Çin’in ince stratejisi ve ABD’nin açmazı, İlhan Uzgel (Gazete Duvar)

Çin, ABD’nin tarihsel ve şu anki tüm rakiplerinden farklı bir ülke. Henüz resmen kendisini Amerikan hegemonyasına bir meydan okuyucu (challenger) olarak tanımlamadıysa ve ABD de öyle tanımlamıyorsa da, sahip olduğu nüfus, ekonomik kapasite ve artan askeri güç ve tarihsel bilinç açısından, görüp görebileceği en ciddi rakip. Trump yönetiminin başlıca misyonu Çin’in yükselişini yavaşlatmak, küresel kazanımlarını durdurmaya çalışmak olduğu görülüyor.

Geçen yazıda ABD’nin Çin ile sorununun ne olduğu konusuna girmiş, Çin’e dair beklentilerinin birçoğunun karşılanmadığını ve Çin’in küreselleşme sürecinin içinde ama ABD etkisinin dışında bir ekonomik gelişme çizgisi izleyerek ABD’nin planlarını bozduğunu tartışmıştım. Bu yazıda aynı konudan devam ederek, Çin’in hem askeri hem de daha yumuşak güç unsurları olarak görülen alanlarda ABD açısından nasıl sorun haline geldiğine değineceğim. Türkiye’de gündemin giderek iç politikaya döndüğü ve dış politikanın da Suriye’ye odaklandığı bir dönemde küresel siyasetteki dönüşümü takip etmenin önemli olduğunu düşünüyorum.

ÇİN’İN KÜRESEL STRATEJİSİ

Çinli yetkililerin açıklamalarında, açıklanan rapor ve belgelerin hiçbirinde Çin’in ABD’nin yerini almak istediğine dair bir ifade yer almıyor, Çinli uzman ve akademisyenler de bu anlama gelecek bir imada bile bulunmaktan kaçınıyorlar. Bunun yerine Çin resmî söyleminde “çok kutuplu dünya, serbest ticaretin korunması” gibi ifadeler tercih ediliyor. Çin hem söylem olarak hem de fiiliyatta ABD hegemonyasını doğrudan karşısına almak yerine kıyısından köşesinden zayıflatmaya, ABD’nin biraz boş bıraktığı her yere girmeye, ittifak ilişkilerini buna uygun kurmaya, askeri modernleşme ve Bir Yol Bir Kuşak projesi gibi girişimlerin yanında uluslararası örgütlerde profilini yükseltme, eğitim, kültür, (koşullu) ekonomik yardım gibi faaliyetleri aktif bir şekilde sürdürme yolunu tercih ediyor. Çin yönetimi, 2000’li yılları “stratejik fırsat dönemi” olarak tanımlayıp, “kapsamlı ulusal gücü” oluşturma aşamasına geçtiklerini ilan etti.

HIZLI SİLAHLANMA

Tabii ki ABD’yi Çin konusunda en çok endişelendiren gelişme Çin’in son 20 yıldır savunma harcamalarının artması ve özellikle deniz kuvvetlerini güçlendirmeye önem vermesi. 2013’te Ulusal Güvenlik Komisyonu’nu kuran ve iki yıl sonra ilk strateji belgesini yayınlayan Çin özellikle kritik alanlarda silahlanmayı artırıyor. Rusya’dan aldığı ve Boğazlardan geçerek teslim edilen eski ve kapasitesi sınırlı Varyag’ın yanında kendi uçak gemisini üreterek sayıyı ikiye çıkardı. ABD’nin 20’ye ulaşan uçak gemisi sayısının yanında az görünse de, şu an bir diğerini üretmeye başladı bile. Hava kuvvetlerinde ise bir yandan kendi geliştirdiği radara yakalanmayan uçak sayısını artırırken, Rusya’dan da SU-35 uçağı alarak güçlendiriyor. Çin, ordusunu “dünya çapında” bir ordu düzeyine çıkarmayı hedeflediğini ilan etti ve bunun için, ABD’nin 1990’larda benimsediği “Askeri İşlerde Devrim” programına benzer şekilde dijital teknolojiyi askeri işlere adapte etme yolunda hızlı ilerledi.

ÇİN’İN NÜFUZ SİYASETİ

Yeterince gündeme gelmeyen konulardan biri Çin’in yoğun bir şekilde “nüfuz siyaseti” izlediği şeklindeki ABD iddiası. Çin’in 2010’lar çeşitli kurumları birleştirerek oluşturduğu “Birleşik Cephe Dairesi” Çin’in dünyanın her yerindeki kültürel etkide bulunma, nüfuz oluşturma işlerini yürütüyor. Çin’in izlediği bu politikaya “keskin güç” (sharp power) politikası da deniyor. Bunlar içinde, bizdeki Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar gibi enteresan bir adı bulunan kurumun muadili sayılabilecek Yurtdışı Çinliler kurumu, hem Güneydoğu Asya, hem de başta ABD olmak üzere dünyadaki bütün Çinlilere angaje olarak diaspora Çinlilerini, Pekin’in siyasal hedeflerinin uzantısı olarak mobilize etmeye çalışıyor. Başkan Şi, dünyadaki bütün Çinlileri Çin’in ulusal hedefi olan “Çin Rüyasının” gerçekleşmesine katkı vermeye çağırırken, onları başka bir ülkenin vatandaşı olarak değil, yurtdışında yaşayan “yoldaşlar” olarak görüyor.

Çin’in özellikle Güneydoğu Asya, Avustralya hatta, Kanada ve ABD gibi ülkelerde bazen düşünce kuruluşları, dernekler vs gibi kuruluşlar aracılığıyla toplumlara ve hatta siyasete nüfuz etmeye çalıştığı yolunda da şikayetler var. ABD yıllardır kendisinin yürüttüğü bu tür faaliyetler konusunda deneyimli olduğu için aynı yöntemleri taklit eden Çin’in niyetlerini çabuk çözüyor olmalı.

Çin eğitim alanında da bir yandan 350 bin öğrenciyi üniversite, 80 bin öğrencisini ise lise eğitimi için ABD’de okutur ve burada ekonomik açıdan sıkıntıdaki üniversiteler için yüksek okul ücretiyle iyi bir gelir sağlarken (yıllık 12 milyar dolar) Malezya, Laos, Tayland gibi ülkelerde araştırma merkezleri ve kampüsler açmayı sürdürüyor, bazı iddialara göre Asya’daki üniversiteler üzerindeki Amerikan etkisini kırmaya çalışıyor. Ayrıca, Afrika’ya açılma stratejisinin bir parçası olarak bu kıtadan öğrenci çekmeye başladı. 2000’lerin başlarında 2000 olan Afrikalı sayısı günümüzde 60 bine kadar ulaştı ve ABD ve İngiltere’deki Afrikalı öğrenci sayısını geçti.

ULUSLARARASI ÖRGÜTLERDE YÜKSELEN PROFİL

Trump yönetimi, uluslararası örgütleri küçümser ve bazı faaliyetlerden çekilip, yaptığı katkıyı azaltırken, buradaki boşluğu Çin’in çok iyi değerlendirdiği ve genel olarak uluslararası örgütlerdeki görünümünü arttırdığı ve yeni örgütlenme çabalarına girdiği görülüyor. Örneğin, Çin 2016’da Asya Altyapı Yatırım Bankası’nı kurdu, şu anda serbest ticarete dayalı Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık girişimini hayata geçirmeye çalışıyor. Ayrıca, BM içindeki etkisi ve bürokratik konumu da artıyor. Halen Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ile Sivil Havacılık Örgütünün başında Çinli yöneticiler bulunuyor. Bunun da ötesinde BM’nin 15 uzmanlık ajansının dördünün başında artık Çinliler var. BM içindeki Çinli memur sayısını artırmak için de Çin özel bir çaba gösteriyor. Çin BM çerçevesinde insan hakları konusuna tersten önem veriyor ve bu konudaki çabaları baltalamaya çalışıyor ki Çin’in genel olarak insan haklarına yaklaşımı çok önemli bir konu olup kendi başına bir yazıyı hak ediyor.

ABD TEPKİSİ: KAFA KARIŞIKLIĞI MI VAR?

Çin siyaset, ekonomi, savunma, yatırım, eğitim, kültür gibi alanlarda ABD’nin kurduğu küresel düzenin alanını daraltmaya devam ediyor. ABD bütün bu sürecin tetikleyicisi olarak Çin ekonomisinin büyümesini gördüğü için, stratejik ve askeri önlemlerin yanında, ticaret savaşıyla bu ülkenin ekonomisini hedef almaya başladı. Çin’e karşı bu aşamada bir önlem alınması konusunda hem Cumhuriyetçiler hem de Demokratlar arasında bir fikirbirliği bulunuyor. Örneğin, Soros bile Trump’ın Çin’e karşı bir şeyler yapmasını destekledi. Fakat sorun ABD’nin bu konuda bir açmaz içinde bulunması. Sert bir politika Çin’i zorlayacak, az sayıda da olsa bu ülkedeki liberallerin işini zorlaştıracak ve Çin’i daha çok içe kapanmaya, başta Rusya diğer ülkelerle daha yakın ittifaka yönlendirecek. Ama şu anki durum da genellikle sürdürülemez bulunuyor. Trump’ın ekonomik araçları devreye sokması şimdilik Çin’in büyümesini yavaşlatacak ara bir çözüm olarak görüldü.

İKİ MEKTUP

İlginç bir gelişme olarak Temmuz ayı başında Amerika’daki liberal isimler Trump yönetimini, Çin’i ötekileştirmemeye ve düşman olarak görmemeye çağıran bir mektubu Washington Post gazetesinde yayınladılar. İçlerinde Uluslararası İlişkiler çalışanların hemen tanıyacağı Robert Keohane, Robert Jervis, Amitai Etzioni, Barry Posen, Charles Kupchan gibi isimlerle, eski dışişleri çalışanlarının bulunduğu bu grup Çin’e karşı önlem alınması gerektiğini ama bu ülkenin ABD için bir “varoluşsal tehdit” taşımadığını ve ekonomik bir düşman olmadığını, Çin’in ekonomisini vuracak önlemlerin sonuçta ABD ve dünya ekonomisi için olumsuz sonuçlar yaratacağını ileri sürdürler. Bu liberal isimler Çin’in ABD’nin yerini alma niyetinin bulunmadığı, silahlanmasını artırsa da içsel birçok sorununun olduğunu, Çin’i küresel sisteme daha çok dahil etmenin daha faydalı olacağını önerdiler. Buna cevap niteliğinde olan ve daha çok emekli askerlerin isimlerinin yer aldığı ikinci mektup ise Trump yönetimini şu an izlediği siyaset konusunda destekleyerek, Çin’in yayılmacı olduğunu, Amerikan çıkarlarına her yerde zarar verdiğini, yaşamsal bir tehdit yarattığını, komşularını tehdit ettiğini vs. savundular.

Çin, ABD’nin tarihsel ve şu anki tüm rakiplerinden farklı bir ülke. Henüz resmen kendisini Amerikan hegemonyasına bir meydan okuyucu (challenger) olarak tanımlamadıysa ve ABD de öyle tanımlamıyorsa da, sahip olduğu nüfus, ekonomik kapasite ve artan askeri güç ve tarihsel bilinç açısından, görüp görebileceği en ciddi rakip. Trump yönetiminin başlıca misyonu Çin’in yükselişini yavaşlatmak, küresel kazanımlarını durdurmaya çalışmak olduğu görülüyor. Bugünkü koşullarda Çin’in ABD hegemonyasının yerine geçebilecek kapasitesi, askeri, istihbarat, finansal gücü yok. Daha önemlisi küresel kapitalizmin farklı bileşenlerinin Çin’in hegemonik konuma geçmesine dair bir talebi ve rızası yok. Ama bu gidişat ABD hegemonyasını küresel sistemin her bölge ve konusunda zayıflatmaya götürüyor. ABD, Çin’in aynı anda Sri Lanka, Avustralya, Afrika kıtası, Orta Doğu ve hatta arka bahçesi olarak bilinen Latin ve Orta Amerika’da artan etkisiyle uğraşmak zorunda kalıyor. ABD bu aşamada Çin’in bu etkisini artırma siyasetinin önünü kesmenin yollarını aramakla meşgul.

(23 Eylül 2019 Gazete Duvar)