerde Taksim'den Reyhanlı'ya gaz altında, işgal altında ve kan içinde. Halkın meydanlarını emekçilere yasaklayarak işçiye, emekçiye, öğrencilere ve demokratik hakları için direnenlere saldırıyorlar.
       20. yüzyılın sonlarında bu çağın umutsuzluk çağı olmasıydı bütün planları. Dünya halklarının umudunu kırmak için, sömürünün ve iktidarlarının yıkılamayacağı korkusunu ve kaderciliği yaymak için saldırıyorlar bugün de. Çünkü korkuyorlar… Çünkü umutsuzluğun karanlığını aydınlatıp umuda çevirmenin mümkün olduğunu gösterenleri bitiremiyorlar. Bitiremeyecekler de…
       İşte umudun kadınlarından biri de O… Betül Altındal.
       Betül, kısacık yaşamında tarihin umuda giden yollarının taşlarını örenlerden biri… Aslında tam da bu yüzden tarihe bıraktığı miras çok değerli ve aslında çok uzun yaşayacak olanlardan.
       Nedir Betül'ü bu kadar değerli kılan bizim için?
       Çok nedeni var elbette. Sorgulayıcıydı Betül. Bilimsel ve insani düşünüşü birleştirmenin önemini anlamıştı. İnsan olmanın gereklerini sorgularken emperyalizme ve oligarşiye karşı mücadele etmenin bütünlüğünü kavramıştı. Gülerek ve namuslu insanları severek mücadele etmenin, hayatı dolu dolu sevmenin, mücadeleyi sevmenin, inanmanın bütün güzelliği ile anıyoruz şimdi ve her zaman O'nu.
       Şimdi biz dostları, yoldaşları biliyoruz ki Betül 1 Mayıs'ta Taksim'de… Zulme başkaldıran öğrencilerle… Direnen THY işçisinin yanında, grevde… HEY Tekstil ve DHL işçilerinin direnişinde, taşeron işçilerinin mücadelesinde… Kentsel-rantsal dönüşüme karşı sokakta… Reyhanlı'daki katliama karşı… Kavgada…
       Betül Altındal'ın kişiliğinde cisimleşen özellikleri, yarının insanının yaratılmasında önemli deneyimlerden biridir. Devrimci mücadeleyi yaşamın kendisi olarak görmesi ve kendi iç mücadelesini de bu yönde vermesi örnek oluşturacak samimiyette bunu yaşaması çok önemlidir. Betül yoldaş, sosyalizme ve sosyalist insanın bugünden yarına yaratılması gereğine inanmakla kalmamış, bunun eleştirel ve sorgulayıcı bir tarzla arayış mücadelesini de vermiştir. Alçak gönüllüğü, disiplini, ilkeliliği, kavgacılığı, devrime ve sosyalizme olan inancı O'nu umudun kadını yapmıştır.
       İşte Betül bu özellikleriyle diğer devrimci, demokrat ve sosyalist hareketler ve insanları tarafından da bilinir ve saygıyla karşılanırdı.
       Örneğin Betül yoldaşımızın bu özellikleri, tanışmış olduğu Filistinli yoldaşlar üzerinde de hayranlık ve saygı yaratmıştı. Hatta onu kaybettikten birkaç gün sonra, Başta Maryam Abu Dakka olmak üzere FHKC yöneticileri de üzüntülerini iletmiş, bizimle duygularını paylaşmışlardı.
       Devrimci sosyalist mücadeleyi yaşamıyla taçlandıranlardan biridir Betül Altındal.
       O'na verilecek tek bir sözümüz var. Gelecek sosyalizmle gelecek…"
       Metnin okunmasının ardından sloganlar yinelendi ve Cephe Marşı okundu. Daha sonra da Betül Yoldaşımızın çok sevdiği "Kavganın Ortasında" marşı okundu.
       Aynı gün düzenlenen ikinci anma etkinliği ise 22 Mayıs 1980'de işkenceyle yaşamını yitiren Osman Mehmet Önsoy'un Avcılar'daki mezarı başındaydı. Burada Osman Mehmet Önsoy'un ailesi ile birlikte gerçekleştirilen anma saat 13:00'te başladı. Saygı duruşu ile başlayan anmada "Mehmet Önsoy Ölümsüzdür", "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür", "Yaşasın Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz" sloganları atıldı. Emek ve Özgürlük Cephesi imzalı "Mehmet Önsoy Devrimci Kurtuluş Mücadelemizde Yaşıyor" pankartının açıldığı anmada Osman Mehmet Önsoy'un ailesi de "İşkencecilerden Hesap Soracağız", "Ya Özgür Vatan Ya Ölüm", "Kurtuluşa Kadar Savaş" yazılı bir pankart açtı. Anmada ilk olarak ailesi ve dostlarının hazırladığı metin okundu. Bu metinde Osman Mehmet Önsoy'un yaşamı ve mücadelesi özetlendikten sonra günümüzde sol adına yapılan yanılgılı tutumlara yönelik eleştiriler yer aldı. "İşkenceci Katiller Hesap Verecek", "Kahrolsun İşkenceci Katiller" sloganlarıyla biten metnin ardından sloganlarımız yinelendi. Daha sonra Emek ve Özgürlük Cephesinin metni okundu. Metin şöyleydi:
       "Dostlar Yoldaşlar,
      Osman Mehmet Önsoy örnek bir devrimciydi. 1954 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Daha Küçükçekmece Lisesi’nde okuduğu yıllarda, 1968’de devrimci mücadeleye katılan Mehmet Önsoy, 1972 sonrası Mahir’lerin bayrağını devralan kuşağın neferlerinden biri olarak gerek işçi sınıfı içerisinde, gerekse de ortaöğrenim ve yükseköğrenim gençlik örgütlenmelerinde en ön saflarda yerini aldı. İlerici Yapı İş, Maden İş ve İlerici Tekstil İş Sendikalarının örgütlenmesinde ve mücadelesinde en önde yer aldı. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne giren Mehmet Önsoy, burada da devrimci mücadelenin ön saflarında yerini almasını bildi ve İYÖD’ün örgütlenmesinde aktif olarak yer aldı. 1977’de mezun oldu.
      1975 yılında Avcılar’da Halkevi’ni açan Mehmet Önsoy, İstanbul’daki diğer Halkevleri’nin koordinasyonunu sağladı. Tüm bunlar devrimci sosyalizmi bütünsel kavramanın ve yaşama geçirmenin Mehmet Önsoy şahsında cisimleşmiş ifadesiydi. Örgütlü olmanın, kısacak bir zaman dilimini dopdolu bir hayat haline getirmesinin en güzel örneklerinden biriydi Mehmet Önsoy.
      Devrimci Sosyalist Hareketimizden kopan “Savaşçılar” grubu içinde mücadelesini sürdüren Mehmet Önsoy, 5 Mayıs 1980’de Halkalı’dan Eminönü’ne giden bir otobüste tesadüf sonucu gözaltına alındı. İşkencede de örnek bir devrimci olmayı yaşamı pahasına başardı. 17 Mayıs günü Haydarpaşa Askeri Hastanesi siyasi tutuklular koğuşunu koma halinde getirildi. Bu koğuşta bulunan diğer devrimcilerin anlatımına göre hiçbir tedavisi yapılmayan Mehmet Önsoy Yoldaş, işkencecilerin suç ortağı askeri hekimler tarafından ölüme terk edildi. Böylelikle 22 Mayıs günü devrim şehitlerimiz arasındaki onurlu yerini aldı.
      Mehmet Önsoy devrimciliğin nasıl yaşaması gerektiğini öğreten devrim şehitlerimizden biridir. Mehmet Önsoy Yoldaşımız gibi yine mayıs ayında yitirdiğimiz, 11 Mayıs 1979’ta kuşatılıp katledilen Tamer Tabak ve Ömer Çimeken Yoldaşlarımızın devrimci anılarının önünde bir kez daha saygıyla eğiliyoruz. Şehitlerimiz, geçmişten geleceğe uzanan devrim yürüyüşümüzün köşe taşları, yol göstericileri, bizi biz yapan en önemli değerlerimizdir.
      Yaşadığı gibi, tertemiz bir devrimci olarak son nefesini verirken bizlere eşsiz bir miras da bırakan Mehmet Önsoy Yoldaş’ı işkencede katledilişinin 34.yılında saygıyla anıyor, anısını Devrimci Kurtuluş Mücadelemizde yaşatacağımıza söz veriyoruz."
      Metnin okunmasının ardından sloganlarımız yinelendi. Daha sonra Osman Mehmet Önsoy'un kardeşi söz alarak duygularını dile getirdi. Anma böylece sona erdi.

Taksim Onun İçin Savaşanlarındır, Bizimdir!
Elimizden Alamayacaksınız!

       Oligarşinin faşist terörü ile boğulmak istenmesine rağmen devrimci direnişin ve dayanışmanın en güzel örneklerinden birinin daha geride kaldığı bir 1 Mayıs'a tanık oldu İstanbul. Trafiğin felç edilmesine, fiili sokağa çıkma yasağına rağmen binlerce emekçi ve devrimci 1 Mayıs meydanına çıkmak için yola koyuldu. Karşılarında tüm güçleriyle barikat kuran devletin üzerine yürüdü. Ne atılan gaz bombaları, ne de tazyikli su onları yollarından geri döndürebildi. Ortaya konan irade çok netti: Taksim bizimdir. Onu asla elimizden alamayacaksınız. Gaziler pahasına kazanıldı bu zafer. Başta sayı saymasını bilmeyen İstanbul Valisi tarafından 19 yaşında olduğu söylenen 17 yaşındaki Dilan olmak üzere birçok yaralıya rağmen devrimciler ve işçiler, omuz omuza dövüştükleri bu kavgada asla geri adım atmadılar.
       1 Mayıs sabahına sıkıyönetim tablosuyla uyanan İstanbullu emekçiler, devrimciler, kesilen yollara, iptal edilen toplu ulaşım araçlarına rağmen Şişli'deki DİSK binasına sabah saatlerinde ulaşmaya başladılar. Saat 09:00'da binanın önünde ayrılarak Taksim'e giden ana cadde üzerinde kortejlerini oluşturan ve aralarında Devrimci 1 Mayıs Platformunun da bulunduğu gruplar, belirlenen saat olan saat 10:00'da yürüyüşlerine başlamak üzere sloganlarıyla beklemeye başladılar. Henüz yürüyüş başlamamışken polis gaz bombaları ve yine yakıcı etkisi olan kimyasal bir bileşime sahip tazyikli su ile kitleye saldırdı.
       Yoğun gazdan dolayı geri çekilen kitlenin bir bölümü DİSK binasına döndü. Diğerleri ise polise karşılık verebilecek uygun yer bulur bulmaz direnişe başladı. DİSK binasına çekilenler de kısa bir süre sonra karşı saldırıya geçtiler. Böylelikle başlayan ve Emek ve Özgürlük Cephelilerin de içinde yer aldığı sokak çatışmaları saatlerce sürdü. Bu arada sabahtan beri DİSK binasına ulaşmaya çalışan kitle Mecidiyeköy, Cevahir AVM arkası ve Bomonti cıvarında çatışmalara başlamıştı. Özellikle havai fişeklerle ve taşlarla yer yer polisi püskürten 1 Mayıs kitlesi, kimi yerlerde polis bariyerlerini dağıttı. Polisin nişan alarak ve yakın mesafeden attığı gaz bombaları birçok devrimcinin yaralanmasına yol açtı. Buna rağmen kimse direnişten geri durmadı.
       Şişliye ulaşmak için Okmeydanı'ndan harekete geçenler de birçok yerde polis ile çatışırken Tarlabaşı, Dolapdere ve İstiklal Caddesi cıvarında da benzer çatışmalar yaşandı.
       1 Mayıs'ı Taksim'de kutlama kararlılığı ile yola çıkan bir diğer grup da Beşiktaş'ta polise kök söktürdü. Sabah saatlerinden itibaren burada toplanan kitle, ilk gaz bombasını da yiyen kitleydi. Burada da yüreğini ortaya koymuş devrimcilerin direnciyle karşılaşan polisin saldırısı farksızdı.
       Akşam saatlerine kadar süren çatışmalar bir kez daha gösterdi ki; Devrimci İrade Asla Teslim Alınamaz! DİSK Binası önünde Genel Başkan Kani Beko'nun yaptığı açıklama ile buradaki çatışmalar noktalanırken İstanbul'un diğer bölgelerindeki çatışmalar saat 18:00 cıvarına kadar sürdü. DİSK önündeki basın açıklamasının ardından DİSK'li bir işçinin çağrısı ile 1 Mayıs'larda yaşamını yitirenler için bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu. "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür!" sloganlarıyla biten saygı duruşunun ardından yine DİSK binasına giren direnişçiler, yavaş yavaş binadan ayrılarak dağıldılar.

İzmir'de 1 Mayıs

       Dünya işçi sınıfının kapitalizme karşı birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs İzmir'de Gündoğdu meydanında kutlandı.
       Taşeron sistemine, güvencesizliğe, emek sömürüsüne ve Ortadoğu'da esmekte olan emperyalist savaş rüzgarlarına karşı son yıllara oranla oldukça kitlesel bir şekilde Gündoğdu meydanını emekçiler doldurdular.
       DİSK, KESK,TMMOB, TÜRK-İŞ,HAK-İŞ çağrıcısı olduğu ve siyasal parti, demokratik kitle örgütleri ve devrimci kurumların katldığı 1 mayıs yürüyüşü iki koldan gerçekleşti. Birinci kol Basmane tarafından yürürken, ikinci kol ise Konak tarafından yürüdü. İçlerinde Emek ve Özgürlük Cephesi'ninde bulunduğu devrimci kurumlar KESK yürüyüş güzergahı olan Konak Sümerbank önünde saat 10'da toplanmaya başladılar. Saat 11.00 da başlayan yürüyüş oldukça coşkulu şekilde Gündoğdu meydanında son buldu. Yürüyüş sırasında Emek ve Özgürlük Cephesi kortejinden “Mahir Hüseyin Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş” , “Yaşasın Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz”, “Tamer, Doğan, Atilla Savaşıyor Gerilla”, “Yaşasın Partimiz, Yaşasın Cephemiz”, “Kızıldere Son Değil,Savaş Sürüyor”, “1 Mayıs Kızıldır, Kızıl Kalacak”, “Taksim'de düşene dövüşene bin selam” vb. Sloganları yükseldi. Ayrıca Emek ve Özgürlük Cephesi imzalı kuşlamalar alanda yapıldı.
       Miting Taksimde yaşanan devlet terörü teşhir edilerek Taksim direnişçileri ile dayanışma sloganları atıldı. Ayrıca Taksimden gelen çatışma ve gözaltı haberleri üzerine kitlenin öfkesi dahada bilendi. Miting yapılan konuşmalar ve Suavi konseri ile son buldu.


Taşeronlaştırmaya, İş Cinayetlerine, İşsizliğe ve Yoksulluğa Karşı

1 Mayıs'ta Taksim'e!

       Dünya işçi sınıfının kapitalizme karşı birlik, mücadele ve dayanışma günü, 1 Mayıs!
       Tüm ezilen ve sömürülen emekçilerin günü kutlu olsun!
       Emperyalist-kapitalist egemen güçlerin dünya işçi sınıfı ve ezilen halkları üzerindeki baskı, sömürü ve şiddet politikalarına karşı yaşasın enternasyonalist dayanışma!
       Taşeron sistemine, kuralsız ve güvencesiz çalışmaya karşı 1 Mayıs’ta alanlardayız!
       Adaletsizliğe, eşitsizliğe, demokratik haklarımızın gasp edilmesine karşı 1 Mayıs’ta alanlardayız!
       Dünyada ve bölgemizde sürdürülen emperyalist işgallere, Suriye halkına düzenlenen saldırı ve komplolara karşı 1 Mayıs’ta alanlardayız!
       Kadınların, öğrencilerin, değişik uluslardan halkların ulusal demokratik haklarının engellenmesine ve gerici-faşist baskılara karşı 1 Mayıs’ta alanlardayız!
       Doğanın yağmalanışına ve tahrip edilişine, karşı 1 Mayıs’ta alanlardayız!

       Emperyalist kapitalist sistemin egemenleri tüm olanaklarını kullanarak ezilen emekçi halklar üzerinde baskı ve sömürüsünü artırdığı, terör estirdiği bir süreçten geçiyoruz. Dünyanın birçok yerinde emperyalistler saldırganlıklarını, terör, baskı ve katliamlarını sürdürerek, giriştiği işgallerle ülkeleri yakıp yıkarak egemenlik alanlarını ve sömürülerini derinleştiriyor.
       İşçi sınıfı ve emekçilerin uzun süren mücadeleler sonucu kazanmış olduğu sosyal, ekonomik, demokratik hak ve özgürlükleri kullanılamaz durumdadır. Giderek patronların lehine kuralsızlaştırılan ve taşeronlaşan çalışma yaşamı işçilere adaletsizlik, güvencesizlik eşitsizlik ve sömürüden başka bir şey getirmemektedir. İşçi direnişleri, gösteriler, sendikal faaliyetler; tüm diğer hak arama mücadeleleri gibi baskılarla, polis saldırılarıyla, gözaltı ve tutuklamalarla yıldırılmak istenmektedir. İşçi sağlığı ve iş güvenliği, maliyet kaygısı duyan işverenler sayesinde artan sorunlarla ağırlaşmakta, hemen her gün yeni bir iş cinayetinin yaşandığı ülkemizde, işyerlerinden ölüm haberleri eksik olmamaktadır.
       Emekçilerin uğradığı baskı ve sömürünün yanı sıra halklarımız anti-demokratik, baskıcı, faşist sistemin zulmü altındadır. Eğitimden sağlığa, barınma sorunundan çalışma yaşamına kadar birçok toplumsal alanda halklarımız baskı ve sömürü altındadır. Ülkemizde başta Kürt Ulusu olmak üzere ezilen halkların ulusal demokratik hak ve özgürlükleri tanınmamaktadır. Var olan cinsiyetçi sistemde ikinci sınıf insan olarak görülen kadınlar, hükümet yetkililerin açıklamalarında aşağılanmakta, şiddete uğramakta ve vahşice öldürülmektedir. Kapıları işçi ve emekçi ailelerin çocuklarına kapatılan üniversiteler, sermayenin hizmetine sunulmuştur. Eğitimde eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim talepleri baskı ve terörle bastırılmaya çalışılırken, gerici ve faşist güçlerin hegemonyası büyük ölçüde hakim kılınmıştır.
       Biz emekçiler bunca zulmü ve yüzyıllardır maruz bırakıldığımız bu insanlık dışı muameleyi hiçbir zaman hak etmedik. Burjuvazi, refah içinde sürdürdükleri yaşamlarını, işçilerin alın terinin sömürüsüne bağlamışlardır. Biz işçi ve emekçilerin kanını emen bu asalakları ve düzenlerini reddediyor ve asla kabul etmiyoruz. Sistemin hangi yanından tutarsak tutalım elimizde kalıyor, çağ dışı sömürü politikaları ile karşılaşıyoruz. Bugün olduğu gibi bu rezil sistem, gelecekte de bize zulümden başka bir şey vermeyecektir.
       Kapitalistlerin egemenliğine ve artan saldırılarına karşı kurtuluşumuz, işçi sınıfının ve emekçi halkımızın demokrasi ve sosyalizm mücadelesindedir.
       Gericiliğe, faşizme ve vahşi kapitalizme karşı hayatın her alanında örgütlü mücadeleyi yükseltmeliyiz.
       Emperyalizm ve oligarşinin sözcüsü AKP ve sermaye yanlısı işbirlikçi sarı sendikaların karşısında; emekten, insanca yaşamdan yana olan mücadeleci sendikalarda, derneklerde, platformlarda güçlerimizi ve birliğimizi geliştirmek zorundayız.
       Sadece sendikal örgütlenme ve mücadele değil, işçi sınıfının iktidarını da hedefleyen politik örgütlenmeler içerisinde, insanca bir yaşam mücadelesinde yerimizi almalıyız.
       Emekçi sınıfların ve ezilen halkların güven ve umutla baktığı yarınlara; eşitlik, adalet, özgürlüğün hakim olduğu insanca bir yaşama ancak demokrasi ve sosyalizm mücadelesiyle, ezilen halkların demokratik iktidarı ile ulaşılabilir!
       İnsanca yaşam ve özgür ülke için 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’ndayız!
       1 Mayıs'ta Alanlara, Emek ve Özgürlük Cephesi Saflarına!
       Yaşasın İşçilerin Birliği, Halkların Kardeşliği
!
       Birlikle ve Birlikte Kazanacağız!

       Emek ve Özgürlük Cephesi

Nurettin Yedigöl Yoldaş'ı Andık

       1981 yılının Nisan ayında gözaltında yoğun işkenceler sonucu katledilip, kaybedilen Nurettin Yedigöl yoldaş 21 Nisan 2013 pazar günü, Bakırköy Altan Erbulak sahnesinde yapılan bir etkinlikle anıldı. Anma Nurettin Yedigöl şahsında tüm devrim şehitleri için yapılan saygı duruşuyla başladı. Saygı duruşunun ardından "Nurettin Yedigöl Ölümsüzdür" sloganı atıldı. Nurettin yoldaşın yaşamını, mücadelesini anlatan bir sinevizyon gösteriminden sonra Mine Nazari Oğul adlı şiiri okudu. Anma konuşmalarla devam etti. Emek ve Özgürlük Cephesi adına yapılan konuşmada "Nurettin Yedigöl kimdir sorusuna verilecek cevap kısa ve nettir; o Devrimci Kurtuluşçudur. Devrim ve sosyalizim bayrağını her zaman yükseklerde tutan bir geleneğin savaşçısı, işkencede direnişin sembolü, mütevaziliği, disiplini ve çalışkanlığıyla örnek bir devrimcidir... Nurettin yoldaşı kimse unutmadı, unutmayacak çünkü o bu topraklara devrimci bilincini, mücadelesini kısaca emeğini verdi. Ondan sonra doğan çocuklar onun adını, mücadelesini öğrendiler ve onun ardından yürümeye başladılar. Onu katleden oligarşinin katilleri her cumartesi Galatasaray da karşılarında buldular Nurettin'i. Ben burdayım dedi ve daha çok yükseldi sesi." denildi.
       
Konuşmasında 32 yıldır ağabeyini aradıklarını belirten Muzaffer Yedigöl "Benim ağabeyim onurlu ve namuslu bir devrimciydi. İnandığı değerlerden vazgeçmedi ve işkencecilerin karşısında boyun eğmedi. Biz kaybedilenlerin aileleri olarak acımasız devlet politikaları karşısında sesimizi duyurmayı öğrendik, alanlarda meydanlarda onları yaşatmayı öğrendik. Biz Nuretti'in ailesi olarak onun akıbetini öğrenme konusunda ısrarcı olacağız. Babadan oğula bu dava sürecek." dedi.
       BDP İstanbul milletvekili Sabahat Tuncel de yaptığı konuşmada “Nurettin yoldaş bu faşist zihniyet tarafından katledildi. Tıpkı diğer gözaltında kaybedilenler gibi. Biz hepsinin katilinin kim olduğunu biliyoruz. İktidarlar değişiyor ama kafa değişmiyor. Bu mücadelede binlerce insan yaşamını yitirdi ama geri adım atmadı hep daha da ileri yürüdü. Devrimcilere vereceğimiz en önemli söz daha demokratik daha adil daha eşitlikçi bir devrim gerçekleştirmek için mücadele etmek olacaktır.” dedi.

       Nurettin Yedigöl'ün yoldaşı, gözaltında kaybedilişinin tanığı İHD İstanbul Şube Başkanı Ümit Efe ise “Biz 12 Eylülün direnci, umutları ve geleceğe olan inançları yitirilmeye çalışılan bir gençliğin temsilcileriyiz. Nurettin son derece mütevazi, kanaatkar, sabırlı, sakin bir insandı. Bu sabır onun kararlılığını gösteren bir sabırdı. Ben dört ay Gayrettepe de tutuldum Nurettin dört günde katledildi. Ve bu dört günde akıl almaz işkencelere maruz kaldı. Bütün bu işkencelere rağmen biz ekmeği son lokmasına kadar yemeği ve ağız dolusu gülmeyi hiçbir zaman unutmadık. O karanlık günlerde dört beş saniye yan yana geldiğimizde kolları bacakları kırılmış Nurettin bana ‘sakın halkına ihanet etme, sakın ifade verme’ demişti. Biz parmaklarımızı kavuran elektiriği unutmayacağız, çocuklarımızın kafasını uçuran A4 mermilerini unutmayacağız, yapılan katliamları unutmayacağız. Unutmayacağız ve affetmeyeceğiz.” dedi.
       Ardından Ahmet Saner ve Kadir Tandoğan’ın da avukatı olan Nebi Barlas bir konuşma yaptı. Bu yiğit devrimcilerin avukatlığını yapmaktan onur duyduğunu belirten Barlas tüm devrim şehitlerinin anısı önünde saygıyla eğiliyorum diyerek konuşmasını sonlandırdı.
       Daha sonra da Nurettin Yedigöl ile aynı okul sıralarını paylaşan Hasan Kaya söz alarak anılarını anlattı. Ortaokul yıllarında öğretmenleri Hasan Basri Aydın'dan nasıl etkilendiklerini de anlattığı konuşmasında farklı siyasetlerde olmalarına rağmen dostluklarının hiç sarsılmadığından bahsetti. Devrim yolu engebeli dolambaçlı ve sarptır sözlerine de yer verdiği konuşmasında yer yer duygusal anlar yaşayan Hasan Kaya, konuşmasını 1 Mayıs'ta buluşma çağrısıyla sonlandırdı.
        Anma etkinliği Keremo’nun Kürtçe okuduğu bir şiirle devam etti. Son olarak Hüseyin Arjen ve Serhad Raşa’nın ezgileriyle Nurettin Yedigöl'ü anma etkinliği sona ererken etkinliğin sonunda katılımcılar 1 Mayıs'ta Emek ve Özgürlük Cephesi saflarına çağrıldı.
Keremo

Hüseyin Arjen

Serhat Raşa

Gözaltında Kaybedilişinin 32.ci Yılında Nurettin Yedigöl'ü İstiyoruz

       İstanbul
       
12 Nisan 2013 Cuma günü gözaltında uğradığı ağır işkencelerin ardından kaybedilen Nurettin Yedigöl’ün ailesi, yoldaşları, Cumartesi Anneleri ve İHD Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyonu tarafından işkenceye uğradığı ve en son görüldüğü yer olan Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü önünde bir basın açıklaması gerçekleştirildi. Saat 13:00’te Gayrettepe’deki 12 Eylül döneminin işkence merkezlerinden olan ve 1.ci şube olarak bilinen binanın önüne gelen kitle, burada “Nurettin Yedigöl 12 Eylül’ün İşkence Merkezi Olan Bu Binada Kaybedildi” yazılı pankartı açtı.
       Basın açıklamasında ilk olarak Nurettin Yedigöl Yoldaşımızın annesi Zeycan Yedigöl söz aldı. Öfkesini haykıran Zeycan ana, Dolmabahçe’de başbakanın verdiği sözleri tutmadığını söyleyerek “siz de evlat acısı çekin” dedi. Kendisi gibi oğlunun peşinde bir ömür veren Berfo Ana’nın son arzusunu anımsatan Zeycan Ana, “beni de Berfo Ana gibi oğlumun kemiklerini de benim yanıma gömün” dedi. Ardından söz alan Nurettin Yedigöl’ün kardeşi Muzaffer Yedigöl ise konuşmasında “Ağabeyim burada kaybedildi. Ağabeyim gözaltındayken yengem ile birlikte her gün buraya geldik, ona para bırakıp bir haber almaya çalışırdık. Tüm çabalarımız sonuçsuz kaldı. Bugün barıştan bahseden başbakana sesleniyorum ve diyorum ki benim ağabeyimin kemikleri bulunmadan, bizim gibi bu acıları yaşayanlardan özür dilenmeden barışı getiremezsiniz.”
       Daha sonra söz alan İHD İstanbul Şube Başkanı Ümit Efe ise konuşmasında Gayrettepe Emniyet Müdürlüğünde bu ülkenin gelecekleri olan devrimcilerin, öğretmenlerin ve sendikacılarının günlerce, aylarca işkence gördüklerini ve kimilerinin kaybedildiğini söyledi. Nurettin Yedigöl’ün kendisinin gözaltına alındığı evde kurulan karakola düştüğünü ve Gayrettepe’de 4 gün boyunca çok özel ve ağır işkencelerden geçirildiğini söyleyen Ümit Efe, aynı dönemde Gayrettepe’de işkence gören daha birçok devrimcinin tanıklığına rağmen Nurettin Yedigöl’ün kaybedildiğini ve sonrasındaki hukuk mücadelesi sürecinde de hep “böyle birisi hiç gözaltına alınmamıştır” yanıtıyla karşılaştıklarını söyledi.
       Ümit Efe'den sonra yine gözaltında kaybedilen Murat Yıldız’ın annesi Hanife Yıldız söz aldı ve 12 Eylül yargılamalarındaki sahtekarlığı sergiledi. Berfo Ana’nın bu mahkemeleri takip ederken son nefesini verdiğini ama Kenan Evren’in hala yaşlı olduğu gerekçesiyle sanık kürsüsüne çıkarılamadığını belirtti. Yaşananların bir kandırmaca olduğuna vurgu yapan Hanife Yıldız kendi elleriyle getirdiği oğlu Murat Yıldız’ın nerede olduğunu sormaya ölene kadar devam edeceklerini söyledi. Hanife Yıldız yaşına rağmen basın açıklaması boyunca kendisine yardım etmeye çalışanlardan hiçbir destek almadan sonuna kadar dimdik durdu ve taşıdığı pankartı bir an olsun elinden bırakmadı.
       Hanife Yıldız'ın ardından, yine gözaltında ağabeyi Rıdvan Karakoç’u yitiren Hasan Karakoç söz aldı. Üç kardeş birlikte gözaltına alındıklarını söyleyen Hasan Karakoç 14 gün işkencede kaldıklarını anlattı. 14 gün boyunca kaldıkları Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü binasını kastederek, “bu binaya bugün girsem, nerde işkenceler yapıldığını yine gösterebilirim” diyen Hasan Karakoç, tek suçlarının Kürt olmak olduklarını söyledi. Taksicilik yapan ağabeyinin Şivan Perwer dinlediği için şikayet edilerek gözaltına alındığını söyleyen Hasan Karakoç, bugün Kürtçeyi, Şivan Perwer’i serbest bıraktığını söyleyen Başbakan Erdoğan’ın neden Ağabeyinin kemiklerini bulamadığını sordu.
       Kayıp yakınlarının konuşmalarının ardından İHD Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon adına söz alan Meral Çıldır, basın metnini okudu. Basın metninde şu ifadelere yer verildi:
        “…32 yıl önce bugün, 12 Eylül karanlığında gözaltına alınan Nurettin Yedigöl, bu binada bulunan müdürlüğünün Tayyar Sever’in yaptığı 1.ci şubeye getirildi.
       Mete Altan’ın başında bulunduğu işkence timi tarafından sorgulandı. Derisinin yüzülmesi, kafasına çakılan çividen elektrik verilmesi dahil en ağır işkenceye maruz kaldı.
       Gözaltına alıdığı inkar edilan Nurettin Yedigöl, İstanbul Emniyet Müdürü Şükrü Balcı’nın yönetimindeki bu binada kaybedildi….
       ,,,12 Eylül işkencehanelerinde kaybedilen insanlarımızın akıbetleri açıklanmadan, failleri yargılanmadan, darbelerle hesaplaşılamayacağını bir kez daha hatırlatmak için buradayız.
       32 yılıdır Nurettin’in akıbetini gizleyen, faillerini koruyan tüm hükümetlerin bu suçun ortağı olduğu gerçeğini dillendirmek için buradayız.
       Gözaltında kaybedilişinin 32. ci yılında Nurettin Yedigöl’ü ve tüm kayıplarımızı aramaktan vazgeçmeyeceğizin ifadesi olarak buradayız.
       Geçmişte yaşanan insanlık suçlarının varlığı kabul edilmeden,
       Suçların failleri cezalandırılmadan,
       Bu suçları yaratan zihniyet sorgulanmadan,
       İnsanlık suçlarının bir daha yaşanmaması için gerekli mekanizmalar hayata geçirilmeden,
       Barış içinde yaşama hakkımızın güvence altında olmayacağını söyemek için buradayız….”
       Metnin okunmasının ardından basın açıklaması sona erdi. Basın açıklaması sırasında kullanılan pankart üzerine karanfiller konularak Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü’nün önüne bırakıldı. Kitlenin buradan ayrılması sırasına orada bulunan Emek ve Özgürlük Cepheliler yanlarında bulunan “Nurettin Yedigöl’ü Arıyoruz, Unutmayacağız, Affetmeyeceğiz” yazılı, Emek ve Özgürlük Cephesi imzalı pankartı Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü girişindeki duvara bantladılar.
       Eyleme Emek ve Özgürlük Cephesinin yanı sıra Emekçi Hareket Partisi de eyleme destek verdi.

       İzmir
       
Emek ve Özgürlük Cephesi, gözaltına alınıp işkencede katledilişinin 32. yılında Nurettin Yedigöl yoldaşımızı 12 Nisan Cuma günü 13:00'de İzmir Konak Eski Sümerbank önünde gerçekleştirdiği basın açıklanması ile andı. “NURETTİN YEDİGÖL ÖLÜMSÜZDÜR, UNUTMAYACAĞIZ AFFETMEYECEĞİZ” pankartı açan Emek ve Özgürlük Cepheli’ler, flamalarıyla pankartın arkasında yer aldı.
       Anmada “Mahir Hüseyin Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş, Yaşasın Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz, Nurettin Yedigöl ölümsüzdür, Devrim Şehitleri Ölümsüzdür, Katil Devlet Hesap Verecek, Gözaltılar Tutuklamalar Baskılar Bizi Yıldıramaz, Faşizme Karşı Omuz Omuza, Yaşasın Devrimci Dayanışma “ sloganları atıldıktan sonra Nurettin Yedigöl şahsında tüm devrim şehitleri için saygı duruşuna geçildi. Saygı duruşu esnasında ‘Güneşi İçenlerin Türküsü’ adlı şiir okundu. Ardından basın metnine geçildi. Okunan basın metni şöyleydi:
       “Nurettin Yedigöl yoldaş Devrimci Sosyalist Hareketimizin bir militanı olarak devrimci savaş içerisinde yer alırken 12 Nisan 1981 yılında İdealtepe’de bir evde polis tarafından kurulan pusuda yakalanarak gözaltına alındı. Gözaltına alınarak o dönemin ünlü işkencehanesi olan İstanbul Gayrettepe'deki 1. şubeye götürüldü. Ve Nurettin yoldaş 1. şubede sınıflar mücadelesinin diğer bir alanı olan işkenceye karşı direniş savaşını başlatarak işkencecilerin, derilerini yüzmesi, kafasına çivi çakılarak elektrik verimesi dahil en ağır işkencelere maruz bırakıldı. Fakat Nurettin yoldaş devrimci sosyalist bir militan olarak işkencede direnme geleneğimizin ilk halkalarından biri oldu. İşkence karşısında Muhammet olarak verdiği isminden asla vazgeçmedi, tek bir kez bağırmadan, yakınmadan, sonuna kadar direndi. Nurettin yoldaş en son 17 Nisan 1981 günü sorgulamalardaki diğer devrimciler tarafından görüldü, çırılçıplaktı, kolları tutmuyordu, konuşamıyordu, kan ve pislik içindeydi. Bir daha onu hiç gören olmadı.
       O günden bugüne dek polis hep onun gözaltına alındığını reddetti. Bu isimde birinin “hiç gözaltına alınmadığı” söylendi. Açılan tüm davalardan bir sonuç alınamadı ve cesedi hiç bulunamadı. Ailesi yıllarca her kapıyı çalarak, her yolu deneyerek Nurettin’i aradı. Devrimci sosyalistlerin duruşmalarında defalarca soruldu. Dava savcısı Faik Tarımcıoğlu’nun aileye verdiği yanıt ise en komiğiydi: “Bizim elimizde de oğlunuz hakkında bir tutuklama kararı var ama bulamıyoruz...” Daha sonra Cumartesi Annelerinin arasındaydı ailesi ve ısrarla hâlâ sormaya devam ediyorlardı oğullarının nerede olduğunu.
       Nurettin yoldaş, 1954 yılında Erzincan’da doğdu. Çocukluğu köyde geçen Nurettin Lise öğrenimi için Erzincan’a, daha sonra da İ.Ü. İşletme Fakültesi’nde okumak için İstanbul’a geldi. 1976-77 yılları arasında İYÖD yönetiminde yer alan Nurettin, bu süreçte devrimci sosyalist harekete katıldı. Disiplinle çalışan bir yoldaş olarak tanındı.
       Sınıf mücadelesinin ortaya çıkmasından bu yana egemenler kendi iktidarlarını korumak için ellerinden gelen her şeyi yapmış, her türlü şiddeti uygulamıştır. Bugün işçi ve emekçiler üzerinde uygulanan hak gaspları, güvencesiz çalışma koşulları, Kürt Ulusuna yönelik imha inkar asimilasyon ve tasfiye politikaları ve eğitimin ticarileşmesi, üniversitelerdeki demokratik hak taleplerinin faşist devlet tarafından engellenmesi bunun birer örneğidir.
       Nurettin Yedigöl yoldaşımız bu ülkedeki sınıf mücadelesinin en sert zeminlerinde devrimci savaşı vermiş, emperyalizm ve oligarşi de aynı sertlikte bir yanıtla bu mücadeleyi bastırmaya çalışmıştır.
       Oligarşi tehdit unsuru olarak gördüğü devrimcileri katletmekten hiçbir zaman geri durmadı. Oligarşinin bu karanlık yüzünü Kızıldere’de Mahir Çayan ve yoldaşlarında, Diyarbakır cezaevinde İbrahim Kaypakkaya’da, idam sehpalarında Deniz’lerde, 6 Haziran şafağında Atilla ve Tamer’lerde, 17 Nisan’da işkencede kaybedilen Nurettin Yedigöl’de görmekteyiz. Yaşanan bütün katliamlara bakınca gelecekte de sınıf mücadelesinin kızışmasına bağlı olarak yeni kayıplar yaşanabileceğini biliyoruz ve bunu bilerek mücadele yürütüyor ve geçmişte yaşanan katliamların hesabını soracağımızı bir kez daha haykırıyoruz.
       30 Mart, 6 Haziran, 17 Nisan... Artık bizim için anma günleri değildirler...
       Kendi tarihimizi kavramak açısından, hücrelerimizdeki genleri farketmek açısından anlamlıdırlar.
       Geçmişten öğrendikçe, bugünü anladıkça, geleceğimiz aydınlık olacaktır.”
       Basın açıklamasına; Alınteri, Partizan, Halk Cephesi ve İzmir Hareket Tiyatrosu destek verdi.

 

Nurettin Yedigöl Yoldaşımız İçin Panel

       Emek ve Özgürlük Cephesi, gözaltıda işkence yapılarak katledildikten sonra "kaybedilen" yoldaşımız Nurettin Yedigöl şahsında faşizmi bir defa da bu yönüyle teşhir etmek amacıyla bir dizi etkinlik düzenledi. Bu etkinliklerden ilki 7 Nisan 2013 pazar günü İstanbul Esenyurt'ta bulunan Güney Kültür Merkezi'nde gerçekleştirilen paneldi. Panele konuşmacı olarak İHD İstanbul Şube Başkanı Ümit Efe, Nurettin Yedigöl yoldaşımızın kardeşi Muzaffer Yedigöl, İHD İstanbul Şubesi Kayıplar Komisyonundan Sebla Arcan Aydın ve Emek ve Özgürlük Cephesi adına Hasan Yüksel katıldı.
       Saat 13:00'te başlayan panelde ilk olarak yeryüzünde devrim ve sosyalizm mücadelesinde yaşamını yitirenler anısına bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu. Saygı duruşunun ardından ilk olarak sözü İHD İstanbul Şubesi Kayıplar Komisyonu üyesi Sebla Arcan Aydın aldı. Devletin kayıp politikasının ekseninde "geride hiç delil" bırakmama mantığı olduğuna değinilen konuşmada, böylece hukuki sürecin daha baştan tıkanmaya çalışıldığına değinildi. Gözaltında kayıpların 12 Eylül öncesinde ve 12 Eylül sürecinde de yaşandığı, ancak 90'lı yıllarda özel savaş sürecinde bir patlama yaşandığını anlatan konuşmacı, kayıplarını arayanların da kaybedildiğini örnekleriyle ortaya koydu.
       Aynı yıllarda İHD'nin bu konuya el atarak başlattığı mücadelenin aşamalarına da değinen Sebla Arcan Aydın, başlangıçta her hafta yapılacak bir eylemin zor göründüğü tartışmalarını da anımsattı. Özellikle Şili ve Arjantin'de yürütülen kayıp yakınları mücadelesinin sendikalar ve sosyalistlerin tam desteğini almasına rağmen ülkemizde ne yazık ki bu sürecin aynı biçimde yaşanmadığına da değinen konuşmacı, süreç içerisinde maruz kaldıkları baskılara da değindi. Daha geçen haftaki gözaltına alınmamızdan kalan yaralarımız iyileşmeden yeniden gözaltına alınıyorduk diyerek süreci çok iyi özetleyen konuşmacı, yaşlı ve hasta kayıp yakınlarının yaşamlarını tehlikeye atan bu duruma son vermek için eylemlere ara verdiklerini, Ergenekon operasyonlarıyla kayıpların yeniden gündemleşmesi üzerine yeniden oturma eylemlerine başladıklarını söyledi.
       Nurettin Yedigöl'ün babası İsmail Yedigöl'den de bahseden konuşmacı, cumartesi eylemlerine sessiz sedasız, elinde küçücük bir resimle gelen İsmail Amcanın hiç konuşmadığını, hiçbir açıklamada söz almadığını, ama her cumartesi geldiğini anlattı. Bir cumartesi eyleminde onu göremediklerinde ise artık yaşamadığı haberini aldıklarını anlattı.
       Bugün yurtdışına çıkan herhangi bir TC bürokratına ilk önce cumartesi annelerinin ve gözaltında kayıpların sorulduğunu anlatan konuşmacı, bu durumun kendi kazanımları olduğunu da vurguladı.
       Daha sonra Nurettin Yedigöl Yoldaşımızın gözaltında kaybedilmesinin tanığı olarak söz alan İHD İstanbul Şubesi Başkanı Ümit Efe ise konuşmasında gözaltına alınma süreçlerini, Nurettin'in yakalanmasını ve gördüğü ağır işkenceleri anlattı. Son olarak gözaltındaki diğer devrimciler tarafından görülen Nurettin Yedigöl için yaptıkları tüm hukuki başvuruların "böyle biri gözaltına alınmamıştır" yanıtıyla tıkandığını anlatan Ümit Efe, son günlerdeki barış tartışmalarına da değinerek, sürecin mağduru olan ailelerin ikna olmadığı hiçbir sürecin gerçek bir barış anlamına gelmeyeceğine değindi. Nurettin Yedigöl için yapılacak diğer etkinliklerin de duyurusunu yapan Ümit Efe, gözaltında katledilişinin 32.ci yılında katledildiği yerde Gayrettepe'de bulunan o dönemin 1.ci Şube, şimdinin Asayiş Şube binasının önünde 12 Nisan 2013 günü saat 13:00'te İHD ve dostları, yoldaşları ile birlikte bir basın açıklaması yapılacağını; 18 Nisan günü Ankara'da yapılacak olan 12 Eylül duruşmasına topluca katılınacağını; Ayrıca 21 Nisan 2013 pazar günü Bakırköy Altan Erbulak sahnesinde bir anma etkinliği düzenleneceğini söyledi ve katılım çağrısı yaptı..
       Daha sonra Emek ve Özgürlük Cephesi adına söz alan Hasan Yüksel, öncelikli olarak yapacağı konuşmayı geçtiğimiz günlerde yaşamını yitiren Berfo Ana'ya adadı. Daha sonra ise sınıf mücadesinin ortaya çıkmasından bu yana egemenlerin kendi iktidarlarını korumak için ellerinden gelen her şeyi yaptığına, her türlü şiddeti uyguladıklarına değindi. Gözaltında kaybetmenin en üst düzeyde bir cezalandırma olduğunu vurgulayan Hasan Yüksel, böylece katledilenin yakınlarına bir mezarın bile çok görülüğünü söyledi. Nurettin Yedigöl yoldaşımızın bu ülkedeki sınıf mücadelesinin en sert zeminlerinde bu kavgayı verdiğine değinen konuşmacı, emperyalizm ve oligarşinin de aynı sertlikte bir yanıtla bu mücadeleyi bastırmaya çalıştığını anlattı ve gelecekte de sınıf mücadelesinin kızışmasına bağlı olarak yeni kayıpların yaşanabileceğine değindi.
       Bugün bizleri bir araya getiren şehitlerimizin ölüm, işkence ya da hapislik gibi konulardaki hesaplaşmaları çok önceden yapıp bu yola gerdiklerine de değinen Hasan Yüksel, mücadelenin sürekliliğine ve onların yolundan yürünmesine çağrı yaptı. Mücadelenin çok farklı boyutları olabileceğine değinen konuşmacı, kayıp yakınlarının bazılarınca küçümsenin mücadelesinin bugün yurtdışına çıkan herhangi bir devlet bürokratının yüzüne şamar gibi çarptığını anımsatarak bu şamarları çoğaltma çağrısı yaptı.
       Panelde son olarak söz alan Nurettin Yoldaşımın kardeşi Muzaffer Yedigöl ise kısaca Nurettin Yedigöl'ün yaşamını özetledi. Ağabeyi ile ilişkilerini anlatan Muzaffer Yedigöl, babasının yaşamını yitirmesinin ardından kayıp yakınları mücadelesini devraldıklarını belirtti. Ağabeyinin kaybedilmesiyle ailede yaşanan acıları ve öfkeyi paylaşan konuşmada duygusal anlar da yaşandı. 12 Eylül yargılamalarına müdahil olduklarını ve adalet arayışları sonuçlanmadan asla hiçbir şeyin peşini bırakmayacaklarını söyleye Muzaffer Yedigöl, herkesi kayıp yakınlarının cumartesi eylemlerine destek vermeye çağırdı. Ayın 18'inde Ankara'da yapılacak 12 Eylül duruşmasına da katılacaklarını söyleyen kardeş Yedigöl, buraya da katılım çağrısı yaptı.

       Daha sonra söz salona verildi ve aralarında EHP'li ve Güney Kültür Merkezi emekçisi dostlarımızın da olduğu birçok dinleyici söz alarak düşüncelerini aktardı, sorular sordu. Bedeni ihtiyar da olsa ruhu genç bir dinleyicinin okuduğu şiir ise tüm salondan alkış aldı. Panel böylece sona erdi.

İzmir ve Eskişehir'de Devrimci Öğrencilere Polis Saldırısı

       İzmir Buca'daki Dokuz Eylül Üniversitesi Kampüsünde stand açarak Özgür Gündem ve Azadiya Welat Gazetelerinin satışını yapan yurtsever devrimci öğrencilere faşistler saldırmıştı. Bu saldırıyı protesto etmek için Eğitim Fakültesinde bugün (05.04.2013) düzenlenen eyleme ise polis saldırarak yaklaşık 50 öğrenciyi gözaltına aldı. Saldırı üzerine Hasan Ali Yücel binasına sıkıştırılan öğrencilerden ikisinin yaralandığı öğrenildi. Kampuse gelen İHD İzmir şubesi yöneticileri ve ÇHD'li avukatların girişimiyle kampüste bulunan diğer devrimci öğrencilerin de güvenli bir şekilde çıkışı sağlandı. Bir Barikat okurunun da gözaltına alındığı saldırıda üç öğrenci de yaralandı. Saldırı sırasında Barikat muhabiri de darp edilerek kampüs dışına çıkarıldı. Ekim Gençliği, Öğrenci Kollektifleri ve Yurtsever öğrencilerin de aralarında olduğu gözaltına alınan öğrencilerin Bozyaka'daki İzmir Emniyet Müdürlüğünda tutulduğu öğrenildi. Bu saldırıyı protesto etmek için saat 18:00'de Eski Sümerbank önünde bir basın açıklaması düzenlenecek.
       Eskişehir Anadolu Üniversitesi'nde ise TGB'lilerin bildiri dağıtmak istemesi üzerine onlara engel olan devrimcilere önce özel güvenlik, daha sonra da çevik kuvvet polisleri saldırdı. Saldırı sonucu bir öğrencinin burnu kırılırken 70'e yakın öğrencinin de gözaltına alındığı öğrenildi.
       Bu ve buna benzer faşist saldırı ve terör hiçbir zaman devrimci mücadelemizi engelleyemedi, engelleyemeyecek.

İstanbul ve İzmir'de
Kızıldere Anması

       İstanbul
       30 Mart 1972'de Kızıldere'de katledilen Türkiye Devrimci Hareketi'nin kurucu önderlerinden Mahir Çayan ve yoldaşlarını anmak için İstanbul'da da yürüyüşler düzenlendi. Emek ve Özgürlük Cephesi'nin de örgütleyicisi olduğu yürüyüş ise 30 Mart 2013 günü saat 16:00'da Galatasaray Meydanı'nda başladı. Buradan Taksim'e doğru düzenlenen yürüyüşün diğer örgütleyicileri ise Emekçi Hareket Partisi, Aka-Der, Proleter Devrimci Duruş, Devrimci Hareket ve Odak idi. Yürüyüş kortejinin en önünde Kızıldere'de katledilenlerin fotoğrafları yer aldı. Ardından "Kızıldere Şehitleri Ölümsüzdür" yazan ortak pankartın arkasında eylemi düzenleyen kurumların flamaları yer alıyordu. Bir sonraki ortak pankartta ise "Kızıldere Son Değil Savaş Sürüyor" sloganı vardı. Yürüyüş boyunca "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür", "Katil Devlet Hesap Verecek", "Mahir Hüseyin Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş", "Yaşasın Devrimci Dayanışma", "Mahir İbo Deniz Sürüyor Sürecek Mücadelemiz" sloganlarının atıldığı yürüyüşte ajitasyon konuşmaları da yapıldı.
       Katılımcıların kendi flamaları ve dövizleriyle yer aldığı yürüyüş korteji Taksim Tramvay durağına vardığında ilk olarak Kızıldere'de katledilen devrimciler için saygı duruşu yapıldı. Saygı duruşunun ardından ortak basın açıklaması okundu. Basın açıklaması şöyleydi:
       "KIZILDERE SON DEĞİL, SAVAŞ SÜRÜYOR!
       Bugün, bundan 41 yıl önce Kızıldere'de üzerine bombalar yağdırılarak yok edilmeye çalışılan 10 devrimci siper yoldaşımız için buradayız. Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna, Ertan Saruhan, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz ve Ahmet Atasoy'un 30 Mart 1972'de devlet tarafından katledilişlerinin 41. yılında buradayız. Yok etmeye çalıştıkları yoldaşlarımızın, yok edemedikleri fikirlerinin devamcıları olarak buradayız, onların sosyalizm yolunda yürüttükleri devrim mücadelesinin peşini bırakmayanlar olarak buradayız. Emperyalizme karşı mücadelenin devamcıları olarak buradayız. Onların açtığı yolda örgütlü mücadelenin bayrağını taşıyanlar olarak buradayız. Kızıldere'de düştüklerinde tarihe yazdıkları devrimci dayanışmanın devamcıları olarak buradayız.
        Kızıldere devrimci dayanışmanın eylem pratiğidir
       Onları, 1971'de kaldıkları Maltepe Cezaevi'nden kaçarak, siper yoldaşları Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idamlarını engellemek amacıyla, NATO'ya bağlı Ünye Radar Üssü'nden, üç İngiliz askerini kaçırarak Kızıldere'ye götüren teoride ortaya koydukları sosyalizmi, pratikte bir eylem deneyimi olarak ortaya koymaktır. Kızıldere böyle bir devrimci dayanışmanın örneğini tarihe koymuştur.
        Darağacında "Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının Emperyalizme Karşı Mücadelesi" diye haykıran Deniz Gezmişlerin, işkencede günlerce ser verip sır vermeyen İbrahim Kaypakkayaların, Kızıldere'de "Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik." diyen Mahir Çayanların kararlı mücadelesini yalnızca anmak için değil, bugünün mücadelesinde yaşatmak, aynı devrimci kararlılıkla, onların fikirlerini uygulamak için buradayız.
       Kızıldere kahramanlık hikayesi değil, eylem kılavuzudur
       1971'de açılan bu yol, bizlere yalnızca kahramanlık hikâyesi değil, asıl olarak yarattığı ve bugünümüze armağan ettiği devrimci ideolojinin ve dayanışmanın, siper yoldaşlığının ve devrimci eylemin deneyimidir. Bu sadece teorik bir çıkış değil, aynı zamanda devrimci pratikle de ortaya konan bir mücadeledir. İşte Kızıldere, böyle bir direniş kuşağının, bizlerin bilincindeki en canlı örneklerinden biridir.
        Kızıldere Emperyalizme karşı çekilen bayraktır
       Emperyalizmin o yıllarda karşısına dikilen Mahirler gibi, bugün emperyalizme karşı direnen halklar, 6. Filoyu unutturmayacaktır! Emperyalizmin tüm Ortadoğu ve Dünya üzerinde uyguladığı politikalar, elbet halkların direnişiyle son bulacaktır. Emperyalizme karşı mücadele edenler her defasında 6. Filoyu hatırlatacaktır. Mahirler emperyalizme karşı mücadelenin önderi oldular, bugüne ışık tuttular. Bizler de bugünün mücadelesinde onların açtığı yoldan gidecek, Emperyalizmi yeryüzünden sileceğiz.
        Katliamları zamanaşımına gömen AKP hükümeti, aynı ideolojinin temsilcisidir.
       Kızıldere'den Çorum'a, Sivas'tan Maraş'a, Roboski'ye kadar, halklarımıza katliamdan başka hiçbir şeyi reva görmeyen dünün egemenleri ile bugünkülerin arasında öz itibariyle hiçbir fark yoktur. Devrimcileri ve muhalif tüm kesimleri tutuklayan, hapishanelere koyan o günün katliamcı geleneğinin bugünkü temsilcisi AKP hükümetidir. Memleketin kanlı tarihini zamanaşımına gömen zihniyet ile Kızıldere'de yoldaşlarımızı katledenler, aynı düzenin birbirini tamamlayan parçalarıdırlar.
        Demokrasi makyajı altında, gericiliğin mevcut tüm biçimlerini pervasızca uygulayan, işçilerin ve emekçilerin kazanılmış haklarını birer birer ellerinden alan, istikrar kandırmacasıyla bizleri işsiz ve aç bırakan bu düzenin, halklarımıza zulümden ve yoksulluktan başka verebileceği hiçbir şey yoktur! İşte bu yüzden, devrimciler olarak; tüm baskı ve katliamlara rağmen, bedeli her ne olursa olsun Mahir'ler, Deniz'ler ve İbrahim'ler gibi yaşayacak, onlar gibi mücadeleye devam edeceğiz. Bugün onları yalnızca anmıyoruz, aynı zamanda fikrilerini uygulamak için peşlerinden yürüyoruz. Kızıldere bizler için son değil, savaşını izinden sürdürdüğümüz bir eylem kılavuzudur."
       Basın açıklamasının okunmasının ardından yürüyüş boyunca atılan sloganlar yeniden haykırıldı. Daha sonra Adalılar Müzik Grubu kısa bir dinleti verdi. "Oy Dere Kızıldere" türküsünü ve "Çav Bella" marşının Grup Adalılarca seslendirilmesinin ardından eylem sloganlarla sona erdi.
       Bu eylemden başka ÖDP ve Halkevleri çevrelerinin eksenini oluşturduğu bir grup çağrıcının örgütlediği bir yürüyüşten başka Dev-Lis'in, Sosyalist Yeniden Kuruluşçu Gençlerin de aynı yerde yürüyüşleri oldu. BDSP ise Esenyurt ve Sarıgazi'de yürüyüş düzenledi. Yine İstanbul yerelinde farklı yürüyüşler de gerçekleşti. İstanbul dışında da başta Ankara olmak üzere birçok farklı ilde farklı anma etkinlikleri gerçekleştirildi.

       
İzmir
       Bundan 41 yıl önce Kızıldere’de katledilen önder yoldaşlarımız Mahir Çayan ve 9 yoldaşı bugün (29 Mart 2013)’te Dokuz Eylül Üniversitesi’nde anıldı. Oligarşi esir aldığı THKO önderlerinden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan hakkında idam kararı vermiştir. Bu idamı engellemek için Mahir ve yoldaşları 2 İngiliz ve 1 Kanadalı teknisyeni Ünye Radar üssünden kaçırmışlardır. Kızıldere’de kuşatılan Mahirlerin yanıtı çok nettir; “Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik” diyerek daha sonra TDH’ne yön verecek büyük bir miras bıraktılar.
       Kızıldere’de katledilen önder yoldaşlarımız için saat:12.15’te Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi önünden başlayan Yabancı Diller Yüksekokulu önüne kadar süren bir yürüyüş gerçekleştirildi. “Kızıldere Son Değil Savaş Sürüyor” pankartı açılan yürüyüş esnasında sık sık ajitasyon ve sloganlar atıldı. Yürüyüş sırasında “Kızıldere Son Değil, Savaş Sürüyor” “Yaşasın Devrimci Dayanışma” “Faşizme Karşı Omuz Omuza” “Katil Devlet Hesap Verecek” “Mahir, İbo, Deniz Sürüyor Sürecek Mücadelemiz” vb. sloganları atıldı. Ayrıca Kızıldere’de şehit olan ON’ların isimleri anıldı. YDY önüne gelen kitle burada saygı duruşunda bulundu ve ardından basın metni okundu. Okunan basın metninde;
        “30 Mart 1972’de Tokat’ın Niksar İlçesi Kızıldere Köyü’nde bir dönüm noktası yaratılıyordu. Bir tarihsel süreç noktalanırken bir yenisi açılıyor, yaşadığımız toprakların tarihinde bir daha asla kazınamayacak bir iz bırakılıyordu. Eğer Kızıldere’yi salt bir çatışma-direnme-şehit olmaya indirgersek, bu biçimiyle kavrarsak, onunla sonrasında yaşanan daha nice çatışma ve direniş arasındaki farkı, sonrasındakilerin neden aynı ya da benzer etkiyi bırakamadıklarını açıklayamayız…
       ....Yakalanan THKO önderlerinden olan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamı gündemdedir, THKP-C ve THKO idamı engellemek için ortak eylem kararı alırlar. Bu karar Türkiye Devrimci Hareketi tarihinin en somut ve en üst siper yoldaşlığı örneğidir.. Daha sonra Ünye Radar Üssünden iki İngiliz bir Kanadalı teknisyeni kaçırır ve Kızıldere’ye varırlar. Burada köyün muhtarının yerlerini ihbar etmesi sonucu saklandıkları evin etrafı kuşatılır. “Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik” diyerek devrimci kararlığı gösteren ; Ahmet Atasoy, Saffet Alp, Nihat Yılmaz, Ömer Ayna, Cihan Alptekin, Hüdai Arıkan, Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt, Ertan Saruhan ve MAHİR ÇAYAN girdikleri çatışmada şehit olmuşlardır…
        Bugün okula bilimin girmesi gerekirken polisler rahatça girip öğrencilere müdahale edebilmektedir, Hacettepe’de yaşananlar bunun bir örneğidir. Demokratik taleplerini dile getirdikleri için egemenlerin keyfi tutuklamaları sonucu bugün üniversitede olması gereken 600’e yakın öğrenci, sendikacılar ve ÇHD’li avukatlar tutsaktır. Yine KCK tutuklamaları adı altında binlerce devrimci-demokrat-yurtsever insan bugün hala hapishanelerdedir. Ve bugünlerde hala devam etmekte olan ‘DHKP-C Operasyonu’ adı altında birçok sendika binasına, kurumlara ve evlere baskın yapılmış çok sayıda kişi gözaltına alınmıştır…
        Bizde bu sisteme karşı mücadeleyi tarihimizden aldığımız güçle örüyoruz. Biz bu tarihte Mahirlerden, Denizlerden, İbolardan, Mazlumlardan aldığımız güçle yürüyoruz. Bugünkü mücadelemiz ON’ların bıraktığı mirasın üzerinde yükselecektir. Bu miras Kızıldere somutunda gerçekleşen savaşımdan, devrimci dayanışmadan, siper yoldaşlığından, devrim ve sosyalizme olan inançtan geçmektedir.
       Yaşanan katliamları ve ON’ları unutmayacağız, hesabını soracağız.” denildi.
       Basın metninden sonra “Mahirim” şiiri okundu. Ardından Sokak Sanatçıları Derneği kısa bir müzik dinletisi gerçekleştirildi. Okunan marşlardan sonra “Mahir, Hüseyin, Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş” sloganı atıldı. Aralarında Gençlik Cephesi’nin de bulunduğu eylemi Devrimci Gençlik, Ekim Gençliği, SGD bileşeni örgütledi. Eyleme DPG, İzmir Hareket Tiyatrosu ve Kurtuluş Yolunda Dev-Genç destek verdi.

Kızıldere Manifestosu Yolumuzu Aydınlatıyor

       Bundan tam 41 yıl önce, 30 Mart 1972'de Kızıldere'de bir direniş destanı yazıldı. Mahir Çayan ve yoldaşları kendilerini kuşatanlara "biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik" diyerek tarih yazdılar. Bu tarih, bu topraklardaki sınıf mücadelesinin tarihidir. Mustafa Suphi'lerden gelir ve günümüze değin uzanır. Bu tarih, bizim tarihimizdir. Bu tarih, Spartaküsten bu yana zulme ve sömürüye karşı direnenlerin, savaşanların tarihidir.
       30 Mart 1972'ye gelene değin birçok aşamadan geçerek yükselen sınıf mücadelesi onlarca yıldır sol harekete damgasını vuran oportünist/revizyonist gelenekleri parçalayarak yeryüzünün dört bir köşesinde yükselmekte olan devrimci mücadelenin bu topraklardaki yankısı oldu. Devrimin ve sosyalizmin bu topraklardaki sesi olan Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya gibi öncüler, kısa sürede sömürü düzeninin hedefi haline geldiler. Ne üzerine çevrilen namlular, ne idam sehpaları ne de işkenceler onları yok edemedi. Onlar fiziksel olarak aramızdan ayrılırken, eylemleriyle, politik tavırlarıyla ve geride bıraktıkları güçlü geleneklerle ölümsüzleştiler.
       Türkiye'nin siyasal dengelerini alt üst eden eylemleri ve politik açılımlarıyla 12 Mart cuntasını işlevsiz hale getiren Mahir Çayan ve arkadaşları, cuntanın idam sehpasına çıkarmaya çalıştığı Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idamını engellemek ve cuntaya karşı direnişte yeni bir cephe açmak amacıyla Ünye'deki NATO radar üssünde çalışan üç İngiliz askerini kaçırarak Tokat Niksar İlçesi Kızıldere Köyü'ne gelirler. Ertesi gün, kuşatıldıklarında yanıtları çok nettir. Teslim olmayan 10 devrimci; Mahir Çayan, Ertan Saruhan, Hüdai Arıkan, Saffet Alp, Cihan Alptekin, Ahmet Atasoy, Ömer Ayna, Nihat Yılmaz, Sabahattin Kurt ve Sinan Kazım Özüdoğru 30 Mart 1972'de ağır silahlar ve roket atışlarıyla katledilir.
       Nurhak'ta başlayan katliam zinciri, Kızıldere ile devam eder. Son nefesinde "Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının Emperyalizme Karşı Mücadelesi" diye haykıran Deniz Gezmiş'lerin idamlarıyla süren intikam zinciri Diyarbakır işkencehanelerinde ser verip sır vermeyen İbrahim Kaypakkaya'nın katledilmesiyle de durmaz. Maraş'tan, Çorum'a, Çorumdan Sivas'a, Sivas'tan Roboski'ye kadar sürer.
       Bugün, aradan geçen 41 yıla rağmen bu topraklarda devrimin ateşini tutuşturan devrimci önderlerin adları toplumsal bellekten silinemedi. Çünkü onların yaktıkları meşale, elden ele taşınarak bugünlere kadar geldi. Bugün hala onları övmek suç olarak kabul ediliyor. Çünkü onların başlattıkları devrim ateşi büyümeye, egemenlerin eteklerini tutuşturmaya devam ediyor. Onların düşünceleri, eylemleri ve örgütlülükleri bu topraklara öylesine kök saldı ki aradan geçen bunca yıla rağmen sömürücüleri çılgına çevirmeye devam ediyor. Onların yarattığı devrimci dayanışma geleneği zindanlarda, 1 Mayıs meydanlarında ve her türden mücadelede yankılanarak büyümeye devam ediyor. Ve onların emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı başlattıkları mücadele yaşadığı tüm iniş çıkışlara rağmen devam ediyor. Kızıldere'de yazılan bu destan, devrimci direnişin, dayanışmanın ve emperyalizme karşı açılan savaşın zaferini haykırmaya devam ediyor.
       Bugün emperyalizmin dünyayı kan gölüne çevirdiği, sömürünün her boyutuyla azgınlaştığı, toplumsal hayatın devlet terörüyle kuşatıldığı, sokakların baskı ve terörle sindirilmeye çalışıldığı bu coğrafyada umudumuzu, coşkumuzu ve inancımızı bileyen, emperyalizme, sömürü ve zulme karşı mücadelemizde her zaman bizlerle olan Kızıldere Şehitlerini bir kez daha saygıyla anıyor, andınız andımızdır diyoruz.
       KURTULUŞA KADAR SAVAŞ!
       KIZILDERE ŞEHİTLERİ ÖLÜMSÜZDÜR!
       KIZILDERE SON DEĞİL SAVAŞ SÜRÜYOR!
       YAŞASIN DEVRİMCİ DAYANIŞMA!
     
 EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

27 Mart 2013

 
 
Gizli İşgal:
Yeni Sömürgecilğin
Politik Karakteri
Bolivya'dan 38 Yıl Sonra Che Olmak
Herkes Bir Adım
Daha Öne
Devrimci Birliğin Köşe Taşları...
Parti Kültür: Politik Mücadele Gündem ve Kampanya Sorunu
James Petras: Toplumsal Değişimde Aydınların Rolü
James Petras: Yeni Bush, Diplomasi ve Ölüm Mangaları
Michael Cossudovsky: Amerika'nın Küresel Askeri Egemenlik Gündemi

 

 

sbarikat07@gmail.com
Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Şehit Muhtar Mah.
Yoğurtçu Faik Sk. No: 12-14 Kat: 4/ Beyoğlu-İstanbul